@zehratugral
|
15.Bölüm Güneş Harvard’ın gözlerini yakarken eliyle yüzünü kapattı, nerede olduğunu anlamak için etrafına bakındı bir süre, sonra tanıdık bir yüz belirdi karşısında.
Sarı uzun saçları beline kadar uzanıyor, masmavi gözleri adeta neşe saçıyordu, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Harvard da onun gülümsemesine karşılık verdi.
Lenora da eğilip Harvard’ın yanına oturdu, Harvard elini Lenora’nın omuzuna atıp onu kendine çekti. Huzur içinde gözlerini kapattı, yüzünü Lenora’nın başına yasladı. Uzun zamandır bu kadar huzurlu hissetmemişti.
“Harvard.”
“Hm?”
“Beni neden öldürdün?” Harvard gözlerini açıp kafasını kaldırdı, şaşkınlık içinde Lenora’ya baktı.
“Ne?” Lenora başını Harvard’ın omuzundan kaldırıp yüzünü Harvard’a çevirdiğinde Harvard Lenora’nın yüzünün parçalanmış olduğunu gördü, korku içinde geri çekildiğinde Lenora onu kolundan tutup uzaklaşmasını engelledi.
“Beni...neden öldürdün?”
“Yapmadım, ben yapmadım!” Bir bebek ağlama sesi duyulduğunda Harvard şaşkınlıkla etrafına bakındı.
“Bu da ne?”
“Beni öldürdün...bebeğimizi öldürdün.”
“Ben bir şey yapmadım!” Gözleri Lenora’nın karnına indiğinde nefesi kesildi. Karnı şişmişti, hayır hamileydi. Lenora hamileydi!
Beyaz elbisesi kanla boyanmıştı, hava bir anda karardı, güneş gitti, Harvard şaşkınlıkla etrafına bakarken bebek ağlama sesi daha da yaklaştı. Harvard ayağa kalkıp telaşla Lenora’dan uzaklaştığı sırada Lenora’nın kucağında bir bebek olduğunu fark etti, bebeğin de yüzü aynı Lenora’nın yüzü gibi parçalanmış ve kanlarla kaplıydı.
“Bizi öldürdün.” Harvard geri geri adımlar atıp Lenora ve bebekten uzaklaşırken bir çatırdama sesi duyuldu. Uçurum parçalanmaya başladı, Lenora ve bebek uçurumdan düşmek üzereyken Harvard koşup Lenora’yı elinden yakaladı fakat bebek çoktan uçurumdan aşağıya düşmüştü. Bebeğin ağlama sesi kesilirken Harvard arkasından bakakaldı.
“Hayır...olamaz.” Ardından gözlerini Lenora’ya çevirdi hayır bu Lenora değildi.
“Helen...”
“Baba.” Küçük kız ona gülümseyerek bakıyordu. Harvard tüm gücüyle Heleni yukarı çekmeye çalıştı ama Helen o kadar ağırdı ki bir türlü yukarı çekmeyi başaramadı.
“Onları sen mi öldürdün Baba?” Harvard hemen başını olumsuz anlamda salladı.
“Hayır, sen yaptın.” Helen’ın kahverengi saçları siyaha döndü, yeşil gözleri mavileşti.
“Amaris...”
“Baba, kurtar beni!” Amaris Harvard’ın eline sıkı sıkıya tutunmuş yukarı çıkmaya çalışıyordu. Harvard onu tüm gücüyle yukarı çekmeye çalıştı, sonunda Amaris uçurumun kenarına tutunup kendini yukarıya çektiğinde Harvard derin bir nefes aldı, hala Amaris’in elini sıkıca tutuyordu.
Amaris ani bir hareketle Harvard’ı uçuruma doğru çektiğinde Harvard uçurumdan aşağı düşmeye başladı, daha ne olduğunu anlamadan kendisini suyun derinliklerinde buldu, ardından tanıdık bir yüz...
Amaris onu suyun derinliklerine iterek boğmaya çalışıyordu, bunu yaparken de yüzündeki keyifli ifadeyi bozmuyordu. Harvard nefesi kesildiğinde çırpınarak ondan kurtulmaya çalışsa da nafile.
Sonunda Harvard’in nefesi tükendi, daha fazla dayanamadı ve bilincini kaybetti. Son duyduğu şeyse Amaris’in ‘Hosçakal çakma Kral.’ demesiydi.
Harvard nefes nefese uyandı, etrafına bakındığında her şeyin bir rüya olduğunu anladı. Derin bir nefes alarak rahatladı. Gözleri yanında uyuyan karısı Rayne ve kızı Helen’e kaydı. Helen gene gece odasından kaçıp yanlarına gelmişti anlaşılan. Harvard eğilip uyuyan kızı Helen’in başına bir öpücük kondurdu. Yataktan kalkmaya yeltendiği sırada komodin’de duran bir zarf ilgisini çekti, zarfı elinde aldığında kalbi korkuyla çarpmaya başladı.
Zarfın’ı yırtarcasına açıp içindeki dörde katlanmış mektubu çıkardı, mektubu açtığında gördüğü isimle gözleri şaşkınlıkla büyüdü. ‘Kızı Amaris Miller’den Kral Harvard’a.’
“Kızı Amaris Miller’den...Kral Harvard’a...” Harvard şaşkınlıkla mırıldandı, onun kendisine nasıl mektup göderebildiğini anlamadı, o şu anda Giller adasında sürgündeydi, yoksa değil miydi? Harvard mektubu okumaya başladı, her kelimede, her cümlede, her satırda şaşkınlığı ve korkusu artıyordu. Amaris onu Helenle tehdit ettiğinde ellerini sinirle yumruk haline getirdi, Heleni kaybetmeyi göze alamazdı...
Ve son satırı okudu ‘Sevgilerle...Geleceğin Kraliçesi Amaris Petrick.’ Harvard mektubu parçalayıp komodinin üzerine bıraktı sertçe, ardından tekrar Helen’e döndü.
Sert ifadesi bir anlık yumuşadı, eğilip tekrar kızının saçlarını öptükten sonra ayağa kalktı. Kapıya yönelip kapıdaki Muhafızlara
“Hemen at arabasını ve gemilerden birini hazırlatın. Galler adasına gideceğim.” dedi. Muhafızlar sözünü ikiletmeden at arabasını ve gemiyi hazırlatmak için Kral Harvard’In yanından ayrıldılar.
Harvard tekrar odaya girip kapıyı arkasından kapattı, dolaba yönelip bir takım çıkarıp pijamalarından kurtulup takım elbisesini giydi. O hazırlanırken karısı Rayne uyanmıştı, kısık gözlerle Harvard’a bakıyordu.
“Harvard, nereye?” Harvard ona döndü.
“Bir işim var.” Dolabın en altında duran mektubu alıp ceketinin iç cebine sıkıştırdı, bu Lenora’nın mektubuydu, atmaya kıyamamıştı. Lenora’dan ona kalan tek şey buydu.
Harvard hala yatakta yatan karısı Rayne’ye ilerleyip yanağını öptü.
“Akşam dönerim.” Rayne başını sallayarak onu onayladı. Harvard odadan ayrılmadan önce son bir kez karısına ve kızına baktı, ardından onları geride bırakarak odadan çıktı.
Saray’dan çıkarak onun için hazırlanan atlı arabaya bindi, atlı araba o biner binmez yola çıktı. Harvard ceketinin cebindeki mektubu çıkardı, tekrar okumak için mektubu açtı. İçini bir hüzün dalgası kapladı, o gün Lenora’nın elini bırakmasaydı ne olacağını merak etmişti hep. Lenora öldükten sonra depresyona girmişti, suçluluk duygusu içten içe onu kemirip öldürüyordu. Onu bu şekilde görmeye dayanamayan babası onu Rayne’ye evlendirmişti ama Harvard ona hiç aşık olmamıştı, Rayne çok güzel bir kadındı Harvard onu sadece beğenmişti ama hayatının tek aşkının Lenora olduğu gerçeğinden hiç kaçıp kurtulamamıştı.
Amaris’in gözlerine baktığı anda Lenora’yı görmüş bu yüzden onu öldürememişti onu kendinden uzaklaştırmıştı. Fakat Amaris’ten o kadar kolay kurtulamayacağını biliyordu, çok hırslı ve kinliydi belli ki dediklerini de yapacaktı. Harvard onun bu kininden ve yapabileceklerinden korkuyordu, Saray’ı patlatmış ve Prenses Perla’yı öldürmüştü, onu da büyük bir zevkle öldüreceğinden emindi.
Harvard başını kaldırıp yola baktı, o an nerede olduklarını yeni fark etmişti, uzun süredir yoldaydılar ama Harvard düşüncelerine o kadar dalmıştı ki nerede olduklarını, nereye gittiklerini bile fark edememişti.
Burası liman yolu değildi, ormanlık bir yerdi hemen yanlarında uçurum vardı. Harvard şoföre eğildi.
“Nereye gidiyoruz?” Şoför bir saniyelik Harvard’a baktıktan sonra at arabasını uçuruma sürdü, at arabası uçurumdan düşmek üzereyken at arabasından atlayıp kendini kurtardı fakat durum Harvard için böyle değildi. O at arabasıyla düşmek üzereyken son anda tek eliyle kayalığa tutunmayı başarmıştı, at arabası da uçurumu boylamıştı.
Harvard son bir çabayla kendini yukarı çekmeye çalışıyordu, eli terliyor kayalığa tutunmasını zorlaştırıyordu.
Şoför onun uçurumdan düşmediğini fark ettiğinde ona doğru ilerledi, kayalığa tutunup yukarı çıkmaya çalışan Harvard’a acırcasına baktı. Harvard onu görünce korkusu büyüdü, şoför kayalıklara tutunan eline bastı, Harvard elinin ezilmesiyle acı içinde bağırdı.
“Yapma, yapma!” Şoför eline daha sert bastığında Harvard elini çekmeye çalıştı ama sonra uçurumun dibinde olduğunu hatırladı.
Şoför Harvard’ın yüzüne tükürdükten sonra ayağını Harvard’ın elinden çekti, Şoförün ayağını çekmesiyle Harvard daha fazla tutunamayarak uçurumdan aşağıya düştü. Aklında olan tek şeyse Lenora’ydı, bunu hak ettiğini bilerek bedenini gevşetti her türlü acıya hazırladı kendini ve sadece 3 saniye sürdü. Harvard’ın uçurumdan aşağı düşüp taşlara çakılması sadece 3 saniye sürdü.
Şoför arkasından gülerek bakıyordu.
“Paul Martin’in sana selamı var çakma Kral...” |
0% |