@zeppertlulu
|
"Hayat kaybettiğimiz yerden başlar."
Kağıtlar masanın üstünde öyle istifli duruyordu ki buraya kaç hastanın geldiğini tahmin etmek çok zordu. Sandalyenin hemen arkasında, duvarda asılı duran beyaz ile grinin harmanlandığı duvar saatinin tik tak sesi ise uzun zamandır burada duran birisi için bir zulüm olmalıydı. Yani kısacası benim için öyleydi. Şuan ki yaşadığım stres ise kat be kat artıyordu. Ne yapmalıydım?Evet sakin olmalı ve bana sorulan sorulara doğru bir şekilde cevap vermeliydim. Eksiksiz ve doğru cevaplar... Ya beni tımarhaneye kapatırlarsa...Yok canım,o kadarı da fazla. Ama anlattıklarımı duyunca nasıl bir tepki verebileceğini tahmin edemiyordum. Daha fazla sağ bacağımı aynı ritim ile sallamaya devam edersem doktorun dikkatini çekeceğimi düşünerek dizlerimi birleştirdim ve ellerimi dizlerimin üstüne koydum. Dizlerimde hissettiğim hafif bir sıcaklık ile avuç içlerimin terlediğini fark ettim. Saatin o rahatsız edici tik tak sesine birde doktorun hızlı parmaklarının değdiği klavye sesi de eşlik etmişti. Sanki bu kadar hızla yazmasa aklındakileri unutacakmış gibi bir hava yaratıyordu. Beş dakikadır yaptığım şeyin aynısını yapmaya gayret gösteriyordum. Rahatsız edici sandalyede öylece put gibi oturarak sessizce doktorun benimle konuşmasını bekliyordum.Ve nihayet doktor ince çerçeveli gözlükleri ile bana döndü,gözlüğünü parmakları ile düzeltti ve başını hafifçe kaldırarak gözlüklerinin üstünden bana tuhaf bir bakış attı..Beni az biraz daha süzdü. Acaba doktor yaptığı meslekten bıkmış olabilir miydi?Lakin bu bakışlar bunu izah eder gibiydi.
Odada yankılanan hafif ama oldukçada yumuşak bir ses tonu ile"Şikayetiniz nedir? Sizi buraya getiren probleminiz nedir?" diye sordu. Doğru duydunuz tek soruda değil. Tek konu altında tam iki soru,garip.
Bu sorunun soruluş biçimi yada doktor hanımın yumuşak tınılı sesi içime biraz su serpmiş ve benimde stresten kaskatı olan bedenimin yavaş yavaş çözülmesini sağlamıştı. Derin bir nefes ile hafifçe süzülerek inen omuzlarım ile "Beni buraya getiren sorunum gördüğüm tuhaf rüyalar ve uykusuzluk."diyebildim.
Yine hızlı bir şekilde dokunulan o klavye harflerinin çıkardığı sesler...Sanırım artık gıcık olmaya başlıyordum.
"Son yıllarda insanlarda görülen bir sorun;uykusuzluk. Peki bu uykusuzluk nasıl oluyor? Siz tamamen mi uyuyamıyor sunuz? Yoksa gördüğünüz o tuhaf rüyalardan dolayı mı uyuyamıyor sunuz?"
Doktorun sorduğu sorular karşısında sertçe yutkunmuştum. En son ne zaman su içmiştim ben?En son ne zaman güzel bir uyku çekmiştim? Şuan da resmen dilim damağıma yapışmış gibiydi.
Günlerdir rahat uyku çekemediğimden gelen vücut yorgunluğum ve şuan ki stresimle değişen ses tonumla"Uykuya daldıktan bir müddet sonra o tuhaf rüyaları görüyorum ve rüyaların etkisi ile aniden bağırarak ya da ağlayarak uyanıyorum." dedim çekinerek. İlk defa birine bu kadar açıkca konuşuyordum.
Doktorun kaşlarının hafifçe havalandığını gördüm ve sonrasında yine klavye seslerini duydum. O sırada başımı dizlerimin üstündeki ellerime doğru bakarak eğdim.
"Anlıyorum, peki bahsettiğiniz tuhaf rüyaları biraz açabilir misiniz?" diye merakla sordu.
Soru ile hızlıca başımı kaldırdım ve doktor ile göz göze geldim
"Sanki orası dünya değil gibi. Orası buradan çok farklı, yani nasıl anlatsam orası başka bir gezegen gibi. İnsanlar bu çağda yaşamıyor gibiler."dedim." Ve o her seferinde beni boğmaya çalışan gölge!"diye ekleyerek gözlerimin daldığı noktada sustum.
Doktor arayı hiç soğutmadan o meraklı sorusunu sordu.
"Gölge mi? Ne gölgesi? Sizi nasıl boğuyor?"
Ufak bir göz dalmasından sonra doktorun sesiyle tekrar doktorun o ciddi suratına baktım. "Bir insan gölgesi olmadığına eminim doktor Hanım. Her defasında kendimi orada bulduğumda benim orada daha fazla bulunmamı engelleyerek beni yutuyor."diye tedirgin bir şekilde söyledim. Doktorun başının hayret edercesine hafifçe sola yatırdığını ardından tekrar ekrana döndüğünü gördüm.
"Her defasında derken? Sürekli aynı rüyayı mı görüyorsunuz?"diye sakince sordu.
Hafifçe gülümseyerek"Hayır,ben her defasında rüyamın devamını görüyorum."dedim. Doktorun kaşlarının bir kez daha şaşkınlıkla yükseldiğini ve bu sefer hiç fark etmediğim alnındaki çizgileri yeni görüyordum.
"Peki,Tulu Hanım stresli bir hayatınız mı var? Ya da sizi strese sokacak biriyle mi yaşıyorsunuz?"
Doktorun sorduğu sorular konudan bağımsız geldiği için biraz şaşırmıştım.
"Aslında bir pansiyonun tek kişilik odasında yalnız yaşıyorum. Hayatımda kimse de yok. Arkadaşlarım ise bana zararları olan insanlar değiller. Stresli bir iş hayatım olabilir. Bir günde iki farklı işte çalışıyorum."
Doktor sağ elini çenesinde tutarak diğer elinde ise kalem çevirerek"Anlıyorum, peki size destek olacak birileri var mı?"diye o can acıtıcı ve kritik soruyu sordu.
Kahküllerimi düzeltme ihtiyacı hissederek kulaklarımın arkasına doğru sıkıştırmıştım. Kuruyan dudaklarımı hızlı bir şekilde nemlendirerek doktor ile tekrar göz temasına geçtim. Gözlerimin dolduğunu hissedebiliyordum.
"Bana destek olacak bir ailem yok. Ancak çok yakın bir kız arkadaşım var"Doktorun o ince parmakları tekrar kalavye ile buluşurken" O da bana elinden geldiğince destek oluyor." diye ekledim.
"Şimdi Tulu Hanım, rahatsızlığınız uyku terörüne az da olsa benziyor. Yani verdiğiniz tepkiler babında. Ancak bana soracak olursanız sizi bunları yaşamanıza birçok neden tetikliyor; iş hayatınız hatta belki de korkularınız ya da eksik hissettiginiz yanınız. Siz her ne kadar kendinizi eksik hissetmediğinizi düşünseniz de bu sizin içinizde ve böyle tepkiler ile kendini belli edebilir. Size önerilerim;kafanıza bir şey takmamanız,elinizden geldiğince stres yapmadan yaşamanız.Yanınızdaki insanlar ile hayatın geri kalan kısmını yaşamanız"doktorun dediklerini dinlerken el parmaklarımın uçlarını sıkmaya başlamıştım. "Birde size yazacağım ilacı düzgün bir şekilde kullanmanız."diyerek ekledi.
Doktorun dediklerini bir bir dinledim ve duyduklarım karşısında ufak bir kırılma yaşadım. Tüm bu yaşadıklarımın eserinin yalnızca stres olduğunu söylerken ne de rahattı! Dakikalardır gözümün takıldığı, içinde envai çeşit renkte olan notluğundan küçük kare bir kağıt çekerek hoş olmayan el yazısıyla acelece bir ilaç ismi karaladı.
"Bu ilacı ne için yazdınız?"diye sormadan edemedim. Bu ilaç bütün bu sorunlarımı çözecek miydi? En önemlisi rahat uyuyabilecek miydim?
"Bu sorunlarınız ne kadar süredir var? " diye bilmiş bir eda ile sordu.
"Yaklaşık bir buçuk aydır."diye uzattığı reçete kağıdına baktım.
Yarım bir gülüşle"Bir buçuk aydır çektiğiniz uyku sorununu ve o garip rüyaları sona erdirecek üstelik güzel bir uyku çekmenize yardımcı olacak ilaç.'dedi."Akşam yatmadan bir tane bol su ile almanız yeterli olacaktır."diye yüzüme bakmadan ekledi.
Reçeteyi aklımda binbir soru ile uzanarak aldım.
"Teşekkür ediyorum doktor Hanım."diyebildim yarım bir gülüş ile.
"Geçmiş olsun Tulu Hanım,mümkünse bir ay sonra buluşalım olur mu?"diye gülümsedi oturduğu masadan.
"Elbette olur. İyi günler."diyerek neredeyse yarım saattir çıkıp gitmeyi düşündüğüm kapından dışarı adımımı attım. Kendimi dışarı atar atmaz derin bir nefes ile canlanırken buldum. Benim odadan çıktığımı gören ve üzerinde beyaz papatyaların olduğu siyah elbiseli kadın ayaklandı. Büyük ihtimalle bu kadın benden sonraki muayene olacak hastaydı. Neyseki bu stres verici işi de hallettikten sonra hızla hastanenin çıkışına yöneldim. Hastaneden kendimi dışarı atar atmaz İstanbul'un nemli havasını içime çektim.Cebimde titreşen telefonumu son anda fark ederken elimi cebime attım. Ancak önümdeki taksiyi bir beyefendinin kaptığını görünce üzülmüştüm. Telefonun ön yüzünü çevirince beni arayan kişiyi görmüştüm. Dahada bekletmeden yanıtlamıştım.
"Efendim Lavin!"
Tulu, nerelerdesin sabahtan beridir sana ulaşmaya çalışıyorum."
Lavin'in endişeli sesi tedirgin olmama yetmişti de artmıştı bile.
"Bir sorun mu var?"
"Aslında vardı ama şimdi yok. Yani durumu kurtardım."
Lavin'in klasik cümlelerinden biriydi. "Durumu kurtardım" Yani bundan anladığım kadarıyla her zaman ki gibi Selim Bey kütüphane'ye erkenden gelip göz atmıştı.
"Lavin şuan kütüphaneye geliyorum. Yarım saate oradayım"diyerek zorla tek elimle işaret yaparak durdurduğum taksiye bindim."Beni biraz daha idare edebilir misin?"
"Elbette! Çabuk ol Tulu." Diyerek telefonu kapattı.
Bende içimdeki sıkıntı ile derin bir nefes vermiştim. Sabah doktora gittiğim için yarı zamanlı olarak çalıştığım kafeye gidememiştim. Şimdi ise kütüphaneye geç kalıyordum. Yetişmekte zorlanıyor,hayata ayak uyduramıyordum. Neden her şey böyle üst üste geliyordu? Hayat benden ne istiyordu?
"Abla! Ya! Abla! Nereye gideceğiz?"
Düşüncelerimden ayılmama taksiyi süren genç vesile olmuştu. Muhtemelen bana bir kaç defa seslenmişti ama ben yine düşüncelere daldığım için onu duyamamıştım.
"Zambak kütüphanesine lütfen!" Diyerek dizlerimin üstünde duran çantamı sinirle sıktım. Taksinin sürati arttıkça camdan bakmak benim için zorlaşıyordu. Bir anda tünele girmemiz ile camdaki yansımamı görünce son aylarda ne kadarda çöktüğümün farkına varmıştım. Gözümün altındaki morluklar günlerce rahat uyku çekemememin sebebiyken, solgun yüzüm ise düzenli beslenemememdendi muhtemelen. Kimsesizdim bu koskoca dünya'da! Kimsesiz! Yapayalnız! Ailesiz! Bunca zamana kadar nasıl geldiysem öyle giderim diyordum hep kendime ama artık yürütemiyordum bir şeyleri.. Öncelikle kendimi... Yürütemiyordum bu acımasız hayatta.. Taksinin ani freni ile sarsılmıştı narin ve hissiz bedenim. Taksimetredeki fiyata bakarak cüzdanımdan yeterli parayı çıkarıp beni süzen gence uzattım. Ne diye öyle garip garip bakıyordu ki? Güzelliğime mi? Aslında standart bir kadındım. Bal köpüğü rengindeki dalgalı saçlarım doğal olarak İngiliz babamdan geliyordu. Ayrıca beyaz ten rengini de yine babamdan geldiğini söylemezsem ayıp olurdu. Gözlerim ve burnum tıpkı annemdi. Koyu yeşil gözlerim ve hafif kalkık burnum her daim bana annemi hatırlatırdı. Annem has bir türktü. Annem ile babamın tanışması ne komik ki bir kütüphanede olmuştu. Şansa bakın ki kadersiz kızları yani ben burada yarı zamanlı olarak çalışıyordum.
"Kolay gelsin!"diyerek indim. Genç taksicinin garip bakışlarının güzelliğime karşı olmadığını telefonumun ekranından kendime bakınca anladım. Genç resmen benim halime acıyor olmalıydı.
Yere adımımı atar atmaz biraz sendelemiştim. O sırada taksicinin ağzında ne gevelediğini duyamamıştım. Umursamamazlıktan gelerek elimdeki cüzdanımı sırt çantama atarak yaya geçidini kullanarak kütüphaneye girmiştim. Kütüphaneye girer girmez Lavin'in Selim Bey'le yeni gelen kitaplar hakkında bilgi verdiğini görmüştüm. Lavin beni görünce gözlerini belertip benim olduğum tarafa bakmıştı. Selim Bey'in de sırtının hareketlendiğini görünce hızla yere eğilerek masanın arkasına saklanmıştım. Umuyorum ki beni görmemişti. Sesler geliyordu,evet görünmemiştim. Yerde emekleyerek kendimi bodrum katına atmıştım. Sırt çantamı çıkarır çıkarmaz yeni gelen kitap yığınının arkasına fırlatmıştım. Merdivenden gelen ayak sesleri iyice huzursuz ederken ellerime bir kaç kitap alarak raf düzenliyormuş gibi yapıyordum. Gelen adım sesleri pek de yabancı gibi değildi. İki adım ileri bir yavaş adım ve derin nefes veriş. Evet bu kesinlikle Selim Bey'di. Kendimi hazırlayarak- sanki az önce kan ter içinde kalmamış gibi- rahat gözükmeye çalışıyordum.
"Lavin,bu kitapların yeri burası mıydı?"derken arkamı döndüğümde Selim Bey ile göz göze gelmiştik.
Küçümseyici bir bakışla"Tulu? Demek raf yerleştiryorsun."dedi. Sonrasında yerdeki kitap yığınlarını süzdü. Ellerinin ceplerinde olduğunu fark etmiştim.
Titreyen sesim ile"Evet Selim Bey! Anlaşılan bu yeni gelen kitapları yerleştirmesi uzun sürecek."diyerek çaktırmadan Selim Bey'e baktım. Hala etrafı süzüyordu.
"İyi! Elinizi çabuk tutun"diyerek parmağı ile arkamdaki rafı işret ederek"O rafların önce tozunu al."dedi.
Derin bir nefes alarak kendime geldim."Tabi Selim Bey!" Dedim. Neyseki geldiği gibi geri yukarı kata çıkıyordu. Anlımdaki boncuk boncuk olan terleri elimin tersi ile silerken kendimi -savaştan galip çıkmış yorgun bir savaşçı gibi- sandalyeye bıraktım. Arkama yaslanıp dinlenirken Lavin'in Bodrum'a girdiğini görmüştüm.
Büyük bir yorgunlukla"Allah aşkına! Sen nerelerdesin yine?"diyerek bir sandalye çekmişti hemen yanıma.
Başımı hafifçe sola çevirerek Lavin'e baktım."Hastaneden geliyorum Lavin."diyerek sandalyede bedenimi toplayarak dikleştim. Lavin'in hızla değişen suratının yorgunluktan meraklı bir hale geçişine şahit oldum.
Yumuşak ses tonuyla"Bir şey mi oldu? İyi misin?"diyerek ellerini ellerimde birleştirdi. Onun en büyük sevgi göstergelerinden birisiydi bu.
"Hani sana bahsettiğim tuhaf rüyalar varya"diyerek gözlerinin içine baktım.
"Evet."dedi ve benim bir şeyler söylememi bekledi.
"İşte geçmeyince bende bir psikolağa gittim. Bana bir ilaç verdi."
"Yani uyuman için iyi mi gelecek?"dedi .
Evet anlamında başımı salladım. "Yani öyle umuyorum."diyerek başımı gülümseyerek biraz sola kırdım.
Lavin'in gülen yüzü ile benimde bu halsiz yüzümü bir gülümseme kaplamıştı.
"Sen hiç merak etme! Ben hep yanındayım biliyorsun değil mi?" Diyerek ellerimi biraz daha sıktı.
Başımı tekrar olumlu bir şekilde sallayarak"Biliyorum arkadaşım."dedim.
"Gör bak,hemen nasılda yarayacak bu ilaç sana!"diyerek beni yüreklendirdi ve azıcıkta olsun içime umut tohumu ekti.
"Yarar değil mi?" Diyerek gözlerinin içine baktım. Bakışları sanki her zamankilerden daha farklılardı,sanki daha bir şefkatlilerdi. Yoksa her zaman böyle mi bakıyordu Lavin?
"Elbette yarar şapşik! Sen yeterki düzenli kullan!"dedi ve ayağa fırladı.
"Nereye?"
"Eee, iş bizi bekler Tulu hanım! Bu depo sana ait ben karışmam!"
"Nee! Hayır Lavin!"diyerek itiraz ettim. Ama nafile.
"Hadi hadi! Halledersin sen! Ben yukarıdayım."diyerek hızla topukladı üst kata. Bense öylece yerdeki kitap yığınları ve masadaki barkodlar ile bakıştım.
Bir ay sonra...
Esen rüzgar saçlarımı hızla savururken üzerimdeki kirli beyaz elbisemi kaplayan siyah pelerinimin şapkası başımdan çıkmakta kararlı gibiydi. Hızla şapkamı tutarak bu hırçın rüzgarın şapkamı indirmesini engelledim.Pelerinimin şapkasını bu denli önemsememin tek sebebi yüzümün görünürlüğünü bir nebzede olsa kapatmasındandı. Bu hırçın rüzgara eşlik etmekte hiç de geç kalmayan gök gürültüsü anlaşılan bir kişiyi daha davet etmişti;yağmur. Evet az önceki elimin üstüne damlayan soğuk su damlası yağmurun habercisiydi. Şimdilik ince ince yağıyordu ancak her an ortalıkta bir fırtına kopabilirdi. Şimdi insanları takip ederek onlarla birlikte bu taşlı sokaktan sola sapıyorum. Yerdeki taşların girintili çıkıntılı olması ayak bileklerimi bükmem için muhtemel bir sorun. Ama bu soruna davetiye çıkarmamak için elimden gelen çabayı gösteriyorum. Beklenen alana yaklaştıkça büyük bir kalabalığın tezahürat ederek
"Yaşasın Kral! Yaşasın ülkemiz!" dediklerini duyuyorum. Bir anda boşluğa düşmüş gibi hissediyorum. Olduğum yerde dururken burada neden olduğumu, nereye gittimi yada kimi aradığımı sorguluyorum. İnsanlara baktığımda hepsinin mutlu ve neşeli olduklarını anlıyorum.Kimisinin elinde içki destisini kafasına dikiyor kimisi ise sevinçle dans ediyordu. Sahiden burada ne oluyordu? İnsanlar neden bu kadar mutluydu? İçimdeki bu tuhaf duygu midemin karışmasına ve aklımın durmasına neden olurken elbisemin eteğini hızla toplayarak yürümekten koşuş aşmasına geçmek için hazırlandım. Bir dakika! İşte yine o gölge! Yine kalabalığın içinden yavaşça bana doğru büyük bir hızla süzülüyordu.Kaçmalıydım. Çünkü bu sefer rüyadan uyanmamalıydım. Bu sefer rüyanın bu noktasına kadar gelmişken insanların kimi beklediğini, ne için sevindiğini idrak etmeliydim. Başımı sağa çevirince uzun ama bir o kadarda dar ara sokağı gördüm. Kendimi hızla o tarafa doğru koşmaya zorladım.Kalabalıktan sıyrılana kadar deliler gibi koştum. Hatta bir anlığına yerdeki kötü dizilmiş oalan taşlaron gazabına uğrayarak sendeledim. Nefes nefese iken o uğursuz gölgeyi sonunda atlattım. Nefes nefese sağıma soluma göz gezdirdim. Saklanacak bir yer bulmalıydım. Aniden gözüme takılan büyük tahta fıçılara ilişti. Yavaş adımlarla fıçıların arkasına geçerek yere çöktüm. Kolarımla dizlerimi sararken bedenimin soğuktan tir tir titrediğini fark ettim. Nihayet bu sefer anlatmıştım bu zift karası gölgeyi. Korkutuyordu beni hemde çok korkutuyordu. Ben ne zaman burada ne için bulunduğumu öğrenmeye çalışsam beni engelliyordu.Bir anda havanın karardığını fark ettim ve sevinçli insan seslerinin büyük bir kargaşaya bağırışmaya ve çığlıklara dönüştüğüne şahit oldum. Bu ses kulaklarımı tırmalarken ellerimi kulaklarımı kapatmak için kullandım. Yüzümü gökyüzüne kaldırdığımda ise atlattım sandığım o hain gölgeyi gördüm. Onu görür görmez hızlanan kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarparken korkum çığlıklarımla çıkış yolu bulmuştu. Mavi gökyüzü kararmıştı ve acımasız gölge beni tekrar yutmuştu.
Yatağımdan büyük bir çığlak atarak uyanmıştım. Ciğerlerim sanki dakikalar boyunca nefes almamış gibi hızla inip kalkarken anlımdan süzülen ter damlaları yüzümde yavaş yavaş süzülüyordu. Ellerimin yatağımı kaplayan açık kahve tonlarındaki yorganı sımsıkı tuttuğumu fark edince yavaş yavaş bırakmaya çalıştım. Parmaklarım sanki kilitlenmiş gibi tek tek kaldırmaya uğraştım. Ve başarılı oldum. Hafif hafif kramplar girmeye başlayınca uzun bir süredir böyle olduklarını tahmin etmemeye sebep yoktu. Bir elimi diğer elim ile ovarken sertçe yutkundum. Nefesim şimdi düzene girmişti. Sol tarafımda bulunan sehpanın üzerindeki telefonuma uzanarak saati kontrol ettim. Tam tamına iki saat on dakika uyumuştum ve saat şuan 5.45 idi. Telefonu tekrar sehpanın üzerine bırakıp üstümdeki yorganı yataktan çıkmak için savurdum. Yataktan dogrulmadan ellerim ilk önce yüzüme gitti daha sonrasından saçlarımın arasında dolaştı. Gördüğüm rüyamın etkisinden henüz yeni çıkıyordum. Bileğimdeki kırmızı lastik tokayı hızla saçıma geçirerek topuz yaptım. Küçük odamın daha küçük olan banyosuna yöneldim.Lavobonun karşısına geçtiğimde aynadaki sefil yansımamı gördüm. Aylardır rahat uyku çekememenin neden olduğu göz altı morlukları ve yeme düzensizliği yüzünden çöken yüz hatlarım kemikli yüzümü iyice ortaya çıkarmıştı. Birde yaptığım stres yüzünden çıkan sivilcelerim aynadan bana el sallıyordu. Derin bir nefes vererek avuçladığım suyu hızla yüzüme çarpmıştım. Evet az da olsa uykum açılmıştı. Bir avuç daha ,bir daha. Doktorumun verdiği ilacı kullanalı tam bir ay olmuştu. Düzelen bir şey yoktu aksine düzeni bozulan çok şey vardı;hayatım. İlacı kullandım kullanalı uyku saatlerim aşırı olmaya başlamış,sağda solda uyurken buluyordum kendimi. Hatta ilaç, beni iyice yorgunlaştırmaya çalışıyor gibiydi. Umudumu kaybetmemek için bana ne gibi zorluklar çıkardığını görmezden gelerek kullanmaya devam ettim ama buraya kadardı. Bırakacaktım.. Dolabımı açar açmaz gözümün takılı kaldığı mor elbisemi giymek için aldım. İki adımla boy aynamın karşısına geçerek elbiseyi üzerimde nasıl duracağını görmek için tuttum. Kollarındaki hafif dalgalı fırfırlar abartısız dururken elbisenin boyunun diz kapağımın hemen altında olması ise benim için muhteşemdi. Bu boyda olan bütün elbiseleri genellikle beğenirdim. Hatta arkadaşlarımdan bazen geri kafalı, modası geçmişte kalmış diye laflar işitirdim. Ancak ne onların hoşnutsuz sözleri ne de yeni moda umrumda değildi.Ben ne seviyorsam, ne istiyorsam ve neyi kendime yakıştırıyorsam onu giymeliydim. Elbiseyi üzerime geçirdikten sonra gözlerim 4 duvarlı odada yeni aldığım sandaletleri aradı. İşte oradaydı. Boy aynasının arkasında diğer ayakkabı kutularının üstündeydi. Beyaz sandaletleri de ayaklarıma geçirdikten sonra aynanın karşısında adeta bir prenses gibi süzüldüm ve ne kadarda hoş olduğuma bir daha kanaat getirdim. Bir anda içimde hissettiğim yorgunluk şimdi de mideme vuruyordu. Sert bir acı ile biraz burkularak ellerim hızlıca midemin üstüne yerleştirdim. Tekrardan saate baktığımda 6.30'a geldiğini gördüm. Kahvaltı yapmalıydım. Ve sonrasında ilk yarı zamanlı olan işime yetişmeliydim. Telefonuma gelen bildirim ile telefonumun yatağımda bir kaç kez titreştiğini duydum. Bu mesaj bana bugünkü doktor randevumu hatırlatıyordu. Gidip ile gitmemek fikri arasında kalmıştım. Çünkü bana yarar sağlayabilecek son kozumu da oynadığımı düşünüyordum.
Bugün kafe olduğundan da kalabalıktı. Bir masa boşalır boşalmaz hızlıca yeni bir arkadaş veya aile grubu dolduruyordu. Bense garson olarak ilk defa bu kadar yorulduğumu hissediyordum. Kafemiz öyle büyük bir mekana sahipti ki müşterimiz bu büyük alana sığmadığından cafe'nin girişinde de masalarımız bulunuyordu. Lavin bugün dışarıda çalışacaktı. İşletme sahibi bizi belli bir sıraya sokarak görevlendiriyordu.
Ben elimdeki tepsiyi masaya götürmek için hazırlanırken dışarıdan içeri giren Lavin'i görmüştüm. Elindeki boş tepsiyi sallaya sallaya gelişi ve yüzündeki asıklık yorulduğunu belli ediyordu.
"Kolay gelsin Lavinciğim."diye gülerek göz kırpıp takıldım.
Lavin ise göz kırpmama karşılık iki kaşınıda kaldırıp gülümseyerek başını sallamıştı.
"Sağolun Tulu Hanım! Bakıyorum da formundasın."dedi.
Elimdeki tepsiyi masaya ikram etmek için masaya yaklaştım. İçecekleri sahiplerine dağıtırken büyük bir gürültü ile irkildim ve elimdeki büyük bardaktaki içecek yere kayıp paramparça oldu. Bir anda kopan çığlıklar bağırışıklar ve ağlama sesleri beni iyice korkutmuştu. Hızla dışarıdaki insanların kaçıstıklarını göründe bende dışarı doğru yavaş yavaş yürümeye başladım. Beyim benzim atmıştı. Neler olduğunu anlamak için ilerlemeye çalışıuordum ancak karşıdan gelen birkaç insanın bana çarpması ile dengem bozuluyordu. Ellerimin titrediğini hatta bu titremenin bütün vücuduma yayıldığını hissediyordum. Sonunda bu kopan tufan'ın ne olduğunu kavramam çok sürmemişti.
Yoldan geçen kırmızı bir spor araba hızını alamayarak cafemizin dış tarafına girmiş ve önüne ne aldıysa ezip geçmişti. Bir kaç insanın arabanın kenarında feryat figan ağladığına şahit olmuştum. Kendime yavaş yavaş gelirken aklıma Lavin düşmüştü. Oda dış kafede garson olarak servis yapıyordu. Hızla arkama döndüm. En son arka mutfağa doğru ilerliyordu. Hayır, hayır...Lavin'in bu kargaşada yeri olamazdı. O içerideydi. Dışarıda olamazdı. Hızla mutfağa doğru koştum. Bizimikilerin halı çok kötüydü. Bense yana yana her yerde Lavin'i arıyordum.
"Lavin! Lavin nerede şef? " Diye sordum. İçeriye telaşla giren erkek garsonun konuşmasına kulak kesildim. Bu garsonun üstü başı toz içindeydi. Büyük ihtimalle yerde sürünmüş olmalıydı.Bir dakika ağlıyor muydu?
"Lavin!Lavin arabanın altında kalı!"diye feryat etti.
Gözlerim duyduklarım ile aninen dolmuştu. Lavin arabanın altında mı kalmıştı? Bu mümkün olamazdı? Daha dakikalar önce mutfaktaydı. Şef ve çalışanların hepsi ambulansı ararken ben koşarak olay yerine varmaya çalışıyordum.
Arabaya doğru koştuğumda arabanın altında kahverengi bir saç gördüm. Garson önlüğü sürüklenmenin etkisi ile sağ tekerin altında kalmıştı. Biraz daha yaklaşınca yerde Lavin'in kanlar içinde acı çekerek yattığını görmüştüm. Ağlıyordu,nefes almaya çalışıyordu. Gözlerim görmüyordu,gözlerimdeki yaşlar görmemi engelliyordu. Hızla arabanın altına doğru eğilerek Lavin'in elini tuttum. Gözlerime inanamıyordum. Dostum,benim canımın içi yerde can çekişiyordu.
Hızla ağlayarak mutfağa doğru seslendim."Ambulansı arayın!!"
Lavin! Lavin! Ben burdayım! Tamam mı? İyi olacaksın!" Diye onu kandırmaya çalışıyor gibiydim. Durum çok vahimdi. İçim acıyordu! Allahım neden böyle olmuştu?
"T..Tu...Tulu!"diye halsizce bana seslendi. Nefesini toplayamıyordu. Allah'ım arkadaşım gözlerimin önünde ölüyordu. Ben hiçbir şey yapamıyordum.
Sesim titreyerek bakmaya korktuğum yüzüne ve arabanın altında kalan bedenine bakarak"Efendim? Efendim Lavin?"
"Her... şey.. için"öksürdü ağzından kan geliyordu."Teşekkür ederim."dedi. Canım çok yanıyordu içim yanıyordu. Tek dostumu kaybediyordum. Bu mümkün olamazdı.
"Yardım edin! Lütfen onu kurtaralım burdan!"diye haykırdım.
"Araba sıkışmış! "Dediler.
Tam on kişi arabayı kaldırıp kenara koymak için uğraşıyordu.
"Asıl ben teşekkür ederim Lavin! Bu dünyadaki dostum yakınım ve her şeyim olduğun için." Ağlıyordum. Tutamıyordum kendimi. Lavin'e güç veremiyordum! Onu hayatta tutamıyordum!
Gülümseyerek" Başka bir evrende karşılaşmak dileğiyle...hoşçakal." dedi. Başı son nefesi ile hafifçe sarsıldı ve durdu. Lavin'i sonsuza dek kaybetmiştim. Bu dünyadaki tek dostumu can arkadaşımı kaybetmiştim. Ben her şeyimi kaybetmiştim. Ben kendimi kaybetmiştim.
"LAVİİİİN! HAYIIRR! LÜTFEEN!" Bunlar benim kendimi kaybetmeden ki son haykırışlarımdı.
"Bir kitapta okumuştum, hayat kaybettiğiniz yerden başlar diyordu. Hayatı kaybetmiştim peki kaybettiğim yerde. başlayacak mıydı?" İlk yorumlarınızı bekliyorum sevgili okurlar🤍✨Sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın görüşmek üzere🥰
|
0% |