Yeni Üyelik
2.
Bölüm

"MAHREMLER AZ KONUŞTUĞU ZAMAN"

@zehra_446

Taksiden inip geniş sokağın solunda kalan büyük, bahçeli eve baktım. Ben büyüdükçe küçülen bir evdi aslında burası. Bir arabaya binip veda edildiğinde gözden kayboluverirdi hemen. Bolu'dan ayrıldıktan sonra üçüncü gelişimdi bu. Bayramlar haricinde kimse bana sarılmaz vehmine kapıldığımdandı kendimi geri çekişim. Oysa bu kapının daima açık olduğunu söyleyen bir anneye sahiptim.

Büyük ve gelenekçi ailemin avludan sokağa taşan konuşmaları doldu kulağıma. Dedemin sesi çıkıyordu en çok. İyi duyamadığından bağırıyordu. Küçük haylazlaraydı sitemi büyük ihtimalle. Torunları, evlatları, gelinleri... Bu büyük evde bir çatı altındaydılar. Çantamın sapını sıkıca tutup yutkundum. Özlemiştim onları. Kapının arkasındaki ise geride bıraktığım hayatımdı.

Asma yapraklarının örttüğü demir kapının kilidini açıp içeriye girdim. Koca bahçede değişen hiçbir şey yoktu. Hemen solumda kalan ıhlamur ağacının kokusu doldu burnuma. Ben öylece durmuş metrelerce ötedeki evi seyrederken plastik bir top yuvarlandı ayaklarımın ucuna. Sonra altı yaşındaki yeğenimi gördüm. Kıpkırmızı bir yüzle bana doğru koşuyordu. Daha doğrusu topun ardından koşturuyordu.

Yaklaştıkça yavaşladı ve yüzüm, gözünde netlik kazanınca gülümsedi. "Hala" dedi sevinçle. Çantamı bırakıp eğildim ve kollarımı açtım. Elime doğmuştu kerata. Kısa zamanda beni unutmuş olsaydı iyi bir azarı işitirdi. Küçük bedeni kollarımın arasındaki yerini bulunca sıkıca sarmaladım onu. Ilık bir şefkat yayıldı yüreğime. Çocuklar çok hızlı büyüyordu sanki ya da bana öyle geliyordu. Çok çabuk değişiyorlardı. Aylar önce bıraktığım Kerim gitmiş, yerine başka bir Kerim gelmişti. Saçlarını kestirmiş olmasının da bunda büyük payı vardı tabi.

"Bakayım sana. Maşallah kocaman olmuşsun sen."

"Ne zaman geldin?" diye sorabildi yanaklarını sıkan ellerimden kurtulup. Bilmiyorum ki Kerim, zaman benim anlamadığım bir dilde konuşuyor artık. Baktım yüzüne fakat cevap veremedim. İçimdekini anlamazdı ki bu çocuk. Gülümseyip ayağa kalktım ve seslerin geldiği yöne doğru ilerledim. Kerim topu unutmuş benim peşimden geliyordu. Karşımıza ilk abim çıktı.

"Baba halam gelmiş" diye bağırdı yeğenim. Abim elindeki tornavidalardan başını kaldırıp beni görünce anın şaşkınlığıyla duraksasa da kocaman gülümseyip kollarını açtı.

"Nehar! Hoş geldin!" Çantamı yine kenara bırakıp sarıldım abime. İyi adamdı abim, merhametliydi. Ona sarılmak iyi gelmişti. "Ahali! Toplanın bakın kim gelmiş?" Bağırıp herkesin yanımıza gelmesini sağlarken beni de kolumdan tutmuş çekiştiriyordu. Arka plana atmak istediğim çekimserliğimle onu takip ettim. Herkes onun kadar sevinmeyebilirdi geldiğime.

Dedem beni görünce ayaklandı, ardından babaannem kalktı. Ellerini öptüm, buyur ettiler. Annem, kız kardeşim Bahar şaşkın bir halde kucakladılar beni. Özlemiştim, içimin özleyen yanı bir obruk gibi büyüyordu günden güne. Sevdiklerimdi imtihanım. Annemin sıcacık kollarında uzunca kaldım. Geleceğime ihtimal vermiyorlardı. Eyüp'ten haber almak için aradıklarında ısrarla çağırmışlardı beni ama gelmeyeceğimi söylemiştim. Bu günkü ziyaretim herkes için ani olmuştu. Benim için bile son anda verilmiş bir karardan ibaretti. Babamla konuşmaktı esas niyetim. Bildiği bir şeyler vardı. Polislere anlatmadığını bana anlatmalıydı.

"Neden haber vermedin abla? Kalbimize insin istiyordun herhalde?"

"Senin genç kalbine bir şey olmaz. Bak dedemle babaannem sapasağlam oturuyor. Sen de dirayetli ol böyle şeyler karşısında."

"Benim kalbimde ne varmış?" diye atıldı babaannem. "Ben sizin yaşınızdayken..." diye başladığında Bahar'la gülüştük. Hiç değişmemişti bu yaşlı kadın. Yeni gelmiş olmamı umursamadan kollarını birleştirip somurttu. Dedem boş ver der gibi elini salladı havada. İyi tanırdı hayat arkadaşını, alınganlığının kötülüğünden olmadığını bilirdi. Elinde mutfak beziyle kapıdan görünen Mercan beni karşısında bulunca duraksadı. Ne ben ona görümceydim ne o bana gelindi. Ne yakındık ne uzak. Abimle mutluydu. Bazen tutarsız tavırları olurdu bize karşı, dillendirmezdik pek. Bir aradayken sükûnetle yaşamaya çalışırdık.

"Nehar, doğru mu görüyorum? Sen mi geldin? Ay çok şaşırdım seni görünce." Kanlı canlı karşısındaydım işte, yanlış görülecek ne vardı? Sarılmak için yanıma gelmeyince ben de yerimden kalkmadım. Abimin kaş göz yaptığını fark ettim ama ondan tarafa bakmadım. Elimin üstünde annemin eli vardı. Sessiz bir odaya geçsek de konuşsak diye bekliyordu.

"Habersiz geldim, benim için de ani oldu." Etrafa bakındım sonra. "Babamla amcam nerde? Yengemi de göremedim." Evimiz kadar büyük bir aileydik işte. Bu dönemde pek kalmamıştı aynı çatı altında yaşamak. Dedem ve çocukları bunu seviyordu. Ve ömürleri yettiğince bir arada olmak istiyorlardı.

"Babanla amcan dükkânda. Yengen de çarşıya gitti, torununa kıyafet bakacak." Annem yapamadığı tüm eleştirileri yuttuğunu belli eder bir halde başını iki yana salladı. Ara sıra aralarındaki ipler geriliyordu. Yengemin hoş olmayan davranışlarının da bunda etkisi büyüktü tabi. Çocukken görebileceğim her olumsuz hareketine şahit olduğumdan, acıdım onunla aynı çatı altında yaşayan annemin suskunluğuna. Yine bunalmıştı bir sebeple. Biraz da zayıflamıştı sanki.

"Seninkinden bir haber var mı Nehar?" Mercan, abimin yanına kurulup merakla baktı bana. Gündemimizi meşgul eden konu çabucak açılınca tüm gözler üstüme çevrildi. Olumsuz anlamda başımı sallamakla yetindim. Büyüklerin gözlerinde ufak acıma kırıntıları vardı. Ağır ağır salınan ağaçlara baktım. Bir gençliğe ağlamak için erkendi henüz.

"Kız yeni geldi, bir soluklansın hele." Huzursuz sessizliği bozan abim oldu. Nefes almam için bana alan açmasına müteşekkirdim. "Mercan, bir sofra hazırlayalım haydi. Kardeşimle güzel bir yemek yiyelim." Abim karısından önce ayaklanıp çantamı aldı. Annem de beni odaya çıkartmak üzere kalktı.

"Haydi kızım, seni yerleştirelim. Sonra konuşuruz uzun uzun. Yüzünden okunuyor yorgunluğun." Sinsi bir yavaşlıkla yerleşmişti yüzüme bu yorgunluk. Uzunca süre de gitmezdi. Ne kadar uyusam geçmezdi. Nedenini bilemedim, kalbim titredi bir an. Hıçkıra hıçkıra ağlayasım geldi. Zor tuttum kendimi. Dişlerimi sıktım. Dolan gözlerimi engelleyemesem de gülümseyip yere çevirdim bakışlarımı. Şimdi bir odaya girip ağlasam rahatlardım. Yalnızlıktan kaçıp geldiğim evde, yalnız kalabileceğim odalara bakındım.

***

Üstüme aniden çöken ağırlıkla uzandığım kanepede uyuyakalmıştım. Gözlerimi açtığımda hava kararmıştı. Kısa bir süre nerede olduğumu anlayamadım. Etrafa bakınınca artık benden eser miktarda iz taşıyan odamı tanıdım. Dolabım, yatağım. Ağrıyan kolumu ovalayıp üstümdeki örtüyü kaldırdım ve oturdum. Yatağın üstü hurçlarla doluydu. Karşımdaki duvarda abimin kızı Melisa için hazırlanmayı bekleyen mobilyalar vardı. Çocukluğumun geçtiği odada yeğenim kalacaktı artık. İzler... Bir bir silinmek için vardı sanki.

Kendime gelince kalkıp pencereye yürüdüm. Bahçede kimse yoktu. Fazla uyumuştum belki de. Karnım da acıkmıştı. Bir odamın bile olmadığı bu evde nasıl yemek yerdim ki? Fabrikadan dönerdi, ekmeği elinde girerdi içeriye. Sofra hazır olurdu, çay kaynardı ocakta. Yorgunluğuna rağmen sohbet ederdi benimle. İkimiz de yalnızlıktan kurtarırdık birbirimizi. "Eyüp" diye mırıldandım. Nerede olduğunu sormadım ama. Bu sorunun muhatabı babamdı. Kaybımı bulmak isterken babamı kaybetmenin eşiğinde olduğumu düşünmek istemiyordum. Tedirgin adımlarımı odadan dışarıya sürükledim.

Kapıyı açınca karanlık odam ışıkla doldu. Gözlerim acıdı biraz. Beni fark edip de yanındaki boş yere çağıran annemi görünce durduğum yerde beklemedim daha fazla. Tek başına oturan kadının yanına gittim. Alışılmışın aksine sessizdi ev. Herkes köşesine çekilmişti sanki. Bavulumda yas getirmiş gibiydim. Merdivenleri çıkıp bizim kata geleni karşılayan, neşeli sohbetlerin edildiği hol bir bana bir de anneme kalmıştı.

"Nasıl yorulmuşsan... Yatar yatmaz uyudun. Uyandırmaya da kıyamadım." Annemin kolları arasında yerimi alınca başımı omzuna yasladım. Değişmeyen şeylerden biriydi sıcaklığı.

"Yol yordu" dedim fısıldar gibi. Birkaç saatin yolu değildi beni yoran. Benim kocaman yolumdu. Başımda bir el hissedince gülümsedim. Teselli isteyen kalbimin sesi, benimki kadar kısık çıkmıyordu.

"İyi ettin gelmekle." Bunu söylemesinin sebebi biraz da gelişimi sorgulamaktı aslında. Eyüp'ten haber alıp almadığımı da öğrenmek istiyordu herkes gibi. Başımı kaldırıp hüzünlü yüzünü inceledim. Beyaz saçları firar etmişti tülbendinden. Halimi biliyordu, elinde olmayan devanın eksikliğiyle dertleniyordu sanki. İçimiz yanıyordu ama şimdi susmanın değil her şeyi anlatmanın zamanıydı. Dudaklarımızı aralayınca, harlanacaktı alevimiz.

"Hâlâ bir haber yok Eyüp'ten. Üç haftadır aramadığım sormadığım yer kalmadı. Polisler aradı, buhar olup gitti sanki diyorlar. Gören, bilen yok." Buraya kadar hikâyeyi biliyordu zaten. Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Dün polis geldi kapıya. En son babamın arabasında görüldüğünü söyledi." Kabul etmek istemediğim bir ithamı sorguluyordum. Suçlamıyorsun, öğrenmek istiyorsun dedi kalbim. "Babam... Bir fikri vardır belki Eyüp'ün nerede olduğuna dair."

"Bir işleri vardı, görüştüler sonra ayrıldılar. Polise anlattı zaten her şeyi." Annem benden yüzünü çevirdi hızlıca. "Buraya babanı sorgulamaya gelmedin değil mi Nehar?"

"Sorgu değil anne. Eyüp'ü bulmaya çalışıyorum sadece. Kiminle görüşmüşse, nereye gitmişse öğrenmek istiyorum. Bunun nesi yanlış?"

"Elbet bulunur, dua edelim sağ salim de gelir inşallah. Ama geri gelecek biri için babanın gönlünü kırma. Çarşı içinde tanınan bir esnafın yanına kayıp damadını sormak için polisler gittiğinde ne hisseder, ne kadar onuru kırılır tahmin edebiliyor musun?" Hayatından endişe ettiğim adamı bulmak için çırpınıyordum, onur diyorlardı bana. Ağızlarından çıkacak birkaç kelimeyi gurur meselesi yapıyorlardı. Kayıp sormak için çalınan hangi kapıda onur kırılmıştı ki?

"Anne nasıl..." Benim için böylesine önemli bir konuyu geçiştirir gibi konuşmasına katlanamadan hızla ayağa kalktım. Ama cümlemi bitiremeden gözlerim kararınca kendimi yeniden otururken buldum.

"Nehar! İyi misin?" Gözlerimi sıkıca yumdum. Ah başım! Şimdi dönmenin sırası değildi. "Kaç saattir açsın, tansiyonun düştü tabi." Arkama yastık koyup koşar adım mutfağa gitti. Ben toparlanıp kendime gelene kadar tabaklara yemekleri koymuş, tepsiyle yanıma gelmişti. O mu hızlıydı ben mi yavaştım? Kalbimi yakıp kavuran ateşe karınca kadar su dökmeye niyetli değillerken, ne diye bunu sorguluyordum ki?

"Aç bakayım ağzını." Ağzıma dayadığı kaşığa baktım. Buğuluydu gözlerim. Kırgınlığıma mıydı şefkati, halsizliğime mi? "Hadi yavrum birkaç lokma geçsin boğazından." Yaşımı başımı umursamadan ağzıma lokmayı koydu. Çiğneyip yutmamı sabırla bekledi. Bir kez daha, bir kez daha. Az önce sözlerine kızdığım kadının karşısında küçük bir çocuk gibiydim. Bilmiyordu ki ben de anne olacaktım. "Seni ilk gördüğümde anladım ama!" Hafif bir azarla başlayan ses tonu beni ürküttü. Ben söylemeden nasıl anlamıştı ki? "Bakmamışsın hiç kendine. Kâğıt gibi olmuş yüzün. Babana demiştim; o yemek bile yemez, yanına gidelim demiştim." Bebeği fark etmemişti.

"O ne dedi?" Sorum karşısında başını önüne eğdi. Üç hafta... Ateşler içinde bir kalple üç hafta yalnız başımaydım ve babamın ne dediğini tahmin etmek zor değildi.

"Hadi bitir yemeğini de yatak hazırlayalım sana."

"Doydum ben." Kendimi geriye çekip kapalı kapılarda gezdirdim gözlerimi. "Babam nerede? Dükkândan dönmüş olmalı bu saate kadar."

"Uyuyor."

"Bu vakitte uyumaz" dedim ısrarla. "Kimse bu vakitte uyumaz anne. Nerede bu millet Allah aşkına?" Duygularımı kontrol etmekte çok zorlanıyordum. Sinirlenmek isteyip de konuşmanın sonunu ağlayarak bitiriyordum. Annemin şaşkın bakışlarını garipsemedim bu yüzden. Önceleri böyle birisi değildim.

"Nehar, sakinleş biraz." Tepsiyi masaya bıraktı. "Çok yıpranmışsın görüyorum ama ağlama artık. Sil bakayım gözündeki yaşı." Silsem ne olacaktı? Yenisi geliyordu. Kendimi tutamama hastalığına yakalanmış olmalıydım. "Her şey yoluna girecek Allah'ın izniyle. Dilinden duayı eksik etme benim güzel kızım." Onca gündür tek varlığım duaydı zaten. Huzurda bir ben vardım bir de dualarım.

"Ben nerede yatacağım?" Teselliler yabancı geliyordu kulağıma. Duymak istemedim.

"Bu gecelik bir yere yatak açayım sana. Yarın yatağının üstünü boşaltırız odana geçersin." Ben gelmesem çocuk odası olacaktı orası. Planlarını değiştirmelerine gerek yoktu.

"İstemiyorum, bana birkaç gecelik uyuyacağım bir yer ayarlasanız yeter." Ayağa kalkmış mutfağa gidiyordu ki çatık kaşlarıyla arkasına döndü.

"O ne demek? Hemen gidecekmiş gibi konuşuyorsun!" Gidecektim zaten. Eyüp'ü bulamazsam onun gibi kaybolacaktım ama burada kalmayacaktım. Odam başka hayatlara inşa olunuyordu. Babam vaktinden önce uyuyordu. Saygısızlık olmasa giderdim yanına da tuttum kendimi. Bütün gece uyumayacağını bildiğim halde yatağıma yatacaktım ve sabırsızca sabaha kadar bekleyecektim. Acımı onur meselesi yapıp bana kızması benim suçum değildi.

Anneme cevap vermeyip yüzümü avuçlarıma bastırdım. O kadar çok yabancıya anlatmıştım ki içimi, artık konuşmak istemiyordum. Zamanı geçiyordu bazı şeylerin. Sonra insan kapatıyordu kapılarını diğerlerine. Oysa diyordu ki Mevlana; Namahreme az şey sor, mahremler az konuştuğu zaman.

***

"Özledin mi evini?"

"Evet."

"Bayram tatilini beklemen gerekiyor ama."

"Biliyorum."

"Hep böyle üzgün mü olacaksın Nehar?"

"Üzgün olduğumu da nereden çıkarttın?"

"Ben annemin yanında olmayınca üzgün hissediyorum bazen."

"Bak kendin de söyledin, her zaman değil, bazen. Yanımızda olmayanları özlüyor olmamız çok normal. Fakat yeni bir hayata başlamışken kederle geçiremeyiz günlerimizi. Öyle değil mi?"

"Öyle. Mutlusun o zaman?"

"Mutluyum Eyüp. Peki ya sen?"

"Ben bazen üzülüyorum sadece. O kadar."

Loading...
0%