Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@zehratugral

18.Bölüm 1818

“Anne, bana masal anlatır mısın?” Amaris annesinin bacağında yatarken mırıldandı, gözlerini zar zor açık tutuyordu ama masal dinleme isteğinden de geri kalamıyordu.

 

“Hangi masalı istersin?” Amaris elini çenesine koyup düşünme hareketi yaptı.

 

“Hmm, pamuk prenses!” Bu Amaris’in en sevdiği masaldı. Carol gülerek kızının saçlarını karıştırdı ardından masalı anlatmaya başladı.

 

"Bir varmış bir yokmuş, ülkenin birinde çok güzel bir Saray varmış. Bu Saray'da güzeller güzeli, güzelliği dillere destan bir Kraliçe yaşarmış ama Kraliçe hiç mutlu değilmiş.

 

Tek isteği bir kız çocuğu olmasıymış.

 

Bir gün Kraliçe yırtılan elbisesini dikerken eline iğne batmış ve Kraliçe o anda bir dilek dilemiş.

 

Dileği gerçek olmuş ve dünyaya bir kız çocuğu getirmiş, kırmızı dudaklı, yuvarlak gözlü, tombul yanaklı şirin bir kız çocuğuymuş bu.

 

Sarayda çok mutlu bir şekilde hayatlarına devam ederken bir gün Kraliçe hastalanmış, hastalık Kraliçeyi yenmiş ve Kraliçe dünyaya gözlerini kapatmış.

 

Zaman öylece akıp geçerken Kral bir gün başka bir kadına aşık olmuş ve onunla evlenmiş, yeni Kraliçe oldukça güzel bir kadınmış ama kalbi öyle değilmiş.

 

Kıskanç Kraliçe bir gün sihirli aynasının karşısına geçmiş;

 

'Ayna ayna, söyle bana var mı benden güzeli bu dünyada?' diye sormuş, Ayna hemen karşılık vermiş.

 

'Hayır efendim, en güzel sizsiniz.' Kıskançlık Kraliçe bu yanıttan çok mutlu olmuş.

 

Zaman geçmiş Pamuk Prenses büyüyüp genç bir kız olmuş, Kıskanç Kraliçeyse zaman içinde eski güzelliğini, gençliğini kaybetmiş.

 

Ülkede yaşanan bir iç sıkıntıdan dolayı Kral bir süreliğine Saraydan ayrılmak zorunda kalmış.

 

Kıskanç Kraliçe bir gün gene sihirli aynasının karşısına geçmiş;

 

'Ayna ayna söyle bana var mı benden güzeli bu dünyada?' Ayna biraz utana sıkıla cevap vermiş.

 

'Var efendim, Pamuk Prenses sizden güzel daha güzel.' Kıskanç Kraliçe bu cevaba çok sinirlenmiş, aklına bir fikir gelmiş, en güvendiği adamı olan avcıyı yanına çağırmış;

 

'Pamuk Prensesi öldürüp bana kalbini getireceksin.' demiş. Avcı bu emir karşısında çok şaşırsa da itiraz etme hakkı yokmuş.

 

Avcı bir bahaneyle Pamuk Prensesi alıp ormana götürmüş ama ona zarar vermeye cesaret edememiş, olanları ona anlatıp kaçmasını istemiş, ormandan bir hayvanın kalbini çıkarıp kışkanç Kraliçeye götürmüş ve bunun pamuk Prensesin kalbi olduğunu söylemiş.

 

O sırada ormanda dolaşan pamuk prenses hem ağlıyor hem de kalacak bir yer arıyormuş. Tam ümidini yitirdiği sırada karşısına küçük bir ev çıkmış, pamuk prenses sevinç nidaları atarak eve koşup kapıyı çalmış ama kapıyı açan olmamış.

 

Pamuk prenses en sonunda kapıyı açıp içeriye girmiş, evde kimse yokmuş, evin içerisinde 7 küçük yatak, yedi küçük masa ve bir sürü yedi küçük şey daha...

 

Pamuk prenses oldukça dağınık olan evi toparlayıp yemek pişirmiş karnını iyice doyurduktan sonra yorgunluktan uyuyakalmış. Bir saat sonra evin yakınlarından bir ses gelmeye başlamış.

 

“Biz tam yedi cüceyiz, 14 kollu bir deviz.” Bu ses, evin sahibi olan 7 cüceye aitmiş. Ormana çalışmaya giden 7 cüceler geri dönüyormuş.

 

Eve girdiklerinde evin tertemiz olduğunu ve mis gibi yemeklerin onları beklediğini görmüşler. Sonra da yataklarını birleştirmiş üzerinde uyuyakalmış Pamuk Prenses’i görmüşler.

 

Bilgincüce:

 

‘Evimizi temizleyip yemek pişirdiği için kötü birisi olduğunu düşünmüyorum’ demiş.

 

  

 

Tembel cüce ise:

 

‘Sonunda temizlik yapmaktan kurtulduk,’demiş.

 

Neşeli ise:

 

‘Çok mutluyum misafirimiz var,’ demiş.

 

Sonunda Pamuk Prenses uyanmış, yedi cüceleri görünce şaşırmış, bu küçük evin onlara ait olduğunu hemen anlamış.

 

‘Evinize izinsiz girdiğim için özür dilerim ama başıma çok kötü şeyler geldi. Ne olur bir süre evinizde kalmama izin verin,’ demiş.

 

Yedi cüceler, Pamuk Prenses’in haline çok üzülmüş ve istediği kadar onlarla kalabileceğini söylemişler.

 

Pamuk Prenses ve yedi cüceler çok iyi anlamış ve birbirlerini çok sevmişler. Bu sırada sarayda kraliçe aynasının karşısına geçip malum sorusunu sormuş:

 

‘Ayna ayna söyle bana… Var mı benden güzeli bu dünyada?’ diye sormuş.

 

‘Kraliçem, Pamuk Prenses hala yaşıyor ve o sizden daha güzel,’ diye cevap vermiş ayna.

 

Kraliçe aynadan Pamuk Prenses’in yaşadığı yeri öğrenmiş ve kötü bir plan yaparak yedi cücelerin evine doğru yola çıkmış.

 

Planına göre kılık değiştirip yaşlı bir elma satıcısı olmuş. 7 cüceler evden çıkınca çok güzel görünen ama zehirli olan elmaları sepete koyup pamuk Pamuk Prenses’in kapısını çalmış. Elmayı çok seven ve yaşlı insanlara her zaman yardım eden iyi kalpli prenses kapıyı açıp kraliçeyi içeri almış. Kraliçe elmalarından ona ikram edince de hemen kabul edip yemiş.

 

Zehirli olan elmaları yiyen Pamuk Prenses hemen yere düşmüş. Akşam eve gelen yedi cüceler onu yerde yatarken bulmuşlar ama bir türlü ayıltamamışlar. Onu bahçede camdan bir kutunun içine koyup başında ağlamaya başlamışlar.

 

O sırada kapılarının önünden geçen prens, sesleri duyup yanlarına gelmiş ve kutunun içindeki Pamuk Prenses’i görmüş. O anda prensese aşık olmuş. Hemen ona doğru eğilip yanağından öpmüş. Pamuk Prenses, prensin sevgisinin gücüyle gözlerini açmış.

 

Prenses olan biteni prense anlatmış. O sırada Pamuk Prenses’in babası da saraya geri dönmüş. Prens, saraya giderek her şeyi Krala anlatıp kraliçeyi uzaklara yollamış.

 

Masalın sonunda dünyalar güzeli Pamuk Prenses ile prens birbirlerine aşık olup evlenmişler ve sonsuza kadar mutlu mesut yaşamışlar.” Carol kuçağında huzur içinde uyuyan Amaris’e baktı gülümseyerek, başını alıp yastığa koydu ardından alnına bir öpücük kondurdu.

 

Yıl 1830

 

Amaris yatakta uyuyan Helen’in saçlarını okşadı nazikçe, 5 yaşındaki bir çocuğa göre ağır şeyler yaşıyordu ve benden başka ailesi kalmamıştı.

 

Dün gece doktorlar gelip Kraliçe Rayne’yi kontrol etmiş ardından içtiği sarabın bozuk olduğunu söylemişlerdi, ne büyük tesadüf...

 

Gece Helen’i zor sakinleştirmiş zor uyutmuştum, uyandığı gibi Annesini soracağını biliyordum ama ne yapacağımı bilmiyordum.

 

Dün geceden beri bir kez olsun uyumamış sadece uyuyan Helen’i izlemiştim. Ne olursa olsun o benim kardeşimdi ve her şeyden önce bir çocuktu, onun kılına dahi zarar gelmesine izin veremezdim.

 

Gözlerim sehpada duran elmaya kaydı ve bu en zor olanıydı...

 

Bir dakika bile düşünürsem vazgeçebilirdim bu yüzden düşünmeyi bıraktım. Kapı tıklatıldıktan sonra Herman yanıt beklemeden içeriye girdi. Üzerinde hala dünkü gömleği ve pantolonu vardı, göz altları daha da morarmış ve yüzü sararmıştı, onun da sabaha kadar uyumadığı her halinden belliydi. Herman uyuyan Helen’e baktı bir süre ardından Amaris’e döndü bakışları.

 

“İyi misin?” Amaris başını sallayarak onayladı. Herman ilerleyip Amaris’in yanına oturup Amaris’in ellerini tuttu.

 

“Bitti mi intikamın?” Amaris’in gözleri tekrar sehpada duran yeşil elmaya kaydı.

 

“Bitmedi.” Herman’ın kaşları şaşkınlıkla havalandı. Amaris ellerini Herman’ın elinden kurtarıp sehpada duran elmayı aldı. Elleri titriyordu, Hayır düşünme Amaris, düşünürsen yapamazsın, düşünürsen her şey mahvolur. Bu bir savaş ve savaşta duygulara yer yoktur. Amaris elindeki elmayı Herman’a uzattı. Herman Amaris’in elindeki elmaya baktı şaşkınca, ardından neyi kast ettiğini anladı.

 

Herman biliyordu, bu elma çocukluklarındaki gibi masum bir elma değildi, artık barışı simgelemiyordu bu elma, aksine Amaris'in bitmek bilmeyen soğumayan nefretini simgeliyordu artık.

 

Herman biliyordu bu elmayı yemek onun sonu olacaktı ama o bir adım bile geri atmadı. Elmayı Amaris'in elinden aldı, ardından ağzına götürüp bir ısırık aldı, beklemedi. Bekleseydi vazgeçerdi biliyordu. Vazgecmemeliydi, Annesini yakarak haketmişti bu ölümü, Amaris'in elinden ölmekse onun için bir onurdu. Sonuçta başka kaç kişi sevdiği kadının elinden ölüyordu ki?

 

Bu elma yeşil, Herman çocukluğundan beri yeşil elmalardan nefret ederdi, Amaris bunu biliyordu.

 

Amaris Herman'a son bir yaşama şansı vermişti ama Herman bunu elinin tersiyle itmişti.

 

"Olabilirsin..."

 

"Ne?"

 

"Kraliçem...olabilirsin." Amaris sinir bozukluğuyla gülmeye başladı.

 

“Dalga geçiyor olmalısın.”

 

“Hayır geçmiyorum.” Amaris’in gözleri hafifçe doldu, canı yanıyordu...

 

“Seni öldürdüm.”

 

“Beni öldürdün.” Herman’ın içini de bir boşluk kapladı.

 

“O gün cevap vermemiştin...sanırım cevap vermek için biraz geç kaldın.”

 

“Haklısın, daha erken cevap versem belki bir şansımız olurdu.” Herman’ın yüzü kıpkırmızı kesilip öksürmeye başladığında Amaris’in gözyaşları gözlerinden boşaldı. Herman daha fazla dayanamayarak geriye doğru düştüğünde Amaris onu tutup kafasını bacaklarına çekerek onu bacağına yatırdı.

 

"Pamuk Prensesin hikayesini biliyor musun?" Herman öksürüklerini kontrol altına alıp konuştu.

 

"Hayır bilmiyorum, küçükken ailem bana masal anlatmazdı."

 

“Sana uzun uzun anlatmak isterdim ama sanırım o kadar zamanımız yok, kıkanç bir kraliçe üvey kızını ondan daha güzel olduğu için ona zehirli bir elma vererek onu zehirliyor. Pamuk Prenses sonsuz bir uykuya dalıyor ardından onu bir Prens buluyor ve onu öperek uyandırıyor.”

 

“Ne kadar çapkınsın, yoksa beni bayıltıp öpme derdinde misin?” Herman alayla söylediğinde Amaris de istemsizce güldü. Herman’ın öksürükleri arttı, yüzü sanki nefessiz kalıyormuşcasına kıpkırmızı oldu, en sonunda bilicini kaybetti.

 

Bu sefer zehirlenen Prenses değil Prensti, onu zehirleyense kıskanç kraliçe değil sevdiği kadındı. Hiçbir öpücük uyandıramazdı bu sefer Prensi.

 

Eğilip dudaklarına bir buse bıraktı prensin sevdiği kadın, hayır bu prensi uyandırmak için değildi, bir veda busesiydi bu, ilkti, sondu.

 

Bir savaş oldu, ülkeler arasında değil kalpler arasında, kazanan olmalıydı, galip gelen olmalıydı ama ikisi de kaybetti. Bir elma vardı, başta yeşildi sonra kırmızı oldu, bir elma vardı başta barışı simgeliyordu şimdiyse ölümü. Bir elma vardı her şeyi başlayıp her şeyi bitiren...

Loading...
0%