Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.1 Kaybedilen Hayatların Gölgesinde

@zenydaily

"Artık kendi kendimin hayaletinden başka bir şey değilim."

Mavi Tilki /Ferenc Herczeg

Aras Elliot Luther

Hayat çok garipti. Hayaller kurduğum insanlara elimi uzatsam tutacakmışım gibi gelirdi ama tutamazdım.

Onlar uzanamayacağım kadar uzakta acı çekeceğim kadar yakınımda olurlardı.

Eskiden yaşadığım eve şimdi giremiyordum. Sadece pencereden dışarıya yansıyan görüntülerini izliyor ve iç çekmekten başka bir şey yapamıyordum.

Gecenin en sessiz saatlerinde tekrar tekrar o anları yaşar ve neden böyle olduğunu sorgulardım. Göğüs kafesimin içinde atan kalp acı verici bir sızlamayla sızlardı. Acı ilk önce göğsümü sarmalar ve nefesimi keserdi. Sonra bedenimi zehirli sarmaşık gibi kaplar ve en sonunda beynime ulaşarak aklımı yitirmeme neden olurdu.

"Ölü birini izlerken kayıpları hatırlamak çok garip."

"Ne?" Ahu kahverengi gözlerini açmış bir mezar taşına bir bana bakıyordu. Onun için sıradan bir mezar taşıydı. Benim içinse... Koca bir geçmişin geriye kalan son izleriydi.

Tek dizimin üstüne çöküp elimde ki çiçek buketini taşın hemen önüne koydum. Başımı yana çevirip Ahu'ya baktım. "Onlar ölü oldukları için kayıp ettiler. Peki ya bizim kayıplarımızın nedeni ne? Ölü değiliz ama çok şey kaybettik, Ahu." Dediklerimin üstüne sessizce başını salladı.

"Nedenler ve sonuçlar. Bir şekilde kayıp ettik. Kaybımıza göre ya nefretle yaşamak ya da özlemle yaşamaktan başka çaremiz yok." Sessizce önüme döndüm ve mezar taşına baktım.

"Black Ferguson" yazısı göğsümde, kalbimin hemen üzerinde izi kalmış olan yaranın tekrar kanamasına neden oluyordu. Black karanlık sulara gömülmesine rağmen yönünü bir yıldızla bulmuştu. Yolun doğru olduğuna inanmış ve sonuna kadar sorun çıkmayacağını düşünmüştü. Fakat hesaba katmayı unuttuğu bir şey vardı. Bir tek masallar mutlu sonla biterdi...

Histerik bir şekilde güldüm. Özlemek... Keşke sadece özleseydim de her gece sızlıyan kalbim ile sürekli aynı döngüyü yaşatan mantığıma söz geçirebilseydim.

Ellerimi dizlerime sürterek ayağa kalktım. "Hadi, geç kalıyoruz."

Mezardan ayrıldığım sırada Ahu yanıma geldi. Binlerce soru sormak istediğinin farkındaydım. Derin bir nefes verdim ve yan gözlerle Ahu'ya baktım.

"Sor."

Ciddi olup olmadığımı anlamak istercesine yüzüme baktı. "Gerçekten mi?" Gözlerimi devirdim.

"Sana yalan borcum olduğunu hatırlamıyorum."

Bir anlık dudakları istediğini almış küçük çocuk gibi yukarı kıvrıldı. Hemen sonrasında ciddi ifadesini takınıp bana baktı.

"Black Ferguson kim?" Selam ben aslında yaşayan zombiyim desem ne derdi acaba? Tepkisini merak etsem de böyle bir şey diyemezdim. Black olayını bir Katliam ekibi bir de Aslı biliyordu. Kardeşime ölmediğimi söylemeyi denemiştim ama anlaşılan Direnç Direktörleri'yle sır paylaşma konusunda aynı fikirde değildik. Sırtımdaki izi kalmış yanıkların acısını hatırlayınca ister istemez yüzümü buruşturdum.

"Aras?"

Ahu'ya cevap vermem gerektiğini hatırlayınca omuz silktim. "Eski bir arkadaşımdı. Aynı ortaokuldaydık." İçimden söylediklerime kahkaha atmak isteği gelsede gülüşümü bastırdım. Kendimden biraz daha farklı kişi gibi bahsedersem çift kişilik bozukluğu yaşamaya başlayacaktım.

Ahu anladığını belli edercesine başını salladı. "Allah rahmet eylesin."

Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Aradan geçen bir kaç saniyenin ardından neden öyle baktığımı anladı ve ne söylediğini fark etti.

"Az önce ben bir hristiyana 'Allah rahmet eylesin,' dedim değil mi?" Başımla onu onayladığımda gözlerini devirdi. Eliyle havada bir şeyi kovalamak ister gibi sağ sola salladı ve hızla yürüme başladı.

"Of! Siz hristiyanlar ne diyorsanız ondan işte." Onu daha fazla kızdırmak ve utandırmamak için gülüşümü bastırdım.

Mezarlığın siyah demir kapılarından çıkıp otoparka gittiğimizde Atlas ve Aslı derin sohbetlerinden geldiğimizi fark etmemişlerdi.

"Daha üç gün önce benden nefret ettiğini haykırıyordun?Amerika'ya gelince bana olan aşkın mı kabardı?" Aslı köşeye sıkışmış kedi misali bir kaçış yolu aradı. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi rahat bir tavır takınarak arabaya yaslandı. "Sende benden nefret ettiğini söylüyorsun. Fakat söylediklerimi unutmamışsın. En azından benimki Amerika'ya gelince kabardı. Sen beni her gördüğünde ağzının suyu akıyor." Başını yana yatırdı. Soluk yeşil gözleri ima doluydu. "Aşıksan söyle bilelim aslanım. Ne bu kötü çocuk tavırları?" Atlas renkten renge girerken kaşlarını çattı. Tam cevap vereceği sırada sohbetlerini daha fazla dinlemeye dayanamayacağımı anlayıp hafiften öksürdüm.

İkisi de geldiğimizi anlayıp eş zamanlı bize baktılar. Atlas, şaşkınlık içinde kendini bana açıklamaya çalıştı. "Sohbet hiç sandığınız gibi değildi." Onun açıklamalarını duymazdan gelip Aslı'ya baktım.

"Ağzının suyu akmak derken?"

Aslı rahat tavrını bozmadan omuz silkti. İşaret parmağıyla Atlas'ı gösterdi.

"Bu arkadaş benden nefret ettiğini söylüyor ama her seferinde ağzının suyunu akıtırken yakalıyorum."

Atlas sessizce küfür savurdu. "Ağzımın suyunu akıtmıyor-" Ona baktığımı gördü ve yapması gerekeni yaparak sustu. "Ahu sen abinle git. Biz arkanızdan geleceğiz." Ahu elini alnına koydu ve hazır ola geçti. "Emredersiniz komutanım." Gözlerimi devirdim. Mezarlığa Atlas, Aslı ve Ahu üçlüsüyle gelmektense Barlas ve Deniz'in kavgaları eşliğinde gelmeye katlanabileceğimi düşünüyordum ama ne yazık ki kararım için çok geçti.

Ahu dediğimi yapıp abisinin koluna girdi ve ilerdeki Mercedes c200 modeli arabaya gittiler. Bizi duyamayacakları kadar uzaklaştıklarında Aslı'ya baktım.

"Biz seninle ne anlaşmıştık?" Derin nefes verip gözlerini devirdi.

"Her şey normale dönene kadar flört yapmayacağımı, yaparsam telefonumu hackleyip tüm ifşalarımı magazine yayacağını söyledin." Tek kaşımı kaldırdım.

"Sen ne yaptın?" Küçük cocuklar gibi ellerini göğsünde topladı. "Her şey normale döndü, Bl-" Söyleyeceğini tamamlamaya izin vermeden ağzını kapattım. Atlas'ların bizi duymadığına emin olmak için onlara baktığımda çoktan arabaya bindiklerini gördüm.

"Birincisi Amerika'ya döndüğümüz her şeyin normale döndüğü anlamına gelmiyor. Biz sadece görev için buradayız. İkincisi Karen ve Black öldü. Kabullen artık Aslı." Elimi ağzından çekti. Az önceki rahat tavrı silinmiş öfkeyle bana bakıyordu.

"Bu oyundan çok sıkıldım. Ben Aslı olmak istemiyorum. Karen olmak istiyorum. Savaş Felix'in şımarık kardeşi, Alina Aster'in..." İsmini duymamla beraber kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başlamıştı. Özlem zehirli sarmaşık misali bedenimi kapladı. Gözlerimi kapattığımda omuzlarına dökülen güneş gibi parlayan saçları, gökyüzünü taşıyan mavi gözleri ve gülünce ortaya çıkan gamzesi resmedildi.

Yutkunmak istedim ama boğazıma bir yumru oturmuştu ve isteğime karşı çıkmıştı. Kendime gelmek için yanağımı ısırdım, acımı acıyla geçiştirmeye çalıştım. Fakat başarısızlıkla sonuçlandı. Ona olan özlemim, kayıp etmenin acısı her acıdan üstündü. Gözlerimi açtım. Yüzümü nötr tutmaya çalışarak Aslı'ya baktım.

"Her zaman desteklediği küçük kızı olmak istiyorum." Baş parmağımla işaret parmağımın arasına burnumu sıkıştırarak hafiften sıktım. "Benim için kolay mı sanıyorsun? Daha doğmamış çocuğumla karımı geride bırakıp yeni hayat kurmayı ben istemedim, Karen. İkimizi de buna zorladılar." Özellikle gerçek ismini kullanmıştım. Çünkü anlamasını istiyordum. Geçmiş hayatlarımız bitmişti artık.

"Bizi serbest bıraktılarında gidebilirdik ama sen özellikle kalmayı seçtin, Black." Suçlayıcı bakışlarını görmezden geldim. "Bunu da konuştuk Karen. Korkusuzlar Örgütü bir şeyler planlıyor ve sonucu ne olursa olsun Alina'yı da etkileyecek. Onu bile bile tehlikeye atamam."

Sonunda teslim olmuş gibi omuzlarını düşürdü. Yeşil gözlerini kaçırdı. "Ben Karen olmayı özledim." Abi merhametiyle elimi omzuna koydum. Yeşil gözleri tekrar bana döndüğünde anlayışla gülümsedim.

"Bir gün tekrar Karen olacaksın Aslı ama az daha dayanmalısın."

İçini çekerek arabaya gitti. Onu takip ederek sürücü koltuğu tarafına gittim ve arabaya bindim. Emniyet kemerini takarken Aslı gözlerini kapattı ve derin bir nefes verdi. Gözlerini açtığında bana baktı. Yüzündeki kendinden emin ifadeyle "Her şeyi yoluna koyma zamanı," dedi.

Hayatımız bir denge üzerine kuruluydu. Hayat bize verdikçe bizden bir parça koparırdı. Çünkü herkes kazandıkça kaybederdi. Önemli olan kazandıkça kaybetmemiz değildi. Kazandıklarımızın kaybettiklerimizden daha değerli olmasıydı.

Hayatımı kaybetmiş ve karşılığında Asteria'nın hayatını korumayı kazanmıştım. Bundan memnun muydum? Fazlasıyla. Bin hayatım olsa yine ona feda ederdim. Karanlığıma renk katan kadın için her dakikamı feda etmeye hazırdım.

Tenime değen soğuk rüzgar hayatta olduğumun kanıtıydı. Hissediyor ve yaşıyordum. Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere dönüşüyordu. Başımı kaldırıp şehrin ışıklarıyla karanlığa gömülmüş gökyüzüne baktım. İşte sırf bu yüzden bile insanlara öfke duyabilirdim. Gökyüzü gibi mükemmel bir yerin yıldızlarını çalarak karanlığa boğdular ve onu ebedi yalnızlığa mahkûm ettiler.

Mezarlığa gidişimizin ardından Ahu, Atlas ve Aslı'yı göreve hazırlanmaları için otele bırakmıştık. Hemen ardından Deniz, Barlas ve Uraz ile buluşma alanı olan Palisades İnterstate Park'ına gelmiştik. Özellikle burayı seçmiştim. Çünkü sessiz ve gözden uzaktı.

"Biz niye sürekli birilerini bekliyoruz?" Deniz'in küçük isyanıyla beraber başımı ona çevirdim. Arabaya yaslanmış olan Barlas yere eğildi ve eline küçük bir taş aldı. "Gerizekalı, otel odasında geç kaldık diye elimizi ayağımızı dolayan da sendin," dedi. Elinde biraz sektirdikten sonra Deniz'in kafasına fırlattı. Deniz taşı fark ederek son anda geri çekildiğinde taş Uraz'ın kafasına denk geldi.

"Elinizin ayarını seveyim." Uraz taşın değdiği yeri ovalarken Barlas'a isyan etmeyi unutmadı. Deniz ayıplayan bakışlarla Barlas'a baktı. "Oldu mu bu şimdi yaptığın? Eşek kadar adamsın yakışıyor mu böyle hareketler?"

Her ne kadar sonraki gerçekleşen olayları tahmin etsem de sessizce izlemeye devam ettim. Beş yılda öğrendiğim en büyük şey, asla Barlas ile Deniz'in arasına girmemekti. Yoksa yanan siz olurdunuz.

Barlas öfkeyle Deniz'in üstüne yürümeye başladığında araya Atlas girdi. Barlas ne tarafa adım atıyorsa Atlas'ta o tarafa adım atarak Barlas'ın önünü kapatıyordu. "Sana göstereceğim eşek kadar adamı!" Deniz arsızca gülümserken cık cıkladı. "Bak hem suçlu hem güçlü." Başını iki yana salladı. "Gençlik ölmüş, gençlik bitmiş." Ve Barlas'ın öfkesi bir yanardağ gibi patladı. Atlas'ı kenara itip Deniz'in üstüne yürüdü. Deniz son anda atak yaparak Uraz'ın arkasına saklandı.

Kolumdaki saate baktığımda devreye girmem gerektiğinin farkındaydım. Bıkkınlıkla derin nefes verdim. Uraz bana bakıp ne yapacağımı anladığında beni başıyla onayladı. Yolcu koltuğunun kapısını açıp torpido bölümden elektroşoku aldım. Yapacağım işin her dakikasından zevk duyarak Barlas'a yaklaştım. Aramızdaki mesafeyi kapatıktan sonra elektroşoku boynuna bastırdım.

Yüzü ilk önce kırmızınım farklı tonlarına büründü. Elektriğin etkisiyle vücudu kaskatı kesildi. Kısa bir süre içinde bilincini kaybedip kendini bıraktığında elektroşoku Uraz'a atıp onu omuzlarının altından tutarak yere düşmesini engelledim. Uraz yüzünde ufak ama sinsi bir tebessümle Deniz'e döndü.

Başına geleceklerinin farkına varan Deniz bir kaç adım geriye çıktı. Kahverengi gözleri kocaman açıldığında kaşları yer çekimini unutup alnına çıkmıştı.

"Sakın." Uraz üstüne yürüdüğünde geri adım atmaya devam etti. "Onu benim üstümde denemeyeceksin değil mi? Uraz kıyamazsın bana." Uraz'ın her ne kadar sırtı bana dönük olsa da yüzünün aldığı şekli tahmin edebiliyordum. Ufak gülümsemesi tehlikeli bir şekilde büyümüştü. "Kıyar mıyım?" Omuz silkti. "Kafama yediğim taşın hesabını birisi vermeli ama değil mi, Ege Deniz'i?"

Deniz yutkunarak arkasını döndü ve kaçmaya çalıştı. Deniz'e bol şanslar dileyip onları kendi halinde bıraktım.

Baygın yatan Barlas'ı arabaya sürükleyip arka koltuğa yatırdım. İşim bittiğinde Uraz Deniz'le olan işini bitirmiş onu diğer arabaya sürüklüyordu. "Kovalamaca kısa sürmüş anlaşılan." Dediğime tebessüm etti. "İkisininde çocuktan farkı yok." Ona hak vererek başımı salladım. Arabada baygın yatan Barlas'a baktım. "Bazılarımız çocukluğunu yaşayamayınca onu öldürmeye kıyamıyor." Uraz, Deniz'i arka koltuğa yatırıp kapıyı kapattı. "Hiç yaşayamayan birini öldüremezsin, Aras." Cevap vermek yerine sessiz kalıp başımı yere eğdim ve ayağımın altındaki taşlarla oynamaya başladım.

Çocukluğumu düşündüm. Her bir saniyesi zihnimde tekrar canlanırken iliklerime kadar üşüdüğümü fark ettim. Beni üşüten soğuk hava değildi. Sonuçta mükemmel deneğin üşümeye bile hakkı yoktu. Beni, babamın soğuk ve acımasız davranması üşütüyordu. Küçük bir çocuğun tek derdi oyuncak olmalıyken; "Kız kardeşi mi bugünde koruyabilir miyim?" Derdi olması üşütüyordu.

Göğsümde hissettiğim sıkışma ve hızlaşan nefes alışverişlerim yeni bir astım krizinin habercisiydi. Hızla cebimden bronkodilatörü çıkardım. İnhaleri ağzıma götürerek içime çektim. Elimi arabaya yasladığımda gözlerimi kapatıp derin nefesler almaya çalıştım. İlaç hızla etkisini göstererek kasılan kaslarımın rahatlamasına neden oldu.

Onları düşünmek bile kötüleşmeme neden olurken küçük Black'i ayakta tutan kız kardeşini koruma düşüncesiydi.

"Aras." Uraz'ın seslenişiyle başımı kaldırıp gözlerimi açtım. Bana endişeyle bakıyor sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yüzüme sahte ama eğrerti durmayan bir gülümseme yerleştirdim. Gülümse Aras, onların en kötü anını düşünmesine izin verme.

"Efendim?" Sesimdeki umursamazlık, yüzümdeki gülümseme sorun olmadığını söylüyordu ama sorun vardı. Sorun hep vardı.

Tek kaşını kaldırıp bana baktığında gülümsemeye devam ettim. En sonunda pes edip bize doğru gelen araca baktı. İkimizde arabanın arka kısımlarında yan yana geldik. Konuğumuzun aracıyla karşı karşıya kaldık. Arabasını durdurdu ve içinden çıktı. Kalçamı arabanın garaj kısmına yasladım ve elimi bagajın üst kısmına yerleştirdim. Uraz rahat tavrıma onaylamayarak baktı. Ona göre görev anında her an diken üzerinde olmalıydık. Çünkü her bir dikkatsizliğimiz bir cana bedel olabilirdi.

Kınayan bakışları umursamayarak gelene baktım. Arabanın ışığının izin verdiği kadarıyla onu inceledim. Uzun boyluydu. Ten rengi ne çok siyah ne çok beyazdı. Yeşil gözleri, keskin kadınsı yüz hatları vardı. Kumral saçları beline dalganarak iniyordu. Güzel miydi? Eh işte ama bir Alina Aster'in güzelliğini taşıyamazdı.

Yanımda olmadan bile beni alt üst ettiğini fark ettiğimde onu düşünmeyi bıraktım. En azından denedim ve ana odaklanmaya çalıştım.

"Beyler..." Yeşil gözleri ikimizin arasında mekik dokuduğunda bakışlarından rahatsız ediciydi. Buna rağmen ona dik dik ve duygusuz bakmaya devam ettim. Tek kaşını havaya kaldırdı.

"Yedi kişi olduğunuzu sanıyordum?"

"Bizde sizin yedi kişi olduğunuzu sanıyorduk." Uraz kadına karşı her zamanki maskesini takmıştı. Soğuk ve mesafeli. Kadının kiraz pembesi dudakları yukarı kıvrıldı. "Adamlarım daha çok kırmalı, vurmalı işlerle ilgilenir." Sesindeki kararlılık kişiliğini gösteriyordu.

"Sorularımın cevapsız kalmasını sevmem." Omuz silkti. "Konuşkanlığımla bilindiğimi söyleyemem." Kadın cevap verecekken onu "Birbirinize laf yetiştireceğinize asıl konuya dönelim," diyerek susturdum. Yeşil gözleri bana döndü ve tek kaşını kaldırdı.

"İşkoliklerle çalışmamıştım daha önce." Yüzümdeki düz ifadeyi korudum. "Gevezelerle neden çalışmadığımın kanıtısın." Gözlerini kısıp başını yana eğdi. "Fazla ön yargılısın."

"Fazla gevezesin." Oyun oynamak istiyordu ama atladığı bir nokta vardı. Her şeyini kaybedenle oynarsan oyunu kaybederdin. Sessizlik geceyi bir örtü gibi kapladığında Uraz'ın sahte öksürükleriyle bölündü. İkimizde ona baktık.

"Artık görevin detaylarını konuşsak?" Kadın derin nefes vererek kalçasını arabanın önüne yasladı. Ellerini göğsünde toplayıp sağ ayağını sol ayağının önüne koydu. "Ben Catherine Hunter. Olimpos operasyonunda size eşlik edecek olan FBI ajanıyım."

"Uraz Karan," başıyla beni işaret etti. "Aras Elliot Luther. Olimpos operasyonunu yönetecek olan ajanlarız." Catherine'nin dudakları yukarı kıvrıldı. Ellerini iki yana açtı. "Pekâlâ Ajan Uraz Karan, bize planını anlat." Uraz göz devirmemek için kendini zor tutuyordu. Kadından kesinlikle hoşlanmamıştı. Hoş, benimde ondan aşağı kalır yanım yoktu.

"Kaynaklarımıza göre yer altında, Metis ismiyle bilinen Emily Wynne bu akşam balo düzenleyecek." Catherine, Uraz'ın lafını kesti. " Ve şansa bakın ki Dainty, Ferguson'larda orada olacak." Uraz, Catherine kibirli bir bakış attı. "Lafımı kesmezsen sevinirim." Catherine elini ağzına götürdü ve hayali bir fermuar çektiğinde Uraz gözlerini devirmekten geri durmadı.

Catherine'nin gözlerinin içine bakarken konuşmaya devam etti. "Catherine dediği gibi yer altının lider aileleri de orada olacak." Uraz bana baktığında omuz silktim. Benim için sorun yoktu. Ne de olsa sevgili babam ölü evladını reddetmişti. "Ve biz bu gece oraya sızarak güvenlerini kazanacağız." Catherine gülümsemesi sinsi bir hâl aldı. "Hadi o zaman ne duruyoruz?"

...

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?

Oy ve yorum yapmayı unutmayın. ;)

 

Loading...
0%