@zehraymisim
|
Yine oradaydım her zamanki yerimde; kütüphane de. Saat gece yarısını geçmişti kimse kütüphane de kaldığımı bilmiyordu görevlilerden 1 ay burda saklanmak için yalvardım en sonunda kabul ettiler ve bugün 1 ayın sonuna geldim. Güneşin doğuşuyla gidecektim buradan peki ne yapacaktım? Gidecek yerim yoktu,kalacak bir evim,arkadaşım, akrabalarım en önemlisi bir ailem yoktu ne yapacağımı düşünürken arka taraftan ses yükseldi; Evet yine o gelmişti. Kimdi bu çocuk? Her gece yarısı o da buraya gelirdi ilk zamanlar pek aldırmadım fakat son zamanlarda dikkatimi çekmeye başladı. Kendimi toparladım ve ilerde ki yabancının yanına gittim; "Selam! " Oğlan hemen arkasını döndü, "Sende kimsin?" "Ben mi? Ben bir aydır burda kalıyorum burada ki son gecem sabahın ilk ışıklarıyla gidiyorum. " Adını bile bilmediğim birine resmen hayat hikayemi anlattım. Kahretsin! "Hey beni duyuyor musun?" dedi' soğuk bir tavırla, "Ha? Şey efendim" "Burası birazdan kan revan olacak sabahı bekleme git. Korkarsın. " Kan revan mı? neler oluyor? "Neden gidecekmişim? Sabaha kadar burdayım daha sonra giderim, hem bundan sana ne?" neden çocuğu terslemiştim ki? çocuk kaşlarını çattı, "İyi ne halin varsa gör. Sabah seni burda görmeyeyim yoksa kötü olur! " Kötü mü olur? Bu çocuk ne işler karıştırıyordu? İçimde ki sese hakim olamadım ve sordum: "Neler karıştırıyorsun?" Çocuk beyaz dişlerini ortaya koyarak gülümsedi Çok güzel gülümsüyordu. Ben çocuğun gülümsemesine hayran bir şekilde bakarken cevap verdi; "Bundan sana ne?" Lafımı bana iade etmişti. "Belki sana yardım edebilirim...." Biraz daha saçmalarsam kötü olacak, gözlerimin altında ki mor halkalar iğrenç bir görüntü oluşturuyordu ve ben bu rezil halimle yardım etmekten bahsediyorum. Ben kendi düşüncelerime yanıt verirken çocuğun soğuk bakışlarını üstümde hissettim.Beni süzüyordu üstümde kahverengi büyük boy bir hırka içimde beyaz hafif polarlı kazak vardı. Altımda siyah pamuklu tayt çocuk küçümser bir ifadeyle; "Bu halinle mi? bu işler için fazla masumsun ufaklık. " Ufaklık mı? Gözlerim doldu, üvey ailem bana ufaklık derdi. Üzüldüğümden değil, sadece... Devamı yok ufaklık derlerdi işte. "Düşündüğün kadar masum değilim. " Çocuk yine güldü,kolunu kitaplığın rafına koyarken, "Hadi ya ne kadar ne kadar masumsun sen?" Tam konuşacaktım ki lafımı böldü, "Dur ben söyleyeyim. Hayatın boyunca hiç adam öldürdün mü?" Konuşmak için ağzımı açtım, "Yok ya bu kolay seviye sen hiç diri diri mezara adam soktun mu? Ya da masum bir kız çocuğunu bıçakladın mı?" Bunu yapmış mıydı? Bu kadar cani olamazdı. Ne yaşamıştı? Geçmişin kusurlarını nasıl örtüyordu? "Ne oldu ufaklık korktun mu?" Ufaklık demesine sinir olmuştum sertçe çıkıştım "Ne korkucam be! " Saate baktığımda sabah ezanına on dakika vardi. Birşey demeden arkamı dönüp masama yöneldim. Çocuk sessizdi, yüzünde bir gariplik vardı, değişik. Kitapları yerleştirirken ezan okunmuştu bile görevliler birazdan gelirdi. Son kitabı yerleştirdim ve görevlileri beklemeye başladım. Çocuk yine oradaydı ölü gibi bakıyordu yüzü çok solgun, gözleri derinlik doluydu. Kapı açıldı görevliyle göz göze geldim, görevliyi başımla selamladıktan sonra kapıdan çıktım. Derin derin nefes aldım hava soğuktu üstündekiler bu hava durumuna ince gelmeye başlamıştı. Eminim ki burnum ve yanaklarım kızarmaya başlamıştı ellerimi cebime atıp yürüdüm. Gidecek yerim yoktu. Akrabalarım, ailem yoktu ya da vardı bilmiyorum. Olsa bile artık umrumda değildi yirmi yaşıma kadar yalnız büyümüştüm, çokta yalnız sayılmaz aslında beş yaşıma kadar yurtta kalmıştım daha sonra varlıklı bir aile beni evlat edindi. Keşke edinmeselerdi. Daha ilk günden üvey babam beni dövmüştü. Parka gelmiştim, banka oturdum ve beklemeye başladım. Neyi bekliyordum hayatımı güzelleştirmeye gelen Peri kızını mı? Evet hiçbir zaman gelmeyecek o peri kızını bekliyordum. Öylece etrafa bakıyordum kimseler yoktu. Kendi düşüncelerime sırıtırken yanıma yirmili yaşlarında bir kadın geldi; "Pardon! Ben buralarda yeniyim Ebru Cafe nerede biliyor musunuz?" O cafenin önünden daha önce geçmiştim, aklımda kaldığı kadarıyla yolu biliyordum. Kadına gülümsedim, "Bende oraya gidiyorum isterseniz birlikte gidebiliriz" "Çok iyi olur. " Yürürken bir yandan da kadına bakıyordum saçları boya olmalıydı dipleri siyaha dönmüştü. Çakma sarışın. Düşünce gereği burnumdan güldüm kadın bana baktı: "Sabah sabah seni güldüren şey ne?" Sana ne? "Hiç öylesine." Bir binanın önünde geldiğimiz de kadında benimle durdu gelmiştik Ebru Cafe burasıydı. "Teşekkür ederim, kahvaltı etmemişsindir yemek yiyelim mi?" Yemek alacak param olsa buraya mı gelirim sence? "Teklif için teşekkürler, kahvaltımı yaptım" Yalancı Çok kolay yalan söyleyebilen biriydim bunun kötü olduğunu biliyorum ama bunu mecburum, benim gibiler durumu kurtarmak için yalan söylerler. Bence bu doğal bir şeydi. Hangimiz durumu kurtarmak için söylemiyordu ki?
"Olsun ya bir kahve içelim içimiz ısınır" İstemiyorum Kadın! Kadın yalvaran gözlerle bakarken kıramadım ve başımı onaylar şekilde salladım. Hangi parayla ödeme yapacaktım? Ağır adımlarla içeriye girerken kadın kasaya geçti,önlüğünü giydi ve yanıma geldi. "Otur haydi!" Arka masalardan birine oturdum, içerisi bir anda ısındı. Bir dakika bu çakma sarışın burda mı çalışıyordu? Çalıştığı yerin adresini bile bilmiyor salak. Kadın hemen karşıma oturdu. "Eee oturacak mıyız böyle? söylesene adın ne senin?" Adım mı? benim bir adım yoktu ki üvey ailem bana Ufaklık derdi ben ise ufaklık denmesini istemezdim ama yine de sesimi çıkaramazdım. Evden kaçtığım gece birşey oldu tam hatırlamıyorum ama biri bana 'Eflal' demişti. O günden sonra adımı hep Eflal olarak bildim. "Eflal" dedim salak bir gülümsemeyle kadının uzattığı eli sıktım; "Ebru bende" "Sen ne yapıyord-" Ebru'nun lafını bölen ses zil sesiydi içeri biri girmişti. Ebru yerinden kalktı giren kişiye, "Hoş geldin Aras" Çocuğun yüzünü göremiyordum Ebru'nun karşılamasına cevap vermemişti. Erkek değil mi işte hepsi aynı Benim hiç bir zaman erkekler tarafından bir sorunum olmamıştı doğduğumdan beri sadece üç erkekle iletişim kurmuştum; Görevli,Üvey babam ve Kütüphanede ki o katil zanlısı. Çocuk kafasını bana çevirdi nedense rahatsız olmuştum bakışlarımı ellerime getirdim.Çok yıpranmışlardı. Aman banane kimin umrunda sanki kimsenin Çocuk hala beni süzüyordu ayağa kalkıp kapıya yöneldiğım sırada Ebru uğraştığı işini bırakıp "Hey nereye daha kahve içecektik" "Üzgünüm toplantıya geç kalıyorum" yine yalan söylemiştim "Pekâlâ yolun düşerse uğra" hiç sanmıyorum "Denerim" Aras denilen çocuğa bir kez daha baktım o da bana bakıyordu bakışlarımız kesişti gözlerine baktığımda herşeyi o zaman anladım bu oydu Katil zanlısı. (...) Koşar adımlarla kütüphaneye gittim. Saat neredeyse öğlene geliyordu. Sol göğsümün altı ağrımaya başlamıştı. Ağrıya aldırış etmeden içeri daldım görevliler bana uyarırcasına baktı. Başımı onaylar anlamında salladım, hemen kütüphanenin en sonda ki masaların oraya gittim etrafı inceledim hiç kan, anormal bir iz yoktu. Fakat, geceleyin çocuk bana buranın kan revan olacağını söylemişti. O da mı yalan söylemişti? Şaşırmamıştım, hayatı yalan olan birinin bu tür beyaz yalanlara inanması zordu. Elime rastgele bir kitap alıp okumaya başladım. George Orwell, Hayvan Çiftliği. Okumuyordum sayfaları çevirmek daha çok dikkatimi çekiyordu boş boş sayfaları çevirirken bir yazı gördüm "özgürlüklerini savunmayanların ödedikleri bedel ağırdır " diyordu George Orwell... Çok haklıydı. Bu söze uygun bir geçmişimi aradım, aslında aramama gerek yoktu, ben hayatımın her saniyesini, dakikasını, saatini özgür geçirmiştim. Kitabı bırakıp yerine koydum ve kütüphaneden çıktım. Karşı kaldırımda bir polis arabası vardı, beni ilgilendirmediği için umursamadım. Polislerden biri; "Orada! Yakalayın!" Dediğinde beni kastediyordu arkama bakmadan son sürat koştum. Sol göğsümün altı yine ağrımaya başlamıştı hayır kızım şuan dinlenmenin sırası değil (....) Hala koşuyordum, polisler hemen arkamda koşuyorlardı, eskisi kadar olmasa da ben de hızlı olmaya çalışıyordum artık sadece sol göğsüm değil bacaklarım da ağrımaya başlamıştı. "Sizde de ne ciğer var be arkadaş!" Bir dakika! Ne dedim ben? Resmen kendimi suçlu gösterdim. Allah belamı versin! Nefes almakta zorlandığım için durdum. Durmamla yere düşmem bir oldu, ben zar zor nefes alırken polisler yanımda belirmişti. "Teslim ol! Bu işin şakası yok!" Ne şakası ya "B-ben birşey yapmadım" Nefes alamıyordum. "A-astımım var" Yine yalan söylemiştim. Derin bir nefes alacaktım ki. Göz kapaklarım, kahverengi gözlerimin üstünü örttü. İşte herşey o zaman karanlığa büründü. Saatler sonra gözümü hastane odasında açtım. Her yer bembeyazdı, ben etrafa göz atarken kolumda ki serumu farkettim, bitmek üzereydi Odayı biraz daha inceledim tekli koltuk vardı. İki tane birinin üstünde benim hırkam diğerinin üstünde... Diğerinin üstünde siyah kaliteli marka bir şişme mont duruyordu. Neler oluyor? Bu montun kimin olabileceğini düşünürken içeri biri girdi; "Uyanmışsın" Uyuyor gibi bir halim mi var? Tanıdık sesle hemen başımı çevirdim, bu sefer karşımda o vardı: Çakma sarışın Karşımda Ebru'yu görünce rahatladım, derin bir nefes verdim. "Arkadaşımı yolda baygın görünce yanına geldim" Arkadaş En güçlü bağ sevgiydi ama adı aşk değil arkadaş sevgisiydi "Kaldırım da hareket etmeden yatınca bende merak edip yanına geldim. Anormallik olduğunu anlayınca hastaneye getirdim iyisin değil mi?" "İyiyim teşekkür ederim" Ölüm sessizliği oldu. (15 dk sonra) Sessizliğin yattığı odada sadece ikimizin nefes alış veriş sesi vardı. Daha fazla dayanamadım ve bu sessizliği ilk bozan ben oldum; "En son polisler tarafından kovalanıyordum" dedim kırılgan bir sesle. Hayır kızım sen bu değilsin güçlü ol "Polisler mi? Bu imkânsız seni bulduğumda etrafta sadece çocuklar vardı." Rüya görmüş olasılığım varmıydı? "Hayal görmüş olabilirsin" Olanları daha sonra düşünmek için aklımın bir köşesine kazıdım. O sırada Ebru bana astım ilacı uzattı, buna ihtiyacım yoktu ki? "Astım ilacını yanında taşımalısın" "Yanlışlık olmalı benim astımın yok" Var mıydı? Ebru kaşlarını çattı "Sen astım hastasısın doktorlar teşhis koydu, bak" Uzattığı belgeyi aldım, Gerçekten öyleydi ben astım hastasıydım. "Nasıl yani astım hastası olduğunu bilmiyormuyd-" Ebru lafını bitirmeden içeri polisler girdi. Bu kızın lafı hep yarıda kalıyordu "Eflal hanım, geçmiş olsun çok vaktimiz yok. Sorduğumuz sorulara net cevap vermeniz gerekiyor." "Bir sorun mu var Memur bey?" Ebru benim yerime konuşmuştu. Bu davranışına gıcık olmam gerekirken ona ısınmıştım. "Hayır bir sorun yok, sadece bilgi almamız gerekiyor. Ayrıca sizin gibi genç, aklı başında birinin astım hastası olduğunu bilmemesi, ilginç" Yutkundum bu hastalık bu kadar ciddi bir şey miydi? Sonunda ölüm yoksa sorun yok Polislerden birinin elinde kağıt kalem vardı. Söylediklerimi not alacaktı. "İlk önce aileniz hakkında bilgi alabilir miyiz?" Gözlerim açıldı, bu sefer yalan söylersem bir şekilde ortaya çıkardı, başımı kaldırdım ve kendimden emin bir sesle; "Ailemi tanımıyorum, beni bebekken terk etmişler" Sesim düz ve netti. Diğer Polis dediklerimi not alırken diğeri elinde ki kağıda bakıyordu "Pekâlâ, bir akraban, kardeşin varmı?" "Yok" dedim sesimde hüzün yoktu gözlerim dolmamıştı, normalde ailemden bahsederken ağlarım bu sefer ağlamamıştım. "Sizi kim büyüttü?" Cevap vermekten çekindiğim o soru; "Beş yaşına kadar yurtta kaldım, daha sonra varlıklı bir aile beni evlat edindi. On yaşında evden kaçtım, üvey babam bana zararlı madde veriyor, karşı çıkınca dövüyordu." Bu sefer sesimde hüzün vardı. Ebru'nun ağzı açık bana baktığına emindim. "Şuan yirmi bir yaşındasın, bu sabah bir aydır kaldığın kütüphaneden çıkman gerekiyordu, sabah arkadaşınla Cafeye gitmiştiniz peki sonra noldu?" Adam resmen beni kameraya çekmiş "Tekrar kütüphaneye gittim, orada biraz oyalandıktan sonra yollara düştüm ve bir yerde bayılıp kalmışım" "Kalmışım mı?" Polisin bu sorguları çok farklı yerlere gidecekti. Ebru bu sefer kusurlarımı örtmek istercesine benim yerime cevap verdi; sevdim ben bu kızı "Memur bey, Eflal'i orada baygın görmem tamamen tesadüftü, kendisi kütüphaneden çıkınca polisler tarafından kovalandığını zannetti, hayal gördüğünü düşünüyorum, o anın verdiği korkuyla uzun süre koşmuş olmalı. Astım ilacı yanında olmadığı için ciğerleri fazla hava kaybetmiş" Ebru'nun uzun konuşmasından ona hayran kalmıştım. "Peki teşekkürler, Eflal hanım şuan kalacak bir eviniz varmı?" Yoktu bunu nasıl söyleyebileceğimi düşünüyordum ki Ebru söze girdi; "Var! Eflal benim yakın arkadaşım benimle kalabilir" Ve Ebru bir kez daha gecenin bile aydınlatmadığı sokaklarımı aydınlatmayı başarmıştı. Polis kafasıyla onayladı "Geçmiş olsun" dedi ve odadan çıktılar. Ebru hayatında yapabileceği en büyük iyiliği bana yapmıştı. Beş saat önce tanıdığı birine evini açmıştı. Ona ne kadar teşekkür etsem azdı. "Teşekkür ederim" Ebru gülümsedi. "Teşekkür etmene gerek yok arkadaşlar bugünler için vardır" Arkadaş kelimesinin bir kez daha en büyük sevgi bağı olduğunu anladım. (...) Hastaneden çıkmıştık Ebru'nun arabasıyla eve gidiyorduk. "Sana birşey söylemeliyim." Soran gözlerle ona baktım "Evde bir arkadaşım daha var" Kaşlarım çatık bir şekilde Ebru'ya baktım. Ne demekti bu? "Sorun değil zaten ben evde misafirim, senin düzenin beni ilgilendirmez" Kendimi acınası bir duruma getirmiştim. Ebru'nun ani fren yapmasıyla yerimden sıçradım. "Sakın öyle düşünme Eflal kalbini kırmak istemiyorum sen benim en iyi arkadaşımsın. Evdeki arkadaşım iş arkadaşım olan sabah görmüştün adı Aras çok iyi anlaşırsınız." Ebru yine uzun konuşmuştu. Aslında bundan şikayetçi değilim sesi güzeldi. (...) Eve gelmiştik, her yerin çiçeklerle kaplı olduğu bir site de oturuyordu. Ebru kapıyı açarken sadece ona bakıyordum, kapıda saçları kahvenin en güzel tonu, gözleri elanın en mahrum rengine sahipti. Bu Aras olmalıydı, diğer adıyla katil zanlısı "Bu kim?" yine o kalın sesiyle bana küçümseyici bakışlar atıyordu. "Yeni ev arkadaşımız!" Az da olsa gülümsemeye çalıştım aptalca göründüğüme eminim. Çocuk gözlerini benden kaçırmadı daha da inceledi. Elini havaya kaldırır gibi oldu, sonra vazgeçti. Kapının önünden çıkıp geçmemize izin verdi. Daha çocuk kapıyı kapatmadan Ebru beni kolumdan tutarak odasına götürdü. Kapıyı kapattı dolabından temiz bir pijama takımı ve iç çamaşırı koydu yatağın üstüne. "Bunlar sana olur mu ki? Bedenin kaç biliyor musun?" "Bilmiyorum" sesim netti, titremiyordu, tereddüt etmeden konuşabiliyordum. "Tamam önce istersen tuvalete gir ordan duşa girersin. Unutmadan mor kapaklı şampuanı kullan beyaz olan Aras'ın, olay çıkartabilir. Ben sana havlu getireceğim, sen rahatça duşunu al ben burada bekleyeceğim sonra konuşmamız gerekenler var" Tam otuz üç kelime. Yatağın üstünde ki kıyafetleri alıp banyoya girdim. Üstündekileri çıkarıp kirli sepetine attım. Sıcak suyu ayarladım, banyonun nem oranı artmıştı, kış ayına girmemize bir kaç hafta kalmasına rağmen havalar sanki aralık ayında gibi hissettiriyordu. Sonunda saçlarım ıslanınca raftaki mor kapaklı şampuanı aldım, lavanta kokuluydu. Duş işlemi bitince derin bir nefes çektim. Rahatlamıştım ama hala temizlenmiş hissetmiyordum. İç çamaşırımı giydim, tam bedenime göreydi. Üstüme avakadolu pijama takımını giydim, eşofman takımıydı. Banyodan çıkıp Ebru'nun yanına gittiğimde yatakta telefona bakıyordu birşeyler siliyor, yüklüyordu. "Ebru" dedim sakin bir sesle, Ebru arkasını döndü "Çok güzel olmuşsun, tam zamanında geldin" dedi ve bana elinde ki telefonu uzattı; "Bu benim eski telefonum ekranı kırılmıştı, yaptırdıktan sonra bir daha kullanmadım içinde birşey yok , istediğin gibi kullanabilirsin" Bana evini açtığı yetmiyormuş gibi birde telefon veriyordu. Bir an için kendime acıdım. Aramızda yine bir sessizlik oldu. Ben telefona bakıyordum, Ebru bana. "Tamam bu artık senin, şimdi saçlarını kurutalım sonra yemek yeriz" Bu sefer dediğini yaptım yatağa oturdum. Ebru saç kurutma makinasını getirdi, makinayı çalıştırdı ve saçlarıma tuttu. Bir anne şefkatiyle kurutuyordu kızıl saçlarımı. Kurutma işlemi bitince mutfağa geçtik. Ocakta su kaynıyordu, tezgahın üzerinde fiyonk makarna vardı. Su kaynayınca makarnaları döktü Ebru. (...) Yemeğimizi yemiştik, saat on biri geçmişti salonda otururken Ebru; "Güzel bir tanışmamız olmadı ben Ebru, Ebru Dağsever" gülümseyerek uzattığı elini sıktım. "Eflal, tanıştığıma memnun oldum" Ebru Soran gözlerle bana baktı, "Nasıl ya? Soy adın yok mu?" Şaşırmıştım, ilk defa böyle bir soru alıyordum, bir şey demedim Ebru'nun bu tepkimi anlayışla karşılayacağını düşündüm. Öyle de oldu Ebru Aras'a baktı, o ise duvara bakıyordu yine öyleydi ölü gibi. "Aras? sen kendini tanıtmayacak mısın?" Aras, gözünü bile kırpmadan duvara bakmaya devam ediyordu. Ebru'ya bakarak; "Boşver adını bilmem yeterli olacaktır" zorda olsa gülümsedim. Neden kırılmış hissediyordum? "Adımı bildiğin için şanslısın ufaklık, kimse kolay kolay adımı öğrenemez Ebru söylemese sende öğrenemezdin" Aras'ın bu lafına gerçekten sinir olmuştum sessiz kalamadım ve ben de ters cevap verdim, "Adını öğrenmek istediğimi de nereden çıkardın?" Bir şey demedi, yüzüme bile bakmadı açıkçası umrumda da değildi. Ebru ile birlikte odaya gittiğimiz de beni yatağa oturtup sorular sordu. "Anlat bakalım," Konuyu bir şekilde değiştirmem gerekiyordu "Sakın konuyu değiştirmeye kalkma, bugün polislere anlattığın gibi bana da anlat,buna ihtiyacın var" O an içimde gerçekten bir sevgi bağı oluştu. Ve yaşadıklarımı anlatmak, içimi dökmek istedim. "Peki, nerden başlama mı istersin?" Ebru, düşünür gibi oldu. "En başından anlatır mısın?" Derin bir iç çektim acı dolu hikayemi ilk kez Ebru'ya anlatacaktım. (...) "Evden kaçtıktan sonra sokak hayvanlarının yanında büyüdüm, ailemden görmediğim sevgiyi bana hayvanlar verdi." Ebru son dikkat anlattıklarımı dinliyor bir yandan da patlamış mısırını yiyordu. "Gerisi zaten basit sokakta büyüdüm anormal bir olay olmadı" Ebru'ya yalan söylemek istemiyordum bir an gelen güven hissiyle ona karnım da ki kemer izlerini gösterdim, Ebru'nun ağzı açık kaldı ilk defa mı şiddetin izlerini görüyordu? Bunlardan sırtımda da vardı hemde iki katı, kolay bir çocukluk geçirmemiştim, fakat çok zor da değildi evden kaçtıktan sonra herşey daha kolaylaştı. Belki de ihtiyacım olan hür olmaktı? Ebru ile uzun uzun konuştuk ben anlattıkça ağzı açık kalıyor bazı yerlerde gözleri doluyordu. O da bana kendi hikayesini anlattı, iki yıl öncesine kadar eski sevgilisi ona iftira atarak ailesi tarafından red edilmesine neden olmuştu, aramızda ki fark ben red edilmemiştim, ailem beni istememişti. |
0% |