@zehratugral
|
9.Bölüm (Amaris Miller’in gözünden. Sabah saatleri.) Liman’ın yanındaki küçük bir bankta oturmuş etrafı izliyordum, denizi, gemileri, insanları. Gözlerim kararıyordu arada, umursamıyordum. Bir adam yeni gelen bir geminin önünden bağırdı.
“Greenwich gemisi kalkıyor!” İnsanlar geminin önünde sıraya girdiği sırada fark ettirmeden birisinin cüzdanını aldım, etraf kalabalıktı, iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalıktı bu yüzden kimsenin dikkatini çekmemişti. Kalabalığın arasından sıyrılıp tenha bir noktaya geçtim, içindeki tüm parayı alıp elbisemin kemerine sıkıştırdım ardından cüzdanı yere attım, Greenwich gemisinin sırasına girdim, kısa sürede tekne tıklım tıklım dolarken sonunda sıra bana gelmişti. Görevli adam bana iğrenircesine bir bakış attıktan sonra konuştu.
“5 Sterlin.” Kemerimdeki parayı çıkarıp adama uzattım, adam parayı alıp keseye attıktan sonra beni itip geminin içine soktu. Arkadan bir kadının ‘Cüzdanım çalındı!” diye bağırdığını duyabiliyordum ama duymamazlıktan geldim.
Geminin merdivenlerinden çıkıp Güverteye çıktım, oturacak yerler dolmuştu bu yüzden geminin en ucuna ilerleyip demire tutundum, denize baktım, masmaviydi, kusursuzdu.
Birkaç yolcu daha bindikten sonra gemi hareket etti, ilk defa gemiye biniyordum ama bu beni korkutmuyordu, eskiden olsaydı korkardım ama eski Amaris yoktu artık.
Belki bir saatlik belki daha uzun süren bir yolculuğun ardından gemi karaya yaklaştı, ardından gene aynı adamın sesi duyuldu.
“Greenwich’teyiz! Greenwich yolcusu kalmasın!” Yolcular ayaklanmış birbirlerini iterek merdivenden inmeye çalışıyorlardı, bense olduğum yerde durup onları izliyordum, insanlar gemiyi boşaltana kadar bekledikten sonra ben de gemiden indim.
Etrafıma bakındım, burası Redwich’ten çok farklıydı, daha moderndi, her yerde lüks at arabalarını ve hoş giyinmiş insanları görebilirdiniz.
Kendimi süzdüm baştan aşağıya, beyaz elbisem dün ormanda düştüğüm için çamurla kaplıydı, saçlarımın da dağınık olduğuna emindim ama bunlar şu an umursadığım en son şey bile değildi. Liman’ın yanında duran boş bir at arabasına ilerledim. Hafif göbekli ve pala bıyıklı bir adam atın üzerinde oturuyor sigara içiyordu, kafasında garip bir şapka vardı. Arabanın arkasındaki yolcu koltuğuna oturdum, adam dönüp beni süzdükten sonra güldü.
“Paran olduğuna emin misin?” Kemerimin cebindeki paraları çıkarıp adama gösterdim. Homurdanıp önünde döndü, sigarasından bir nefes daha çekip yere attı.
“Nereye gidiyoruz?” “Greenwich Saray’ına.” Adam atı sürmeye başladı, geçip giden yolları izledim. Buraya neden gelmiştim ki? Babamla görüşmeye mi? Hayır, yapamazdım, yapmamalıydım. Şoföre çevirdim bakışlarımı. “Kral Harvard’ın hiç çocuğu var mı?” Şoför şaşkınlıkla bana dönüp baktı bir süre ardından tekrar yola çevirdi bakışlarını. “Buranın yabancısı olmalısın.” “Evet, Redwich’ten geldim.” Şoför anlamış gibi başını salladı. “5 Yaşında bir kızı var, Prenses Helen.” “Helen...” Gün ışığı demekti, o Dünyanın üzerine doğan bir güneşti, ben aydım. O gündüzdü ben geceydim. Çok uzaktık birbirimize aynı zamanda çok da yakındık, aynı kandan aynı candandık.
“Neden soruyorsun?” Omuz silktim. “Öylesine.” Tekrar yola çevirdim bakışlarımı, birkaç dakika sonra büyük bir Saray’ın önünde durduk. “8 Sterlin.” Kemerin cebinden 10 Sterlin çıkarıp Şoföre uzattım, para üstünü beklemeden at arabasından indim. Şoför de umursamadan arabayı sürmeye devam etti.
Büyük gösterişli bir Saraydı, insanı büyüleyecek türden...
İki muhafız kapıda Saray’ı koruyorlardı, Muhafızlara doğru ilerledim, oldukça ciddi görünüyorlardı ama bunun beni korkutmasına izin vermedim, artık 8 Yaşında bir kız çocuğu değildim. Onlara yaklaştığımda Muhafızların gözleri beni buldu, kemerimdeki mektubu çıkarıp daha az korkutucu görünen Muhafıza uzattım.
“Bu mektubu Kral Harvard Petrick’e iletmenizi rica ediyorum.” dedim hem talepkar hem de nazik bir tonda, Muhafız, mektubu elimden alıp zarfı kontrol etti, üzerinde isim yazmadığını fark etmiş olacak ki bana döndü. “Kim gönderdi diyelim?” “Amaris Synder...” Muhafız başını onaylarcasına salladık sonra mektubu cebine attı. “Bu günkü vardiyam bittikten sonra ileteceğim.” “Teşekkür ederim.” Saray’ın önünden ayrılacağım sırada sarayın kapısı gürültüyle açıldı, Saraydan güzel giyinimli oldukça bakımlı orta yaşlarda bir kadın ve onun elini tutan küçük bir kız çıktı, kahverengi saçları omuzuna dökülüyordu, yeşil gözleri neşeyle parlıyordu, yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Tam Prenses’e layık pembe bir elbise giyiyordu, bir zamanlar benim de hayallerini kurarak uykuya daldığım türden bir elbise.
Kapıdaki iki Muhafız da saygıyla eğilip ikisine de selam verdi, bu kadın Kral Hadvard’ın yeni karısıydı, küçük kız da Prenses Helendi. Helenle aramızdaki benzerliği görmezden gelemiyordum. İkisi de Saraydan çıktığı sırada arkasından 5 Muhafız daha onları takip ederek çıktı, belki eğilmem gerekiyordu ama ben başımı dik tutmaya devam ettim, omuzlarımı dikleştirip ikisine de bakmaya devam ettim. Kadın bana kısa bir bakış attıktan sonra önüne döndü, büyük bir atlı araba Saray’ın önünde durdu bu benim bindiğim atlı arabadan çok daha büyük ve gösterişliydi. Atlı arabaya bindiler, Muhafızlar da onları takip ederek arkalarındaki koltuğa oturdu, atlı araba hareket ederken küçük kızla bir anlık göz göze gelmiştik, bu bile Arabanın arkasından bakakalmama yetmişti.
(Aynı gün akşam saatleri. Herman Petrick’in gözünden.)
“Bugün bu iki gencin hayatlarını birleştirmeleri için attıkları iki adımı kutlamak için burada bulunuyoruz.” İrlanda Kral’ı yani Perla’nın Babası konuşurken İrlanda Kraliçesi yüzüklerin olduğu tepsiyi getirdi. Kral Andrew tepsiden yüzükleri alıp nişan yüzüğünü ilk önce Perla’nın parmağına yerleştirdi, ardından Herman’ın da parmağına yerleştirdikten sonra gülümseyerek ikisine baktı.
“Mutluluğunuz daim olsun çocuklar.” Kalabalıktan bir alkış tufanı koptuğu sırada suçluluk duygusu Herman’ın göğüsünü bir bıçak gibi kesti. Amaris’e ihanet ediyor gibi hissediyordum halbuki sadece çocukluk arkadaşıydık. Bu yüzüğü sadece parmağıma değil kalbime de takmıştım, bu yüzük sadece parmağıma değil kalbime de ağırlık yapıyordu. Parmağımda bu yüzükle Amaris’in karşısına çıkamaz, yüzüne bakamazdım.
Merak ediyordum, şu an nerede ne yaptığını delicesine merak ediyordum, farklı bir dünyada Prens olmamayı bu hayata mahkum olmayıp başka bir hayata uyanmayı, özgür olmayı diliyordum. Şimdi Perla’yla taktığım bu yüzüğü Amaris’le takmayı diliyordum.
(Greenwich Saray’ı gece vakti)
Harvard’ın çalışma odasının kapısı çalındı, gözlüğünü çıkardı, siyah saçlarına kırlar düşmüş gibi aralarında beyazlar vardı, yeşil gözlerinin altında yeni yeni belirginleşmeye başlayan torbalar ve gözlerinin yanlarında kaz ayakları vardı.
Başını baktığı evraklardan kaldırıp kalıya doğru seslendi. “Gel!” Kapı açıldı içeriye genç bir muhafız girip saygıyla Harvard’a selam verdi. “Efendim, size bir mektup geldi.” Harvard bunun için rahatsız edildiğine sinirlenmiş gibi gözlüğünü geri taktı, başını evraklara indirdi. “Masama bırak.” dedi umursamaza, muhafız ilerleyip elindeki mektubu masaya bıraktı, tekrar selam verip odadan çıkmak üzereyken Harvard’ın içini bir merak kapladı. “Kimden gelmiş.” Muhafız tekrar Kral Harvard’a döndü. Harvard zarfı eline almış inceliyor, kimden gelmiş olabileceğini merak ediyordu.
“Amaris Synder efendim.” Harvard kaskatı kesildi, elindeki zarfı incelemeyi bırakıp bakışlarını Muhafıza çevirdi. “Anlamadım.” “Amaris Synder adında genç bir kız getirdi efendim.” Harvard’in göğüsünü korku kapladı, yaşıyor olamazdı...
|
0% |