Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@zehraymisim

 

Terk edilmek nasıl tanımlanır?

Çekip gitmek mi? Yoksa çekip gitmek zorunda olmak mı?

Diyelim ki terk ettiniz arkanızda bıraktığınız hiç mi umurunuzda olmaz?

Benim ailemin olmadı.

Ebru'nun baskıları yüzünden bende bu Cafede çalışacaktım. Cafede canlı müzik sistemi vardı, Ebru bana istediğim şarkıyı açabileceğimi söyledi. Telefonun bluetooth ayarına açtım ve hoparlöre bağladım ve sevdiğim bir şarkı açtım. Ben kasanın etrafında dolanırken Aras, sürekli ağzında birşeyler geveliyordu. Ben Aras'a dikkatle bakarken Ebru etrafımda şarkıya eşlik ediyordu.

"Eflal! Sen bu şarkıyı nerden öğrendin çok güzel!"

Seçimlerimi beğenmesi hoşuma gitmişti.

"Oradan buradan, işte ne önemi var?" Aras, soğuk ve umursamaz ses tonuyla canımı sıkmıştı. Yüzümde ki gülümseme hemen silindi.

"Öyle deme Aras, güzel şarkı. Sahiden şarkının adı ne Eflal?" Ebru'nun cevapları karşısında kendimi güçlü hissettim. Aras'a ağzının payını vermem gerekiyor. Bir daha bana laf atarsa bu sefer savunmasız kalamam "Duman, Haberin Yok Ölüyorum. " Ebru tek gözünü kırptı. Aras kendi kendine konuşuyordu, bir an için Aras'ın şizofren olduğunu düşündüm. Aklıma gelen düşünceyle burnumdan güldüm. Bi' an da kendime gelip Aras'ın olduğu yerde müşteriler olduğunu gördüm, diğer masalar boştu. Saçıma gelen temasla geriye sendeledim. "Beni mi arıyorsun ufaklık?" Aras'ın sesiyle ikinci bir şok geçirdim kendime gelip; "Hayır, Ebru'yu arıyorum, seni niye arayım ki, kimsin sen?" Aras'ın yüzünde ufak bir değişme oldu, söylediğime kırılmış mıydı?

"Haklısın ufaklık, kimim ki ben?" Aras arkasını dönüp gidecekken; "Bu arada söylediklerine kırılmadım, vicdana gelme. "

Vicdan kelimesini kimse benden daha iyi bilemezdi. "Zihnimi mi okuyorsun?" Aras güldü. Bunda gülünecek ne var? "Evet ufaklık ben Slytherin varisiyim benden uzak dur yoksa basiliksim sana zarar verebilir" Harry Potter'dan bahsediyordu. Sinemasını kaçak bir şekilde izlemiştim. Onun bu tanımına uygun cevap verdim, "Neden senden uzak durayım? Sen bir Tom Marvolo Riddle değilsin, Draco Malfoy hiç değilsin. Senden uzak durmam için başka bir sebep var mı?" Bu dediğime şaşırmış olmalıydı, bilmiş bir ifadeyle "Yoksa bana yakın olmak mı istersin? Saçmalama ufaklık ayrıca senin gibi kimsesiz biri için bu kadar bilgi fazla değil mi?" Bu dediğine kırılmıştım. Kimsesizliğimi yüzüme vurması benim için kırıcıydı. Yine de ağzımı açıp tek kelime etmedim hırkamı alıp dışarı çıktım. Derin bir iç çektim yeni yağmur yağmış olmalı, etraf toprak kokuyordu. Sağa dönüp yürüdüm, elimi cebime attığım da Ebru'nun dün akşam verdiği telefon geldi elime. Yakınlarda ki parka gittim. Bankın ıslak olmasını umursamadan oturdum. Telefonu elime alıp inceledim, uygulamalara girip çıktım, teknolojiden anlamıyordum. Öylece etrafa bakarken arkamdan gelen sesle irkildim. Arkamı dönüp baktığımda siyah bir maskeli biriyle karşılaştım. "Kimsin sen?" sesim titredi korkmuş muydum?

Belki. Bacaklarım titremeye başlamıştı bu çok sık oluyordu yani her korktuğum da. Maskeli adam bana yaklaştı, o yaklaştı ben geri gittim bunun bir sonu var mıydı?, adam artık sabrının sonuna gelmiş gibi öfkeli nefes alışverişini duyabiliyordum. Aniden kolumdan tuttu beni, onun kalın, kaslı kolları bedenime temas ederken bir anlığına kimsesiz oluşumu unutup "Baba!" diye bağırdım. Fayda yoktu ne kadar bağırsam da fayda yoktu, gece yatmadan önce bana masal anlatacak bir babam yoktu hiç olmayacaktı. Neden baba neden?

(...) 

Gözlerimi açtığımda bir evdeydim. Saray gibi olan ev bana geçmişimden birşeyler anımsatıyordu. Umarım düşündüğüm şey değildir. İçerden gelen sesle anladım ki bu saray gibi olan ev üvey babamın bana dokunduğu evdi. Artık on yaşında ki kız çocuğu değildim, kendimi koruyabilirdim. Yattığım yerden kalkmamla yere düştüm. Ayaklarımı bağlamışlardı. Yeniden geçmişime döndüm.

 

*9 Mart 2005 Cumartesi*

O sabah yine korku dolu uyanmıştım, dün gece evden kaçmaya çalıştığım için üvey babam beni belindeki kemerle dövmüştü. Yüzümde ki morluklar artık sarıya dönüyordu, iyileşmek üzereydi. Gürültülü bir şekilde kapı açıldı. O öfke dolu sesi bile beni korkutmaya yetmişti.

"Kalkmadın mı daha?!"

"Kalkıyorum şimdi" dedim hızlıca bedenim titremeye başlamıştı bile, dolabımdan bana beş beden büyük olan t-shirttü aldım ve banyoya gidecektim ki,

"Dün yediğin dayak yetmedi herhalde" eli hemen belinde ki kemere gitti. Sesi yine öfkeliydi. "Burada giyinmeni istiyorum, yanımda, hemen" Bu ilk olmuyordu, her sabah aynı şeyi istiyordu. İtiraz edersem ne olacağını çok iyi biliyordum ama yine de itiraz ettim;

"Neden yanında giyinecekmişim?" dedim ve banyoya yöneldim, o sırada saçıma asıldı. "Bana karşımı geliyorsun ufaklık?" O gizemli sesinde şevkat aradım, biraz olsun evlat sevgisi aradım ama yoktu, üvey babam benden nefret ediyordu. O zaman neden beni evlat edinmişlerdi? Evlat acısını kapatmak için mi?

Hayır.

Dediğini ikiletmedim ve yavaş yavaş geceliklerimi çıkardım. Terlemeye başlamıştım, artık ergenlik çağına girmiş sayılırdım, yüzümde sivilce çıkıyordu ama regl olmuyordum. O anlık düşünceyle çamarışıma bulaşan kanı farketmemiştim.

"Siktir!" Üvey babamın sesiyle kafama dank etti. İlk reglimi on yaşında üvey babamın karşında olmuştum. O anın saflığıyla;

"Ne yapacağım?" Sesim titriyordu.

"Bilmiyorum, kahretsin! banyoya gir bekle off" Öfkeliydi sesi, korkmuşluk vardı sesinde.

(...) 

Yemek masasında bir sağa bir sola hareket ederek oturmaya çalışyordum. Bu altımda ki şey çok rahatsız ediciydi. "Rahat dur!" Yine bağırıyordu. Üvey babam korumalarıma baktı. "Ufaklığı akşama hazırlayın, kendisine güzel sürprizlerim var. " Beni kastediyordu. Bana ne yapacaktı?

Üvey annem lafa atladı;

"Bey, bu dönemde ufaklığa birşey yapamazsın, hem ben üstüme kuma istemiyorum. " Kadının ince sesi, yine kulaklarımı tırmalamıştı. "Kes sesini! Sana soran olmadı. " Bağırmasıyla irkildim. Ortamda ki gizemli havayı yok etmeliydim. "Ben doydum." Kimse beni takmadı bile o anın rahatlığıyla yerimden kalktım ve bahçeye yöneldim. Kimse birşey demedi, kapıdan çıkarken üvey babamın bana baktığını hissettim.

Papatyalarla süslenmiş olan çardağa oturduğum da masanın üstünde bir kitap vardı. Kitabı aldım sayfaları kurcalarken içinden bir kağıt düştü, kağıdı elime alacakken üvey babam benden önce davrandı. Hangi ara gelmişti? Beni mi gözetliyordu?

"Kimse sana izin almadan başkalarının eşyalarını karıştırmaman gerektiğini öğretmedi mi ufaklık?" Sesi bu sefer sakindi, bana kızmamış, bağırmamıştı.

"Ben, özür dilerim." Üvey babam bu dediğime gülümsedi. İlk defa...

"Sorun değil güzel bebeğim. " Bana iltifat etmişti. "Sana sürprizim var, görmek ister misin?" Bütün saflığımla, "Evet! canım babacığım. " diye bağırdım. Odaya geldiğimizde önce camı kapattı, sonra kapıyı kilitledi. Kaşlarımı çattım, neler oluyordu?

"Baba kız partimize kimseyi dahil etmeyelim değil mi?" Eli pantolonun fermuarına gitti, anlamıştım o düşündüğümü uygulayacaktı. "Hayır lütfen yapma! Kirletilmek istemiyorum! Lütfen acı bana!" Bağırdım çağırdım ama faydası yoktu bana dokundu. İşte ben o zaman on yaşında kirletildim.

(...)

İçerden adam sesleri geliyordu, ben ellerimi çözmeye çalışırken masanın üzerinde ki çakmağı gördüm. Zoraki elime alıp elimde ki ipi yaktım. Bileklerim uyuşmuş, kızarmıştı. Oyalanmadan ayaklarıma yöneldim ki kapı gürültüyle açıldı. Gözlerimi şaşkınlıkla kapıya baktığımda bu sefer karşımda üvey babam ya da korumalar yoktu. Karşımda, beni bir çok kez düştüğüm kuyudan çıkaran Ebru ve beni kimsesizliğimle vuran Aras vardı.

Ebru'yu görünce şaşırmamıştım hayatımı ona borçluydum. Aras'ın elinde silah vardı, silahı kemerine takıp yanıma geldi. Ayaklarımı çözdü, yüzümü avuçlarının içine alıp; "İyi misin?" Endişeliydi, korkmuştu. Aras benim için endişelenmişti.

(....)

Arabayı Aras kullanıyordu, Ebru önde oturuyor, ben arkada saçlarımla uğraşıyordum.

"O kan kırmızısı saçlarınla oynama dikkatim dağılıyor. " Aras yine soğuktu ona diyecek birşey bulamıyordum, bir saat iyiyse diğer saatler kötüydü. "Kan kırmızısı mı? Saçlarım kırmızı bile değil, kızıl, turuncuya kaçıyor. " Tamam, saçlarımda biraz kırmızılık olabilirdi ama o kadar da değil. "Her neyse işte kırmızı kızıl ne fark eder? Sonuç olarak saçlarınla oynama. " Gözlerimi devirip cama döndüm.

(...)

"Beni nasıl buldunuz?" dedim ansızın gelen soruyla Aras tüm dikkatini yola vererek. "Bir şekilde bulduk işte kurcalama. " dikiz aynasından Aras'a baktım. Ne yapmaya çalışıyordu? Beni kendinden soğutmaya çalışıyorsa ben ona zaten hiç ısınamamıştım, buna izin vermemişti. Araba durduğunda eve geldiğimizi anladım. Ebru'nun site içinde olan evinin bahçesine girdiğimizde olduğum yerde durdum. "Gelsene hava soğudu, kararınca korkarsın" Aras yine beni düşünüyordu. Yine de bende onun yaptığı gibi soğuk bir şekilde cevap verdim; "Kimsesiz birini düşünmek sana mı kaldı?" Ebru bu dediğime şaşırmış hatta ağzı açık kalmıştı. Aras'ın mimikleri dâhi oynamadı, tepkisizdi, hareketsizdi belki de duygusuz kalpsizin tekiydi.

Onlar eve çıkarken Ebru dışarda kalmama izin vermedi. Bende yemek yedikten sonra balkonda sessizce oturdum, uzun uzun düşündüm kafamın içinde güzel bir şarkı çalıyordu.

 

Soğuk balkonda papatya kokusu eksik olmuyordu. Ebru'nun evi lavanta, balkonu papatya tarlası gibi kokuyordu. Tam içeri girecekken Aras'la karşılaştım.

"Ebru uyudu mu?" sorduğum soruya cevap vermesini beklemiyordum,

Öyle de oldu

sadece başını sallamakla yetindi. Aramızda iletişim yoktu, konuşmuyorduk, bana soğuk davranmasının sebebi yoktu. Beni tanımıyor olabilirdi ama en azından kalbim yokmuş gibi davranamazdı, buna hakkı yoktu.

O an beklemediğim birşey oldu. "Özür dilerim Eflal, özür dilerim. " Sadece kendisinin duyabileceği ses tonuyla söylediğini net bir şekilde duydum, Aras, benden nedenini bilmediğim birşey yüzünden özür diliyordu. Bende kendimden beklemediğim birşey yaptım, tüm erkeklerden nefret etmeme rağmen Aras'ın kolunu tuttum, sıvazladım.

"Ne için özür dilediğini bilmiyorum ama buna gerek yok. " İnsanlık namına yaptığım şey Aras'ın hoşuna gitmemişti.

"Ellerini üzerimden çek!"

Bağırmasıyla irkildim, dediği şey için üzülmedim, üvey babamdan sonra bana bağıran ikinci insan olmasına üzülmüştüm. Neden bağırdığını anlamadım ve korkarcasına sordum.

"Neden bağırdın? Buna gerek yoktu. " Aras, o pişmanlık duygusuyla konuşmaya başladı;

"Temas sevmiyorum, özür dilerim bağırmak istememiştim. " Bir şey demedim, benim sessizliğim yağmur bitene kadar sürerdi. Umarım bu yağmur hiç durmaz.

(...) 

Aras'ın söyledikleri kafamı kurcalıyordu. Bugün dolu yağacaktı, bu yüzden Ebru cafeye gitmemişti, Aras dün bana söylediklerinden sonra evden çıkmıştı, ben balkonda biraz daha durduktan sonra odaya gidip uyumuştum

uyumaya çalışmıştım. Ben yatağın bir köşesinde bağdaş kurup öylece otururken Ebru'nun uyandığını bile farketmemiştim.

"Günaydın Eflal. " Bu evde bana değer veren tek kişi Ebru'ydu.

"Günaydın." Ebru yataktan kalkıp rutin işlerini yaptı, bana, kahverengi kargo cepleri olan bir pantolon, üstüme de pantolonla uyumlu krem rengi kapşonlu sweatshirt vermişti. Aras hâlâ eve gelmemişti, bu durumdan faydalanıp Ebru'ya onun hakkında soru soracaktım ki, Ebru benden önce davrandı.

"Dün gece Aras'ın bağırış sesleri geliyordu, kavga mı ettiniz?" Ebru'ya güveniyordum, ailemin vermediği şevkati o bana vermişti, dün ne olduysa hepsini anlattım.

(...)

"Aras! Hangi cehennemdeysen çabuk eve gel, yine ne pis işlere bulaştın? Dünden beri yoksun, koskoca sitede iki kız ne yapacağız?" Ebru, anlattıklarımdan sonra hemen Aras'ı aramış, hesap sormuştu. Hopörler açık olduğundan Aras'ın ne dediğini bende duyabiliyordum.

"Hiç bir işe bulaşmadım, bulaştıysam da bundan sana ne?"

Bu iki kelimeyi kütüphanede bana da kullanmıştı. Ebru adeta çığlık atarak "İçmişsin sen! Çabuk eve geliyorsun, derhâl!"

Anlık kapının çalmasıyla karşımızda Aras vardı,

Aras, kapıyı açar açmaz yere yığıldı. Ağzından ve burnundan durmaksızın kan akıyordu, saçları dağılmış, üstündekiler yırtılmış, çamur olmuştu.

Ebru şaşkınlıkla Aras'a bakarken bende şaşkınlığımı gizleyemiyordum. Beş dakika sonra ikimizde Aras'ın başında dikiliyorduk. Ne yaptığımızı fark ettiğimizde Aras'ın yanına eğilip zar zor onu salona taşıdık. On dakika geçti, yirmi dakika geçti, ama Aras hâlâ uyanmadı. Ebru, korkudan ellerini kütletirken, ben öylece Aras'ı inceliyordum.

"Doktor falan mı çağırsak?" Ebru'nun sorusuyla sessizlik bozuldu. "Doktor ne olduğunu sorduğunda ne cevap vereceğiz?" Daha fazla dayanamadım ve Aras'ın yattığı koltuğa eğilip nabzını kontrol ettim, kalbi atıyordu. "Yaşıyor..." Gülümsemem büyüdü, yaşadığına sevinebiliyordum.

Aras'ın uyanmasını beklerken, Aras'ın telefonuna mesaj geldi. Ebru telefona bakarken bende yanındaydım, ister istemez mesajı gördüm.

'Bilinmeyen numara; İki mesaj'

Ebru, Mesaja tıkladığında şaşkınlıktan bana baktı, ekranı bana yakınlaştırdı. Mesajları okuduğumda şoke oldum.

-Kıza söylediklerin yüzünden pişman olacaksın oğlum

-Akşama kadar evden uzaklaş, evdekilere belli etme. Sonuçlarına katlanırsın.

Ağzım açık kalmıştı, ancak anlamadığım tek birşey vardı:,

Kimden bahsettiği, benden mi? Ebru'dan mı?

(...)

Yaşadığımız şoktan sonra Ebru, banyoya ilk yardım setini almaya gitmiş, bazı malzemeler eksik olduğundan eczaneye gitmişti. Ben ise evde Aras'ın uyanmasını bekliyordum, arada bir telefona mesaj gelmiş mi diye bakıyor, eski mesajları tekrar okuyordum. O sırada tekrar mesaj geldi

'Bilinmeyen numara, bir mesaj'

-Hala aktifsin, yazdıklarımı anlmadın galiba?

Mesaja görüldü atıp ekranı kapattığımda Aras birşeyler sayıklıyordu. Kesik kesik çıkan, bulanık sesini dikkatlice dinledim.

"Yalvarırım, yalvarırım bırakma beni kimsenin olmadığı sessiz sokaklara lütfen. " Gözleri dolmuştu, terlemişti, dalgalı saçları alnına yapışmıştı, titriyordu. Aras, kendi gerçekliğin de terk edilme korkusu ile yaşıyordu.

*Aras'ın Anlatımıyla Kendi Gerçekliği*

*9 Mart Cumartesi 2005*

Ayağa kalktığımda karnım dan gelen kanları umursamadan çığlık attım. Bağırabildiğim kadar bağırdım, bu bana iyi geliyordu. Saat kaçtı bilmiyordum, ben binalara tutunarak yürümeye çalışırken, camdan bir kadın bağırdı,

"Bağırma bu saatte! Bebeği olan, hastası olan var!" Başımı kaldırıp kadına baktım, başımı onaylar anlamında sallayacaktım ki, kadın içeri girmişti bile. Daha fazla ayakta duramadım ve yere oturdum, karnım da ki bıçağı çıkarmak istedim,

Olmadı, çıkaramadım, canım çok yandı. On dört yaşında ki bir oğlan için bunlar çok ağır değil miydi?

Değildi, yaşadıklarım gayet normaldi, asıl anormal olan

yaşıtlarımın yatağında uyumasıydı. Bazıları dışarıda arkadaşlarıyla eğleniyor, bazıları camdan onlara bakıp iç çekiyor. Ne istiyorlardı?

Özgür olmak mı?

Yoksa sokak hayatına alışmak mı?

Bana kalırsa her ikisi de, ama bunun bedellerini ödeyebilecek kadar güçlüler miydi?

Mesela, insanların size 'şuna bak tam bir serseri' demesine dayanabilecekler miydi?

Yahut, elinize para geçtiğinde sıradan bir cafe de sıcak birşeyler içmek istersiniz, fakat kafenin çalışanları sizi dışarı çıkartmak istediğinde hissedeceklerinize karşı kendinizi hazırladınız mı?

Hayır.

İşte bu yüzden sokak hayatına fazla özenmeyin, korkarsınız.

Ben sokaklar da bu geceyi atlatabilecek bir barınak ararken, birinin çarpmasıyla yere düştüm. İri yarı adam bana çok tanıdık geldi.

"Evlat, ne yapıyorsun gecenin bu saatin de?"

Adamın yüzüne bakmadan kim olduğunu anladım, dayımdı, akrabalarım arasında yaşayan tek kişi.

"Hiç dayıcığım, dolaşıyorum. " Karnım da ki bıçağı fark etmemesi için elinden geleni yaparken, bir el karnıma baskı yaptı, ben öne doğru eğilirken bir anda ağzımdan gelen kanla gözlerim açıldı.

Kan, vişne suyu, nar, gül, kiraz gibi kırmızı şeylere tahammülüm yoktu, keyfimden değil, hepsi bana ailemin kanlar içinde ki kıyafetlerini anımsatıyordu.

Dayım karnım da ki bıçağı tek hamlede çıkarıp gülmeye başladı. Daha fazla dayanamayıp dizlerimin üstüne çöküp hem omuzlarım sarsılarak ağlıyor hem de kan kusuyordum. "Neden yaptın bunu neden!" Haykırdım, dayanacak halim yoktu, gücüm kalmamıştı.

Dayım beni orada kanlar içinde bırakıp gitti. Son çıkan sesimle bağırdım, "Yalvarırım, yalvarırım bırakma beni bu kimsenin olmadığı sessiz sokaklara lütfen. " Bıraktı. Söylediklerimin onun için bir önemi yoktu, dayım beni hiç sevmemişti.

Gözlerim kapanmadan önce ay gibi yüzü olan bir kız çocuğu gördüm. Bana bakıyordu, ondan yardım istemek için elimi kaldırdığım an da dayımın her yerden çıkabileceğini hesaba katmamıştım. Dayım karnım dan çıkardığı bıçağı koluma saplamadan önce;

"Eflal'im!." dedim zorluklar ile bağırarak, sonrasında gözlerim kendiliğinden kapandı.

*Eflal'in Anlatımıyla*

Aras'a bakarken ağladığını gördüm, omuzları sarsılıyordu. Yavaşça gözlerini açarken ilk söylediği,

"E-eflal..." Kekeliyordu, Aras'ın dudaklarından adım döküldü. Bir defa daha söylesin istedim, bin defa daha söylesin adımı ağzından hiç düşürmesin, on kelimesinden dokuzu 'Eflal' olsun istedim. Aras bu dileğimi gerçekleştirmek ister gibi konuşmaya devam etti,

"Eflal, Eflal'im..."

Sustum, sessizliğimi gizledim, yüzüne baktım.

"İsminin anlamını biliyor musun?"

Başımı hayır anlamında sağa sola salladım.

Aras derin nefes aldı,

"Cennette olduğuna inanılan, dalları gökyüzüne kadar uzanan ağaç, ve ben o ağacın gölgesinde dinlenen bir yabancıyım Eflal'im. " Gülümsedim, aramızda ki sessizlik yağmurun yağmasıyla bozuldu. Aras bana baktı, "Balkona çıkalım mı?"

Aras'ın bana hiç bir zaman bir teklifte bulunacağına emindim. Şu ana kadar, başımı onaylar anlamında salladım.

Aras cebinden sigara çıkarıp içmeye başladı.

"İçer misin?" Uzattığı sigarayı almazdım, iğrendiğimden değil, o şeyin tadını hiç merak etmemiştim, hâlâ da etmiyorum. Cevap verecektim ki Aras'ın dün gece söyledikleri aklıma geldi, sustum, önüme dönüp yağan yağmuru izledim.

"Eflal'im ne yaptın sen bana?"

"Ne yapmışım ben sana?"

"Ahh Eflal, seni kütüphanede son gördüğümde ne dediğimi hatırlıyor musun? Çok masumsun demiştim, sende bana düş-"

"Düşündüğün kadar masum değilim, demiştim. " Lafını bölmeme sinirlermemiş, tam tersine hoşuna gitmişti. İlk kez bu kadar uzun konuşmuştuk.

"Peki sen, dediklerinde ciddi miydin? Yani, küçük bir kız çocuğunu bıça-"

"Eflal, bu konuyu açma, lütfen." Yaşadıklarını anlatmak istemiyordu. Aklıma bilinmeyen numaradan gelen mesajlar geldi. Şuan aramız iyiydi, Aras'a söylesem birşey olmazdı.

"Aras..." Elindeki sigarayı atıp yenisini yaktı,

"Söyle Eflal'im, utanmadan, çekinmeden, tedirgin olmadan söyle" Gülümsedim, tam söze girecektim ki sitenin önünden arabayla bir ses yükseldi,

 

'Yüreğine ateş düşmüş, kara haber var.

'Gelen olmaz, giden olmaz, ahh çeker ağlar.

'Pencerede kala kalmış, yolunu bekler.

'Gelir anam gelir desem, desem yalandır.

'Güzel anam, canım anam, kolay değildir.'

Aras bana baktığında ağlamış gibi duruyordu,

"Eflal..." titriyordu, kalpsiz sandığım adam bir şarkı yüzünden ağlıyordu.

bunu söylerken çok zor konuştuğunu fark ettim yine de sesimi çıkarmadım ve Aras'ın koluna girerek içeri girmesine yardımcı oldum.

*Aras'ın Anlatımıyla*

Eflal çok garip biri onu kütüphanede ilk gördüğümde yanıma tereddüt etmeden gelip bana selam vermişti, normal de insanlar yanımdan geçmek istemezler, iğrenirlerdi ama Eflal...

O çok farklı, on yıl önce ona ilk kez ben 'Eflal' demiştim ve şuan ona seslendiğim isimle yaşıyor. Onu o caddede gördüğümde küçük bir çocuktu, ay gibi parlak yüzü vardı, gözleri kahverenginin en muazzam tonuna sahipti. Eflal balkondan çıkıp karşımda ki koltuğa oturdu. Sustu, nefes alışverişlerini duyabiliyordum, hep nefes alsın istedim, ölmeyecek gibi yaşasın, her şeyi korkmadan yapsın, güçlü olsun istedim, Eflal bunu hak ediyordu. Peki ben?

Bu saydıklarımın hiç birini hak etmiyordum.

"Telefonuna bilinmeyen numaradan mesaj gelmişti, art arda gelince Ebru ile baktık" Telefonu elime alıp Whatsappa girdim, mesaja tıkladım.

(....)

Eve gelmesi için Ebru'yu aradım ve evden çıktım. Atay Sokağı'nda buluşacaktık, kiminle karşılaşacağımı bende bilmiyorum, ama bildiğim tek birşey var, Eflal olanları öğrendiğinde bana çok kızacak. Aslında ne olduğunu bende bilmiyorum, fakat Eflal'le ilgili olduğuna adım kadar eminim. Sokağa geldiğimde kimse yoktu, bir merdivene oturup Bilinmeyen numaraya mesaj attım;

-Atay sokağına geldim. Nerdesin?

Yarım saat sonra biri geldi, sokakta bir tek benim olduğumu görünce yanıma geldi,

"Sen misin lan kardeşime bağıran şerefsiz!"

Yumrukları yüzümün her yerini morartacağı kadar kuvvetliydi, yine de sesimi çıkarmadım. Çıkmaz bir sokağın içindeydim beni buradan çıkarabilecek kimse yoktu. Kaderime razı oldum ve hak ettiğim kadar dayak yedim.

"Ağzıma da vur, dudaklarım patlasın!"

Dediğimi yaptı, ağzıma vurdu. Eflal'e söylediklerim... "Tanrı canımı alsın! Vur daha sert vur, öldür beni!" Kendime lanet okudum. Değmezdi, Eflal'imin kimsesizliğiyle dalga geçmeye değmezdi. Durdu, kaldırıma oturup cebinden sigara çıkardı, o sigarasını içerken bende cebimden sigara çıkarıp içmeye başladım.

"Doğukan Güven" Uzattığı eline baktım, sıkacak yüzüm yoktu. "Aras Demir"

Sigarasından bir duman çekerken yüzüme baktı, "Söylesene Demir, yaşamaktan zevk alıyor musun?"

Kötü yerden vurmuştu. Yaşamaktan elbette zevk almıyordum, ama benim bu hayatta bir görevim vardı;

Eflal'imi korumak, eğer onu koruyamaz tehlikenin içine atarsam, işte o zaman benim de görevim biter ve yaşamam için hiçbir sebep kalmaz.

"Konuyu saptırma, adam gibi konuşalım, evde işlerim var gideceğim." Evde bir işim yoktu, sadece Eflal ve Ebru'yu görmem lazımdı. Değer verdiğim iki kadını da kaybetmek istemiyordum.

"Ha ha ve ha, sakin ol şampiyon. Merak etme eve gideceksin ancak, bende geleceğim. "

Ne? Onu eve götüremezdim Ebru beni kesin öldürürdü. "Peki ya ben seni götürmek istemezsem?"

Koyu gözlerinin içinden ateş fışkırdı, yüzüme yaklaştı.

"Başka şansın yok aylak, eğer sen beni götürmek istemezsen olacaklardan ben sorumlu değilim" dedikleri umrumda değildi, ben sadece Eflal için endişeleniyordum.

(...) 

*Eflal'in Anlatımıyla*

Ebru'ya bir şey anlatmadım, sordu neler olduğunu sordu cevap vermedim, Aras için endişeleniyordum ne olacaktı? Evden tedirgin çıkmıştı ya eve gelemezse? Korktum Aras için korktum, söyledikleri umrumda değildi istediği kadar canımı acıtsın, istediği kadar kalbime kurşun vursun umrumda değildi, ben Aras'ın söylediklerine değil bana olan bakışına, gözlerin de ki sevgiye güvenmiştim. Peki o?

Aras bana güvenmiş miydi? Ona olan bakışım da ki güveni görebilmiş miydi? Yoksa kör olmuş bir saflıktan ibaret miydi her şey? Ebru'nun telefonuna mesaj gelmesiyle ikimiz de tüm dikkatini telefona verdik,

-Geliyoruz.

Yazmıştı Aras, tek başına gelmediği belli ama kiminle geliyordu ya da kimlerle?

Ebru bana baktı ona bir şey anlatmam gerektiğini anladım. "Aras'la biraz konuştuk bende aramız iyiyken ona mesajlardan bahsettim, mesajları görünce evden çıktı. " Ebru sinirlenmiş gibiydi. Ağzımı açıp tek kelime edecektim ki;

"Sakın bir şey söyleme Eflal, bunu daha önce söylemen gerekirdi, Aras'a engel olabilirdik. " Üzüldüm, Ebru ilk defa bana bu kadar sert çıkışmıştı. Haklıydı ne dese haklıydı bir şey diyemedim, sustum sessizliğimi korudum Ebru bana baktı ben de ona baktım. "Özür dilerim." Ebru hareket etmeden bana bakmaya devam etti, sustu o da sustu bana arkasını dönmesini istemedim, ondan başka kimsem yoktu fakat bunu ona söylersem bana acırdı, kimsenin bana acımasını istemiyordum bu kişi en yakın arkadaşım olsa bile, dolan gözlerim taşmasın diye başımı yukarı kaldırdım. "Sorun yok, belki de bazı şeyleri kaderine bırakmak lazımdır?" Kulağıma gelen sesle Ebru'ya baktım, gülümsedim, ayağa kalkıp ona sarıldım bir yandan kokusunu içime çekiyor bir yandan da sessizce ağlıyordum, daha sıkı sarıldım beni bırakmasın istedim, ancak unuttuğum bir şey vardı;

Benim dualarım kabul olmazdı, yine de ümidimi kesmezdim, ve şimdi tekrar dua ediyorum;

'Tanrı'm sana yalvarırım beni Aras ve Ebru'dan ayırma onlarsız hayat, hayat değil cehennem olur' duamı tabi ki içimden etmiştim.

(...) 

Aras eve geldiğinde yanında hafif buğday teni, en az 1.80 olan boyu ve simsiyah geceyi andıran saçlı biri vardı, gözleri biraz çekik, yüzünde özellikle burun çevresinde çilleri vardı bu onu sevimli yapıyordu ama o soğuk bakışları Ebru'yu korkutmuştu. Ben öyle tiplere alışıktım sokakta kaldığım zamanlar bunlardan binlerce görüyordum, içeri geçtiğimiz de Aras, Ebru'ya 'sakin ol' bakışı yapıyordu ardından bana baktı ve konuyu değiştirmem gerektiğini anladım. "Eee kimsin sen?" Çocuk bana baktı bu davranışıma şaşırmış olamazdı değil mi?

Aras, Ebru ile bir şey konuşmak için balkona çıkmıştı, ve beni salonda hiç tanımadığım biriyle karşı karşıya bırakmıştı.

"Doğukan Güven" uzattığı eline baktım, çok samimi görünse de ben onun kadar insan canlısı değildim ama yine de uzattığı elini sıktım, "Sadece, Eflal" baktı sadece baktı, bir şey söylemedi o sustukça ben de sustum ellerimiz hâlâ birbirine temas ediyordu, bu durumdan rahatsız olmadım, bilmiyorum belki de olamadım. Doğukan'a güvenme isteği oluştu içimde, onu tanıyor muydum?

Hayır.

Ama ona aşık olmuş gibi bakmaktan da kendimi alamadım. Gözlerimize odaklandık o bana ne kadar soğuk baksa da ben ona gülümsedim, adım sesleri gelince hemen elimi çektim yanlış anlayabilirlerdi.

Aras az önce oturduğu yere oturmak yerine benim yanıma oturmuştu bu durumu garipsedim. Oturduktan bir kaç dakika sonra Aras'ın bacağının benim bacağıma değdiğini hissettim çok farklı bir ten yapısı olduğunu anlayabilecek kadar yakındık. Hani temas sevmiyordu bu çocuk?

Aras'a soran gözlerle baktım gözlerimle Doğukan'ı işaret ettim ve ne yapması gerektiğini anlamış gibi duruşunu düzelti,

"Doğukan arkadaşımız artık neden benimle eve gelmek istediğini açıklayabilir mi? Zahmet olmazsa tabii!" Ebru'ya baktığımda gülmemek için kendini zor tuttuğunu gördüm bende o durumdaydım çünkü Aras cümlesini alay üzerine kurmuş gibiydi, Doğukan da oturuşunu dikleştirdi,

"Öncelikle buraya neden geldiğim seni değil Eflal'i ilgilendiriyor, zahmet olmazsa yalnız konuşabileceğimiz bir yer varmı?" zahmet olmazsa kısmını bastırarak söylemişti, Aras ve Ebru benim adımı duyunca Ebru hemen savunmaya geçti,

"Neden? Seninle ne konuşabilir ki? Adını nereden öğrendin? Ayrıca Eflal'e ne söylersen bize söyleceği için burada da söyleyebilirsin de-" Ebru art arda soruları sıralarken ben yorulmuştum, ama haklıydı benimle ne konuşacaktı ki?

"Sorularını cevaplayacağım ama önce Eflal'e anlatmam gerekenler var, müsait bir oda varmı?" Doğukan benimle ne konuşabilir ki? Hayır yani kayıp bir kardeşim var da benim mi haberim yok.

"Pekâla siz burada konuşun biz de mutfakta bekleyelim değil mi Ebru?" Ebru kafasını hayır anlamında sallayacaktı ki Aras ona uyarırcasına baktı, onlar odadan çıktıklarında Doğukan yanıma oturdu rahatsız olmamam için bana temas etmiyordu, derin bir nefes alıp konuşmaya başladı,

"Eflal, şimdi okuyacakların senin hayatında neler değiştireceğini tahmin edebiliyorum, ama bunları hatırlamak zorundasın. " Hayatımda birşeylerin değişeceği kadar önemli bir konuşma...

Ama nasıl? Ben Doğukan'ı ilk defa gördüğüme yemin edebilirim. Cebinden bir kağıt parçası çıkardı,

"Bunları sesli okur musun?" Elinde ki kağıdı bana uzattı tereddütle elinde ki kağıdı aldım,

*15 Nisan Cuma 2007*

Merhaba Mars'ım

Ben Doğukan yani senin deyiminle, 'Gece' neden böyle dediğini hâlâ bilmiyorum, komik değil mi?

Bugün sana, senin çok istediğin kar küresini aldım parayı nereden buldun diye sorma buldum işte, en büyük hayalimdi, seni mutlu etmek ve bu hayalimi gerçekleştirdim. Bundan başka hayalim yoktu ta ki bundan iki yıl öncesine kadar.

Beni bırakıp gideli iki yıl oldu Kızıl'ım.

Hiç mi özlemedin beni?

Her gece camdan bakıyorum belki sende bakarsın da göklerde buluşuruz diye.

Bir kere bile karşılaşmadık, seni çok özledim n'olur gel artık, sen beni bırakıp gidemezsin. Bizim bizden başka kimsemiz yok. Yalvarırım gel artık, söz vermiştin, her hafta sonu geleceğim demiştin bir kere bile gelmedin.

Geceleri hep ağlıyorum belki gelirsin diye ama gelmedin, benim çığlıklarımı senden başka kimse duymaz, hissetmezdi, artık sende yoksun kim duyacak benim bu sessiz çığlıkları mı?

 

*18 Haziran Perşembe 2007*

Selam Kızıl,

Bugün yurttan kaçmaya çalıştım belki izini bulurum diye ama olmadı, yapamadım, duvarlara tırmanamadım.

Çok düştüm, dizlerim, kollarım çok acıdı sen gelmezsen daha çok acıyacak. Ümidimi asla kesmedim her gün kendi kendime diyorum ki, 'Benim gezegenim bu gün gelecek' ama o gün hiç gelmedi, şuan ne yapıyorsun mesela?

Beni düşünüyor musun?

Bizi düşünüyor musun?

Sensiz ne olacağı mı?

Hiç mi umrunda değilim?

Sana mektup göndermiştim iki ay önce, görevli bana iletildiğini söyledi ama sen cevap yazmamışsın, çok üzüldüm. Peki sen? Sen hiç üzülüyor musun?

Üzülme.

Hep mutlu ol Mars, senin acılarını da ben yaşayayım ama sen hiç üzülme, dayanamazsın.

 

*7 Aralık Pazar 2010*

Merhaba güzelim,

Uzun zamandır yazmıyordum, artık umudumu kaybediyorum Kızıl'ım, beş yıl oldu. Aramadın bile ben yurttan kaçtım bir süredir seni arıyorum, biraz da sen yardım etsen? Belki sana daha kolay ulaşırım çok özledim, çok....

Diyeceğim bir şey kalmadı, sayfalarca 'seni çok özledim Mars' yazabilirim ama başka bir şey yazamam kalem o kelimeleri yazmaya alışır ve başka bir şey yazmakta zorlanır, bende öyleyim, sana alıştım ama sen yoksun.

Biliyor musun? Bugün benim doğum günüm.

Beş yıldır doğum günü kutlamıyorum, çünkü ben beş yıl önce öldüm.

Seninle birlikte bende gittim, hayata sırtımı çevirdim, dayak yedim umursamadım, hissetmedim.

Başım ağrıdı umursamadım, hissetmedim.

Kalbim ağrıdı umursamadım, hissedemedim.

Sana ne desem az kalır, ama ne olursa olsun senden asla vazgeçmeyeceğim.

İyi geceler Kızıl'ım...

(...)

Ve bunun gibi birçok mektup daha...

Sayfalarda ki her kelime ağzımın açık kalmasına neden oldu, Doğukan gözlerini yere dikmiş, bir kere bile kırpmamıştı. Biraz hafızamı zorlayıp geçmişi taradım...

*28 Ekim Perşembe 2004*

*Yazar Anlatımıyla*

"Doğukan! Pist! Uyudun mu?"

Klasik yağmur, gök gürültüsünden korkup erkekler yatak hanesine girmişti küçük kız, arkadaşına ne kadar seslensede de uyanmamıştı çocuk, en sonunda dayanamayıp çocuğun yanına gitmek zorunda kalmıştı.

Çocuk yatağına gelen kıpırdanmaya uyanmıştı, karşısında ağlayan arkadaşını görünce meraklanmış, korkmuştu.

"Kızıl'ım n'oldu sana? İyi misin?" Çocuk arka arkaya iki soru sıralarken gözleri dolu olan kız çocuğu daha fazla dayanamadı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı,

"Doğukan. Korkuyorum, yanına yatabilir miyim?" Küçük kızın çağresizliği ağabeyi gibi gördüğü ondan yedi yaş büyük arkadaşını duygulandırdı, "Tabii ki güzelim, gel" dedi Doğukan, küçük kıza...

*Eflal'in Anlatımıyla*

Yaşadığım şokla yerle bir oldum, Doğukan'ı eskisi gibi hayatıma alacağımdan emin değildim, yüzümü Doğukan'a çevirdiğimde onun da bana baktığını gördüm, benden bir cevap bekliyordu, peki ne diyeceğim şimdi?

Ağzımı açıp tek kelime edecek durumda değildim şaşırmıştım aradan on bir sene geçmiş hiç birşey olmamış gibi onunla hayatıma devam edemem, Doğukan'ı değil kendimi kandırmış olurum. Cesaretimi topladım, duruşumu dikleştirdim.

"Bunlar... Gerçek mi? Yani bunca sene sen beni mi aradın?" sorabileceğim daha çok soru vardı, yazılanlardan belli ki çok güçlü bir bağımız varmış.

"Evet Mars bunlar gerçek, bunca sene seni aradım ve buldum" Beni bulduğu için yüzünde başarmışlık yoktu, özlem vardı o ay gibi yüzünde. Tam soru soracaktım ki,

"Ben gideyim numaramı Aras'tan alırsın, mektupları ve geçmişimizi düşün, görüşürüz." Hayır hayır gitmesine izin veremezdim bir şeyler yapmam gerekiyordu ama ne yapacağım kahretsin! Ani gelen heyecanla Doğukan'ın kolunu tuttum ve ona sarıldım bilimsel olarak o da bana sarıldı, ben yüzümü Doğukan'ın boynuna gömmüş ağlıyordum neden bilmiyorum ama bana geçmişimden birşeyler hatırlatıyordu, biz salonun ortasında birbirimize sarılırken içeri Aras girdi. Adım seslerinden anlamıştım geldiğini ama yine de duymazdan gelmiştim, arkasından Ebru bir yandan Aras'ın kolunu tutuyor bir yandan da gidelim gibisinden birşeyler söylüyordu. Aras kolunu Ebru'nun elinden kurtarıp Doğukan'ın yanına gelmişti biz çoktan sarılmayı bırakmıştık ama kendimi hâlâ Doğukan'ın kollarında hissediyordum çok garip bir his...

Ebru beni kolumdan tutup yanına çekti ve kulağıma,

"Aras çok sinirli sizi öyle görünce patladı, lütfen araya girip birşey söyleme" Aras neden sinirliydi ki? Ebru'nun yüzüne bakıp, "Yoksa siz bizimi dinliyor-" lafım yarıda kalmıştı çünkü Aras çoktan ilk yumruğu geçirmişti bile, o kadar sert vurmuştu ki Doğukan'ın kaşı patlamıştı, olaya dahil olacaktım ki Ebru beni kolumdan tuttu, "Sakın düşündüğüm şeyi yapma" yapacaktım Gece'min zarar görmesine izin veremezdim. Araya girecektim ama Doğukan çoktan yumruğunu sermişti, korkup geriye gittiğimde Ebru'ya baktım ikimizde korkuyorduk çünkü karşımızda birbirine öldürmek üzere olan iki kişi vardı ve onlardan biri katil biri de benim Gece'm.

Loading...
0%