@zehratugral
|
5.Bölüm "O zaman sen Baba ol, bunlar da çocuklarımız olsun." Herman sıkıntıyla ofladı, şu an olduğu bu durumdan bir an önce kurtulabilmeyi diledi. "Ben oynamak istemiyorum, oyun oynayacak yaşı geçtim." Perla elindeki oyuncak bebekleri yere atıp kollarını kavuşturdu.
"Eğer benimle oynamazsan seni Babama söylerim." "Git söyle." Perla koşarcasına odadan çıktı, Herman sonunda odada yalnız kalabildiği için rahatlamıştı.
Perla yerine Amaris'le oynamayı tercih ederdi , Amaris'le Perla birbirlerinden ne kadar farklı olduğunu fark etmişti Herman. Perla şımarıktı, her istediği olmadığında ağlayarak ya da bağırarak elde etmeye çalışırdı, henüz 7 yaşında olmasına rağmen onu her gördüğünde yüzünde ağır makyajlar olurdu. 7 yaşında değil de büyümüş de küçülmüş gibi görünüyordu. Ama Amaris öyle değildi, elma gibi küçük şeylerden bile mutlu oluyordu, şımarık değildi. Hep mavi bir elbise giyiyordu ama ona çok yakışıyordu hatta bütün süslü elbiselerden daha çok yakışıyordu.
Kendine has bir güzelliği vardı, siyah uzun saçlarıyla, beyaz soluk teniyle ve en az gökyüzü kadar mavi gözleriyle... Yüzünün her yerinde ufak tefek çiller vardı, çok güzeldi, hayal edilemeyecek kadar. Odaya Perla ve Babasının girmesiyle Herman ayağa kalktı.
Perla'nın Babası İrlanda'nın Kralıydı ve Perla bunu her seferinde kullanıyor, resmen Babasını parmağında oynatıyordu. Onun da Babası Redwich'in Kralıydı işte ama o bunu kullanmıyordu. Bu yüzden Perla'dan nefret ediyordu. Perla'nın Babası Herman'a kınarcasına baktı. "Herman, kavga etmişsiniz gene, neden anlaşamıyorsunuz siz çocuklar?"
Herman Babasının bacağına sarılmış Perla'ya sinirle baktı, kim bilir neler neler anlatmıştı. Yalandan da ağlamıştı, akan makyajı onu ele veriyordu. "Bir şey yok." diyerek geçiştirmeye çalıştı Herman, ona hesap sorulmasından nefret ediyordu. Özellikle soran sevmediği biriyse... Perla Babasının bacağına tutunmayı bıraktı. "Düzgün düzgün oynayın, arkadaşsınız siz." Perla'nın Babası Herman'a uyarıcı bir bakış attıktan sonra odadan çıktı, Perla Herman'a bakıp sırıttı.
"Şimdi benimle oynayacak misin?" "Hayır." Perla donup kaldı, Herman'ı tehdit ettikten sonra hala onunla oyun oynamayı reddetmesini beklemiyordu. Ardından aklına başka bir şey gelmiş gibi sırıttı. Çantasından birkaç şey çıkarıp Herman'a yaklaştı.
"O zaman makyajcılık oynayalım." Herman geri çekilmeye çalıştı ama Perla onu ensesinden yakalayıp kaçmasını engelledi. "İstemiyorum! Oynamayacağım!" Perla kırmızı ruju açıp Herman'ın dudaklarına yamuk yumuk sürmeye başladı. "Oynamazsan Babama söylerim." "Beni tehdit etme!" Perla o sırada ruju sürmeyi bitirmiş allığa geçmişti. Herman direnmenin anlamsız olduğunu fark etmiş, direnmeyi bırakmıştı. Sadece bir an önce bitmesini bekliyordu. Perla rimeli Herman'ın gözüne batıra batıra sürdükten sonra geri çekilip eserine bakıyormuş gibi gülümsedi. Masanın üzerinde duran aynayı alıp Herman'ın yüzüne tuttu.
"Bak! Çok güzel oldun Herman!" Helen alay edercesine güldüğünde Herman sinirle dolduğunu hissetti. Resmen onu maymuna çevirmişti, kırmızı ruju dağıtarak sürmüş, yanaklarını pespembe allıkla kaplamıştı. Rimeli dağıta dağıta sürmüştü, gözlerinin yanları siyah rimelle kaplanmıştı.
Herman daha fazla dayanamayarak Helen'i itip odadan çıktı. Sinirle koşarak mutfağa gitti, aşçı ona şaşkınlıkla bakıyordu. "Majesteleri! Ne oldu size?" Herman onu duymamazlıktan geldi, masanın yanında duran kırmızı elmalarla dolu sepeti aldığı gibi mutfaktan çıktı.
Aşçı arkasından şaşkınlıkla bakakalmıştı. Herman hızlı adımlarla saraydan çıktı, muhafızların şaşkın bakışlarını hatta bazılarının ona gülmesini bile umursamadı, şu an tek istediği saraydan biraz olsun uzaklaşmaktı, bir de Amaris'in yanına gitmek tabii...
Birkaç dakika sonra orman'ın girişinde duruyordu, derin bir nefes alıp orman'a girdi. Amaris'i görmek istiyordu ama Amaris'in onu böyle görmesini istemiyordu. Bu yüzden onunla karşılaşmamayı umdu, ilk önce gidip orada yüzünü yıkamalıydı. Amaris'in evine yaklaştıkça içini bir heyecan kapladı, az önceki siniri uçup gitmiş içini saf bir heyecan kaplamıştı. Kalbi heyecanla güm güm atıyordu, her adımında içindeki heyecan daha da artıyordu, halbuki ilk dereye gidecekti ama şimdi Amaris'i olabildiğince erken görmek istiyordu.
Sonunda Amaris görüş alanına girdiğinde kalbi göğüs kafesini delercesine atmaya başladı. Bu sefer yeşil bir elbise giymişti, ama bu da ona çok yakışmıştı. Siyah uzun saçları düzgünce örülmüştü, büyük ihtimalle Annesi örmüştü. Bağdaş kurarak oturmuş bir şeyi dikkatlice izliyordu. Herman yanına yaklaştı, o sırada izlediği şeyi de görmüştü, birkaç yeşil elmayı büyük bir taşın üzerine koymuştu, Herman Amaris'in tam yanında durdu.
"Ne yapıyorsun sen?" Amaris ani ses karşısında irkildi, gözleri Herman'a döndü, dudakları şaşkınlıkla aralandı ardından kahkahalarla gülmeye başladı. Herman sinirle yanaklarını şişirdi.
"Gülme, komik değil!" Amaris kahkahalarının arasında zorlukla konuştu. "Ben elmaların kızarmasını bekliyordum, senin değil!" "Elmaların mı?" Amaris nihayeti kahkahalarını kontrol altına aldı. "Evet, güneşe koydum ki kızarsınlar ama bir türlü kızarmadılar. Elmaların yerine sen kızarmışsın!" Herman sinirle ofladı. "Dalga geçme!" "Tamam tamam, ne oldu sana böyle?" "Boşver, dereye gidelim, yüzümü yıkayacağım." Amaris ayağa kalkıp dereye kadar ona eşlik etti.
Herman dereye eğilip yüzünü yıkadı, yüzünü tüm makyaj malzemelerinden arındırdığında rahatladığını hissetti. Amaris derenin kenarına oturmuş ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını suya sokmuştu. Herman da ayakkabılarını çıkarıp Amaris'in yanına oturdu, ayaklarını dereye soktu. Amaris'in gözleri Herman'ın yanında duran elma sepetine kaydı, kıpkırmızı elmaları görünce ağzı sulandı, yüzünde büyük bir gülümseme oluştu.
"Bana elma getirmişsin." "Evet." Herman da gülümsedi, sepetin içinden iki elma alıp birisini Amaris'e uzattı. "Teşekkür ederim." Amaris elmayı alıp yemeye başladı, artık kırmızı elmayı daha çok seviyordu. Hatta bazen yeşil elma ekşi geliyor yüzünü buruşturuyordu. Bu yüzden yeşil elmaları güneşe dizmiş kızarmalarını beklemişti. Ama kızarmamış kızarmamakla da kalmayıp çürümüşlerdi. Bu yüzden Herman'ın elinde bir sepet dolusu kırmızı elmayla gelmesi onu çok mutlu etmişti. Herman'ın ayağına değen balıkla Herman yerinden sıçradı, küçük bir çığlık atıp ayaklarını dereden çıkardı.
Amaris onun bir balıktan bu kadar korkmasını komik bularak gülmeye başladı. "Ayağıma bir şey değdi! O neydi?" "Köpekbalığı." "Ne?" Herman daha da telaşanmış görünüyordu, ayağına bakıp ayağının yerinde olup olmadığını kontrol etti sersem bir tavırla, parmaklarını saydı tek tek, hepsi yerindeydi. Amaris daha çok gülmeye başladı.
"Aptal Prens...derede köpekbalığı mı olur?" Herman'ın yüzünde rahatlamayla karışık bir utanç belirdi. Küçücük derede köpek balığı olabileceğine inandığı için utandı. Derenin boyu bacaklarını bile geçmiyordu oysa ki... Kendini gerçekten aptal gibi hissetti. "Dalga geçme benimle!" "Deniyorum ama çok safsın." Herman bu dediğine kırıldığını hissetti, ayakkabılarını giyip derenin yanından ayrıldı.
Amaris de derenin yanından kalkıp ayakkabılarını ayağına geçirdi, elma sepetini alıp Herman'ın peşinden koşarak ona yetişti. "Tamam küsme, özür dilerim. Al elma." Sepetten bir elma çıkarıp Herman'a uzattı. "Benim sana getirdiğim elmalardan bana vererek benden özür mü diliyorsun?" "Evet." Herman Amaris'in elindeki elmayı alıp gülümsedi. "Tamam, barıştık." |
0% |