@zeppertlulu
|
Son zamanlarda vakit onun için çok hızlı ilerliyordu. Dersten derse yetişiyor hatta çoğu zaman ne yapacağını dahi unutuyordu. Onun içten gelen isteği değildi bu sürükleniş. Sanki birileri arkasından ittiriyor gibiydi. Ona nasıl olduğunu sormadan,isteyip istemediğini bilmeden,belkide zorla. Son bir kaç senedir yaşadıkları onu iyice yıpratmış ve yaşama isteğini söndürmüştü. Önceden bir hevesle girdiği her işten mutluluk ve başarıyla sıyrılırken şimdi ise burnundan soluyarak giriyor ve mutsuzca ayrılıyordu. Aslında apaçık ortadaydı.Bu hayattan bıkmış dereceye gelmesi,mutsuzluğu,umutsuzluğu..Evet hepsi hemde hepsi annesinden dolayıydı. Onu doğuran yıllarca bakan sevgisini şevkatini veren,ona ilk adım atmayı öğreten, ilk konuşuşunda yanında olan, ilk pastayı üfleyişinde sırtını sıvazlayan, bisikletten düşecekken son anda tutan,her sıkıntıya düştüğünde yanında olan annesinden dolayıydı. Onun yokluğundan dolayıydı. O gittikten sonra uzun bir süre kendine gelememişti. İki kanadından birini kaybetmişti. Bu hiç te kolay değildi. Evin içerisinde günlerce hatta aylarca hayalet gibi dolaşmış kıyafetlerde annesinin kokusunu aramıştı. Hatta çoğu zaman annesinin kıyafetleriyle uyumuş onun kokusuyla uyanmıştı bitmez gecenin çıkmaz sabahına.. Annesinin mezar ziyaretlerini hiç aksatmadan sürekli ziyaret ediyor ve onu unutmamak için her zaman yanında götürdüğü kırmızı karanfili mezarının başına iliştiriyordu. İnsan kalbinin ağrısını ve sesini iki şekilde hissediyordu. İlki belkide hepimizin aşina olduğu o duyguydu. Neydi o duygunun adı.AŞK'tı. Ufacık bir sevgi ile ateş alan sevdiceğini her gördüğünde hızlanan ve yandıkça yanan bağlandıkça tutuşan duyguydu. İşte bu aşk dediğimiz duygu kalbin yarım kalan tarafının tamamlanması yada eksik kalan parçanın yerine oturmasıyla bütünleşiyordu. Ve böylece kalbin içi büyük bir sevgi ile doluyordu. Diğerine gelecek olursak ilki gibi ne hoş nede bir bütündü.Öyle aşk gibi kalbi, yavaş yavaş sarmalayamıyordu. Hatta aşk tan daha gaddarca davranarak yıkıp döküp yok ediyordu. Öyle hızlı davranıyordu ki kalbinizde büyük bir boşluk hissediyordunuz. Aşk gibi kalbinizi ısıtmıyordu.Aksine karın kışın ortasında kapısı olmayan bir ev gibi içerisini soğuttukça soğutuyordu. Herhalde kalpte ki bu oluşan boşluk kendini kapanmayan bir yara belliyordu. Beyin, kalbi kandırmak için çok uğraşıyordu ancak kalp beyin gibi ne uyuyabilirdi ne de unutabilirdi.O her daim atmakla meşguldü. Bilmiyordu ki beyin de kalbe borçluydu hayatını. O olmazsa yaşayamazdı. Beyin sadece olmaz düşünceleri mi susturmak istiyordu? Yoksa hakikat kalbe de mi ağır geliyordu? Bu düşünceler narin bedenine çarpan soğuk hava ile irkilmesiyle son bulmuştu. Bunları düşünmenin sırası mıydı diye kendi kendine konuştu. Başındaki siyah tül başörtüyü düzelterek daha düzgün durmasını sağlamıştı. Göz yaşlarını elinin tersi ile silerek bir elinde tutmakta olduğu kırmızı karanfile baktı. Ne de güzeldi rengi. Annesi hayatta olsaydı ona sarılıp onun kokusunu ciğerlerine çekip güzel iki kelime ile vermeyi çok isterdi. Havanın git gide soğuması ve gökyüzünde beliren boz bulutlar yağmurun habercisyken derin bir nefes aldı. Mezarın beyaz renkli soğuk mermerine oturdu. Sağ eli ile mezarın üstündeki toprağı okşadı, parmaklarını yumuşak toprağın içerisinde gezdirdi. Bu gezinme sonrasında toprağı avuçlayarak sıkan bir yumruğa dönüştü. Ardından hakimsizce gözden dökülen gözyaşları toprağın üstüne damla damla damladı. Toprak üstüne ağır ağır düşen damlaları hızla emdi. Genç kız mezarın başındaki ismin üstünde soğuktan kıpkırmızı olmuş parmakları ile tekrar dokunarak geçti. Nihal Özden...Gözleri elinde tuttuğu kırmızı karanfile tekrar değdi. Sana bu çiçeği böyle vermek istemezdim anne," dedi genç kız. Bu ses titrek ve ağlamaklı olarak dökülmüştü kuruyan dudaklarından. O sırada onunla birlikte olan babası kızının omzuna dokunarak yanında olduğunu hissettirmeye çalışıyordu.Dudaklarını birbirine bastırarak güçlü durmaya çalışıyordu. "Seni çok seviyorum, tekrar geleceğim,"diyerek kırmızı karanfili mezarının başına doğru bırakmıştı. Yeni çiçeği önceden getirmiş olduğu solan karanfilleri üstüne bırakrak hızla toprağa tekrar dokundu ve ağır adımlarla mezarın başına geldi. "Sen hiç merak etme."diyerek annesinin yanağına öpücük kondurduğu hayali ile mezar taşını öpmüştü. Arkasını dönünce babasınında hala mezara bakmakta olduğunu görmüştü. Babasına doğru uzattığı ellerini ani bir sıcaklıkla kavranınca üşüdüğünü yeni hissetmişti. "Artık gidelim mi?"diyerek kızının omzunu şefkatla okşamıştı. Genç kız hafif bir baş onayı ile gitmek istediğini göstermişti. Baba kız mezarlığın ilerisine park etmiş oldukları siyah arabalarına binerek uzaklaşmışlardı. "Bugün anneni ziyaret ettiğimiz iyi oldu,"dedi ellisinin ortalarında, saçlarında akların yer yer belli olduğu hafif şişman adam. Babasının gözlerine sevgiyle bakarak,"Kendimi huzurlu hissettim." Dedi genç kız. Babası kızının elini tutarak tekrar yanında olduğunu hissettirmişti. Kızı arabanın camından dışarıyı izlerken bir müzik açmıştı. Ortamdaki bu soğuk havayı kırmak istiyordu. "O zaman nereye süreyim Zehre Hanım?" diyerek dil kıvırmıştı. Zehre babasına bakarak gülümserken,"Okula sürseniz iyi olur Cem Bey." diyerek saçını kapatan siyah tülü çıkararak arabanın ön gözündeki bölmeye koymuştu. Zehre İstanbul üniversitesi Gazetecilik bölümü son sınıf öğrencisiydi. Lise yıllarındayken annesinin tavsiyesi ile bu bölümü araştırmış ve gönlünü kaptırmıştı. Annesi sürekli muhabir olduğu günleri görmek istediğini söylerdi. Şimdi ise birkaç ay sonra gazetecilik bölümünden mezun olacaktı. Mezuniyetinde annesini görmeyi ve annesinin kendisini mezun bir şekilde görmesini çok isterdi. Kollarını bağlayarak derin bir nefes aldı. Camdan dışarıyı izlemek hiç te sıkıcı değilmiş diye düşünürken babasının sesi arabada uzun süredir çalan hafif müziği bölerek bastırmıştı. "Bugün Rıfat Amcanlar akşam yemeğine gelecekler,"diyerek direksiyonu üniversite yoluna kırdı. Zehre'nin kaşları hafifçe çatılarak,"Amcanlar dediğine göre biricik oğlu da mı gelecek?,"dedi. Tekrar yolu izlemeye koyuldu. "Evet, siz iyi anlaşamıyor musunuz yoksa?" Diyerek kızına baktı. Zehre arka koltuktaki çantasına uzanarak,"Hayır, mükemmel anlaşıyoruz." dedi. Cem kızının bu tavrını anlayarak,"Anlaşan iyi anlaşmıyorsunuz,"diyerek kırmızı ışıkta durdu. Zehre çantasında el kremini çıkararak kurumuş olan ellerini güzelce nemlendirmşti.Arabanın ön aynasını indirerek saçıdaki tokayı çıkarıp saçlarını hızlıca toplamıştı. Her anını babasının izlediğinden emindi. Aynayı kapatırken babasına dönerek,"Niye öyle bakıyorsun baba,Rıfat amca senin ortağın biliyorum hatta onu seviyorum ancak o oğluna bir türlü ısınamadım"diyerek kahküllerini kulaklarının arkasına sıkıştırdı. Cem yeşil ışıkla birlikte gaza basarak,"Zehre,lütfen akşam ki yemekte bize katıl ve işimizin oluşunu birlikte kutlayalım,"diyerek başını hafifçe sağa eğerek gülümsemişti. İkna edici bir ses tonuyla,"Olur mu?" diye seslendi. Zehre'de başını eğerek gülümsemekle yetinmişti. Üniversiteye neredeyse gelmişlerdi. Araba yavaşça sağ kaldırıma doğru yaklaşarak durmuştu. Kaldırımda uyuyan turuncu tonlarındaki kedi arabanın sesi ile irkilerek hızla uyanıp kaçmıştı.Zehre emniyet kemerini çıkardıktan sonra çantasını hızla kavramıştı. Babası gülümser bir eda ile bağazını temizlemişti. Sanki bir cevap bekliyormuş ta alamamış gibiydi. Zehre dudaklarını ıslatarak camdan dışarı göz atmıştı.Yağmur hafif hafif çiseliyordu. Kimi öğrenciler derse yetişmek için koşuşturuyor kimisi ise köşelerde rahat rahat sigara ile kahveyi birlikte götürüyordu. Gözü ağacın hemen önünde mışıl mışıl uyuyan kahve tonlarındaki köpeğe takılmıştı. Şu an onun yerinde olmayı o kadar çok istiyordu ki. Konuşamamayı cevap verememeyi. Dudaklarını birbirine bastırarak,"Tamam baba akşam evde olurum."diyerek kapının kolunu tuttu. Yüzündeki memnuniyetlik ifadesi ile,"Akşam yemekte görüşürüz.İyi dersler tatlım." Dedi. Zehre arabanın kapağını kapatırken "Sağol." Dedi. Yine babasının ricasıyla bilmem kaçıncı iş yemeğine katılacağını sayamıyordu bile. On? yada on beş? Bilemiyordu. Tek bildiği artık beynini bu konularla meşgul etmek istememesiydi. Hızlı adımlarla fakültesine doğru yürürken karşıdan gelen simanın tanıdık olduğunu fark etmesi zaman almamıştı. Her zamanki otuz iki diş gülümsemesi ile,Tünaydın!"dedi Ecem. Ecem'in enerjisine şaşmakla kalmıyor artık hayran oluyordum. Hayran olmamın sebebi her ne iş yaparsa yapsın hiç bir zaman yorulmaması ve gülümsemesini eksik etmemesiydi. Kolumdan düşen çantamı takarak,"Tünaydın Ecem!" Dedim. Ecem'in hızla bana sarılması ile neye uğradığımı şaşırmıştım. "Annenin ölüm yıl dönümü olduğunu biliyorum," dedi ve sarılmayı bırakıp ellerimden tutarak,"Ben her zaman yanındayım."dedi başı ile ağır ağır onaylayarak. Yumuşayan yüz ifadem Ecem'in bu güzel yakınlığını hissettiğimi gösteriyordu. Kiremit turuncusu boyalı küt saçları başına bağladığı beyaz kurdeleli toka ile daha bir tatlı olmuştu. Boyunun benden kısa olması ile sarılırken ayak uçları ile yükselmesi olağandı. Biricik arkadaşım Ecem'di. Onu uzaktan bile görseniz samimi biri olduğunu eminim anlardınız. Ellerini hafifçe sıkarak,"Biliyorum,Teşekkür ederim." Dedim. Ecem'in mavi gözlerindeki siyahlık hızla büyürken,"Ellerin buz gibi,üşümüşsün."Dedi. Sonrasında iki elimide iyice kavrayarak ısıtmaya başlamıştı. Hafif bir gülümseme ile "Kansızlığım var, ondandır."diyerek sağlık sorunlarından nefret ettiğim için hızlıca sıyrıldım. "Yemene içmene dikkat etmelisin Zehre."dedi bir anne gibi. "Biliyorum ama biraz daha beni tutarsan dersime geç kalacağım."diyerek güldüm. Ecem'in hiç sevmediği şey olan derse geç kalma olayı suratına şok ifadesi ile yansıyarak,"Ne?Bende durmuş burda seni oyalıyorum.Çabuk git,koş." Diye beni arkamdan ittirmeye başlamıştı. "Tamam,tamam gidiyorum.Sonra görüşürüz."diyerek el salladım. Ecem ise kendi fakültesine doğru yol aldığından söylediği şeyleri duymakta zorlanıyordum. Sesi kesik kesik geliyordu."Seni ararım." Ecem ile kız yurdunda aynı odada kaldığımız için iyi anlaşıp çok yakın arkadaş olmuştuk.Kendisi çizimi doğuştan gelen yetenekli bir iç mimar öğrencisiydi. İnanır mısınız yurt odasının hemen hemen her duvarında onun sanat eseri çizimleri asılıdır. Ecem ile dostluğumuzun neredeyse dördüncü yılını dolduruyor olması zaman kavramının yine çok hızlı olduğunu anlamamı sağlamıştı. Her şey bir yana bana çok destek çıkmıştı. Hayata küstüğüm zamanlarda bile beni dipten yüzeye çıkarmıştı. İnsanın yakın bir kız arkadaşının olması kız kardeşi yada kardeşi olmayanlar için mükemmel bir şeydi. Aynı kanı taşımıyor ama birbirimizin halinden dilinden kolaylıkla anlayabiliyorduk. Sınıf her zamanki gibi ağzına kadar doluydu. Bunu yalnızca tek bir nedene bağlayabilirdim. Elbette ki ders Tülin hocanındı. Tülin hoca katı ve sert bir mizaca sahipti.Yoklamayı sıkkı tutar derste ise öğrenciden yani bizlerden büyük katılım beklerdi. Bunları düşünürken çoktan her zamanki yerime geçmiş ve cam kenarını kapmıştım. Bu oturduğum sıranın tabusunu bana verseler hiç şaşmazdım. Ben yerime oturduktan sonra çok geçmeden Tülin hoca her zamanki gibi büyük bir kararlılıkla sınıfa girdi. Yine olağan bir şekilde hızlıca önden yoklama kağıdını gönderdi. Bugün sadece kendimi durgun sanıyordum ancak buğün sınıftada garip bir hava vardı. Garip bir sessizlik. Yoklama kağıdı orta sıraya geçti. Bunun anlamı çok basitti. Kesinlikle herkes kendi isminin karşısına imza atıyordu. İmza kağıdını pür dikkatle izlerken kağıdın Selen'in eline geçtiğini anlamam çok sürmedi. Kağıttan gözlerimi biraz daha yukarı kaldırınca Selen ile göz göze geldik.Selen hafifçe gülümseyerek imzaya kaldığı yerden devam etmişti. "Evet arkadaşlar, bu slayttan devam ediyoruz. Şu kavramları not alın lütfen." Zehre Tülin hocanın sesi ile bakışlarını tahtaya çevirdi. Elleri ile sabahtır beri ağrıyan başını hafifçe ovdu. Orta büyüklükteki kahverengi tonundaki fermuarlı çantasından her zamanki not tuttuğu siyah ajandasını çıkardı.Daha ajandanın kapağını açmadan hocanın bir kaç cümlesini kaçırdı. Dahada geç kalmamak için acele etti. Her ne kadar aklını derste tutmaya çalışşasa iki yoğun cümlede sorunlarının içinde kayboluyordu. Şu sıralar kendiside çok düşündüğünün farkındaydı. Geçenlerde yolun serbest olup olmadığını kontrol etmeden geçmeye çalıştığı için neredeyse canından oluyordu. Bunu hatırlayınca kendine kızgınlığı ile kaşları hızlıca çatıldı. Daha dikkatli olması gerektiğini düşündü. Sınıfta yükselen sesler ile dersin bittiğini anladı. Çantasına eşyalarını doldururken telefonuna gelen bildirimle dikkati dağıldı. Bildirim arkadaş grubundandı. "Gençler dersleriniz bittiyse yemek yiyelim mi?"diyerek sonunada dili dışarda sarı bir emojiyi yapıştırmıştı Can. "Hemen geliyorum." diye hazır cevap vermişti Ecem. Üst bilgiden gördüğüm iki kelime ile moralim bozuluyor. "Emre yazıyor..." Ardından saniyeler sonra Emre'nin mesajı ekranıma düşüyor. "Yemekler güzelmiş bugün." diye yazıyor. Mesajın hemen sonunada sırıtan bir emoji ekliyor. Her zamanki gibi Emre'nin yazması ile grubu hatırlayan Selen cevap veriyor. "Ben yemekhane deyim, burada mısınız ?" "Evet, hemen girişte soldayız." Diye birbirlerini haberdar ediyorlar. Her şey bir yana artık kendimi geri çekmekten vazgeçiyorum. Bir insan için kendimi diğer arkadaşlarımdan soyutlamayı bırakmaya karar veriyorum. Ve gruba son mesajı atıyorum."Bende geliyorum." Can Ecem'i sinir etmek için yanında getirdiği sahte jelatinden yapılmış olan böcek çeşitlerini masanın üstüne bırakıyor. Ecem korku ile çığlık atınca yemekhanede ki üç beş kişi ile göz göze geliyorum. Selen ile Emre gülmekten kendini alamazken Can'a artık yapmaması gerektiğini samimiyetle söylüyorum. Ecem tekrar yanıma otururken Emre'nin ufaktan beni kestiğini hissediyorum. Bunun farkındalığı ile yüz yüze ve göz göze gelmemek için masanın üstündeki peçetelikle uğraşıyorum. Can sıcağı sıcağına geçen haftaki parti konusunu açıyor. Anlık olarak her şeyden haberdar olan Ecem ile göz göze geliyoruz. Hafifçe tebessüm ediyorum az önce gözlerimi kaçırmak istediğim şahısa. Ardından başım hesap sorar gibi hafifçe sallanıyor. Bu sefer bir çocuk gibi bakışlarını kaçıran karşı taraf. Suçunun ve yaptığının farkında mıdır bilinmez. Ecem konuyu değiştirmek için başka noktalara değinmeye çalışıyor. "Partide tanıştığımız arkadaşlar da mı bu üniversitede?" Diye meraklıca soruyor.Can dedikoduyu seven mizahi kişiliği ile,"Partide ki arkadaşları merak mı ettiniz?" Diye tek kaşını hınzır bir gülüşle kaldırdı. Ardından Ecem'in verdiği dudak bükme mimiği ile büyük bir kahkaha patlattı. "Sende Can,"diyerek gözlerini devirdi Ecem.Ardından yine meraklını gizleyemeyerek"Gerçekten kimdi onlar?" Dedi. Emre masadan ayrılırken Selen'de muhabbete ortak oldu.Emre'nin dibinden ayrılmıyor onu burnunun ucunda dahi olsa görmemezlikten gelen kişiye kurban oluyordu. Emre gibi birisi için Selen çok fazlaydı. "Çocuk buraya Güney Kore'den değişim öğrencisi olarak gelmiş."dedi. Selen'in sesi ile düşüncelerimden uyandım. Can bildiklerini anlatmaya başlarken Emre'nin gittiğine için için seviniyordum. Can büyük bir hayranlıkla Selen'i tamamlayarak"Evet ve çocuk türkçeyi mükemel konuşuyor."dedi. Merakla "Hangi bölümdeymiş?" Dedim. Ecem'in de benimle aynı şeyi öğrenmek istediğine emin bir şekilde.Can tekrardan büyük bir ilgi ile atılarak,"Henüz soramadan mekandan ayrılmıştı."dedi. Selen"Yanındaki kızla baya iyi anlaşıyorlardı."dedi. "Aaa, evet,"dedi heyecanla,"Kızı hatırlıyorum,neydi adı?"diyerek gözleri yukarı doğru kaydı. Can çok geçmeden "Sıla."dedi.Ecem'in hatırlamakta zorlandığı ismi hoşlandığı kişi bilince hayal kırıklığı yaşamıştı. Her ne kadar belli etmemeye çalışsada bunu anlamıştım. Ecem konuyu dağıtmak için sorduğu soruları sanki konuyu dağıtmak için değilde gerçekten merak ettiğini düşünmeye başlamıştım. Can sohbeti bir kenara bırakıp Ecem ile beni süzmeye başlayınca konunun ikimizinde partiye gelip ilk yirmi dakikadan sonra ortadan kayboluşumuza geleceğinden emindim. "Hatırlatırım ki o partiye hep birlikte gittik,ancak parti sonunda yalnızca Şelenle kimiz kaldık."dedi. Bize alındığı sesinin tonundan belli olurken Selen'in üstümdeki dik bakışları beni rahatsız etmişti. "Rahatsızlandığım için ayrılmak istedim,"diyerek Selen'e baktım. Ardından Ecem'in omzuna dokunarak"Sağolsun Ecem'de beni yalnız bırakmadı."dedim. "Emre'de habersizce ortadan kayboldu."diyerek hala bir şeyler öğrenme derdine girişmiş bir şekilde gözlerini bana dikmişti. Can ortamdaki gerilimi hissetmediğinden "Aman her zamanki Emre işte."dedi ve durumu geçiştirdi. Oysaki durum Can'ın bu basit cümleli fikrinden daha karışıktı. Selen her zamanki gibi Emre'nin bana olan ilgisinden rahatsızdı. Halbusem ortada benlik hiçbir şey yoktu. Ne ben Emre'ye umut veriyordum nede onun bu ilgisini umursuyordum. Ancak bu bildiklerim benim tarafımdan görülenlerdi. Peki ya bu durum Emre tarafından nasıldı? Orasını düşünmek dahi istemiyordum. Evet bir şeylerin farkındaydım ancak bazı şeylerin sandığımdan daha büyük çıkacağı gerçeği beni korkutuyordu. İsmini bile bilmediğim üstüne üstlük tanımadığım insanların dedikodusunun uzunca özetinden sonra nihayet yemekhaneden kalkmıştık. Topluca yürüdüğümüz arkadaş grubumuzdan Selen sessiz sedasız ayrılırken Ecem ve Can da dersleri başlayacağından yanımdan ayrılışlardı. "Yurtta görüşürüz Zehre."diyerek el salladı Ecem.Can ise başını biraz sola kırarak her zamanki gibi dudağını büzerek bize takıldı. Onları gülerek uğurlaren kot pantolonumun arka cebindeki titreşimi hissetmemle telefonuma gelen bildirime baktım. Kollarımdan yavaşça ilerleyerek bütün vücuduma yayılan soğuk beni huzursuzlandırarak rahatsız ediyordu.Kaç gündür beni merak içinde bırakan haberi böyle almak belkide ağır geliyordu ruhuma. Hızlıca dolan gözlerim belli ki habere verdiğim tepkiyi biraz daha içselleştirmişti. Doktorumdan gelen mesajı bir daha, bir daha, bir daha okudum. Her okuyuşumda kelimelerin daha da korkutucu geldiğini anlamıştım. O sırada yanaklarımdan ağır ağır süzülen göz yaşlarından biri ekranıma damladı.Parmağım ile bu tuzlu göz yaşı damlasını silmek istedim ancak dahada yayılarak ekranı kapladı. Artık ekranı okumam imkansızdı. Dudaklarımı birbirine bastırırken oturacak bir yer aradım. Gözüme ilişen ilk banka yavaş ve ağır adımlarla ilerledim. Telefonumu kapatarak yanıma yani açık kahverengi rengindeki bankın üstüne bıraktım. Sona yaklaşmış mıydım? Bu gencecik yaşımda gözlerimi öylece yumup hayallerimi kalbime gömüp öylece sessizce, kimsesizce gidecek miydim? Gitmek güzel bir fikir gibi geliyordu. Ancak annemin BANA OLAN GÜVENİNİ BOŞA ÇIKARTAMAZDIM. Onun istediği gibi mezun olmalı ve iyi bir muhabir olamalıyım. En azından bunları gerçekleştirmeliyim. Ellerimin tersi ile gözyaşlarımı silerken küçük bir kız çocuğu gibi ağlamayalı çok zaman olduğunu fark ettim. Uzun zaman sonra ağlayıp içimdekileri göz yaşına çevirip dökmek rahatlatmıştı. Belki de bunu daha sık yapmalıydım. Öyle her şeyi içime ata ata patlayacak duruma geldiğim zamanlar gözümün önüne gelmişti. O kadar çekiniyordum ki insanların yanında ağlamaktan, acınası görünmekten.Bunun nedenini tam olarak anlayamasam da zor geliyordu. Biraz daha sakinleştiğimi hissedince yarım saattir boş boş etrafı izleyip bol bol ağladığım banktan nihayet ayaklanma gücünü bulmuştum. Dersim olmadığı için erkenden babamın evine gitmeye karar verdim. Yavaş adımlar ile ilerlerken bir yandan gelen maillerimi kontrol ediyor bir yandan da ufak ufak adımlarımı atıyordum. Yaya geçidine geldiğimde karşıdan karşıya geçmek için yolu kontrol ettikten sonra adımımı attım. O sırada Ecem'in aradığını görünce yavaşlayarak çalan telefona cevap verdim. "Efendim?"diyerek sol tarafımdan gelen ve gittikçe artan motor sesini duydum. "Kuzum, yurda geç geleceğim.Haber vereyim dedim."dedi. Ancak hızlıca çarpan kalbim yeterince telaş yaptırırken beynimdeki sesleri susturamıyordum. Aceleci bir tavırla karşıya doğru ilerlemek istedim ancak bana doğru hızlıca gelmekte olan mavi motorun önüne atlamış oldum. Motordan kaçamaycağımı anlayınca kendimi büyük bir korku ve panikle sağ tarafa yere doğru attım. Kendimi yere atmamla sağ bileğimde hissettiğim acı bir olmuştu. Sanıyorum ki sağ bileğimi kırmıştım. Acı ile hafif hafif inlerken mavi motorun tam ayak dibimde durduğunu görmüştüm. Neredeyse beni ezecek olduğunu anlamam ise çok sürmemişti. Gözlerim yavaşça motorun üstündeki siyah deri ceketli mavi bol kesim kot pantolon giyen kişiye ilişmişti. Kafasındaki mavi kask bütün başını sararken yüzünü görmek imkansızdı. Peki hala ne diye motorun üstündeydi? Neden inip bana yardım etmiyordu?Yoksa olayın şokunu falan mı yaşıyordu?Yavaşça doğrulmaya çalışırken motordaki kişinin hareketlendiğini görmüştüm. İçimdeki korku ve panik artık öfkeye dönüşmüştü. Ne dört bir tarafa dağılan eşyalarım nede ekranı kırılan telefonum umrumdaydı.Sağ bileğimdeki acıyı sol elimle tutup bastırarak yerden kalkarken ağzımdan çıkan kelimeleri kulağım duymuyordu. "Ya sen deli misin? Burası üniversite yolu! Bu ne hız!" diye kükredim. O ise hala yavaş hareketler ile motorundan inme safhasındaydı.Siyah ve mavinin karışık tonlarda olduğu deri eldivenlerini yavaş yavaş çıkarttı. Mtorunun büyük geniş oturma kısmı olan deri koltuğa bıraktı.Ardından elleri mavi kaskına uzandı.Hızlıca başının etrafını sımsıkı saran mavi kaskını çıkarttı. Kaskını çıkartınca koyu kestane saçları ortaya çıktı. Sağ eli ile saçını düzelterek geriye attı. Saçlarını geriye atması ile yüz yüze geldik. Benim suratımda öfkemin ifadesini belli eden kaşlarım çatılmış bir şeyler söylemesini beklerken onun ise yüzünde sakin bir durgunluk hakimdi. "Duyma engelin mi var? Yoksa beni duymamazlıktan mı geliyorsun?" dedim. Sızlayan bileğim yüzümün buruşmasına neden olmuştu. Bana doğru bir adım atınca hızlıca kendimi geri çekmiştim. "Bileğin mi incindi?" dedi. Bunu çok sakin bir şekilde söylemişti.Alttan alarak olaydan sıyrılmaya felan mı çalışıyordu. "Evet,hatta belkide kırılmıştır! Senin yüzünden!"dedim. Hala sinirim hat safhadaydı.Kaşlarının büyük bir şaşkınlıkla havalandığını görmüştüm. Sağ elini kaldırarak kendisine çeviridi ve "Benim yüzümden mi? " dedi. Sesinde bir gram dahi suçlu olduğunu hissettiren ton yoktu. "Evet! Beni az kalsın eziyordun! Farkındasın değil mi?"diyerek yerdeki eşyalarıma döndüm. Yavaş adımlar ile yere eğilerek telefonumu almaya çalıştım. "Ben mi seni eziyordum? Asıl sen önüme atladın!"dedi. Hala haklı olduğunu savunarak yanı başıma kadar gelip dırdır etmeye devam etti.Dedikleri ile sinirlerim tepeme fırlamıştı. "Sen şaka mısın? Hem suçlusun hem de zeytin yağ gibi üste çıkmaya çalışıyorsun." "Bir, ben suçlu değilim, İki,üste çıktığım felan da yok. Hem sana çarpmadım bile.Sen kendi kendini bilerek yere attın."dedi. Artık beni açık açık suçluyordu.Duyduklarım ile şok ifadeli yüzüm yanı başımda dizlerinin üstüne çöken bu yabancıya çevrildi. "Sana inanamıyorum. Evet kendimi yere attım çünkü bana çarpacağından korktuğum içindi."Dedim,acısı gittikçe artan bileğim ile yerden eşyalarımı toplamaya çalışıyordum. "Ah! bileğim!"dedim ve acımı saklayamadım. "Dur yardım edeyim!"diye eşyalarımı toplamaya yeltendi. "Hayır! İstemiyorum! Az önce bana bilerek yaptığımı söylüyordun.Şimdi ne değişti? Yoksa acıdın mı bana?"diyerek gözlerinin içine baktım. Kemikli yüz hatları kirli sakalı ile yüzü daha da çekici dururken gözlerinin biraz çekik olduğunu fark ettim. Daha sonrasında bakışlarından rahatsız olarak eşyalarımı çantama koymaya başladım. Ancak koyu kahve rengindeki sürmeli gözlerinin hala üzerimde olduğunu biliyordum.Anlyamadığım tek şey gözlerindeki o parlaklıktı. Bütün eşyalarımı çantama koyduğumdan emin olunca telefonumun ekranının kırık olduğunu fark etmiştim. Ekrana dokunduğumda ise dokunmatik ekranının algılamadığını anlamıştım. Sol elim saçlarımı geriye doğru tararken"Çok güzel! Telefonum çalışmıyor!"dedim. O sırada yabancı ile tekrar göz göze geldik.Suratındaki o haklıyım ben tavırlarını artık pişmanlık kaplamıştı. "Kusura bakma! Hem bileğin hem de telefonun benim yüzümden oldu.İzin ver telafi edeyim."diyerek ellerini beline koydu. Gülümseyerek"Az önce zeytin yağıydın, şimdi ise su.Bravo çok hızlı hal değiştiriyorsun." dedim. Suratında hala bir değişme yoktu.Hem bir özür dahi dilememişti bile. "Bileğinde ciddi bir durum olabilir. Seni hastaneye götürebilirim. Tabi istersen!"diyerek bileğimi incelemeye başladı. Bileğime bakınca hafif bir şekilde damarlarımın morararak yol almaya başladığını görmüştüm. Bakışlarım sol elimdeki dokunmatiği çalışmayan telefonuma kaymıştı.Ardından da bir anda yardım etme duygusu kabaran ani hal değişimli yabancıya. Bu durumda kimseyi de arayamazdım. Bu yabancınında dediği gibi ciddi bir durum olabilirdi. Yabancının yanından geçip"Özür dileyeceğin yok,en azından hastaneye götür." diyerek az önce korkudan bileğimi incittiğim motorun yanına şimdi de bileğimdeki durumdan dolayı hastaneye gitmek için bekliyordum. Yabancı, mavi motorunun arka kısmından bir kask çıkartarak bana uzattığında gözlerim hızlıca yabancıya dikilmişti. "Gerçekten bu bileğimle takabileceğimi mi sanıyorsun?"diyerek göz devirdim. Başını olumlu anlamda sallayarak kaskı başıma yavaşa geçirdi. Sanki biraz daha hata yapmak istemiyor gibiydi. Ya da benden hızlıca kurtulmaya çalışıyordu.İlk önce motoruna o bindi. Peşi sıra ben onun omzlarından destek alarak sızlayan bileğimin acısının iyieşeceği umudu ile bindim. Her ne kadar onun beline sarılmak istemesem de yapacak bir şey yoktu. Denize düşen yılana sarılır misali beline bileğimdeki sızı ile sarıldım. Fazla sürmeden üniversitenin yakınında olan hastaneye vardık. Girişim yapıldıktan sonra acildeki doktorun beni içeri almasını hastanenin rahatsız oturaklarıda oturarak bekliyordum. Yabancı ise karşımdaki oturaklarda tam karşımda turuyordu. Bakışları benim üzerimde mi? Yoksa arkamdaki bulunan hastanenin şaheser tablolarında mıydı?Buradaki zamanımı kaçamak bakışlarımla yabancıyı izleyerek geçirmeye karar vermiştim. Dağınık dalgalı saçlarının oldukça bakımlı olduğunu görürken gözlerim narin kemikli uzun parmakları olan ellerine kaydı. Bu yabancıda bir türk havası sezemiyordum. Bu belki de gözlerindeki çekiklikten dolayıydı.Hastane koridorunda yankılanan telefon sesi ile aniden ayaklandı. Onun ayaklanması ile başımda o hizada ona abakarak yükseldi. Boyunun uzun olduğunu ilk defa fark ediyordum. Acaba bizim üniversite de mi okuyordu? Yada öylece giren bir misafir miydi? Bu yabancı bir manken olabilir miydi? Kafamda kurduğum sorulara cevapsız kalınca bakışlarım bileğime kaydı. Derin bir nefes ile boksa ara vereceğim düşüncesi beni üzmüştü. Tek stres atıp rahatladığım, o salon ambiyansının bile bana verdiği huzurdan mutluluk duyduğum yerdende bu yabancı yüzünden olmuştum.Duyduğum bot sesleri ile yabancının bu tarafa doğru geldiğini görmüştüm. "Zehre Özden." İsmim ile soy ismimi duyar duymaz yabancı ile göz göze gelmiştik. Ben ayaklanıp hızla acilin kapısından içeri girerken o da peşim sıra geliyordu. Her yere kaskıyla gelmek zorunda mıydı? Hem bu havada bot mu giyilirdi! Doktora durumumu anlattıktan sonra röntgen işini de halletmiştim. Doktorla tekrar konuştuğumda ise bileğimde yumuşak doku zedelenmesi olduğunu söylemişti. Sedyelerden birine geçerek hemşireyi beklemeye başlamıştım. O sırada sedyeyi saran perdenin yavaşça açıldığını görmüştüm. Bu eller hemşirenin eline hiç benzemiyordu. Aksine bu eller o yabancının ellerine aitti. "Hemşire birazdan gelecekmiş."diyerek beni izlemeye koyulmuştu. Neredeyse iki sattir benim yanımda olduğu için artık onu yanımda zorunlu olarak tuttuğum hissi ile"Gördüğün gibi tedavi olacağım. Artık gidebilirsin."dedim. "Olmaz. Bu olanlar benim yüzümden oldu." diyerek karşıdaki sandalyeye oturdu. "Anlaşılan şu anda su olmaktan başka faza geçiyorsun." diyerek hala benim başımda olmasını sorguladım. Kaşlarını hafifçe çatarak "Sen kimya mı okuyorsun?" dedi. Bu sefer kaşları yukarı gerilen bendim. "Ne alakası var? Onu da nereden çıkardın?"diyerek yüzüne baktım. Dudakları kıvrılarak bana doğru hafifçe gülümsedi."Beni iki saattir fazdan faza sokuyorsun da ondan."dedi,sandalyede biraz daha dikleşerek kaskını boş masanın üstüne koydu. Dedikleri ve iki saattir yaşadıklarımız üzerine herhalde sinirlerim bozuk olmalı ki gülmüştüm. "Hayır,kimya okumuyorum."dedim. O sırada hemşire elindeki bileğime uygulayacağı malzemelerin bulunduğu plastik bir tabakla içeri girdi. Daha dünde burada olduğum için aynı hemşire tedavi uygulamıştı. Beni hemen tanıdığıma bakışlarından emindim. "Siz dünde buradaydınız değil mi?"dedi. Gülümseyerek dudaklarmı birbirine bastırmıştım,"Evet,ne yazık ki." dedim. O sırada kendini tutamayan bir gülüşün ortaya çıkışını hemşire ile garip bakışlarla karşılamıştık. Bu yabancı bana mı gülüyordu? "Bu yumuşak doku zedelenmesi ne zamana geçer?"diye hemşireye döndüm "2-4 hafta arasında iyileşme gösterir."dedi. Gözlerim duyduklarım ile büyürken başımı biraz sola kırarak yabancıya baktım. O ise suçlu olduğunu bildiği için gözlerini kaçırıyordu. Hemşire bileğime krem jeli uyguladıktan sonra ten rengindeki bandajı sarmıştı. O sırada yabancı gelen telefon ile dışarı çıkmıştı. Hemşire gülümseyerek"Sevgilininde maşallahı varmış."diyerek işini bitirmişti. Duyduklarım ile ufak çaplı bir duygu geçişi yaşamıştım."O benim sevgilim değil! Biz sevgili felan değiliz." "Tamam,anladım."dedi,ancak hala suratına hınzı bir gülüş vardı."Bileğinizi gün içinde çok yormayın." O kadar yaşadıklarımın üstüne birde yakıştırılıp sevgili yaftası yedikten sonra yapmamam gereken uyarılarıda bir güzel dinleyip hastaneden içim rahat bir şekilde çıkmıştım. Çıkar çıkmaz gördüğüm kişinin yine yabancı olması beni şaşırtmamıştı. Artık bu duruma alışmış gibiydim. Yabancı"Bir dakika durur musun?" diyerek önüme atladı. "Evet,durdum ne diyeceksin? Hem sen hala niye gitmiyorsun?"diyerek bir şeyler söylemesini dört gözle bekledim. "Ben her şey için özür dilerim."diyerek gözleri bileğime ilişti.Ardından parlak koyu kahve gözleri orman gözlerime bir ağaç gibi dikildi. Tam o sırada dudağının kenarına özenle kondurulmuş minik bene ilişti gözlerim. Onca şeyin üstüne daha yeni gelen özür ile gülmeye başlamıştım. "Özür dilemek için sencede çok geç kalmadın mı?"diyerek çalan telefonuma baktım. Babamın aradığını görüyordum ancak ekranım bozuk olduğu için bir türlü gelen aramayı cevaplayamıyordum. "Biliyorum,ama gerçekten üzgünüm." dedi, Çalan telefonuma cevap veremediğimi de görünce "Telefonunun tamrini de karşılamak isterim."diye ekledi. Esen rüzgarda uçuşan saçların gözlerimin önüne gelirken telefonumu arka cebime soktum. "Bence bugünlük bu kadar yeter. Bende teşekkür ederim. En azından hatanı bilip beni buraya getirdin." diyerek adımlamaya başladım. Aklıma gelen düşünceler ile arkamda bıraktığım yabancıya tekrar dönerek"Ha, birde madde çözünmesi gibi soradan özür diledin."diye ekledim. Üç adımı ile yanımda tekrar bitiverirken benden uzun olduğunu kavramıştım. "Her nolursa olsun biraz da senin hatan var bayan kimyager hanım! Yolun ortasında telefonla konuşulmaz. Kendime gelirsem ben üstüme düşen görevi yaptım."diyerek motoruna doğru hızla ilerlemeye başladı. "Bana kimyager hanım mı dedin sen?" diye benden hızla uzaklaşmakta olan yabancıya bağırdım. Arkasını döndüğünde otuziki diş gülümsediğini görmüştüm."Evet,aynen öyle söyledim.Bayan kimyager!"diyerek motorunun yanına vardı. "Sen harbiden şakasın ya! Günümün şakasısın! Sende isimsiz maddesin!"diyerek tekrar kükredim. Söylediğim isim hoşuna gitmiş olmalıkı havaya doğru bir kahkaha patlatmıştı. "Başka isim bulamadın mı? Malum periyodik tablo geniş."dedikten sonra kaskını hızla başına geçirdi. Bu dedikleri artık tepemin tasını attırmaya yetmişti de artmıştı bile. Sinirle sağ elimi havaya kaldırınca bileğimin acısı ile "Gıcık! Gıcıksın! İsimsiz madde!" dedim. Etraftan geçen insanların bana baktığını görünce ne yaptığımın farkına yeni varmıştım. Benden metrelerce uzaktaki insana bağıra bağıra sinirimi kusuyordum. Taksiyi görür görmez durdurarak içine atlamıştım. Bu yabancı yüzünden bileğim,günüm ve sinirim alt üst olmuştu. Nihayet eve vardığımda beni evin yıllardır hizmetçisi, güler yüzlü, gül gibi olan Gülden abla karşılamıştı. Üzerimdeki koyu kayve tonundaki kot ceketimi ona uzatırken"Çok beklettim mi?"diye sordum. "Yok kızım! Emre bey de daha yeni geldi." "Ayy, Gülden abla şu Emreye niye Bey sıfatını ekliyorsun? Öyle birine yakışacak başka güzel sıfatlar var"dedim. Gülden abla anlamadığı için yüzüme garip garip bakarken gözleri bandajlı bileğime kaydı. "Ne oldu sana kızım? Düştün mü?" diye endişelenerek bileğimi incelemeye başladı. Aklıma bugünkü yaşadıklarıma sebep olan isimsiz madde gelince bütün keyfim kaçmıştı. "Ne oldu Zehre? Daldın gittin kızım."diye omzuma dokundu. Bu dokunuş kendime gelmeme yardımcı olarak"Düşmedim ama düşürüldüm." dedim. "O da ne demek şimdi kızım?" "Önemli bir şey yok abla. Sen merak etme."diyerek sol elim ile eline dokundum. Daha da oyanmadan evin dar ama oldukça uzun koridorunda ilerledim. Büyük salona vardığımda babamı, ve Rıfat amcayı görmüştüm. Bir kişinin yokluğunu hissetmem hızlı olmuştu.Hani herkes gelmişti. İkisi büyük salona renk uyumu olarak uyan siyah deri koltuklarında rahat rahat sohbet ederek oturuyorlardı. Hemen salonun büyük camlı balkona açılan yerinde bulunan yemek masası ise dört dörtlük hazır bir şekilde konuklarını bekliyordu. Geldiğimi gören babam hızla ayağa kalkmıştı. Yaklaşmakta olan ayak sesleri ile arkamı dönmüştüm. Bu ortada yokluğu hızlıca hissedilen kişiydi. "Sonunda gelebildin. Hiç gelmeyeceksin sandım." diye hafifçe gülümsedi. Onun böyle yapması sinirlerimi bozuyordu. Herkes burada iken o neredeydi. Bu beni biraz tedirgin etsede tedirginliğimi göstermemek adına ona soru sormaya girişmiştim. "Herkes burada, bende buradayım. Peki sen neredeydin Emre?" diye gözlerine baktım. Gözlerini daha hızlı kırpmaya başlamıştı. Bu yalan söylediği anlamına geliyor olabilir miydi? Biraz düşünme babında beni incelemeye başlamıştı. Gözleri yüzümün her noktasında dolandıktan sonra "Nerede olacağım lavobodadım." dedi. "Hoşgeldin güzel kızım. Gelsene yanımıza." O sırada diğer bakışların da bana doğru çevrildiğini görmüştüm. Burada olmaktan mutlu değildim. Sürekli bu yemek faslına dahil olmaktan sıkılmıştım. Babamın hatrı içinse gelmekten başka yapacak hiçbir şeyim yoktu. "Hoşbuldum babacım. " dedim,sağ elimi kaldırarak arkadaki hazır masayı göstip,"İsterseniz yemeğe geçelim."diyerek babama baktım. "Senin bileğine ne oldu kızım?" diye sordu Rıfat amca. Ardından Emre'nin dikkatli bakışarını üzerimde hissetim. "Bir şey yok. İncittim."diye tekrar Emre'ye döndüm. Sen gerçekten neredeydin Emre? Bakışlarım şüpheli bir şekilde Emre'nin üstündeyken yavaştan yemek masasına doğru ilerliyorduk. Konu Emre olunca ona hiç güvenim kalmıyordu. Aklımda binbir tilki dolaşıyor ve bu beni keyifsiz bir ruh haline sokuyordu. Yemekler yenilmeye başlandığında salonda yalnızca tabak çatal sesleri yankılanıyordu. Babama baktığımda ise yüzünden yorgunluğun aktığı belli oluyorken bakışlarım yavaşça elini saran sargıya birde uzun yıllardır çıkarmadığı üzerinde garip bir işaret bulunan siyah taşlı yüzüğe kaymıştı. "Anlaşılan ikimizde aynı gün incitmişiz kendimizi."diye babama baktım. Ancak beklediğim şekilde yumuşak bir gülümseme alamamıştım. Herkes bir anda yemek yemeği bırakınca salonda büyük bir sessizlik oluşmuştu. Lokmam boğazımdan garip bakışlar ile sertçe geçerken bir yudum su içmeye ihtiyaç duymuştum. Suyumu yudumladıktan sonra" Elin baba! Sende mi elini incittin."diye elini işaret ettim. Rıfat amca'nın kahkahası ile aniden irkilmiştim. Emre'ninde suratını gülümseme alırken tabağına devam etmişti. Babama döndüğümde ise duyundan bir yudum alarak"Tabi ya! Ama benim ki senin ki kadar önemsiz değil. Yanlışlıkla kestim."dedi. "Nasıl oldu? Çok derin mi?" dedim,başını olumsuz anlamda sallarken orta pişmiş etinden bir lokma daha aldı. "En azından parmağındaki yüzüğünü çıkarsaydın. Mikrop kapabilirsin."dedim. "Hiçbir şey olmaz Cem'e. Baksana hala taş gibi kızım." dedi Rıfat Amca. Hep birlikte gülerken babam bir noktaya oldukça uzun dalmıştı. Suyundan bir kaç yudum aldığında bir derdi mi var diye düşünmekten kendimi alamamıştım. Babam masanın üstündeki peçeteyi hızla kapıp ağzının kenarlarını özenle temizleyerek"Rıfat,gel seninle şöyle bol köpüklü bir türk kahvesi içelim."dedi. "İçmez miyim hiç. Hadi çocuklar sizde yemeğinizi güzelce yiyin."dedi.Rıfat Amca'nında masadan kalkmasıyla yalnızca Emre ile ben kalmıştık. Emre'nin keyfi yüzünden yansırken artık yemeğini büyük bir iştahla yiyordu. Karşımda sırıtmasına daha fazla dayanamayarak" Ne diye pişmiş kelle gibi sırıtıyorsun?"diyerek çatalımı tabağa hızlıca bıaktım. Çıkan ses ile yemek yemeği bırakarak bana bakmıştı. "Bak sende görüyorsun,hayat bizi hep baş başa bırakıyor."diyerek elleri ile çenesini sıvazladı. Daha sonrasında masaya kolunu koyarak elini çenesine yerleştirip beni süzmeye başladı. Gülerek"Herkesin olayı farklı anlaması diye bir şey var biliyorsun değil mi Emre?"dedim. Suyumdan bir yudum alarak"Tabi senin aklın hep menfaatin için çalışıyor, nereden bileceksin."diye ekledim. "Neymiş o ?"dedi,dişlerini sıkarak"Söylede bilelim."dedi. "Belkide hayatın bizi baş başa bırakmasının nedeni; senin sadece bir özür dilemen içindir."diyerek mavi gözlerine baktım. Sinirle elini kumral doğal akışlı saçlarından geçirdi. Konudan sıyrılır bir şekilde "Ben özür dileyecek bir şey yapmadım."diyerek masadan kalktı. Sesim hiç olmadığı kadar yüksek çıkarak"Ama yapacaktın!"dedim. Hızlıca arkasını döndü. Korkuyordu,babasının olayı öğrenmesinden,onu babama şikayet etememden korkuyordu.Hala masada oturur durumda iken gözlerim dolduğunu fark etmeden onun yüzüne tekrar baktım. "Sen, o gece partide beni köşeye sıkıştırdın Emre!"diyerek gözyaşımı hızlıca sildim."Sen beni zorla öpmeye kalkıştın." Derin bir nefes ile,"Hatta daha fazlasını yapmaya zorladın."dedim.Ancak yüzünde ne bir pişmanlık nede bir hayıflanma vardı.Sadece orada öylece durmuş benim dediklerim karşısında susmakla yetiniyordu. Kısa bir sessizlikten sonra"Ben seni seviyorum."dedi. Duyduğum kelimeler masadan hızlıca kalkmama yardımcı olmuştu. "Bu sevgi değil Emre!"diyerek yanına doğru yavaşça yürüdüm."Bu senin elde edememe hissin! Çünkü insan sevdiğine böyle yapmaz." Sesi titreyerek"Ben sana aşığım! Niye anlamıyorsun?"dedi.Bir adım atarak bana dokunmaya çalıştı. Başımı olumsuz bir şekilde sallayarak geri adım atmıştım. "Lütfen benden uzak dur.Ve bir daha bana benim iznim olmadan dokunmaya çalışma."diyerek babam ile Rıfat Amcanın oturduğu bahçeye doğru bakarak" Çünkü bundan sonra kendi başıma halletmeye çalışmayacağım." dedim. Sesimdeki kararlılık beni mutlu ederken Emre hiçbir şey demeden öylece çekip giderken Rıfat Amca içeri girmişti. Elindeki sigara kutusunu yemek masasına bırakarak"Yemek yediniz mi? Emre nerede?"diye sordu. Gözlerim hala yerdeki püsküllü halıda iken"Sanırım işi vardı.Bir şey demeden gitti."dedim. Rıfat Amca'yı yolcu ettikten sonra babam ile baş başa kalmıştık. Babam ise bu fırsatı kolluyormuş gibi beni şimdiden sıkıştırmaya başlamıştı. "Psikoloğun ile nasıl geçiyor seyansların?"diyerek siyah kemikli gözlüğünün üstünden baktı. "Güzel gidiyor,bol bol sohbet ediyoruz,"diyerek çayımdan bir yudum aldım."Bugünkü yemek,şirketimizin kuruluşunun kutlaması içindi değil mi?" Babam ellerime dokunarak"Evet kızım,bize katıldığın için teşekkür ederim."dedi. Yüzümdeki tebessümle bende diğer elimi onun elinin üstüne koyup"Sen istersin de gelmez miyim?"dedim. Babam gözlerimin içine bakarak"Emre ile aranızda belli ki bir şeyler olmuş,"hafifçe çatılan kaşlarım ile başımı olumlu anlamda sallamıştım. "Her ne olduysa bana anlatabilirsin."diyerek ekledi. "Önemsiz bir şey, hem sen bunları düşüneceğine kalbin nasıl onu söyle?"diyerek lafı geçiştirmeye çalıştım. Onu böyle saçma bir mesele ile düşündürüp üzmek istemiyordum. Babamı düşündürüp üzmek istemeyeceğim birçok problemim vardı ancak bu mutlu günde bunları konuşmanın ne yeriydi ne de zamanı. "Sağlık durumum gayet iyi. Rıfat'ın da dediği gibi taş gibiyim."diyerek kahkaha attı. Bende gülmekten kendimi alamamıştım. Gülden abla asanın üstündeki tabakları toplayarak"Allah muhabbetinizi arttırsın inşallah."dedi. Babam"Sağol Gülden Hanım. Bugünkü yemekler her zamanki gibi nefisti. Ellerine sağlık."dedi. Kırık beyaz rengindeki duvarda asılı duran güneş şeklindeki saati görünce vaktin geç olduğunu anlamıştım."Yüreğine ve ellerine sağlık Gülden abla."diyerek ayaklandım. Babamla ve Gülden Sultanla vedalaştıktan sonra babamın şoförü beni yurduma bırakmıştı.Yurt her daim olduğu gibi sessiz iken asansörün düğmesine bastım.O sırada yurdumuzun güvenliğinin sesi ile irkildim. "Zehre Özden!" "Buyrun benim."Güvenliğin olduğu alana doğu yaklaştım. Güvenlik elindeki iki kargo paketinede bakarak isimleri tekrar okudu. Güvenlik elindeki orta büyüklükteki paketi bana doğru uzatarak"Bu kargo sizin."dedi. Şaşkınlıkla "Benim mi?"dedim. Çünkü herhangi bir şey şipariş etemiş ve birindende kargo beklemiyordum. Sol elimi yavaşça uzatarak kargoyu kucakladım. Ben üzerindeki bilgilerin doğruluğunu kontrol ederken güvenlik işine çoktan dönmüştü. -Zehre Özden - Kargo içeriği - GİZLİ- |
0% |