@zeppertlulu
|
"Bir şeyin güzelliği,onu seyredenin ruhunda gizlidir." Giderek soğuyan havalar ve içimi hafif hafif tutuşturan bir ateş vardı. Garip duygular silsilesi içindeydim ilk defa. Kafam hiç bu kadar karışık olmamıştı. Ne oluyordu bana? Ne yaşıyordu bu yorgun kalbim? Sanki sanki ben bile bile bir ateşe yürüyordum. Evet bundan oldukça emindim. Her şey bir o kadar karışık ama bazen de oldukça netti. Kamptan döneli beş gün olmuştu. Bu günler içerisinde Zahir'i bir kaç defa görebilmiştim. Benim için büyük bir hayal kırıklığıydı çünkü hiç o günkü gibi bir sohbet dahi edememiştik. Sahi ya o gün.. O gün benim için bir rüyadan farksızdı. Zahir'i ilk defa bu kadar kendime yakın bulmuş ve hissetmiştim. Biz çok benziyorduk;acılarımız,yaralarımız... Dikkatimi toplayıp önümdeki kutuya yöneldim. Yine gizli kişiden gelen bir kargoydu. İlk başta Ecem ile gönderen kişinin ismini yanlış yazdığını düşünmüştü. Ancak isim bu kargo ile kesinleşmişti artık. L ile i harfleri karışmamıştı,bana kargoyu gönderen kişinin ismi Gizildi. Yine garip bir heyecan kaplamıştı içimi. Hızla kutuyu kavrayıp kapağını açmıştım. Kutunun içdrisinde yine bir zarf bulunuyordu. Bu zarf oldukça şatafatlıydı. Siyah bir zarf iken ön yüzünün tam ortasında altın sarısı renginde bir mühür vardı. Mührün üstünde ise garip bir işaret.Bu işareti gözüm bir yerlerden ıssırıyordu. Ancak bir o kadar da yabancıydı. Zarfı kaldırınca altında bir bileklik duruyordu. Bilekliğin siyah illerinin üstünde gümüş bir yonca duruyordu. Gözlerim kısıldığı an bu bilekliğin annemin bilekliği olduğunu anlamıştım. Avucumun içerisinde duran bilekliğe tekrar tekrar bakmıştım. Oydu. Annemin bilekliğiydi bu. Gözlerim dolarken burnum sızlıyordu. Titreyen dudaklarıma engel olamıyordum. "Anne! Bu hediye kimden?"diye sordum. Annemin hediyelerini açmak çok hoşuma gidiyordu. Kırmızı kutuyu anneme doğru uzattım. Annem kutuyu açar açmaz yüzünü büyük bir gülümseme kaplamıştı. "En yakın iş arkadaşımdan."diyerek kutunun içindeki hediyeyi çıkardı. Annem badisinin kolunu çekiştirerek bileğini açmıştı. Bu hediye bir bileklikti. Hemde oldukça şık bir bileklikti. Siyah ipten oluşan bilekliğin tam ortasında bir yonca bulunuyordu. Bu yonca öyle basit bir yonca değildi. Dört yapraklıydı; umut,aşk,şans ve inanç demekti. "Çok güzelmiş."diyebildim. Annemin dibine biraz daha girerek bilekliği incelerken yoncanın arkasındaki işareti görmüştüm. A harfi vardı. A ve nokta vardı. "Bu arkadaşının ismi mi?"diye tekrar sormuştum meraklıca. Annem yanaklarımı sıkarak"Evet! Sen çok mu meraklısın bakayım."diye öpüp gıdıklamaya başlamıştı beni. Akan gözyaşlarımı elimin tersi ile silerken anılardan sıyrılmıştım. Bakışlarım sağ elimdeki zarfa ve sol elimdeki bilekliğe tekrar dalmıştı. Bu ne demek oluyordu? Benim annemin bilekliği kimin elindeydi de bana tekrar gelmişti? Birileri benimle oyun mu oynuyordu? Aklım oldukça karışıkken bilekliği yatağıma yavaşça bıraktım. Zarfı mühürlü yerinden açarak içindeki beyaz kağıtta yazılı kağıdı çıkardım. "Canı nereden yanıyorsa, oradan değişiyor insan. Canın nereden yandıysa oradan başla Zehre! Yeniden doğuş çok güçlü olacak!" -Gizil- Nefes alış verişim okuduğum not ile iyice hızlanmıştı. Bakışlarım bilekliğe kaymıştı. Benim canım annemde yanmıştı. Kutudaki bileklik annemin bilekliğiydi. Not ise oldukça tuhaftı. Bunları bana gönderen kişi ne yapmaya çalışıyordu? Aklıma gelenler ile ayaklanmıştım. Gizil'in bir önceki gönderdikleri kutuyu dolabımdan çıkararak yatağıma koymuştum. Kutu açınca yine o solmuş kuru kırmızı çiçek ile karşılaşmıştım. Bunlar arasında ne gibi bir bağlantı olabilirdi. Çiçeği elime alarak daha dikkatlice incelemeye başlamıştım. Yine aklıma gelen bir fikir ile resmini çekerek internette aratmıştım. Arattığımda ise ekranda çıkan çiçeklerin uyuştuğunu hatta birbirinin aynısı olduğunu anlamıştım. Çiçeğin adı higanbana'ydı. Higanbana'yı biraz daha detaylı araştırınca aslında Japonya ve Çin inancında bu çiçeklerin ölmüş ruhların ardından açan ve öldükten sonra yeniden doğuşu simgelediklerini öğrendim. Artık her şey kafamda bir bir yer edinerek yapboz oluşturmaya başlıyordu. Yalnızca yapbozun kenar kısımları vardı,peki ya bana anlatılmak istenen tablo neydi? Gizil her kimse bana bir şeyleri anlatmaya çalışıyordu. Anlaşılan oyunu da seviyordu. Neden karşıma çıkıp bunları yapmak yerine doğru bir şekilde konuşmuyordu. Korkuyor muydu? Yada saklanıyor muydu? Peşinde birileri mi vardı? Başımı bu karmaşık düşünce silsilesi içerisinde sağa sola salladım. İlk başta gerçdkten birilerinin benimle ciddi bir düşünce içerisinde olmadan oynadığınıd düşünüyordum. Ancak şimdi ise işin rengi bir kanıtla değişmişti. Telefonuma gelen bildirim ile sıçramıştım. Aile grubundan beş mesaj gözüküyordu. Tıklayarak gruba girdim. Babam ,Cem amca ,Cem amca'nın biricik oğlu Emre ve şirketin diğer iş adamları otuz iki diş gülümseyerek çekilmişlerdi. Babamın elinde tuttuğu ödül ise baya önemli olsa gerekti. Ödülün üzerindeki yazıyı okumak için biraz daha büyütmüştüm. Ancak ne yazı okunuyordu ne de bir şey. O an da babamın elindeki büyük taşlı yüzüğün fotoğraf makinesinin flaşıyla birlikte parladığını görmüştüm. Babamın yüzüğü her ne kadar görünmesede aklım Cem amcalarla birlikte bizim evde yediğimiz yemeğe gitmişti. Babamın elinin yaralandığı güne. Ve babamın yüzüğüne.. Gizil'in gönderdiği zarfı telefonumun yanına biraz daha yaklaştırarak işareti pür dikkat bir şekilde tekrar inceledim. Tabi ya! Bu işareti babamın yüzüğünde görmüştüm. Telefonu heyecanla tekrar elime aldığımda fotoğrafa odaklanmıştım.Bu defa gözlerim ip gibi dizilerek poz veren kişilerin arkasındaki büyük deri dekora kazınmış sembole ilişmişti. Bu sembol hem babamın yüzüğündeki isaretle aynıydı hem de Gizil'in bana gönderdiği zarftaki mühürün üzerindekiyle aynıydı. Derin bir nefes alarak olanları kafamda toplamaya çalıştım. Ancak olmuyordu. Birleştiremiyordum. Zarfı elime alarak bir şeyler daha bulabilme gayreti içerisinde incelemeye başlamıştım. Uzun bir süre detaylı taramamdan sonra pes edip zarfı telefonumun üstüne bırakmıştım. İşte tam bu esnada telefonumun ekranının ışığı zarfa yansıyarak oradaki saklı bir kelimeyi açığa çıkarmıştı. Gözlerim bir anda merakla ve heyecanla belermişti. Yazan kelimeyi okumak çok zordu ama apaçık ortadaydı. Bir şey yazıyordu bu zarfın arkasında. Zorlanarak ta olsa okumakta kararlıydım. İlk başta ö harfini çözmüştüm. Sonra ise Z harfini. Biraz daha ugraşımdan sonra flaşımı açarak yoluma devam etmiştim. Sonraki harf t harfiydi. Sonrasında e ve k harflerinide görebilmiştim. Harfleri seslice birleştirdim. ÖZTEK! Evet burada öztek yazıyordu. Öztek ne demekti? Bir isim miydi? Bir kişi yada ajans mıydı? Öztek neydi? Büyük bir oflama ile elindekileri yatağa fırlatmıştım. Yatakta dizlerimi göğsüme doğru çekerek ellerimi dizlerimde birleştirmiştim. Elimde annemin bilekliğini tutuyordum.Boğulmak için suya ihtiyaç mı vardı? Düşünceler de yetiyordu. "Gizil ne yapmaya çalışıyorsun bilmiyorum ama sana bu bilekliğin hesabını soracağım." "Merhaba,"diyerek karşıma büyik ve muhteşem gülümsemesi ile oturdu. Elindeki iki kahveyi masaya yavaşça koydu. Birini ise hafifçe bana doğru itti. Şaşkınlığım ile Ekonomi ve Basın kitabımı kapattım. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki çok hazırlıksız yakalamıştı beni. Şuan nasıl görünüyordum kim bilir. Kaşının tekini kaldırarak"Rahatsız mı ettim,"diye gözlerimin içine baktı. Kalakalmıştım. Elimdeki kalemi parmaklarımın arasında döndürmeyi bırakarak ona odaklanmıştım. Kem küm ederek"Yok, hayır rahatsız etmedin,"diyebildim. Tekrar hafifçe gülümsemeye başlamıştı. "Ders mi çalışıyordun,"dedi merakla. Bense hala aklımla kaşesinin ona ne kadar yakıştığı hakkında savaş veriyorudum. Birde kaşesinin içine giymiş olsuğu açık sitlü kahve tonlarındaki kazağı.. "Evet, vize tarihleri belli olmuş,"diyerek nefesimi toplayıp"Sen ne yapıyorsun burada,"dedim. Afferim Zehre ne güzel konuştun öyle çocugunda işi gücü yok hesap verecek sana. "Dersim erken bitti. Bende kahve almaya gelmiştim,"dedi. Gözleri sanki saçlarıma kayar gibi olmuştu."Seni görünce sanada almak istedim."dedi. Ne diyeceğimi bilemeden dudaklarımdan bir teşekkür kelimesi dökülmüştü. Kahveyi uzanarak tutup keyifli şekilde bir yudum almıştım. "Aslında canım kahve istiyordu,"diyerek gülümsememe engel olamayarak sandalyeme yaslanıp "Ancak eriniyordum."dedim. Zahir dediklerim ile gülmeye başlamıştı. Tabi gülünce de kısılan kahverengi gözleri ve hızlıca selam çakarak ben burdayım diyen mutlu gamzeleri.. Gözlerimle ima ederek"Baksana,kahve çok güzel."dedim. Başını iki yana sallayarak"Hayır ben soğumuş kahve severim." Dedi. Sağ elim ile kahvesine dokununca sıcak olduğunu hissettim. "Ama bu sıcak,"diye tekrar gözlerine baktım. Zahir'in suratındaki ifade ile gerçekten kendimi bir şapşal gibi hissettim. Neden bana öyle bakıyordu ki?Kaşlarım çatılırken dudaklarımdan"Nasıl yani,"diye şaşkınlığım dökülmüştü. "Daha doğrusu sıcak demlenen soğuk kahveyi severim."diyerek gözleri yüzümdeki her detaya ugradı. Dudaklarını ıslatarak akciğerlerine giren oksijen ile zaten geniş olan omuzları inip kalktı. Gerçekten yapılı ve yakışıklı bir çocuktu. Şu anda kafeteryadaki bütün kızların Zahir'i kestiğine bahis bile oynardım. Bana olan bakışları derinleşince gözlerimi ve yüzümü kaçırarak başka şeylerle ilgilenmeye çalışıyordum."Saçların çok güzel olmuş."dediği anda durmuştum. Şapşik bir şekilde afallamıştım. "Efendim,"diyebidim. "Saçların,"deyip gülümseyerek duraksamıştı. Masada biraz daha bana yaklaşarak uzun kolu saçıma doğru yol aldı. Sonrasında ise elindeki sonbaharın gelip neredeyse geçtigini belli eden son yaprak tanesinin bir kısmı ile bana baktı. "Kış geliyor. Ama hala ortadalar."deyip güldü. Az önceki yakınlığında bu kelimeleri yüzüme yüzüme söylese büyük ihtimal yine salak gibi kalırdım. Ancak şuan biraz da olsa sağlıklı düşünebiliyordum. "Kışı sever misin,"dedi. Artık bir kaç kelam etmeliydim sanırım. Yoksa ondan rahatsız olduğumu falan düşünebilirdi. "Kış çocuğuyum, nefret ederim," "Ne, gerçekten mi?,"diye gülümsedi. Kahvesinin ısısını gözlerini benden ayırmadan kontrol etti. "Evet,sen sever misin," "Bende yaz çocuğuyum ama kışa bayılırım. İnsanın içi sıcakken dışarısının bu denli soğuk olması beni tarif ediyor gibi."dedi. Gülümsedi. Artık kahvesinden bir yudum almaya hazırken. Kırık bir türkçe ile mi konuşmuştu yoksa gerçekten ben mi anlayamamıştım. Bilemiyordum. Yanında saçmalamak istemeyen tek kişi bendim sanırım. "Dersin var mı,"diye bir anda bana soru ile dönmüştü. Hafifçe gülümseyerek"Hayır, yok neden?"dedim. "Aslında hiç hoşlanmayacağın bir şey yapacağım sanırım,"diyerek alt dudağını ıssırdı. Yok yok bu çocuk illa beni eritip bitirecek karşısında. "Ne, ne yapacaksın?," suratım şaşkınlıkla gerildi. "Seni motosikletle gezdirmek istiyorum,tabi bunu motosikletimin özürü olarak gör lütfen."Onu hiç olmadığı kadar mutlu ve heyecanlı gördüm. Kendimi gülmekten alıkoyamayarak"Bende öyle bir korku yarattın ki binebilir miyim bilmiyorum."diyerek dil kıvırdım. Tam o sırada bileğimdeki bilekliğim ile oynarken ona yakalanmıştım. Tekrar gülümsediğini görmek benim için bir lütuftu. Ciddileşen surat ifadesi beni biraz germişti. Dudaklarından dökülen kelimeler ise beni üzmüştü. "Emre'nin partide sana zarar vermek istediğini biliyorum."dedi. Bunu öyle cesurca söylemişti ki gözlerim büyümüştü. Konu ne zaman buraya gelmişti. Derin bir nefes almıştım. O günkü yaşanılanlar tekrar cereyan etmişti. "Bizi gördün yani,"diyebildim. Ellerimi masanın üstünden indirerek bacaklarımın üstüne koydum. "Seni partiye girer girmez fark ettim. Ancak onun bu kötülüğünü sonradan fark ettim." İki elini masada birleştirerek bana daha da yakınlaşmıştı. "Tam hareketleneceğim sıra ise Ecem geldi. Ve seni çekip o karmaşanın ortasında çıkardı." Yüz ifadesi o günü hatırladığından baya sertti. "Ya Ecem yetişemeseydi,"dedim kısık bir sesle. "Ben yetişirdim,"dedi hiç düşünmeden kararlılıkla. Başımı hafifçe olumlu bir şekilde sallamıştım. "Teşekkür ederim,"dedim. "Teşekkür mü edersin?, Zehre ben o gün hiçbiir şey yapamadım ki."dedi. "Önemli olan yapamamış olman değil Zahir. Bunları düşünmüş olman." Gözlerindeki o parıltıyı tekrar gördüm ve güvenle doldu içim. "Senden ne istiyor?"dedi büyük bir samimiyetle. "Bana aşık olduğunu iddia ediyor,"dedim. Başımı olmusuz bir şekilde sallayarak "Ancak bu aşk değil, takıntı." Söylediklerimi dikkatlice dinleyen Zahir'in gözlerindeki ilk kıskançlık belirtisine şahit olmuştum. Beni Emre'den kıskandığını yüreğimin en derininde hissetmiştim. Kahve gözleri tekrar buluştu orman gözlerimle."Senin bu durumu istemediğin besbelli."diyerek etrafa baktı. Sinirlilik halini yatıştırmaya çalışıyor gibiydi. Bir yandan da Emre hakkında ne düşündüğümü merak ediyordu için için. "Bak Zehre, ben her zaman buradayım. Ne zaman istersen benden yardım isteyebilirsin. Lütfen bunu unutma." Yüzümü saran gülüş ona karşı yansır yansımaz gülmüştü. Başımı olumlu anlamda sallayarak onaylamıştım. "Gidelim mi,"diyerek motorsikletli ile beni gezdirmek istediğini ima ediyordu. Onu hiç bekletmeden"Gidelim,"dedim. Karnımda uçuşan kelebeklerin haddi hesabı yokken çantamı toplamamı hiç kaçırmadan anbean izlemişti. Bir dakika benim heyecandan ellerim mi titriyordu. Evet maalesef ki titriyordu. Kısa bir zaman sonra okuldan çıkarak Zahir'in motorsikletli in olduğu yere doğru ilerledik.Motorunun modeli Yamaha R25 idi. Mavinin en güzel tonunda gıcır gıcır beni sür diye bağırıyordu resmen. Tabi kazada bu kadar detaylı inceleyememiştim. Ancak kazadan sonra ikinci defa biniyor olmam ise gülünç bir durumdu. Zahir kaskları hazırlarken Emre'nin arabasının sesi ile bakışlarım başka yöne kaymıştı. Evet bu Emre'ydi. Arabadan saçlarını savurarak mini siyah elbisesi ile Selen inmişti. Ardından bu sefer lacivertlerin hakim olduğu giyim tonlarıyla Emre. Kabul etmeliyim ki iner inmez Emre ile göz göze gelmeyi tahmin etmiyordum. Yanımdaki kişiyi seçmeye çalışır gibiyken Selen hızla koluna girmişti. Beni Zahir le görmesi hiç hoşuna gitmiş gibi gözükmüyordu. Ama umrumda dahi değildi. Soluksuz bir şekilde beni babama yetiştireceği ise kesin bir bilgiydi. "Al bakalım,"diyerek Zahir kaskı uzattı. "Yoksa yine benim mi takmamı istiyorsun?,"diyerek benimle dalga geçti. Kaskı havada yakalayarak sağ bileğimi gözüne soka soka sallayarak"Bileğim gayet iyi gördüğün gibi, kendim halledebilirim."dedim. Zahir kendi kaskını taktıktan sonra motorsikletime binmişti. O biner binmez bende arkasına binerek ilk günkü gibi -hatta saha sıkı- sarıldım. Ona sarılır sarılmaz degişen kalp ritmim şimdiden belli ediyordu kendini. "Sıkı tutun,"dedi yüksek sesle yandan bana bakarak. "Tamam,"dedim yüksek sesle. Motoru çalıştırdığı an heycanım biraz da olsun yatışır diye tahmin ediyordum ancak hiç te öyle olmamıştı. Uzun bir geziye çıkmış gibi hissediyordum kendimi. Zahir nereye sürerse onunla birlikte gidiyordum. Ben Ecem'in dediği gibi kendimi Zahir'e yavaş yavaş kaptırıyordum. Ancak ilk defa bile bile yeniliyor gibi hissediyordum. İlk defa yaşıyordum bu hisleri,bu tuhaflıkları. Tanışmamızı bir kara gün olarak kodluyordum ancak onun beni ilk gördüğü zamanı öğrenince bu kodlamayı kırmıştım. Uzun bir yolculuktan sonra Zahir'in yemek yiyelim teklifi ile Köfteci Mustafa diye bir mekana gelmiştik. Zahir motoru usul usul mekanın yanına park ederken ben buraya ilk defa geldiğimden hemen inecelemeye koyulmuştum. Küçük bir yerdi ancak çok huzurlu ve lezzetli kokuyordu. Zahir'in geldiğini elini belime doğru hafifçe koyarak"Girelim mi?"dediğinde anlamıştım. Havanında soğukluğu neticesiyle içeriye girmiştik. Mekana girer girmez tezgahın başında uğraşan ellili yaşlardaki bir adam karşılamıştı bizi. "Ooo,hoşgeldin Zahirim!,"diye ellerini hafifçe yukarı kaldırdı. Zahir'in yüzünü büyük bir gülimseme kaplarken birbirlerine sarılışlarını mutlulukla izledim. "Hoşbulduk abi,nasılsın görüşmeyeli,"diye hal hatır sordu bizimki. "Ne olsum be oğlum, ekmek peşindeyiz."dedi. Bakışları bana kayınca Zahir'de bana baktı. "Bu hanım kızımız da kim,"dedi meraklı ama hınzır bir gülüşle. "Arkadaşım,"dedi. Hafifçe gülümsemiştim. Başka ne diyebilirdi ki? Biz arkadaştık. Ne arakdaştan aşağısı ne de arkadaştan ötesiydik biz Zahirle. İçim biraz burkulmuştu yalan yok. Mustafa abinin bize gösterdiği masaya kurulduk. Kısa bir süre sonra iki tane sıcak, leziz mi leziz kokan ekmek arası köfteler geldi. "Yemeden doymuş gibi hissetmem normal mi?,"diyerek Zahir'e baktım. Kaşesini çıkarınca bütün kaslı vücudunu bir kazağın dahi saklayamadığını görmüştüm. Gülümsediğinde çıkan minnak gamzeleriyle"Hele bir ıssırık al bakalım."dedi. Hızlıca ekmeği ağzıma uzatarak bir ıssırık kopardım. Ekmeğin çıtırlığı köftenin yumuşaklığı ve ekmek arasındaki sövüşü beni benden almıştı. Mest olduğum yüzüme yansımış olmalı ki Zahir gülerek ayranlarımızı açıyordu. İlk açtığı ayranı bana uzatarak"Bir yudum da ayran al."dedi. Bu çocuk bana resmen bir bebekmişim gibi ilgilenip bakıyordu. Uzattığı ayranı alarak bir yudum içmiştim. "Buraya hep gelir misin?,"dedim bir ıssırık daha aldım. "Hep gelmek ne kelime, Mustafa abi benim babam sayılır."dedi. Demeden edemeyeceğim için açtım ağzımı yumdum gözümü"Zahir sen melez falan değil resmen Türksün,"dedim. Zahir son lokmasını çignerken dediklerim ile gülmekten kendini alamamıştı. Hatta bir ara lokması gülmekten boğazınakalacaktı neyseki yaran içip kurtulmuştu. "Sıla da hep der. Türk tarafımın daha ağır bastığını." Dedi. Sıla mı? Allah aşkına şuarada baş başa yemek yiyoruz. Sıla nereden çıktı? Hiçbir şey demeden ekmek arası köftemden bir ıssırol daha almıştım. Modumun düştüğünü anlar gibi boğazını temizleyerek"Sıla ile sadece bölüm arkadaşıyız."dedi. O an ne diyeceğimi bilemeden yine kem küm etmelerime başlamıştım. Ancak konusacağım anda o lafa tekrar girmişti. "Buraya ilk geldiğim zaman yurt bulmamda o yardımcı olmuştu. O vesile ilede tanışmıştık." Diye ekledi. Her ne kadar belli etmesemde şuanda dünyanın en mutlu insanı olabileceğime karar vermiştim. "Biliyor musun? Annemi kaybettikten sonra ilk defa bu kadar iyi hissediyorum."dedim. İçinden gelen şeyleri hiç düşünmeden ifade etmenin mutluluğunu saklayamazdım. Mutluydum çünkü ayrıcada huzurlu. Zahir lokmasını yuttuktan sonra peçete ile dudaklarının kenarlarını temizledi.Ve çok geçmeden inci kadar değerli şu kelimeler döküldü. "Bazı çöküşler,çiçek açtırır," dedi. Bir kez daha kaybolmuştum bu kahve tonlarındaki harelerin aydınlığında. Ben her söze kanacak bir insan değildim ancak Zahir'in söyledikleri her söz kategorisinde dahi değildi. "İnsanı haykıramayacak hale getiren şu boşluğu yalnızca yaşayan bilir."dedim. Şimdi kalakalma sırası ondaydı sanırım. Hiçbir şey demeden öylece bana bakıyordu. "Bazı şarkılar derdimi benden daha iyi anlatıyor."diyerek kamp günine gitmemi sağladı. Tabi ya zeki bir gitar bilgisi ve mis gibi bir sesi vardı Zahir'in. "Bu şekilde mi kapattın yaralarını," "Hiçbir yara kapatılmaz Zehre."dedi. Ve yine gözlerindeki parıltıyı hissettim. " Bir çocuk gibi avutuyorum kendimi diyelim." "Annemi kaybettikten sonra terapistim bana şöyle demişti;Bir dahası yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, ne de yaşadıklarını silebilmek." Oturduğum yerde biraz daha dikleştim."Bu sözün hayatıma etkisi büyüktür. Paylaşmak istedim."dedim. Ancak Zahir şu anda yüzüme bakmıyordu. Şu durumda onun hala yaralarının tam kapanmadığını fark etmiştim. Onun içinde hala bir şeylerin oturmadığı belliydi. "Bitirdiysen kalkalım mı?,"dedi, az önceki mutlu halinden eser yoktu. Biz hep bu konuyu açtığımızda böyle olacak olması hissi ise beni üzüyordu. Motorsiklet binmenin bu kadra keyifli ve heyecan verici olduğunu bilsem kesinlikle bir motor alırdım. Zira hız yaptıkça insanın canına kast eden bu taşıt çok tehlikeliydi. Zahir kırmızı ışığı görürünce yavaşça durmuştu. Başımı sola çevirince dönme dolabın o etkileyici rengarenk ışıklarında kayboldum. "Çok güzel,"hayranlığımı belli eden bu sözcükler dökülmüştü dudaklarımdan. "Çok güzel olan ne?,"dedi Zahir hiç kaçırmadan. Elim ile Lunaparkın en ihtişamlı dönme dolabını gösterdim. Yeşil yanınca sağa gitmemiz gerekirken Zahir motorun direksiyonunu sola kırmıştı. "Nereye gidiyorsun?,"diyebildim. Rüzgara karşı. Yüksek bir sesle sesini duyurmaya çalışan Zahir"Güzel olan yere,"dedi. Allahım bu çocuğu bana daha önce neden göndemedin ki? Yarım saat sonra lunaparka geldik. İki bilet alarak etrafı gözlemeye koyulduk. O kadar uzun zaman olmuştu ki lunaparka gitmeyeli,en son ne zaman bile gittiğimi hatırlamıyordum. "Zehre,tıpkı bir çocuk gibisin."dedi gülerek. Sağ omzumu umursamzca kaldırıl indirerek"Herkesin içinde bir çocuk vardır Zahir."dedim. İlk önce bizi kendine çeken çarpışan arabaların olduğu yöne gittik. İnanların eğlenceli çığlıkları diğer insanlarıda cezbediyordu. İki arabanın boşalması ile hemen biniverdik. Süre başlar başlamaz arkadan bir arabanın bana çarpması ile sarsıldım. Arabanın gazına basarak direksiyonu sağa çevirip bu çakışma noktasından kurtuldum. Zahir'i görür görmez arabayı üstüne sürdüm. DANK!! Zahir'i gafil avlamıştım. Zahir'den kaçayım derken iki arabanında gazabına ben uğramıştım. Kaçan kovalanır misali Zahir arkamdan çarpmıştı. Çarpmanın etkisiyle sarsıldım. Hızlı şekilde direksiyonu toplayarak tekrar geri döndüm. Ve bir kez daha Zahir'e çarpmak için hazırlanırken arabaları karıştırdığımı Zahir'in arabasının sağdan geldiğini gördüm. Tam Zahir bana çaroacakken sürenin bitmesi ile elektirik kesilmişti. Zahir üzgün bir şekilde arabadan inerken ben kahkahalarla gülmekten kendimi alamıyordum. Köşebaşında küçük bir tezgahtan enfes bir haşlanmış mısır kokusu yayılıyordu lunaparkın dört bir yanına. İki küçük bardak haşlanmış mısır ve birde sos olarak ketçap muhteşem olurdu. Zahir bir koşu alıp gelmişti hemencecik. "Haşlanmış mısır mı? Patlamış mısır mı?,"diye sordu oturuduğumuz bankta. "Tabi ki de haşlanmış mısır,"dedim ağzımdaki ezilen mısır taneleriyle. "Bencede,"dedi. Sanırım bir ortak noktamızı bulmuştum. Haşlanmış mısır. "Sonunda ortak bir noktamızı buldum,"dedim heyecanla. Zahir gülümseyerek bir kaşık daha daldırdı bardağına. "Sonunda mı?,"diyerek bana baktı. "Evet sonunda, Allah aşkına kahve soğuk mu içilir Zahir?'diye gülerek sitem ettim. Zahir büyük bir kahkaha patlatmıştı. Allahım ne de güzel gülmüştü bu yakışıklı. Gülmeyide geçtim kahkaha atmıştı resmen. "Ateş gibi yanarken buz gibi durmayı öğreniyor insan."dedi. Aklımdaki düşünceler ile Zahir'in dediğini tam olarak duyamamıştım. Tekrar sorma gereğide görmemiştim. Gözümün takıldığı yer ile"Dönme dolaba binelim mi?,"dedim. Zahir gülimseyerek bir bana bir de dönme dolaba baktı. Aklıma gelen fikir ile hızlıca ona döndüm"Yükseklik korkun mu var yoksa?,"dedim hınzır bir gülüşle. Zahir ise başını biraz sağa yatırarak"Elbette yok,hız trenine bile binebilirim."dedi. Yok o kadarı bana fazlaydı. Trenin o raylarının göğe tırmanır gibi bile oluşu midemi bulandırıyordu. "Trene binersek kusarım,"dedim gülerek. Zahir de dediklerim ile bir kahkaha daha patlatmıştı. Sonrasında ben bardak mısırımon dibini kazırken onu bana bakarken yakalamıştım. Rezillik resmen kızım ya dur artık. Bardakları çöpe attıktan sonra dönme dolabına binmek için sıraya girmiştik. Önümüzde güzel mi güzel bir çift duruyordu. Arkamızda ise iki erkek genç. Önümüzdeki bayan pembe instax kamerası ile güzel olan her şeyi her yeri çekiyordu. Sevgilisinin uyarısı ile bagcıklarını bağlamak için eğildiğinde sıra onlara gelmişti. Eşi dönme dolaba yerleşirken arkasıno dönerek benden birkaç saniyeliğine kamerasını tutmamı rica etti. Kamerayı aldığım anda kadın bağcıklarını bağlamak için eğildi. "Zehre,şuraya baksana," Zahir'in gösterdiği yeri görmek için çaba sarf ederken elimdeki kamerayı ve kadını hatırlayarak arkamı döndüm. Döndüğümde kadının olmadığını dönme dolaba binme sırasının bize geldiğini fark ettim. "Kamera bende kaldı,"diye Zahir'e döndüm. "İnince teslim edersin,"dedi, beni rahatlatan sesi ile. Dönme dolaba binince içerisinin gerçekten sıcak olduğunu hissettim. Zahir tam karşıma otururken bense elimdeki kamerayı inceledim. "Çok tatlı bir kameraymış,"dedi. Konuşması beni iyice rahatlatıyordu. Ne diye istemiştim ki dönme dolaba binmek. Onca kalabalığın arasında şimdi yapayalnızdık. Bu beni oldukça geriyordu. "Bir kaç fotoğraf çeksem bence sorun olmaz,"dedim. Zahir muhteşem gülümsemesi ile beni onaylamıştı. Lunaparkın ışıklı ve gösterişli yerlerini kamera açısına alarak profesyonelliği mi konuşturmuştum. İlk fotoğraf sonrası ses ile fotoğrafın hemen çıkması bu sessizlikte beni irkiltmişti. Zahir ise belli etmeden bana gülüyordu. Birkaç fotoğraf sonrası dönme dolap bir anda durmuştu. Lunaparktaki bütün ışıkların sönmesi ise anı olmuştu. Sarsılma ile karşı tarafa doğru savrulduğum an kendimi Zahir'in kollarında bulmuştum. "İyi misin?,"diye meraklı ve korkmuş bir şekilde sordu. "İyiyim, neler oluyor?,"diye korkmuş bir şekilde toplandım.Zahir ayağa kalkarak camdan dışarıyâ baktı. "Elektrikler gitmiş olmalı,"diyerek yerine tekrar oturdu. O sırada bir kez daha sallandık. Bu sallama ile daha fazla korkuya dayanamayarak Zahir'in koluna yapıştım. Aramızda hiçbir mesafe dahi yoktu. "Zahir, korkuyorum,"diyerek kolunu biraz daha sıktım. Zahir diğer eli ile omzuma dokunarak"Korkma Zehre, biraz sonra jenaratör devreye girer,"dedi büyük bir rahatlıkla. Gürültülü bir ses ile bir kez daha sallanmanın etkisiyle ikimizde ortaya doğru inmiştik. Zahir beni sakinleştirmeye çalışarak"Zehre,"diyerek ellerimden tuttu."Zehre,bana bak,"dedi huzur veren sesiyle. Yüzümü kaldırarak korkusuz gözlerine baktım."Merak etme,sağ salim kurtulacağız buradan,"diyerek buz tutan ellerime sımsıkı sarıldı. Nefes alışverişimi kontol etmek için fark etmeden başımı Zahir'in göğsüne yasladım. Zahir ellerimi de göğsüne doğru teker teker koyarak kolları ile bedenime sarılıp beni hafifçe göğsüne bastırdı. İşte yine o günü hatırlatan tanıdık bir parfüm kokusu. Kendimi hiç olmadığım kadar huzurlu ve güvende hissediyorum. Nefes alışverişim ise gayet düzene girdi. Bir dakika kalbim, Allahım resmen göğsümü delip kaçacak. Sakin ol Zehre sakin ol. Oldukça sesiz ama karizmatik bir o kadarda nahif sesiyle"Zehre,"dedi. Başımı hafifçe kaldırarak yüzüne doğru yavaşça çevirdim. Gözleri hiç olmadığı kadar parlak ve ışıl ışıldı. Ruhu benim gibi savaşçı ama görünüşü zarifti. Her zaman söylüyordum ve onada söylemiştim. Bakışalarında beni kendisine çeken bir şey vardı. Eşsiz ve tarif edilemez bir şey. Peki o şey neydi? "Efendim,"diyebildim bu güvenli ve huzur veren eşsiz kollarında. "Dört yüz bin çiçek çeşidi varmış ama ben bir tek seni biliyorum,"dedi. Orman gözlerim onun kahverengi harelerinde kaybolmaya hazırdı. Yüzünü biraz daha yaklaştırdı. İkimizde gözlerimizi kapattık. Burnu burnuma değdiği an karnımdaki kelebekler artık evini bulmuşta gitmiş gibi oldu. Ne bir heycan ne bir panik havası vardı. Hepsi o an kayboldu. Anlımı anlına yasladığımda ise tamamen ona teslimdim. Ben , beni onca çiçek arasından tanıyan adama teslimdim. Baş parmağı dudağımda hafifçe gezinirken ellerim ile kaşesini istemsice sarılarak sıktım. Dönme dolabın kapısının açılma sesi ile içeriye düşen ışkları fark ettim. Hızlıca yerden toparlanarak ayağa kalktık. Nerede olduğumuza bakarken çoktan aşağı indiğimizin farkına vardım. Görevli kapıyı açıp bize yol verirken hemen köşede kameranın sahibi olan kadın ile göz göze geldim. Hala dönme dolabın nasıl ve ne zaman çalıştığı hakkında bir bilgimiz yoktu. Ve aşağı bile indigimizden bir haberdik.Kadın bize gülümseyerek el sallıyordu. Hızlı adımlarla kadının ve sevgilisinin yanında bittik. Kadına kamerayı uzatarak"Üzgünüm arkamı döndüğümde çoktan binmiştiniz ama sizin için bir kaç fotograf çektim."diyebildim. Fotoğrafların çıktılarını kadına uzattım. Kadın hiç sorun olmadığını söyleyerek"Gerçekten çok teşekkür ederim,izin verirseniz bende sizin fotoğrafınızı çekmek isterim,"dedi. Zahir'e baktığımda gülümseyerek"Neden olmasın,"dedi. "Mutluluk duyarız,"dedim büyük bir mutlulukla. Daha doğrusu utançtan domates gibi olan yanaklarımla, soğuktan çatlamış olan kıpkırmızı dudaklarımla ve burnumla... Ben Zahir'in yanına sokularak poz verirken o ise kolunu belime atarak beni göğsüne yaslamıştı. Buranın bu kadar huzurlu olduğunu bilsem daha öncden koşup gelirdim diye içimden geçirdim. Zira bu zaman kadar böyle güvende hissetmemiştim. Bu an hiç bitemez miydi? Zaman tamda bu anda duramaz mıydı? Kadın fotoğrafımızı çektikten sonra elinde biraz sallayarak bana uzatmıştı. Tam da bu sırada kadının sevgilisi Zahir ile el sıkışırken kadın Zahir'e çaktırmadan"Çok yakışıyorsunuz."dedi. Bu bizi ikinci defa yakıştıran bir insandı. Gülümseyerek teşekkür ettim. Kadın ile sevgilisi uzaklaşırken Zahir yanıma doğru gülümseyerek yaklaşmıştı. Zahir yanıma biraz daha sokularak elimi tutmuştu."Bizi yakıştırmışlar,"dedi hınzır bir gülüşle. "Bu ilk defa değil,"diyerek gülimsedim ve tekrar birleşen ellerimize baktım. "Nasıl? İlk defa değill mi? Başka kim bizi yakıştırdı ki?,"dedi. O kadra meraklı sormuştu ki söylememek onunsinir etmek içimden geçiyordu ancak dayanamadım. "Motor kazasının yaşandığı gün beni hastaneye götürmüştün,"dedim. "Evet,"dedi merkalı gözlerle. "Tedavimi yapan hemşire yakıştırmıştı bizi."diye güldüm. Zahir'de gülümseyerek bana biraz daha yaklaştı ve anlıma ufak ama çok anlamı bir öpücük bıraktı. Telefonumun çalması ile bu güzel an bozulmuştu. Titreşimde olan telefonumu Zahir'den biraz uzakta açarak cevapladım. "Efendim Ecem"diyerek açtım telefonu. "Zehre sen nerelerdesin? Kaç saattir ulaşamıyorum,"dedi endişeli bir sesle. "Ecem titreşimdeydi,duymamışım,"saçımı kulağımın arkasına sıkıştırarak"Ne oldu bir sorun mu var,"dedim merakla. Arkamı döndüğüm anda Zahir ile yüz yüze geldim. Meraklı bir şekilde beni izlerken"Zehre,Selen hamileymiş!"dedi. "Ne,"diyebildim bütün şaşkınlığımla.
En sevdiğinız kısımları yorumlarda belli etmeyi unutmayın.🤟 Şoka ugradığınız yerleri yazın bakalım🧐 Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayınız.Sonraki bölümde görüşmek üzere millet✨💖
|
0% |