Yeni Üyelik
4.
Bölüm

1.3 Maskenin Altındaki Gerçekler

@zenydaily

Ne çabuk geçti yıllar, dönelim mi, sil baştan?Yaşayamam

Bu sene 25 yaş

23/07/2019

Alina Aster Dainty

Hava sıcaktı. Şehrin ışıklarına rağmen gökyüzü yıldızlarla süslenmiş, insanlara görsel şölen sunuyordu. Arada esen rüzgar sıcaklığa fayda etmiyordu. Okyanus bugün sakinliğini koruyor ve yavaş yavaş kıyıya çarpıyordu. Sahil kenarında oturmuş sohbet ediyor, gülüyor bazen de tatlı bir kavganın içine düşüyorduk.

‘’Bakın ciddi söylüyorum. Black hile yapmasaydı ben kazanmıştım.’’ Tom’un itirazları üzerine nötr ifadesini korudu. ‘’En yoğun caddeye girmeni ben söylemedim.’’

Tom, Black’in itirazları üzerine kaşlarını çattı. ‘’Bu hile yapmadığın anlamına gelmez.’’

Merakla başımı yana döndürdüğümde onun yunan tanrısı gibi olan yan profiliyle karşılaştım. Keskin yüz hatlarına sahipti. Siyah kaşları belirgin ve beyaz ten rengine uyum sağlıyordu. Burnu düz ve belirgindi, dudakları ince ve alaylı bir ifade taşıyordu. Cildi pürüzsüzdü. Çenesinin yapısı güçlü, çene hattı belirgindi. Siyah hafif dalgalı saçları her zamanki gibi özenle geriye doğru taranmıştı. Mavi gözlerine yakışan bir bakış sergiliyordu, biraz ciddi ve düşünceliydi. Ona baktığımı fark edince yan gözlerle bana baktı ve göz kırptı. Beyefendi egosundan ödün verse şaşardım zaten! Bakışına karşılık vermekten çekinmedim ve bende ona göz kırptığımda gülerek bakışlarını tekrar Tom’a çevirdi.

‘’Ağlayacaksan bir daha yarış yapmayalım.’’ Black her ne kadar umursamazsa, Tom bir o kadar çıldırıyordu. Kaybetmekten nefret ediyordu ve her yarışa girdiklerinde Black’e yenilmek onu deli ediyordu. Ortamda oluşan sessizlik fırtına öncesi sessizliği andırıyordu.

‘’Dc oynayalım!’’ Elenor ortamı yumuşatmak adına ortaya oyun fikrini attı. Çaprazımda oturan Felix yüzünü buruşturarak Elenora baktı. ‘’O oyunu en son lise mezuniyetinde oynamıştık.’’

‘’Ve sonu hiç iyi bitmemişti,’’ diye ekleme yaptı Danny. O geceyi hatırladığımda gözlerimi devirerek güldüm. Gecenin sonunda dördümüz nezarete düşmüş ve amcamın gelip bizi kurtarmasını beklemiştik. Danny tek parmağını havada salladı. ‘’Üzgünüm millet ama Lloyd Dainty’den üç saatlik bir nutuğu bünyem kaldırmaz.’’ Elenor, dudaklarını büzdü. Yanında duran Danny’nin kolunun altına girdi ve elini çenesine yerleştirerek ona bakmasını sağladı. ‘’Hadi ama! Yaramazlık yapmayacaksak buraya gelmenin ne anlamı var ki?’’ Sonra Danny’i dudağından öptü. Hızla yanlarında oturan Felixe baktım. Yeşil gözleri şaşkınlık ve acıyla hafifçe açılmış, kaşlarını çatmıştı. İnce dudakları hafif bir aralık oluşturmuştu. Alt dudağı titrerken yeşil harelerin ilgi odağı Danny ve Elenor’du. Yıllardır açılmayı beklediği kadın en yakın arkadaşıyla beraber olduğunu öğrenmek onun için öldürücü darbeyi vurmuştu. Danny elini Elenor’un beline yerleştirerek onu kendine çekti.

Bu görüntüye daha fazla dayanamayarak yaslandığı taştan destek alarak ayağa kalktı. ‘’Benim vizelere çalışmam gerek.’’ Kimsenin bir şey demesine izin vermeden oradan koşar adımlarla ayrıldığında peşinden gitmek için ayağa kalkacaktım. Fakat kolumda hissettiğim sıcak tenle başımı yana çevirdim ve göz göze geldik. ‘’Yapma, bırak biraz tek kalsın.’’ Ona hak vererek olduğum yere tekrar oturdum. Felix, bir gün sonra neşesinden ödün vermez ve hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam ederdi. Bunu hep yapardı.

‘’Biraz daha sizi izlersem kusacağım.’’ Rose hak vererek başımı salladım. Danny ve Elenor sonunda ayrılmayı akıl ettiklerinde hepimizi teker teker inceledi. Aramızdaki eksik parçayı fark etmesini bekledim ama Elenor o parçayı hiç bir zaman fark etmedi. Hiçbir şey olmamış gibi çantasından su şişesini çıkardı. Ortasına tahta yerleştirilmiş, pembeye boyanmış lastiğin tam ortasına koydu. Yeşil gözlerini hepimizin üzerinde gezdirdi. ‘’Hazırsanız başlıyorum.’’ Kimseden cevap gelmediğinde bunu evet olarak kabul ederek şişeyi çevirdi. Şişe döndü, hızını kaybedip yavaşladı ve şişenin kapağı bana denk geldiğinde arka kısmı Rose denk geldi.

‘’Doğruluk.’’ Rose sormasına izin vermeden soruyu cevapladım.Hadi ama! İşi uzatmanın ne anlamı vardı? Hepsi bana inanmayarak baktı. ‘’Ne? ben dürüst bir yalancıyım.’’ Sözlerimle beraber gözlerini devirdiklerinde umursamayarak Rose baktım. ‘’Sor bakalım.’’

Elini çenesine yerleştirdi ve bir kaç saniye bana baktı. ‘’Nereye kadar ileri gidebilirsin?’’ Gözlerinde açıkça görülen bir meydan okuma vardı.

Gözlerim kısılırken dudaklarımda alaycı bir gülümseme belirdi. Rose’un sorusu beni şaşırtmamıştı. Her zaman sınırlarımı zorlamaya meraklıydı ve bu oyun da onun için bir fırsattı. Derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım, düşüncelerimi topladım.

"Açıkçası, sınırlarımın nerede başladığını ve bittiğini pek düşünmem," dedim. "Ama neyi göze almam gerekiyorsa alırım. Gözümü korkutan çok az şey var." Gözlerimi açtığımda Rose’un aldığı cevaptan memnun olmadığını gördüm. Kesinlikle başka bir derdi vardı.

Elenor heyecanla ortaya atıldı. "Tamam, sıradaki gelsin," dedi şişeyi çevirerek. Şişe bu kez Tom’a doğru yavaşladı. Tom biraz huzursuz görünüyordu ama kendini toparladı ve kararlı bir şekilde, "Doğruluk," dedi.

Elenor, bir an düşündükten sonra hafifçe sırıtarak sordu, "Aramızda kiminle asla baş başa kalmak istemezsin ve neden?"

Tom, bu soruyla şaşırmıştı ama ardından kendini toparlayarak güldü. "Yani, dürüst olmak gerekirse, Danny," dedi ve herkesin dikkat kesildiğini hissetti. "Çünkü, bilirsiniz, o konuşmaya başladığında bir daha durmaz. Üç saatinizi kaybedebilirsiniz."

Herkes kahkahalarla güldü. Danny bile alınmış gibi görünmedi, aksine, ellerini kaldırarak "Haklı," dedi. "Ben bir konuşma makinesiyim."

Gece ilerledikçe, hava biraz daha serinlemişti ama sohbetlerimiz ve kahkahalarımızla ortam sıcaktı. Denizden gelen hafif esinti, yüzümüze çarpıyor ve yıldızlı gökyüzü altında daha da büyülü hissettiriyordu. Her birimizin kendi iç dünyasında, küçük sırlar ile anılar biriktiriyorduk. Zamanı geldiğinde anılarla sırlar birbirine girecekti.Tetikte durmam gerektiğinin farkındaydım. O an her an gelebilirdi, göğüs kafesim bir tetiğin ucundayken azrail ile karşı karşıya gelecektim. Fakat o zaman daha gelmemişti ve biz birbirimize sahiptik. Derin bir nefes vererek ayağa kalktım.

‘’Hepinize iyi geceler.’’ Elime yapışan kumları silkeledim. Arkamı dönüp sahilde yürümeye başladım. ‘’Senin hangi vizen var Aster?’’ Danny, Felix’in neden gittiğini anlamıştı. Topuğumun üstünde ona döndüm. Derin nefesler vererek sinirimi korumaya çalıştım. Cullen ailesinin bir varisini öldürsem ne olurdu acaba? Sağımdaki melek olan Alina olaya dahil olarak, ‘’Dainty ailesine yeni düşman kazandırırsan amcan seni haşlar üstüne soysuz bırakır.’’ dedi. Solumdaki şeytan Alina saçlarını tarayarak aynaya bakarken gözlerini devirdi. ‘’Onu şimdi susturamazsan kendinde konuşma hakkını her zaman bulacak,’’ dedi. Melek Alina’da şeytana hak verdiğinde onları yadırgamadım. Hızla Danny’nin üstüne giderken onunla benim arama bir beden girdi. Başımı çarptığımda anlımı ovalayarak birkaç adım geri çıktığımda aramıza girenin Black olduğunu gördüm.

‘’Sınırlar, Danny sınırlar.’’ Yüzünü göremiyordum ama ses tonundan ve Danny bakışlarından hiç hoş bakmadığını fark ettim. Küçük şeytanlarım (Az önce melek olanda resmen şeytan olduğunu ilan etti.) kapak işareti yaptıklarında kıs kıs güldüm. Bana döndü ve ince dudaklarına ufak bir tebessüm eşlik etti.

‘’Sahilde yürümek ister misin?’’ Evde Felix’in depresyona giren hallerini çekmektense yürümenin daha zevkli olacağını fark ederek başımı olumlu anlamda salladım. Cevabımla tebessümü gülümsemeye dönüştü. Gülünce kısılan gözlerine bakıp bende gülümsedim. Başımı yana eğip Danny baktım. Ela gözleri hafifçe kısılmış bize bakıyordu. Siyah kaşları çatılmıştı.Dudaklar sıkıca kapalıydı. Kenarları hafifçe aşağı çekilmişti. Gülümsemeye çalışarak sinirini saklamaya çalışıyordu, sahte ve gergindi. Ha amatör! Felix’e bir tek ben laf söylerdim. Gülümseyerek orta parmağımı kaldırdım.

Danny'nin suratındaki şaşkınlığı görmezden gelerek Black’in elini tuttum. Gözleri ellerimizle benim aramda gidip geldi. Gülümseyerek yürümeye başladım.

Sessizlik ilk defa rahatsız edici değildi. Aksine huzurluydu. Onunla beraberken her yaramın geçeceğini, her sonsuz okyanusun aşıldığını hissediyordum. Gökyüzünde parlayan bir yıldızdım ve Black Ferguson parlamamı sağlayan karanlığı bana sunuyordu. Başımı gökyüzüne kaldırıp gözlerimi kapattım. Denizin tuzlu kokusunu içime çekerek gözlerimi açtım.

‘’Küçükken bir masal yüzünden hep gökyüzüne çıkmak isterdim.’’ Cevap vermedi ama ilgiyle beni dinlediğini hissederek konuşmaya devam ettim. ‘’Annem ve babam işlerle meşgul olduğunda Felix ve bana hep dayım bakardı. Yedi yirmi dört dolu olmasına rağmen bizim için her zaman zamanı olurdu.’’ Gökyüzüne bakmayı kesip Black’e baktım. ‘’Öyle çocuklarla anlaşan biri de değildi. O daha çok otoriter biriydi. Birilerini yönetir ve düzeni sağlardı.’’ Black anladığını belli ederek başını salladı. Bana anılarımla başbaşa kalmam için zaman tanıyordu. Elini bırakıp birkaç adım ileri gittim. ‘’Bana hep Yıldız’ın masalını anlatırdı.’’ Parmak uçlarımda yükselerek elimi gökyüzüne uzattım. Sanki o yıldızlardan birisini tutabilecekmiş gibi… ‘’Masal, yeryüzüne düşen bir yıldızın masalıydı. Gökyüzünde parlayan küçük yıldız bir gün ışığını kaybederek yeryüzüne düşer.’’ Bunları anlatırken elim yavaşça aşağı indirdim. Gözleri dikkatle üzerimdeydi, sanki yıldızın hikâyesini dinleyen bir çocuk gibi merakla bekliyordu. Hafif bir gülümsemeyle devam ettim.

“Yıldız, yeryüzünde parıltısını kaybetmiş şekilde gezinirken, kendini bir ormanda bulur. Ormandaki ağaçlar, yapraklar, ve hayvanlar ona eski ışıltısını geri kazandırmak için yardım etmek isterler. Ama yıldızın ışığı, yeryüzünde parlayabilmesi için yeni bir yol bulması gerektiğini anlar. Bunun üzerine kuşlar Yıldız’a yardım edebilecek birini söylerler.’'

‘’Dur bileyim, Jack Sparrow mu?’’ Tahminiyle beraber kahkaha attım. İşaret parmağımı iki yana salladım. ‘’Yanlış tahmin bayım, yıldıza yardım edecek olan sürüsünden men edilmiş kurttur.’’ Kaşlarını havaya kaldırdı. ‘’Tüh be.’’

‘’Ama sen dinlemiyorsun ki?!’’ İsyanımla beraber ağzına hayali fermuar çekti. Gülümsemeyi kesip ciddileşmeye çalıştım ama midemde uçuşan kelebeklerle pek mümkün değildi. Bir kaç defa sahte öksürüğün ardından anlatmaya devam ettim. ‘’Yıldız ona yardım edebilecek olan her türlü fikre açıktı ve bunu da severek kabul etti. Orman halkına sora sora dışlanmış kurdun mağarasını buldu. Tüm hazırlığını yaparak yola çıktı. Az gitti çok gitti. Dere tepe düz gitti. Kırk gün kırk gecenin sonunda mağarayı buldu. Herkesin korkudan yaklaşamadığı mağaraya girdi. ‘’KURT!’’ ‘’ Sesimi özellikle incelterek yıldızın taklidini yaptım. Dayım özellikle yıldızın konuşmalarını benim söylememi isterdi ve kendisi de kurt olarak bana bir nevi oyun oynatırdı.

‘’Git buradan! Diye haykırdı kurt.’’Black’e bakıp ellerimi iki yana açtım. ‘’Ama kurtu takan kim? Küçük yıldız inatla ‘’KURT!’’ Demeye devam etmiş. Yıldızın seslenmelerine katlanamayan kurt ortaya çıkarak yıldızın üstüne yürümeye başlamış.

‘’HANGİ CÜRETLE BURAYA GELİRSİN?’’ Yıldız kurtun kocaman dişlerinden yaralı gözünden korkmamış aksine onun ne kadar yalnız kaldığını düşünerek ona üzülmüş. Ağaçların ört pas ettiği gökyüzünü göstererek ‘’Ben tekrar yuvama dönmek istiyorum,’’ demiş.’’

Sustuğumda tek kaşını havaya kaldırdı. ‘’Devamı?’’

‘’Yeter, bu günlük.’’ Kaşlarını çattı. Bana istediğini alamayan küçük çocukları anımsatıyordu. ‘’Ama sen haksızlık yapıyorsun.’’ Omuz silkip onu arkamı döndüm. Mızıkçılık yaptığımın farkındayım ama anlatmaktan sıkılmıştım işte. Bu kadar anlattığıma şükür etmeliydi.

Sahil boyunca yürümeye devam ettik. Ay ışığı denizin üzerinde parıldıyor ve dalgaların hafif şırıltısı etrafı sarıyordu. Yıldızlarla dolu gökyüzüne bir kez daha baktığımda, Black aniden durdu ve ciddileşen bir ifadeyle bana baktı.

"Alina," dedi, sesi her zamankinden daha yumuşak ve samimiydi. "Seninle ilk tanıştığımda, hayatta yaşayamayacağımı düşündüğüm bir şey hissettim. Hayatımda ilk kez gerçekten birisiyle bir geleceği hayal ettim."

Black'in gözlerindeki derin bakışı fark ederek kalbimin hızlandığını hissettim. Kendimi açıklama ihtiyacı duydum. "Black, ben..."

Black, elini yavaşça cebine götürdü ve küçük bir kutu çıkardı. Gözlerim şaşkınlıkla genişledi. "Bu yıldız hikayeni dinlerken düşündüm ki," kutuyu açarak, "herkesin ışığını kaybettiği zamanlar olabilir ama doğru kişi yanında olduğunda, en karanlık anlarda bile parlayabilirsin."

Kutu içindeki yüzük, bir deniz mavisi taşı ile çevresindeki küçük yıldız motifleriyle dikkat çekiyordu. "Senin en karanlık anlarda bile parlamanı görmek istiyorum.’’ Mavi gözleri yüzükten bana doğru tırmandığında mavilikleri sonsuz bir okyanusu andırıyordu. ‘’Benimle evlenir misin?’’ Gözlerim dolmuştu, kalbim mutlulukla çarpıyordu. Sessizliğin ardından, yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Black'e sıkıca sarıldım. "Evet, Black. Seninle parlamak istiyorum."

Yüzüğü parmağıma taktığında mutluluktan akan gözyaşlarım yanaklarımda bir yol oluşturmuştu bile. Gözyaşlarımı sildikten sonra elini çeneme yerleştirdi. Derin bir tutkuyla bana bakıyordu. Maviliklerinin ardında karanlık yoktu. ‘’Karanlık hayatımın en eşsiz parçasısın.’’ Aramızdaki ufak mesafeyi kapattığımda parmak uçlarımda yükseldim. Sıcak nefesi tenime çarparken kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

Black, yavaşça dudaklarıma doğru eğildi ve bende ona doğru yaklaştım. Dudaklarımız birleştiğinde, zaman adeta durmuş, tüm dünya bu anın içine sığmış gibiydi.

01/01/2024

Aras E. Luther

Duygular sadece insanlara özel değildi. Aynı zamanda mekanlar da yaşar ve hissederdi. Zamanı gelince hissettiğini göstermekten çekinmezdi. Bak, derdi. Ben buradayım ve seninle bu anı yaşadım, diye devam ederdi sözlerine. Kravatımı gevşetip arabadan dışarı çıktım. Catherine ile buluşacağım yerdeydim. Yolun karşısında petrol, önümdeyse sonsuzluğa uzanan bir okyanus vardı. Zihnimin derinliklerinde buraya geldiğimden beri sürekli tekrarlayan bir film sahnesi vardı. Tanıdıktı, aynı zamanda bulanıktı. Sanki yapbozun kaybolan parçası tüm resmi görmemi engelliyordu.

Sıkıntıyla nefes alıp elimin tersini yelpaze olarak kullandım. Hava soğuk olmasına rağmen terliyordum. Okyanusun tuzlu kokusunu içime çektim. Ayak seslerine rağmen hareket etmedim ve okyanusu izlemeye devam ettim. Yanıma geldi ve benim gibi arabanın önüne yaslandı. ‘’Uzun bir gece olacak.’’

Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldığında zehir kanıma enjekte edilmişti. ‘’Geceler her zaman uzundur.’’ Yeter ki karanlıkla yüzleşmeyi bil, diye ekledim içimden. Baştan aşağı beni incelediğini fark ettiğimde rahatsız olmuştum. Alina ve yakınlarım dışında başka bir kadının beni incelediğini bilmek rahatsız ediciydi. ‘’Bir ajana göre fazla dikkat çekiyorsun, Hunter.’’ Uyarımı dikkate alması için her kelimenin üstüne basa basa söyledim.

‘’Işıltılı bir görünüm göz yanıltıcıdır, Luther.’’ Cevap vermedim. Işığın güçlü olduğunu düşünüyorsa, öyle de düşünsün. Zamanı geldiğinde onu karanlıkla vurmam gerekebilirdi.

Saate baktığımda zamanın geldiğini gördüm. Beş yıl aradan sonra beklenen an gelmişti. Oraya bir ölü aynı zamanda yaşayan birisi olarak gitmek, boğazımda iğrenç bir tat bırakıyordu. Arabaya yaslanmayı kesip sürücü koltuğunun yanına geçtim. Catherine’de benimle beraber yolcu tarafına geçip arabaya bindi. Kapıyı açtım ve son kez okyanusa bakarak zihnimde eksik yapboz parçasını tamamlamaya çalıştım. Fakat olmadı. Aksine yapbozun bıraktığı boşluk büyüdü ve beni sonu olmayan bir kara deliğin içine düşürdü. Gözlerimi kapatıp derin nefes aldım. Bu meseleyi sonra halletmeyi zihnimin köşesine kazımanın ardından arabaya bindim.

‘’Hazır mısın?’’ Elimdeki mavi göz maskesine bakarken Catherine başımı olumlu anlamda salladım. Baş parmağım maskenin üzerinde gezinirken zihnimi kara delik çoktan esir almıştı. Elini elimin üstüne koyduğunda başımı ona çevirdim. ‘’Her görevden önce…’’ Lafını tamamlamasına izin vermeyerek arabadan dışarı çıktım. Maskeyi yüzüme taktığımda yanlış bir hareket yaptığımı biliyordum ama teselliye ihtiyacım yoktu. Bu görevin bir an önce bitmesine ihtiyacım vardı.

Catherine’de arabadan çıktığında anahtarı valeye teslim ettim. Catherine yanına gittiğimde ikimizde role girdik. El ele tutuştarak merdivenlerden çıktık. Kapıda bekleyen görevliler geçebilmemiz için kenara çekildi.

Balonun yapılacağı bina bir zamanlar kraliyet balolarının ve görkemli dansların ev sahibi olmuş, ihtişamını yüzyıllardır koruyan bir mekandı. Girişte ziyaretçileri karşılayan geniş mermer sütunlar, zamana meydan okuyan ihtişamı sergiliyordu. Binanın içinde, her biri farklı bir dönemi temsil eden balo salonları bulunmaktaydı. Her salon, büyük avizelerle aydınlatılmış, zarif mobilyalar ve el yapımı halılarla döşenmişti.

Duvarlar, dönemine özgü altın varak işlemeleri ve tarihî tablolarla süslenmiş olup, dans eden çiftlerin zarif figürlerini tasvir eden fresklerle doluydu. Dönemin en ünlü maskeli balolarının gerçekleştiği salonlarda dolaşırken, ahşap zeminin altında yankılanan hafif müzikleri ruhunda hissediyordun.

Bina yalnızca bir tarihî mekân değil, aynı zamanda zamanın durduğu, asaletin ve zerafetin hala canlı olduğu bir yerdi. Tüm bunları biliyordum. Çünkü Alina Aster’le burada evlenmiş ve kaderlerimizi birleştirmiştik. Düşüncelerle içeri girerken gözlerimle etrafı taradım.

Aslı ve Atlas sağımızdaydı. Deniz ve Ahu’ysa solumuzdaki masaya yerleşmişlerdi. Keman sesi konuşmalara karışmıştı. Ahu’ların birkaç masa yanında Ferguson ailesi vardı. Annem, babam ve kardeşim… Yüzlerindeki gülümseme mükemmeldi. Babam elini annemin beline yerleştirmişti. Annemde babama derin bir tutkuyla bakıyor, gülümsüyordu. Kız kardeşim Rose ufak bir tebessümle etrafa bakıyordu. Dışarıdan bakanlar için Ferguson ailesi kusursuz ailenin tanımıydı. Fakat evde kapı kapandığında edilen kavgaları, verilen cezaları üçlünün arasında mühür vurulmuş bir sırdı. Black Ferguson, babasının sözünü dinlemiş ve iyi çocuk olarak bu sırrı mezara kadar taşımıştı... Geride kalanlarsa yüzlerindeki maskeyle oyuna devam ediyorlardı.

Ayaklarım oraya gitmek istese de direndim ve Aslı’nın yanına gittim. Atlas her an tetikte duruyor etrafı koluyordu. Aslı ise bir noktaya odaklanmış oraya bakıyordu. Arada başını yana eğiyor ve gizlenmek için boyadığı siyah saçları yüzünü gölgeliyordu. Baktığı tarafa bakmaktan korkarak başımı yana çevirerek Catherine ile yüz yüze geldim.

‘’Evli bir adam olduğunu unutma, Aras. Rol yap.’’ Uraz’ın kulaklığıma uyarısıyla anda kalmak için kendimi zorladım. Çok fazla göreve çıkmıştım. Yeri gelmiş insan satıcısı olmuş yeri gelmiş bir bakanın koruması olmuştum. Fakat hiçbir görevde bu kadar odaklanma sorunu yaşamamıştım.

Elimi Catherine beline yerleştirdiğimde ateşe değdirmiş gibi hissederek geri çektim. Bendeki anormalliği fark eden Catherine gözlerini devirdi. Havada kalan elimi tuttu.

‘’Basit bir görüşme sevgilim. Bu kadar gergin olma.’’ Gülümsedim.

‘’Görüşme önemli değil, sevgilim. Sana değil dokunmaya,’’ Bir kaç saniye yeşil gözlerine baktım. Yanımda duran Aslı’nın nutuklarını dinleyeceğimi bilerek devam ettim.’’ Bakmaya kıyamayacağım kadar güzelsin. ‘’

‘’Bakıyorum da romantik ruh halinizi yine takınmışsınız.’’

‘’Seninle beraberken romantik olmamak gibi bir lüksüm yok, hanımefendi.’’

Zihnimde ki kara delik büyüdü. Önüne gelen her düşünceyi silip yutarken bana geriye tek bir anı bıraktı.

‘’Ne yani sırf adam çiçek aldı diye romantik mi oldu?’’ Yanında duran yastığı bana fırlattığında kaçabilmeme fırsat tanımadı ve yastık yüzüme çarptı. Yüzüme çarpan yastığı kucağıma aldığımda bir çift öfkeyle bakan mavi gözlerle karşılaştım. ‘’Susar mısın? Adam gayet ince düşündü.’’ Bakışlarım televizyonda odayı çiçekle dolduran adamla Alina’nın arasında gidip geldi.

‘’Şu konuda anlaşalım. O kadar çiçeği kim temizleyecek? İkincisi boşu boşuna israf.’’ Derin bir nefes verdi. Tek kaşını kaldırdığında yüzünde sabrını zorlandığını açıkça söyleyen bir ifade vardı.

‘’Sen anlat o zaman bay bilmiş.’’

‘’İnce düşünmek nedir biliyor musun? Aldığı her nefesi seninde almandır. Onu güldürmek için kolladığın her andır. Gözyaşlarına Atlantis’i batırmaktır.Düştüğünde kaldırmayıp yanına oturmaktır.’’Tek kaşını havaya kaldırdı.

‘’Her şeyi anladım da niye ayağa kaldırmayıp yanına oturuyorsun?’’ Ona karşılık bende tek kaşımı kaldırdım. ‘’Cevap çok açık değil mi?’’ Birkaç saniye düşünmesi için sessiz kaldım. ‘’Tekrar düştüğünde karşındakinin kaldırmasını bekleyecek ve kalkmayacak?’’ Başımla Alina’yı onayladım. ‘’Yarınımızı geç bir saniyemiz bile belli değil. Aşık olduğum kadına varlığımı alıştırırsam yokluğumla başa çıkamayacak.’’ Gökyüzünü taşıyan gözlerinin içine baktım. ‘’Bir yıldızı ışığa alıştırırsan, karanlıkta parlayamaz.’’

‘’Aras, sevgilim.’’ Duyduğum sesle içine çekildiğim kara delikten kurtuldum. Catherine elimi sıkıca tutuyor ve bana bakıyordu. Başıyla işaret ettiği yere, sahneye baktım. Işıklar kapatıldı ve bir tek Emily’nin olduğu yer aydınlatıldı. Gösterişe gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutuyordum.

Kahverengi gözleri tüm konukların üstünde gezdi. "Hanımlar ve beyler, burada bulunmanız benim için büyük bir onur. Ancak bu geceyi sadece kutlama için toplamadık. Bugün size Dainty ve Wynne ailesinin gücünün bir kez daha birleştiğini ilan ediyorum.’’ Sözlerinin bitmesiyle beraber kaşlarımı çattım. Dainty ailesi hiç bir zaman doğrudan Wynne ailesiyle bağlantı kurmazdı. Aslı’yla birbirimize baktığımızda onunda benden farkı olmadığını gördüm. İlgi odağımı tekrar Emily’ye verdiğimde yüzünde kendinden emin ve halinden memnun bir gülüş vardı.

‘’Oğlum Vance ve gelinim Alina Aster, artık sadece ailemizin değil, bu dünyanın da bir parçası. Ailemiz, her zamankinden daha güçlü ve sarsılmaz.’’

Alkış sesleri birbirine karışırken zaman durdu, sesler kesildi. Titreyen ellerimi saklamak için yumruk yaptım. Her kelime, kulaklarımda yankılandı . "O evlenmiş..." Sözler boğazımda düğümlendi. Nefesim bir anda sıkıştı, sanki göğsüme bir ağırlık binmişti. "Hayır... bu... bu olamaz..." diye inlediğimde adımlarım gerilemeye başladı..

Soluk almakta zorlanmaya başladım, ciğerlerim ateş gibi yanıyordu. Bir elimi göğsüme götürdüm, nefesim kesiliyordu. Gözlerim etrafta çaresizce bir yer ararken, buradan kaçmak istedim. Buradan çıkmam lazımdı. Buradan çıkmam lazımdı, kendi içimde sözcükler tekrarlanırken arkamı döndüm ve hızla çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladım. Birisinin omzuna çarpmamla beraber yürümeye devam ettiğimde ‘’Önüne baksana be adam!’’ cümlesini duyduğum an durdum. Yutkunarak arkamı döndüğümde görmekten korktuğum kişi karşımda duruyordu. Çevremizdeki insanlar hareket etmeyi bıraktı. Sadece ben ve o vardı.

Sarı saçları kırmızı elbisesinin dekoltesini kapatıyordu. Siyah maskenin altındaki mavi gözleri ışığını kaybetmişti. Yüzünde çarptığım için öfkeli bir ifade vardı.

Konuşmak istedim. Neden bunu bana yaptığını sormak istedim ama nefesim kesiliyordu. Ona hesap soracak kadar zamanın yoktu. Kulaklığımdaki Uraz’ın öfkeli sözcükleri bile artık uzaklaşmıştı. Binadan çıktığımda cebimden inhalerini çıkardım, ama ellerim titrediği için neredeyse düşürüyordum. Zorla, derin bir nefes çektim. Fakat acı kalbimin derinliklerinde kalmıştı.

Nefesim düzelirken, içimdeki acı geçmemişti. Kulaklığı çıkarıp ayağımın altında ezdim. Omzuma dokunan elle beraber arkamı döndüm. Omuzlarım gergin ve hafifçe yukarı kalkmıştı. Yumruk yaptığım elimi sıkı sıkıya kapalı tutarken, dirseklerim hafifçe bükülmüş ve avuç içim oldukça gerilmişti. Yumruğumu sıkarken, parmak eklemlerim belirginleşmiş ve neredeyse beyazlamıştı. Omuzlarım, yumruğu hazırlarken içsel bir gücü taşıyor gibiydi; her kas, her tendon öfkenin ve kararlılığın bir yansımasıydı. Fakat karşımdaki kişi beklediğim kişi veya kişiler değildi. Zayıf anıma denk gelmiş genç bir valeydi.

‘’Lütfen efendim, ben sadece iyi olup olmadığınızı soracaktım.’’ Titreyen sesiyle beraber ne yaptığımı fark edip elimi geri indirdim. ‘’Arabamı getir.’’ Vale yutkunup hızla yanımdan uzaklaştığında korumaların gözleri üzerimdeydi. Elimi saçlarımın arasına geçirip kökünden çektim. Gerçek olmasını istemediğim bir kabusun içine düşmüştüm ve ben ilk defa okyanusun karanlık sularında boğuluyordum.

Loading...
0%