Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1.2 Bölüm Karanlığın Kıyısında

@zenydaily

"Bi' sabah uyandım, yoktun, arandım

Yoktun, insanları bulamıyorum, zaten uyanıktım

Artık hiç istemiyorum

Bi' sabah uyandım, yoktun, arandım"

Ne Farkeder/ Yüzyüzeyken Konuşuruz

Her aydınlığın ardında bir karanlık yatardı. Tıpkı, güneşin karanlıkta tek başına kalması gibi.

Yüzüme yapıştırdığım maskelerle kalabalık bir şehirde kendime bile yabancılaşmıştım.

Attığım adımlar, söylediğim sözler, yaptığım hareketler kaybettiğim geçmişimden uzaklaşmama ve kendi sonumu getirmeme neden oluyordu. Geçmişimiz geleceğimizi şekillendirendi ve bana gelecek hakkı bile tanınmamıştı.

Aynada ki yansıma benimdi. Fakat yansımada gördüğüm mavi gözler denize ya da gökyüzüne ait değildi. İçinde sadece hayaletler vardı, ölen anıların hayaletleri...

Yaşıyor ve nefes alıyordum ama ölen anılarla bende ölmüştüm. Sadece yaşıyordum işte. Hayaletlerle yüzleşmek tüylerimi diken diken etmişti. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim. Kolay olmayacaktı. Daha sabah Aslı'ya dayanmasını söylerken şimdi kendime bile yabancı olmak yalnız ve kimsesiz hissetiriyordu.

Gerçeklerden kaçamayacağımı bilerek gözlerimi açtım. Artık koyu kumral olan saçlarımı rampa şekline getirip sandalyenin üstüne koyduğum koyu mavi kravatı elime aldım. "Catherine'le evlilik işi hiç hoşuma gitmiyor." Gömleğin yakalarını kaldırıp kravatı boynumdan aşağı sallandırdığımda Aslı'ya baktım. Başını iki yana sallayarak bu planı onaylamadığını açıkca belli etti.

Suçluluk hissederek gözlerimi kaçırdım ve ona sırtımı döndüm. Kravatın iki ucunu düzelttip gömleğin yakalarını tekrar eski hale getirdikten sonra planı düşündüm. Düzenlenecek baloya üst düzey devlet görevlisi olarak katılacaktım. Buraya kadar sıkıntı yoktu. Asıl sıkıntı Catherine ile evliymiş gibi davranacak ve masanın silah ticaretiyle ilgilenen Steve Ferguson'la namı değer babam ile başka biriymiş gibi görüşme yapacaktım.

Geniş ucu önden geçirip tekrar yukarı çektim, bu sefer öndeki düğümü oluşturmak için geniş ucu dar ucun altına soktum. Son olarak, geniş ucu aşağı doğru çekip düğümü sıkılaştırdığımda Aslı'nın hâla bana baktığını ve benden cevap beklediğinin farkına varmıştım.

Aynada son kez kendini kontrol ettim. Kravatın düzgünlüğünden ve düğümün sağlamlığından emin olduktan sonra, bıkkınlıkla nefes verip Aslı'ya döndüm. "Tabii canım! Bende bayılıyorum ya beni rededen babamla görüşüp tanımadığım bir kadınla evliymiş gibi davranmaya." Aslı sert çıkışımla beraber yüzünde beliren endişe gözle görülür şekildeydi. "Başka bir yolu yok mu?" diye sordu yavaşça, gözlerini benden kaçırarak.

"Verilen her görev de yeni bir kimliğe sahip olacağız, olmak zorundayız. Başka bir yolu yok." Sesimin soğuk ve kararlı çıkmasına sevinmiştim. İçimdeki fırtınayı ona yansıtırsam afallardı ve Aslı'nın afallaması benim düşmem demekti.

"Çıkmamız gerekiyor." Barlas'ın seslenişiyle sohbeti bitirdik. Aslı endişesiyle beraber gittiğinde odada tek kalmıştım. Arkasından ilerleyip kapıyı kapatarak kilitledim. Omuzlarıma binen yükü dağıtmak ister gibi derin bir nefes verdim.

Koyu mavi valizimin yanına geldiğimde ayaklarımın üstüne çökerek valizi açtım. Oyuncak ayıcığın hemen yanında duran kutuyu elime aldığımda ellerim titriyordu. Değil ona ihanet etmek, öyleymiş gibi davranmak bile canımı acıtıyordu.

Titreyen ellerime inat kutuyu açmayı başardım. Alyansı elime alıp kutuyu valize geri bıraktım. Boşta kalan elimle oyuncak ayıcığı alıp alyans ile yan yana getirdiğimde yüzümde kırık bir tebessüm vardı.

Şu anda burada olmamalıydım. Asteria'nın yanında çocuğumla beraber olmalıydım. Saçma sapan balolara katılmak yerine onlarla akşam sahilde hafif bir akşam yemeği yiyip nefesime nefes katan ikili gökyüzünü izlerken ben onları izlemeliydim.

"Onların iyiliği için buradasın, Aras. Kazanmak için ilk önce kaybetmelisin." Kendi kendime moral vererek oyuncak ayıcığı valize yerleştirip alyansı da kutuya koydum. Kaybolmayacağından emin olarak kutuyu yerine koyup valizi kapattım. Derin bir nefes verip ayağa kalktığımda yatağın üstünde duran çeketi alıp giydim.

Arkadaşlarım, ailem ve bir çok tanıdığım orada olacaktı ama onların tanıdığı Black beş yıl önce son nefesini vererek aralarından ayrılmıştı. Bu gece Aras Elliot hepsiyle yeniden tanışacak ve onlardan habersiz sırtlarına bıçak saplanmaması için elinden geleni yapacaktı.

Kilidi açıp kapının koluna dokundum. Hayatımın yeni bir dönemine girdiğimi bilerek kapıyı açtım ve yeni hayatıma bir adım attım. Benimle eş zamanlı olarak yan odamda olan Barlas'ta koridora çıkmıştı.

Siyah saçlarına özenle şekil vermişti. Saçlarıyla uyumlu siyah bir takım giymiş, ve şık bir görünüm yakalamıştı.

"Hazır mısın?" Soruma cevap vermesini beklerken kahverengi gözlerinin içine baktım. Barlas istediği kadar usta bir yalancı olsada gözleri onu ele veriyordu. Eh, benimde yalanlardan çok doğrular işime geliyordu.

"Ben annemin karnından doğduğumdan beri hazırım. Sen?" Yalan söylüyordu. Hangi insan öfkeyle bakarken hazır hissedebilirdi ki? Tek kaşımı kaldırdım. "Hiç öyle gözükmüyor ama sen bilirsin."

"Yağmur'la biraz atıştık. Önemli bir şey değil." Özel bir konu olduğundan üstüne gitmemeye karar vererek sustum. "Sen?" Sorduğu soruya düşünmeden "Her zaman." diyerek cevap verdim.

Kendime düşünmek için zaman tanımadım. Düşünürsem dibe çekilir göreve odaklanamazdım. Teknik olarak kimsenin göreve odaklanamayan ajan işine gelmeyeceğine göre hazır olup olmadığımı düşünmemek en iyisiydi.

15/10/2018

Yazardan

"Bugün yaşanılan rezilliği senden beklemezdim Alina." Lloyd Dainty'nin kahverengi gözleri yeğenin üstündeydi. "Sen orada sadece kendini temsil etmiyorsun. Ailemizi de temsil ediyorsun," diye devam etti sözlerine.

"Amca Alina sadece kendisini savunmuş." Kahverengi gözlerin yeni hedefi sağında oturan genç adam oldu.

"Dainty kanı taşıyanlar öfkesine yenik düşemez." Sesi net ve kararlıydı. Bakışları tekrar solunda oturan kadına döndü. "Özellikle masaya lider olmaya hazırlananlar." Alina cevap vermedi. Sessizce tabağındaki bezelyeleri çatalıyla yer değiştirmeye devam etti. Öfkeyle onu kınayan amcasının aksine gayet sakindi. Sabah ona kötü niyetle yaklaşan adamı omzundan vurarak güzel bir ders vermişti. Belki arabayı üstüne sürmek biraz aşırıya kaçmış olabilirdi ama dürüst olmak gerekirse eğlenceliydi.

"Önemli ortaklarımızdan birini hastanelik ettin ve cevabın yok mu Alina?" Çaprazında ve Felix'in yanında oturan kadına baktı. Anna Dainty, "aklı başında" amcasının biricik karısı ona hesap soracak son kişiydi. Bu düşünceyle beraber mavi gözleri kadına küçümseyici bir bakış attı.

"Hımm, cevaplar cevaplar..." Tabağında duran etten küçük bir et parçası kesip ağzına attı.

Lokmayı yerken ondan cevap bekleyenlerin yüzüne baktı. Felix olayın uzamaması için ona ikaz dolu bakışlar atıyordu. Fakat Alina umursamadı. Sırtını sandalyeye yasladı. Tabağın yanında duran bardağı zarifçe eline alarak yudumladı. Bardağı masaya indirdiğinde bakışları Anna'ya döndü. "Cevabını alamadığımız bir çok soru var, Anna." Geçmişin tozlarını kaldırmak istemiyordu ama ona çevrilen silahı da görmezden gelemezdi.

Alina'nın sert bakışlarıyla beraber Anna'nın yüzünde fırtınalar kopuyordu. Kaşları çatılmış, dudakları ince bir çizgi haline gelmişti. Gözlerindeki öfke, gözle görülürdü. Parmakları, masanın kenarını beyazlatacak kadar sıkı kavramıştı. Soluğu düzensiz ve derindi, her nefes alışında göğsü hızla inip kalkıyordu.

Öfkesini kontrol etmekte zorlanıyordu. Alina'nın cevabıyla odayı dolduran sessizlik, sadece nefes alışverişi ve kalp atışlarının yankısıyla doluydu. Çenesi kasılmış, dişleri birbirine kenetlenmişti. Elleri titriyor, sinirinden kendini tutamıyordu. Gözlerini, Alina'nın üzerine dikmişti; sanki bir an önce patlamaya hazır bir volkan gibiydi.

Bir an durdu, derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. Ses tonu sert ve keskin, adeta bıçak gibi kesiyordu. Söylediği her kelime, içindeki öfkenin yansımasıydı. "Benimle böyle konuşmaya cüret edemezsin," dedi.

Alina, Anna'nın aksine rahattı. Ona tutulan silahları karşısındakine çevirdiğinde gördüğü öfke ve endişeden zevk alıyordu. Çünkü biliyordu; bir tek kaybedeceğini bilenler silaha karşı kendi savunmaya çalışırdı. "Öğret o zaman."

"Ne demek istiyorsun sen?"

Alina kısa süreliğine kardeşlerine baktı. Yanında oturan Karen merakla olacakları izliyordu. Felix ise patlayacak olan kavganın farkındalığıyla gözlerini deviriyordu.

"Zamanında nasıl büyük annemin seni evden kovmasına rağmen geri geldiysen saygıyı da sen öğretebilirsin, diye düşünüyorum."

"Yeter!" Lloyd olaya artık müdahale ederek Alina'ya cevap verecek olan Anna'yı susturdu. Amcasına fırsat vermeden ağzını peçeteyle silip masadan kalktı. "Size afiyet olsun." Arkasında koca bir kaosu bırakarak yemek odasından çıktı ve kapının yanına doğru ilerledi.

Burada gereğinden fazla kalarak zaman kaybetmişti. Bugün onun gecesi olmalıydı. 15 ekim kızı gecesini sonuna dek yaşayacak ve 19 yaşına mükemmel bir giriş yapacaktı.

Evden çıktığında yüzüne çarpan soğuk rüzgar onu geri çeviremez bir davete çağırıyordu. Ne olduğunu bilmiyordu. Ya da neden böyle hissettiğini... Yanlış kararların ilk adımını atarken arkasında cenneti bırakarak cehenneme doğru yol alıyordu.

Gözlerini kapatıp esen rüzgarı içine çekti. Şeytanın davetini dinledi, bir süre.

Şeytanın melodisi, karanlık ve büyüleyici bir tınıya sahipti. Hafif ama ürpertici bir fısıltıyla başladı, derin bir keman sesi eşliğinde. Kemanın titreşimi adeta ruhun derinliklerine işlerken derin ve ağır bir çellonun melankolik ezgisi duyuldu. Melodi, ince bir flütün şeytani ve aldatıcı tınısıyla zenginleşti. Ani ve keskin bir piyano notası, kalbinde bir çarpıntı başlatarak melodinin içine girdi. Arka planda, boğuk ve uzak bir koro, insanın içini ürperten bir yankı oluşturdu. Her nota, Alina'nın içine korku ve heyecan salan bir şekilde, hipnotik ve çekici bir uyum içinde ilerlerken gözlerini açtı. İlk adımı atarak şeytanın etkileyici ama günahkar olan davetini geri çevirmedi. Elmayı eline aldı ve ceneti terk etti.

Bahçeyi geçerek malikanenin girişine geldi. Görevliler ona kapıyı açarken sorgulamadı. Dev demir kapılar açılırken Alina'nın kiraz pembesi dudakları yukarı kıvrıldı.

Araba yada motor kullanmayacaktı. Şehri tanımak, hissetmek istiyordu. Yedi yaşından beri buradaydı ama bu zamana kadar şehirle iç içe olma şansı elde edememişti.

Gökyüzünü yağmurun habercisi olan kara bulutlar kaplamıştı. Alina uzun bir süre boyunca sadece yürüdü. Bazen dar sokaklara saptı, bazen de ana yolların kenarında yürüdü. Arada küçük büyük farketmezsizin mağazalara girdi. Elbiseler, takılar ve bir çok şey dikkatini çekmediği için dolaşıp dolaşıp çıkıyordu. Sonuçta hepsine sahipti.

Kalbi, hisleri ve düşünceleri yıldızları çalınmış bir gece gibiydi. Simsiyah ve sonsuz. Aradığı heyecan rafların arasında değildi. Ya da Amerika sokakları ona istediğini vermeyerek cimri davranıyordu. En sonunda susadığı için küçük bir petrolün marketine girdi. İlk önce lavaboya girerek elini ve yüzünü yıkayarak kendine geldi. Bir kaç dakika aynaya baktı. Yüzünde en ufak bir duygu aradı ama yoktu. Hayatını dolu dolu yaşaması gereken yaşlarda ölü insandan farkı yoktu. Bir buzdağ kadar soğuk bir ifadeyle tuvaletten çıkıp kendine içecek ve belki mutluluk verir diye çikolata alarak kasaya doğru ilerledi.

Aldıkları kasadan geçtiğinde kasiyer ona beklentiyle baktı. Başta dalgınlıkla ne dediğini anlamasa da para vermesi gerektiğini hatırladı. Evden dışarı öylece çıkmasıyla yanına ne telefon ne de cüzdan almıştı. Kolundaki parlak ve cilalı beyaz altından yapılmış olan, zarif bir ince işçilikle dokunmuş bilekliği bileğinden çıkardı. Bilekliğin merkezinde büyük, pırlanta kesim bir zümrüt ve taşın etrafı küçük, yuvarlak kesim pırlantalarla çevrelenmişti. Her iki yanında ince birer zincirle bileği saran bileklik, zarif ve modern bir tasarıma sahipti. Zümrüt taşının yeşil ışıltısı, pırlantaların beyaz parıltısıyla mükemmel bir uyum içindeydi. Eh şimdilik işini görse yeterdi.

Bilekliği tezgahın üstüne bırakarak kasiyere doğru itti. Kadının bakışları Alina'yla bilekliğin arasında mekik dokudu.

Kadın, bilekliği eline alıp dikkatlice incelerken değerinin farkındalığıyla gözleri hayretle açıldı. "Bu... bu çok pahalı bir şey," dedi şüpheyle. "Emin misiniz?"

Alina, kadının gözlerindeki şaşkınlığa aldırmadan soğukkanlılığını korudu.

"Ödememi bu şekilde yapıyorum," dedi. Ses tonundan kararlılık akıyordu. Kadın bilekliği Alina'ya geri uzatırken ses tonunu korumaya çalıştı. "Ödeme bir tek para ile yapılır." Kadının sözleri üzerine Alina gözlerini devirdi. Neden her şeyi zora sokuyorlardı ki?

"Sen-"

"Ödemeyi ben yapıyorum." Alina'nın sözünü böldü kalın bir ses. Kasiyer uzatılan kartı eline aldı. Soru soracağı sırada "Temassız," diyerek cevapladı kadını. Alina bakışlarını yan tarafa çevirdiğinde buna hiç gerek olmadığını, kendisinin halledebileceğini söyleyecekti ama karşısında gördüğü silüet onu durdurdu.

Mavi gözleri, derin ve soğuk bir okyanusun karanlık derinliklerini andırıyordu. Bakışları, donuk ve duygusuz bir şekilde etrafına gölgeler saçıyordu. Gözlerinin mavi tonu, fırtınalı bir gecede çakan şimşeklerin anlık parıltısı gibi karanlık bir aura yayıyor, insanın içine işleyen bir buz gibi keskin ve ürkütücü bir hissiyat bırakıyordu. Siyah saçları arkaya doğru özenle yatırılmıştı. Saçlarının aksine ay kadar beyaz ten rengine sahipti. Duruşu dik yüz ifadesi otoriterdi.

"Poşeti alacak mısın? Yoksa beni dikizlemeye devam mı edeceksin?" Kalın ve derinden gelen ses Alina'yı kendine getirdi.

Küle dönmüş kalbi ufak kıvılcımlar çıkarmaya başlamıştı. Kulağında yine şeytanın baştan çıkarıcı ezgisi dolaşıyor onu elmadan bir ısırık almaya teşvik ediyordu. Başını hafif yana yatırdı. "İnsanların hayatlarına burnunu sokanları dikizlemeyi sevmem." Lafı dolandırmayarak adama doğrudan rahatsız olduğunu dile getirmişti. Elini çenesinin altına yerleştirerek bir kaç saniye havaya baktı. "Bir yandan yakışıklıları dikizlemeyi severim. Sonuçta Tanrı bizim onlara bakmamız için yarattı." Sözlerinin ardından baştan aşağı adamı inceledi. Fit ve atletik vücudu aşırıya kaçmayan bir fiziğe sahipti. Bakışları mavi gözlere tırmandığında yüzünde alaycı ve acıyan bir ifade vardı. "Ama ne yazık ki siz bu hayata bakanlardan olmaya gelmişsiniz."

Adam rahat tavırla omzunu silkti. "Sizin düşünceniz, saygı duyarım." Alina adamın tavrına karşı şaşırsa da bu konu uzamadığı için sevinmişti. Uğraşmak istemiyordu. Sadece kaybolan duygularını bulmak istiyordu. Poşeti almadan petrolden çıktı. Çantasına yanına almadan çıktığı için kendine kızabilirdi. Fakat öfkeli davranmayı hiç istemiyordu.

Yağmur başlamıştı, küçük su damlaları yeryüzünü kötülüklerden arındırmak için yavaş yavaş yağarken rüzgar insanın tenini okşuyordu.

Yeni hedefini belirleyip petrolün karşısındaki okyanusa doğru yürüdü.

Okyanusun kıyısına vardığında, gözlerini ufka dikti. Okyanus, geceyi içine çeken bir karanlık gibi dalgalanıyordu. Dalgalar sahile vurdukça Alina'nın içinde bir şeyler kırılıyordu. Bir süre boyunca durup, sessizce dalgaların şarkısını dinledi.

Bir yandan da kafasındaki düşünceler, bir girdap gibi onu içine çekiyordu. Ailesinin beklentileri, kendi istekleri arasında sıkışmıştı. Geçmişin hayaletleri, bugünün karanlığıyla birleşmiş, geleceği belirsiz bir gölge gibi önüne serilmişti.

Birdenbire yağmur hızlandı ve büyük damlalar Alina'nın yüzüne düşmeye başladı. Sahil kenarında şemsiyesiz yürümeye devam etti.

Gözlerini kapatıp başını gökyüzüne kaldırdı. Kirlenmiş ruhunun temizlenmesini umuyordu. Yüzüne düşen her yağmur damlası Alina'nın göz yaşlarına karışarak yere düştü. Ne kadar süre orada kaldı bilmiyordu. Lider olmak istemiyordu, karanlık işlerle hayatını bitirmek istemiyordu. Her genç kadın gibi hayatını yaşamak istiyordu. Damarlarında akan kan zehir değil can olmalıydı ona. Her geçen gün ölmeyi dilememeli yaşamın tadını çıkarmalıydı.

Bir anda yağmur damlaları kesildi. Gözlerini açtı. "Gökyüzü senin için ağıt ederken neden göz yaşlarını boşa harcıyorsun?" Ensesine çarpan sıcak nefes yüreğindeki kıvılcımı besliyor, şeytanın çağrısına kulak vermesi gerektiğini söylüyordu. Adama doğru döndü ve ona baktı. Gökyüzü aydınlandığında mavi gözlerin içinde kopan tufanı gördüğüne yemin edebilirdi. Her yer tekrar karanlığa boğulurken şimşek yeri göğü inletti. Adam şemsiyeyi ona uzattı.

"İçeceği ve çikolatayı almayacaksan bile şemsiyeyi al. Islanmış fareye dönmüşsün." Adamın benzetmesiyle beraber gülümsedi. "Bir şeyleri vermek için neden bu kadar ısrar ediyorsun?"

Adam mavi gözlerini kısarak ona baktı. "Bilmem. Bazen iyilik meleğim kıçının üstünde oturmayı bilmiyor." Ona uzatılan şemsiyeyi eliyle adama doğru itekledi. "Teşekkürler fakat ben anın tadını çıkarmayı sevenlerdenim."

Genç adam uzun sayılabilecek bir süre boyunca gözlerine baktı. Şemsiyeyi kapattı ve kıyının yanına gitti. Kayalıkların dibine geldiğinde onu izleyen genç kadına baktı. "Gelmek ister misin?"

Alina bir an tereddüt etti. Tanımadığı bu adamla karanlık ve yağmurlu bir gecede kayalıklara gitmek, mantıklı olan bir tercih değildi. Ancak, içindeki boşluğu dolduracak bir macera arıyordu. İçinde bulunduğu cehennemden bir anlık kaçışın cazibesi onu cezbederken, adama doğru yürümeye başladı.

Kayalıkların yanına geldiklerinde kaldırımdan aşağı indiler ve düşmemeye dikkat ederek bir kaç kayanın altına dalgalardan uzak ama okyanusa yakın kayanın üzerine oturdular. Dalgaların çarpmasıyla yükselen deniz suyunun serinliği yüzlerine vuruyordu. Adam, sessizce denizi izlerken, Alina da onun yanında durdu. Sessizlik, konuşmadan paylaşılan bir anlaşma gibiydi.

"Deniz sana ne ifade ediyor?" diye sordu adam, gözlerini hala denizden ayırmadan.

Alina, bu basit sorunun ardında yatan derin anlamı düşündü. "Özgürlük," dedi sonunda. Karanlıkta ufku görmeye çalışır gibi gözlerini kıstı. "Sonsuz, engin ve dizginlenemez bir özgürlük."

Adam başını salladı. "Belki de öyle," dedi, "Ama aynı zamanda derin, karanlık ve tehlikeli."

Alina, adamın sözlerinin altında yatan anlamı düşündü. Belki de hayatı da böyleydi: hem özgürlük vaat eden, hem de tehlikelerle dolu. Bu düşüncelerle, sessizce geceye bakmaya devam etti.

Bu beklenmedik karşılaşma, Alina'nın içinde farklı duygular uyandırmıştı. Bir yandan içindeki karanlığı beslerken, diğer yandan küçük kıvılcımlar bir umut veriyordu. Gece boyunca kayalıklarda oturdular. Sadece dalgaların ve rüzgarın sesini dinleyerek, içlerindeki sesi bulmaya çalıştılar.

Yağmur dinmiş, güneşin yalancı ışıkları görünmeye başladığında, adam Alina'ya döndü. "Adın ne?" diye sordu.

"Alina," dedi, "Alina Aster."

Adam gülümsedi. "Black" dedi, "Sadece Black."

Alina, bu ismi bir yerlerden hatırlıyor gibiydi, ama nereden olduğunu çıkaramıyordu. Anın büyüsünü bozmak istemediğinden bunu sonra düşünmek için aklına kazıyarak ayağa kalktı.

"Teşekkür ederim, Black." dedi. Hemen ardından sözlerine ekleme yaptı."Bu gece için."

Black sessizce başını sallayıp okyanusu izlemeye devam etti .

Alina, güneşin doğuşunu izlerken, içindeki boşluğun bir nebze olsun dolduğunu hissetti. Belki de, hayatındaki yeni yaş aradığı duyguları getirecekti. Yüzünde samimi bir gülüşle kayalıklardan kaldırıma çıktı. Sırtı ona dönük adama son kez baktıktan sonra oradan uzaklaştı.

 

Loading...
0%