@zehra
|
Sıcak nefesi, dudaklarımda adeta dans ediyordu. Zaman sanki durmuş gibiydi; parmağı hala saçlarımdayken, yutkundum. Çatıdan damyalayan su damlacıklarının sesi, adeta beynimde yankı oluştururken, bir saniye içinde dudaklarının dudaklarıma değmesini bekledim. Ama o an, şiddetle açılan kapının sesiyle, bu büyülü anı bir balon gibi patlatıverdi. Her şey, aramızdan çekip alındı. . Her şey bir anda kayboldu; o sıcak atmosferden uzaklaştık. İkimizin de bakışları, korkuyla kapıya döndü, dışarıdaki soğuk hava bedenlerimizi sardı. Üşüyor muyduk, yoksa ürperdik mi? Her ikisi de olabilirdi. İçimdeki sıcaklık hızla yok olurken, yanaklarım utançtan kıpkırmızı oldu. Kapıda beliren silueti gördüğümde, kalbimdeki belirsizlik huzursuzluğa dönüştü. Yanında başka biri vardı; bir bayan. Gözlerim, kapıda duraksayan o kişinin yüz ifadesini çözmeye çalıştı; belirsizlik içinde ne olacağını merak ediyordum. Odanın içindeki karmaşa, dışarıdaki soğuk rüzgarla birleşerek daha da yoğunlaşıyordu. Elinde tuttuğu silahı indiren kız, içeri doğru adımlar attı. Yanında olan sarışın erkek de onunla beraber içeri girdiğinde, şaşkın bakışlarınım odağı biz olduk. Ben, bu bakışların altında gerilirken, Kadın, bir adım daha attığında odanın havası bir anda değişti. Gözleri, bir avcı dikkatine sahipti ve her hareketmizi incelemekteydi. Yanındaki erkek, daha rahat bir tavırla onu takip etti, ancak gözleri, şu anda sorgulayan bir ifadeyle doluydu. Kız, odanın ortasında durarak, gözlerini bize dikti. "Amirim?" dedi sorgulayan bir sesle. Yağmurdan dolayı ıslanmış simsiyah saçlarının altında dolgun dudaklarıyla etkileyici bir güzelliğe sahipti. Yanındaki sarı saçlı erkek yaralı adama baktı ve, "Tolga," dedi yanına eğilirken, "Nasıl oldu bu?" İçimdeki korku yerini sorguya bırakırken bakışlarım yaralı adama kaydı, o an, bu gizemli yabancının adını öğrenmemle, ona adını sormanın aklıma bile gelmediğini fark ettim. Lakin kızın bahsettiği, 'Amirim' ifadesi garipsememe neden oldu. Adının Tolga olduğunu, yeni öğrendiğim gizemli yabancı kimdi ki? Tolga, derin bir nefes aldı, geri verirken kolundaki acıyla beraber duraksadı. "Nerede kaldınız?" dedi zorlukla. Siyah saçlı kız, "Yağmurdan dolayı," dedi ve endişeyle, Tolga'nın yanına eğildi. "İyi misiniz? Nasıl oldu bu?" "Erken gelseydiniz adamları yakalayacaktık." dedi, sinirle ve acıyla dişlerimi sıkarak. "Ne zamandır, bu kadar sorumsuz davranır oldunuz?" "Allah kahretsin ki, yine elimizden kaçırdık." Dedi sarışın genç. "Yağmur yüzünden sinyaller kesildi. Seni de ancak şimdi bulabildik." Neden bahsediyorlardı? O an, kendimi o mekanda değilmiş gibi hissettim. Çünkü kimse benimle göz teması bile kurmamış, adeta ben, orada değilmiş gibi davranıyorlardı. Şuan, bu olayın tam ortasında bulunmama rağmen, sanki kimse beni görmüyordu. Siyah saçlı kız, Tolga'nın yanına eğilip sorular sorarken, gözlerim odanın köşelerine kaydı; duvarlar, üzerlerinde geçmişin izlerini taşıyordu. Her şey bir anda karmaşıklaşmıştı ve bu karmaşanın içinde kendimi kaybettim. "Siyah gül!" Tolga'nın sesi, derin düşüncelerimden sıyrılmaımı sağladı. "Beni duyuyor musun?" Ben, bir an için dikkatimi toparladım ve Tolga'ya döndüm. "Buradayım," dedim, ama sesim ne kadar sakin görünse de içimde bir fırtına kopuyordu. Alnımdaki ter, yanağıma doğru süzülürken, Tolga derin bir nefes alarak, "O, ilk müdahaleyi yaptı," dedi. Sesi, acının etkisiyle titriyordu. Siyah saçlı kadın, sözlerine karşılık bana kayıtsız bir bakışla baktı ve Tolga'ya dönüp Gözleri, endişe dolu bir ifadeyle,"Zaman kaybetmemeliyiz," dedi. "Hastaneye gitmeliyiz." Yanındaki sarı saçlı gençin gözleri, bu durumun ciddiyetini anladığını belli ediyordu. "Haklısın," dedi ve derin bir nefes alarak düşüncelerini toparlamaya çalıştı. "Ama önce, bu kim?" Bana bir an baktı ve gözleri benimle kesişti, bu kısa an, beni gererken, "Yasmin," dedim tek düze bir sesle. Kız, bana güvenirliğimi sorgulayan ifadelerle bakarken, sarışın genç kayıtsız görünüyordu. "Peki," dedim, şuan onlara soru sormam hakkım olduğunu düşünerek, "Sizler kimsiniz?" Tolga, acının verdiği rahatsızlıkla gözlerini kaparken, "İl Emniyet Müdürlüğü'nden, Emniyet Amiri, Tolga Barçın," dedi, kendisini tanıtmak amacıyla. Benim gözlerim duyduğum şeyin etkisi ile açılırken, o, devam etti. Siyah saçlı kızı işaret ederek, "Komiser, Süsen Kılıç," diye ekledi. Kızın gözleri, gözlerime keskin bir şekilde baktığında, gözünün beni tutmadığı buram buram hissediliyordu. Sarı saçlı genç, Tolga'nın sözlerini tamamlayarak, "Başkomiser, Doruk Atakul," dedi. Kendisiyle tanışmanın, olayın ciddiyetine dair bir referans gibi olduğunu düşündüm. Şaşkınlıkla bakmaya devam ederken, içinde bulunduğum durumu sorguladım. Bir gece de neyin içine düşmüştüm. Belki de bu yaşananlar, hayatım için en büyük dönüm noktası olacaktı.
♣️
Hastanenin soğuk koridorları arasında, yağmurdan dolayı ıslanmış elbiselerimle, duvara yaslanmış bir halde, Komiser Süsen Kılıç'ın keskin bakışları altında gerginliğimi hissettim. Gözlerindeki soru işaretleri, içimdeki belirsizliği daha da derinleştiriyordu. "Hayır, anlamıyorum," dedi, sert bir tonla bana doğru. "Gece vakti dışarıda ne işin vardı?" "Anlamayacak bir şey yok, komiser hanım," dedim, duruşumu dikleştirerek. "Her şeyi Doruk Bey'e anlattım. Annemle kavga ettim ve evi terk ettim." Komiser Süsen, gözlerini derin bir şekilde dikerek, derin bir nefes aldı. "Evi terk etmek, gece vakti dışarıda dolaşmak... Bunlar ciddi meseleler," diye devam etti. Ardından sorularını ardı ardına sıraladı: "Kiminleydin? Nereye gittin?" Gözleri, sanki içimdeki karanlık sırları açığa çıkarmak için delip geçmeye çalışıyordu. Tolgan'ın vurulmasından beni sorumlu tutuyordu belki de. "Sadece biraz yalnız kalmak istedim," dediğimde sesim titrek bir hal aldı. "Kimseyi aramadım, sadece yürüdüm." Süsen, bu durumu kabullenmekte zorlandığını belli ediyordu. "Ama bir genç için bu kadar tehlikeli olabilir. Yanında bir dostun yok muydu?" diye sordu, daha yumuşak bir tonla. "Yoktu," dedim, içimdeki gerginlikle. "Bazen insan yalnız kalmaya ihtiyaç duyar. Bu gece de tam olarak böyle hissettim." Konuşurken içimdeki huzursuzluk hâlâ sürüyordu. "Yalnız kalmak istemeni anlıyorum," dedi Doruk Komiser, dikkatle dinleyerek. "Peki, annenle neden kavga ettin?" O anı hatırlamak, içimde çok kötü bir ağırlık oluşturdu. Kelimeler boğazımda düğümlenirken, annemle yaşadığım derin yüzleşmenin etkisi hala üzerimdeydi. Hissettiğim öfke ve hayal kırıklığı, içimde bir melankoli oluşturuyordu. Gözlerimi kapatıp o anı yeniden yaşamak istemedim ama kaçışım yoktu. Annem, benim hayatımı ellerimden çekip alırken, ben kaybolmuş haldeydim. "Sen bunu nasıl yaparsın?!" diye haykırdığım o an, hâlâ kulaklarımda çınlıyordu. İçimdeki isyan duygusu, bunu hatırlayınca daha çok büyümüştü. Acil odasının kapısı açıldığında, doktor olan Ömer abim hızla dışarı çıktı. Gözleri umutluydu, ama yine de sakin bir duruş sergiliyordu. Hemen önüne doğru koştum, kalbim hızlı bir şekilde atıyordu. "Abi, durumu nasıl? Kolunu kullanabilecek mi?" diye ardı ardına sıraladım sorularımı. Arkamda, Doruk ve Süsen de benimle birlikte merakla bekliyordu. Ömer abim, derin bir nefes vererek, "Gayet iyi," dedi. Bu sözleri duyduğumda içimde bir rahatlama hissettim ve derin bir nefes verdim. Ancak hemen ekledi, "Bir süre kolunu hareket ettirmemesi gerekiyor." Ömer abim, gereken reçeteyi uzatırken, Doruk Komiser nazik bir jestle onu elinden aldı. "Teşekkür ederiz," dedi, minnettarlıkla başını eğerek. "Ne demek, işim bu," diyerek gülümseyerek yanımızdan uzaklaşırken, bir anlık bir düşünceyle kolumdan tuttu. Anlaşıldı ki, sorguya çekecekti beni. İçimde bir belirsizlik oluştu; ne soracak, ne yanıt verecektim? Beni kendi odasına kadar çekiştirirken, her adımda içimde bir gerginlik artıyordu. Odaya girdiğimizde, kapıyı sert bir şekilde kapatmasıyla İçimde oluşan bu gerilimle yanağımın içini ısırdım. Karşımda dikilen abimin gözlerinde bir soru, belki de bir öfke vardı. "Ne işin var senin gecenin bu saatinde dışarıda?" diye sordu. Sesindeki ton, sanki bana bir suçlama yapıyormuş gibiydi. "Sarp delirmiş meraktan. Polise gidecekmiş neredeyse." Ne söyleyeceğimi bilemezken, yüzümde beliren tereddüt ifadesiyle durdum. "Burada olduğumu biliyorlar mı?" Diye sorabildim sadece. Ömer abim, kaşlarını çatıp bana adeta yabancı bir dil konuşmuşum gibi baktı. Gözlerinde bir anlık şaşkınlık, ardından da bir öfke belirdi. “Sence konumuz şu an bu mu?” diye sorguladığında, içimdeki gerginlik bir nebze daha arttı. Oflamakla yetindim. “Gecenin bir vakti Sarp arıyor, ne için?” diye konuşmaya devam etti, “Yasmin evi terk etmiş, ortada yok diye…” Cümlemin devamını getirmeden önce derin bir nefes aldı. “Bir de hanım efendi nerede çıkıyor, yaralı emniyet amirinin yanından?” Duraksayıp çatık kaşlarıyla gözlerime baktı. "Sen bizi delirmek mi istiyorsun?" Hangi cevabın doğru olduğunu bilemiyorken, kelimeler boğazımda düğümlenmiş gibi hissettim. Oysa çocukluğum bir uçurumun başında hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Öyle bir ağlıyordu ki hemde dağlardan denizlere yankılanıyordu haykırışları. Neden diyorum kendime, neden içimden bu kadar haykırırken dışımdan susmak zorundayım? Oysa nasılsın diye sorsalar, parça parça dökülecek gibiyim, diyerek ağlardım. Ömer abimin sorularının karşılığı olarak sadece sustum. O kadar soruya ne verecek cevabım ne de gücüm vardı. Yorgunlukla derin bir nefes verdim, "Abim," dedim bıkkınlıkla. "Sadece uyumak istiyorum. Lütfen şimdi sırası değil." Ömer abim, sessizliğimi anladı ve bir süre bekledi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alırken, zihnimdeki karmaşayı susturmaya çalıştım. "Tamam," dedi sonunda, bu cevabın bu kadar çabuk geleceğini beklemiştim. Belki yorgunluğumu hissetmişti, belki de dışarıdan bakılınca yorgunluğum zaten yüzümden anlaşılıyordu, bilmiyorum. Ömer abim, hastanenin boş bir odasını ayarladı benim için. Odaya adım attığımda, havada antiseptik bir koku vardı; bu koku, hastane ortamının soğuk ve sterilliğini hatırlatıyordu. İçeride bir sedye ve bir gece lambası mevcuttu. Lambanın yumuşak ışığı, loş bir ortam yaratıyor, odanın durgun havasına hafif bir sıcaklık katıyordu. Sedyeye uzanırken, kendimle beraber tüm yüklerimi de bırakmak istedim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve bir anlığına her şeyi unutmak, zihnimdeki karmaşayı silmek istedim. Sadece olanlardan uzaklaşmak, huzura kavuşmak… Ama uykuya dalamıyordum. Düşüncelerim birbirine karışmış, zihnimdeki sesler yankılanıyordu. Bugün o kadar lanet bir gündü ki, en kötü kabuslarıma eşit bir şekilde ağır bir yük gibi üzerime oturmuştu. Düşüncelerim, sanki beni ele geçirmişti. Bir yandan o kadar yorgundum ki, iki saniye her şeyi unutsam, derin bir uykuya dalacaktım. Ama işte o iki saniye, sanki sonsuz bir süre gibi geliyordu. Gözlerim ağırlaşmıştı, ama zihnim bir türlü durmak bilmiyordu. İçimdeki huzursuzluk, uykuya dalmamı engelliyor, her defasında yeniden kabusuma geri dönmemi sağlıyordu. Sonunda, gözlerimi kapatıp bir anlığına derin bir nefes almayı denedim. Belki de sadece birkaç saniye bile olsa, bu karanlık odada kaybolan düşüncelerimi bir kenara itebilirdim. Kendimi, tüm bu çıkmazdan kurtuluşun bir yolunu bulmak üzere hayal ettim. Lakin o an, hayal kurmak bile içimden gelmiyordu.
.
"Yasmin... İyi... Nasıl..." Duyduğum kesik kesik sesler beynimde yankı oluştururken, uyanmak istemedim bir an olsun. Kapanan gözlerimi açmak istemedim. Gözlerim tüm isteklerime inat açılırken, odanın camından süzülen ışık hüzmeleri gözlerime doldu. Karşımda beliren tanıdık simayı tanımaya çalıştım önce. "Anne?" Diye sorarken, ona 'anne' bile demek istemediğimi farkettim. Annem ağlamaktan kızarmış gözleriyle başımda dururken, odanın içinde Ayaz ve Sarp'ta vardı. Onlarında endişeli gözleri üzerimdeydi ve tüm olanlar için bir cevap bekledikleri de aşikardı. "Kızım, canım benim. Çok korkuttun bizi." Annem ellerini yüzüme değdirmeye çalıştığı an kendimi geri çektim ve doğruldum. Annemin gözlerinden yaşlar akarken, Sarp konuşmaya başladı. "İyi misin?" Bıkkınlıkla nefes verdim. "İyiyim." Dediğimde dürüst değildim. Ben paramparçaydım. “Teyzemle kavga etmişsiniz,” dedi Ayaz, merakla gözlerimin içine bakarak. “Neden olduğunu anlatmadı.” “Doğru,” dedi Sarp araya girerek, yüzünde hafif bir kaygı ifadesiyle. “Evi terk edecek kadar ne yaşamış olabilirsiniz ki?” Uyanır uyanmaz soru yağmuru başlamıştı. Zihnimde beliren karmaşık düşünceler, olayların ardındaki gerçekleri anlamaya istiyordu. Yanı başımda annem olacak o kadına baktım; gözlerimdeki suçlayıcı bakış, sanki ona “Anlatsana” der gibiydi. O an, annemin yüzündeki ifadeyi inceledim. Hüzün mü, endişe mi yoksa suçluluk mu? Belki de tüm bunların birleşimiydi. Bakışları yaşanan olayı anlatmamam için yalvarıyordu. Dudaklarımı araladığım sırada açılan kapı tüm dikkatleri oraya çevirdi. İçeri giren, tanıdık bir siluetti; Amir Tolga Barçın. O an, odanın atmosferi bir anda değişti. Karşımda, sargılı olan omzuna rağmen sapasağlam duruyordu. Sargının verdiği görüntü, ona bir acı hatırlatsa da, duruşundaki kendine güven ve kararlılık, onu daha da etkileyici kılıyordu. Gözlerimiz buluştuğunda, içimde bir sıcaklık hissettim ve yüzümde istemsizce bir tebessüm belirdi. Onun bu güçlü duruşu, acıların üstesinden gelebileceğinin bir göstergesi gibiydi. İçeri nazik adımlarla girerken, yüzünde sıcak bir gülümseme ile, "Kapıyı çalmadım, umarım saygısızlık etmemişimdir," dedi. "Siyah gül... Yani Yasmin hanıma sormam gereken birkaç soru var," Sarp, bu durumu ciddiyetle karşıladı. "Hayır, ne rahatsızlığı," diyerek yanıtladı. Sesindeki sakin ve samimi bir ton ile, "Buyrun, tabii ki," dedi ve hemen eyleme geçerek, "Biz de dışarı çıkalım," diye ekledi. "Anne, Ayaz hadi." Ancak Tolga, onları durdurarak, "Aslında," dedi. "Siz de kalın, soracağım sorular herkesi ilgilendiriyor." Bu sözler, odadaki herkesin dikkatini çekti. Annem, Ayaz ve Sarp da dahil olmak üzere herkes sorgulayıcı bir şekilde Tolga'ya bakıyordu. Tolga, kendine güvenen adımlarla odanın ortasında bulunan sandalyeye oturdu. Rahat bir duruş sergileyerek, kendisini dinleyenlerin ilgisini üzerine çekti. "Sizlere sormak istediğim bazı sorular var," dedi, sesindeki kararlılık belirginleşerek, bana döndü. "Doruk, bana verdiğin ifadeyi anlattı ama bazı şeyleri eksik aktarmışsın. Kafama yatmayan bazı şeyler var." "Nedir, söyleyin?" dedim, kaşlarımı çatarak. İçimdeki merak ve tedirginlik birbirine karışmıştı. Karşımdaki kişinin ifadesi, bir şeylerin yolunda gitmediğini açıkça gösteriyordu. "Öncelikle annenle bir tartışma yaşamışsın," dedi. Sesindeki ciddiyet, söylediklerinin önemini artırıyordu. "Ama neden olduğunu anlatmamışsın. Bu da verdiğin ifadenin dengesini bozuyor. Yani yalan söyleyebileceğin ihtimalini gözler önüne seriyor." Kendimi savunmak için bir şeyler söylemeyi düşündüm, fakat kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Derin bir nefes vererek anneme baktım. Yalvaran gözlerle bana bakıyordu; gözlerinde bir şeyler onun için çok önemliydi. Ama umurumda olan o değildi. O an, aklımda yalnızca abilerim ve onların hayatları vardı.
.
Flashback:
.
Her şey, bilgisayarıma gelen o gizemli video mesajıyla başlamıştı. O an, derin bir konsantrasyon içinde resim çiziyordum; evet, moda tasarımcısı olmak hiç de kolay bir iş değildi. Ellerim kalem tutmaktan neredeyse uyuşmuştu. Abim ve kuzenim Ayaz, her ne kadar onlarla dışarı çıkmam için ısrar etse de onlarla gitmemiş, bu çalışmayı bugün bitirmem gerektiğini söylemiştim. Fakat, bilgisayarımdan gelen sesle çizdiğim resimden başımı kaldırdım. Ekrana baktığımda, gelen mesajın gizli bir göndericiden geldiğini fark ettim. Merakla elimi kaldırdım ve umursamaz bir ifadeyle gelen maile tıkladım; ama o an tıklamaz olaydım! Videonun içindeki adam, tanımadığım ve hiç de tekin olmayan biriydi. "Bu videoyu her ihtimale karşı çekiyorum," diye başlıyordu bu adam, "Ben Sadullah Aydım, bu video şu an izleniyorsa, hapisteyim demektir. Bu da, kocasının düğün günü minibüsün frenlerini kesmem için bana para veren, Şevval Yılmaz, yüzündendir..." Sözleri, kafamda yankılanırken, videonun sonu geldi. Kafamda bir fırtına kopuyordu; her şeyin bir anda alt üst olduğunu hissediyordum. Tekrar tekrar izledim, yanlış duymuşsundur Yasmin! Dedim, annen babanı öldürmemiştir! Fırtına çıkar ya hani, gök delinircesine gürler, perdeler uçuşur, kağıtlar savrulur, herşey altüst olur. Ayazda kalırsın, üşürsün, tüylerin diken diken olur, saçların uçuşur. Ve herşeyin ortasında savunmasız kalırsın, tarif edemediğim bir acı gerçeklik ile yüzleşiyordum. Gözyaşlarımla boş ekrana bakarken, içimdeki korkunun ve belirsizliğin ağırlığı hissediyordum. Tam o sırada, kapı açıldı. Gözlerim ekrandan ayrıldığı an, annemi gördüm. Yüzündeki endişe ifadesi, gözlerimin içine baktığında daha da derinleşti. Ağladığımı fark edince, "Yasmin, ne oldu kızım? Neden ağlıyorsun?" Diye sordu, endişeyle. Sesimin titremesini gizlemeye çalışarak, içimdeki acıyı bastırmaya çalıştım ama başaramadım. "Ne diyor bu adam?" dedim, gözyaşlarım arasından annemin gözlerine bakarken. "Anne... Anne sen babamı mı öldürttün?" Gözlerim, odada yankılanırken, annemin yüzündeki ifade aniden değişti. Önce bir şok, ardından derin bir üzüntü belirdi. Gözleri, bir an için boşluğa dalmış gibi göründü; sanki içindeki korkunç bir sırla yüzleşmek zorundaydı. Ayağa kalktım ve annemin elini tuttum, ellerinin sıcaklığına sarılmak, içimdeki korkuyu dindirmek istiyordum. Yalvarır gözlerle baktım ona. "Yalan değil mi, annecim?" dedim, sesim çaresizlikle kısılarak döküldü. "Yalan olmalı." İçimdeki bu derin acıyı ve belirsizliği daha fazla taşıyamayacak gibiydim. Annem, sertçe yutkunarak gözlerini kaçırdı. O anda hissettiğim o soğuk rüzgar, yanımda durmayan bir zamanın varlığını hissettirdi. Onu iyi tanıyordum; ne zaman köşeye sıkışsa, böyle yapardı. Gözlerini benden kaçırması, içindeki korkunun ve sıkışmışlığın bir göstergesiydi. “Anne, konuş, lütfen,” diyerek yalvardım ona. İçimdeki umut kıvılcımlarını korumak için her şeyi denemeye kararlıydım. "Bu kadarını yapamazsın, en azından çocuklarını düşünürsün, değil mi?” Yemin ederim, ne söylerse söylesin, ona inanacaktım. Ama konuşmadı, sadece sustu. Mavi gözleri, içindeki duyguların baskısıyla kırmızılaşmaya başladı. Bir yaş, hüzünle yanağına doğru süzüldü. "Anne, konuşsana," dediğimde sabırsızlığımın ve çaresizliğimin ağırlığını hissettim. "Konuşsana!" diye yükseldi sesim, çaresizliğim her kelimemde yankılandı. "Yapmadım, desene!" Elleri, ellerimden kayıp giderken, onu kaybetmenin acısını içimde derin bir yara gibi hissettim. "Senden nefret ediyorum!" diye haykırdım, içimdeki öfke ve hayal kırıklığı bir volkan gibi patladı. Onu omuzlarından iteklerken, "Bunu nasıl yaparsın, nasıl! Nasıl bizi düşünmezsin!" dedim, hıçkırıklarım arasından dökülen kelimeler sanki kalbimin en derin noktalarına bir bıçak gibi saplanıyordu. Annemin gözlerindeki çaresizliği görmek, bu duvarın ardında ne kadar derin bir acı barındırdığını anlamama yetti. Ama ben, o an sadece kendi acımı hissediyordum. Kalbim yanıyordu resmen. "Ö-özür dilerim, kızım." Dediğinde, beynimden vurulmuş gibi oldum neredeyse. Delirmişçesine güldüm ve, "Ne özrü be!" diyerek masanın yanındaki sandalyeye tekme attım. Sandalye gürültüyle yere düşerken, içimdeki öfke ve hayal kırıklığı patladı. "Neyin özrü bu anne!" diye sordum, sesim titrek ama kararlıydı. "Sen nasıl bir kadınmışsın, ben asla tanıyamadım seni!" Annemin gözlerindeki yaşlar, yüzünü yıkarken benliğimin derinliklerine acı bir dalga gibi yayılıyordu. "Deme öyle kızım lütfen!" dedi hıçkırıklarının arasından, sesi zayıf ve çaresizdi. Elleriyle ellerimi tuttuğunda, o dokunuş sıcak ama aynı zamanda soğuk bir gerçeklik taşıyordu. Var gücümle çektim, “Bana ‘kızım’ deme! Senin artık bir kızın yok!” dedim, kelimelerim sanki bir bıçak gibi keskin ve acı vericiydi. Duygularımın seli içimde coşarken, annemin gözlerindeki derin acıyı görmek, içimdeki öfkenin geçici bir soluk almasına neden oldu. Ama bu sefer, onu affetmek istemiyordum. Babamı öldürtecek kadar, kendini nasıl bu kadar kaybettiğini düşünmeden edemiyordum. "Senin yüzünden babam öldü!" dediğim an, annemin yüzü adeta sarsıldı. Gözlerindeki korku ve çaresizlikle, "Ben asla ölmesini istemedim! Ölebileceğini düşünmedim bile!" diyerek savundu kendini. Gözlerimden yaşlar akarken, içimdeki kin ve acı kabardı. "Böyle mi savunuyorsun kendini?" dedim, sesimi yükselerek. "Yazık," yüzümü buruşturdum, içimdeki duyguların karışıklığı daha da derinleşti. "Gerçekten yazık!" Kelimelerim, öfkemin bir yansıması olarak annemin kalbine saplanırken, onun bana çaresiz ve yalvaran, benim ise ona hayal kırıklığı ve nefretle bakan gözlerimiz kesişti. Kısa bir an sessizlik oldu, çok kısa bir an. Burnumu çektim ve derin bir nefes alarak, "Ama bitti." Dedim. "Gidiyorum, senin Yasmin diye bir kızın yok," İçimdeki karar kesin ve netti, bu kadından ve bu evden uzaklaşmak, benim için en doğru yoldu. Annem, gözyaşları içinde kalakaldı. "Yasmin, lütfen! Beni dinle! Her şeyi açıklamak istiyorum ama bu şekilde… bu şekilde beni terk etme." Söyledikleri gram umrumda değildi. "Senin ne yüzünü görmek ne de o yalan açıklamanı dinlemek istemiyorum." dedim ve kapıya doğru yöneldim. "Seninle hiçbir ilgim kalmadı!" Kapıyı açarken, arkamda annemin çaresiz sesi yankılandı. "Yasmin, lütfen! Gitme!" Ama artık onu duymuyordum. Merdivenlerden inerken, hıçkırıklarımı tutamadım. Ne çok anımız vardı bu evde. Annem, babam, abim, ben hangi ara bu hale gelmiştik? Oysa sıcacık bir aileydik. Evin dışına adım attım ve kendimi karanlığa bıraktım. Koca sokaklar dar geliyordu. Yer yüzü ayaklarımdan çekilecek gibi oluyordu. Hafiften yağmur çiseliyordu ama bu fırtına öncesi sessizlikti. Yağız gök çıkacak fırtınanın habercisiyken, yüzüme çarpan ayaz saçlarımı uçuşturdu. İçim yanıyordu ama Bedenim titriyordu. Lakin tüm bunlar içinde kafamda sadece bir düşünce vardı: Beni bu duruma sokan, benim için her şeyi mahveden o kadının yanından uzaklaşmak. Koştum... Hıçkırıklarım sokakta yankılanırken, kalbim kırık, ama içimdeki öfke ve acı, beni bir yere sürüklüyordu. Ama nereye gidersem gideyim, öğrendiğim gerçeğin gölgeleri peşimi bırakmayacaktı. . Flashback son; . Annemin acı dolu bakışlarına karşı kayıtsız kalmaya çalıştım. İçimde rahatsızlık hissi belirirken, bakışlarımı Tolga'ya çevirdim yeniden. Herkes benim dudaklarımdan dökülecek o cümleleri beklerken, "Peki anlatacağim," dedim kararla. "Beni dinleyin."
Neydi Siyah Gül? Hayatın sunduğu her türlü zorluğun, kaybın ve umutsuzluğun sembolüydü. Karanlığa gömülmüştüm, adeta bir derin uçurumun kenarında duruyormuş gibi hissediyordum. Siyah, kapalı kapıların ardında gizlenen umutların, kaybolmuş hayallerin rengiydi. Bir kez karanlığın seline kapılan, bir daha geri dönemezdi. O derin karanlık, insanı içine çekerken, ışığın ulaşamadığı bir yerin derinliklerine sürüklerdi. O halde, kendimi siyah tüllerin arasına kapatıyorum. Bu tüller, içeri ışık sızmayan, karanlığın en koyu halini barındıran bir örtü gibi üzerime serilmişti. Bu tüllerin arasında kaybolsun istiyorum ruhum, her türlü acıdan, her türlü hatıradan uzak, yalnızca sessizliğin ve karanlığın hüküm sürdüğü bir dünyada. Kimse görmesin, kimse dokunmasın bana; bu dünyadan arındırıyorum artık bedenimi. Kendimi, kendi tüllerimin arasına alıyorum. . . . . Bölüm sonu... Bölüm nasıldı? Sizce Yasmin gerçeği anlatacak mı? Hikayenin gidişatı nasıl olacak? Bu arada üçüncü bölümde sürprizler varrrr.. sjsjs 🤭 YasTol aşkı nasil fitillenecek? Not: sizleri seviyorum İkinci not; iyiki varsınız Üçüncü not: yorum ve oy vermeyi unutmayınız.
Bir dahaki bölüme görüşmek üzere...👋🏻
|
0% |