@zehratugral
|
11.Bölüm “Bu Amaris denen kız...senin arkadaşındı değil mi?” Herman başını onaylarcasına salladı. “Hatırlıyorum, Saraya gelmişti.”
“Neden bir anda Amaris’ten bahsetmeye başladık baba?” Kral Thomas sert bakışlarla Prens Herman’a döndü.
“O kızın ne halt olduğunu bilmiyor musun?” Herman sinirle kaşlarını çattı, Amaris’ten bu şekilde bahsetmesi hoşuna gitmemişti.
“Neyden bahsediyorsun baba?” Herman sert bir sesle konuştu, gerekirse Amaris için Babasını karşısına almaktan çekinmeyecekti.
“Cadılıkla suçlanıyor.” Herman donup kaldı, duyduklarını idrak etmekte zorlandı.
“Anlamadım.”
“Diyorum ki...o kız bir Cadı.” Herman yumruklarını sıktı.
“Neye dayanarak böyle bir şey iddia ediyorsun?” Thomas cebinden Kral Harvard’ın mektubunu çıkarıp Herman’a uzattı, Herman mektubu açıp okumaya başladı. Okudukça şaşkınlığı katlanarak artıyordu.
“Bu saçmalık, yıllarca düşman olduğunuz adama mı inanıyorsun!”
“Neden böyle bir konuda yalan söylesin?”
“Amaris’i yıllardır tanıyorum, o öyle birisi değil!”
“Çok safsın Herman, yüzüne gülen herkesi iyi sanıyorsun, ayrıca sen nişanlı bir adamsın, kendine gel.” Herman’ın gözünü sinir bürümüştü, mektubu parçaladı ardından belki de ilk kez babasına karşı çıktı.
“Amaris’in kılına zarar gelirse bu Saray’ı başınıza yıkarım.” Kral Thomas oğlunu ilk kez böyle görmenin şaşkınlığını yaşıyordu.
“Görünüşe göre o kız sana da büyü yapmış.”
“Amaris nerede?”
“Herman kendine gel.” Herman babasının üzerine yürüdü, sesi sinirden kısılmıştı.
“Amaris...nerede!” Kral Thomas korkuyla yutkundu.
“Bulamadılar, kaçıp gitmiş.” Herman’ın öfkesi biraz dindi.
“Annesi zindanda, yarın öğlen meydanda yakılacak.
“Ne dedin!” Thomas’ın aklına bir fikir gelmişcesine gülümsedi.
“Eğer Carol Miller’i sen yakarsan Amaris Miller’i bağışlarım.”
“Ne?”
“Beni duydun.”
“Yapamam.” dedi Herman, sesinden çaresizlik akıyordu.
“O zaman ikisi de Cadı diye yakılır.” Herman tekrar sinirle yumruklarını sıktı, neredeyse koşarcasına odadan çıktı.
Ertesi gün öğlen saatleri meydanda
Carol meydanda her yerinden büyük bir oduna bağlanmıştı, yüzü yara bere içindeydi, saçları yolunmuş kıyafetleri parçalanmıştı açıkça işkence görmüştü. Herman bunun haksız yere olduğunu bilmenin vicdan azabını yaşıyordu.
Carol şu an hiçbir şeyin farkında değilmiş gibiydi, gözleri kapalıydı, baygın gibiydi. Herman o meşaleyi odunların içine nasıl bırakacağını düşünüyordu, bu ne kadar Anaris’in hayatını kurtaracak olsa da Amaris böyle bir durumda onu asla affetmezdi.
Bir Muhafız Carol’un üzerine benzin dökmeye başladığı sırada Carol’un bedeni titredi, gözleri aralandı, kalabalığa bir göz gezdirdi ardından gözü yanında duran Herman’a kaydı, gözleri doldu bir anlık ama ağlamadı, hiç yaş akmadı.
Onun göz yaşları içine akıyordu...
Carol dudaklarını araladı ama kan kusmaya başladı, konuşmak istediği halde konuşamadı bile, onu bu şekilde görmek ona acı veriyordu bu yüzden başını başka bir yöne çevirdi. Tanıdık cılız bir ses duyuldu sonra.
“Amaris...” Herman başını Carol’a çevirdi. Carol öksürüklerinin arasında zorlukla konuştu.
“Sana emanet...Amaris...” Herman donup kaldı, kimsenin onları duymadığına emin olduğunda Carol’a doğru fısıldadı.
“Amaris nerede?”
“Greenwich’te...” Herman donup kaldı, Amaris’in oraya neden gittiğini anlamamıştı, sormaya yeltendiği sırada bir ses duyuldu.
“Meşaleleri bırakın!” Herman biraz geriye çekildi, özür dilercesine Carol’a baktı. O sırada kalabalığın arasına birisi karıştı, tanıdık bir yüzdü bu Herman onu fark etmezdi o da Herman’ı fark etmedi, gözleri direkt oduna bağlanmış kişideydi. Gözleri şaşkınlıkla büyüdü, ne olduğuna anlam veremedi, bir yanlışık vardı, Kabus muydu? Hayır...
“Anne!” İleri atıldığı sırada bir el onu geriye çekip ağzını kapattı, dirseğini onu tutan kişinin karnına geçirdi ama o hareket bile etmedi. Meşale Herman’ın elinden düşüp odunlarla buluştuğunda alevler Carol’la buluştu. Amaris ağzı kapalı olmasına rağmen büyük bir çığlık attı, gözlerinden yaşlar boşalırken dizlerinin üzerine çöktü.
Onu tutan kişi daha da sıkı tuttu ama Amaris çoktan direnmeyi bırakmıştı, Annesinin çığlıklarını duyduğunda midesi bulanmaya başladı, eli ağzından çekip yere eğildi ve kusmaya başladı. Annesine söylediği son sözler zihninde yankılanıyordu. ‘Sen benim Annem değilsin.’ demişti üstelik onun ağlaması bile onu bu acımasız sözleri söylemekten geri tutmamıştı. Onu tutan adam sırtını sıvazladı destek vermek istercesine, ardından kulağına eğilip fısıldadı.
“Sen de aranıyorsun.” Amaris’in gözleri adama döndü.
“Ne?”
“Seni de yakacaklar.” Amaris’in şaşkınlığı daha da büyüdü, duyduklarına anlam veremedi.
“Annem neden...”
“Bunu bana sen anlatacaksın.” Çığlık sesleri çoktan kesilmiş alevler sönmüştü, insanlar dağılmaya başlamıştı. Adam ayağa kalktı, Amaris yerden ona bakııyordu.
“Tekrar görüşeceğiz Amaris Miller, ya da Synder? Petrick de olabilir.” Adam alayla güldü, Amaris adamın onu tanımasına şaşırmıştı, Babasını nereden biliyordu ya Annesini?
“O zamana kadar bu yüzü unutma...” Adam kalabalığın arasına karışmadan önce tekrar Amaris’e döndü.
“Adım Paul...Paul Martin, tekrar görüşeceğiz.” Ardından kalabalığa karıştı, Amaris arkasından bakaklmıştı, ardından gözlerini meydanda Annesinin bağlandığı yere çevirdi, külleri dahi kalmamıştı, yok olana kadar yakmışlardı, canından olan birisinin canını yakmış onu öldürmüşlerdi, Amaris bunun anlamını çok, iyi biliyordu. Bu artık bir savaştı, bu artık sadece bir taht savaşı değildi. Bu bir savaş başlangıcıydı ve Amaris Annesinin canını yakan herkesin canını yakmadan, canını almadan bu savaş bitmeyecekti |
0% |