Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BÖLÜM İKİ: PERDENİN ARKASI

@zerabsk

Yüzünün gülüyor olması, içinin paramparça olduğunu unutturmasın, derdi babam. Unutma ki orayı öyle bırakma, eğer öyle kalırsa batan camlar bütün ruhunu kanatır.

 

Kendisi dahil kimseye bağımlı olmamı istemez, hayatta kendimden başka kimse yokmuş gibi davranmamı isterdi. Küçüklüğümden beri bu hayatta herkesin bir çınar ağacı vardır, senin çınar ağacın sen olacaksın diye öğütlerdi.

 

Hiçbir zaman "Ya çınar ağacı kadar heybetli değilsem?" diye sorma şansım olmamıştı çünkü onun öğütlerine karşı çıkıp bir şekilde onun her zaman yanımda olacağını kendime kabullendirmiştim. Bugün yanımda olsaydı soracağım ilk şey bu olurdu.

 

Adliyeye girmiş, odama doğru ilerliyordum. Krem rengi pantolonumu, siyah kazak ve trençkotumu beraber giyip siyah topuklu ayakkabım ve çantamla tamamlamıştım. LM dosyasının savcısı olmayı kabul edeli 1 hafta geçmişti fakat iznimin yeni bitmesinden dolayı çok fazla çalışma fırsatı bulamamış, dolayısıyla da o gün aldığım not haricinde bir şey bulamamıştım. Notu Levent Bey'e gösterdiğimde, bunun işimize yaramayacağını düşündüğünü söylemişti. Zira bir izden çok, sıranın bende olduğunu gösteren bir işaretti. Notu bırakan kişi hakkında tek şüphelimiz, o gün bana yardım etmek isteyen kişiydi. Vicdanlı bir vatandaştan başka bir şey değildi belki de ama gördüğüm tek kişi olduğu için şüpheli listesindeydi. Levent Bey, ne kadar ıssız bir yer olsa da arama çalışması yapılacağını belirtmişti.

 

Koridorda beni görüp hem selam verip hem de tekrar baş sağlığı dileyen arkadaşlarımın ardından odama girmiş, kapıyı kapatmıştım. Masama ilerlemeden önce, kapının oradan gözümü odamda gezdirdim.

Kapının sağındaki duvara yapışık, içerisinde dosyalarımın olduğu dolabımdan odanın ortasındaki masama, masamın yanındaki Türk bayrağından karşıdaki sandalyelere kadar bu oda buram buram ben kokuyordu. Babamın evinden ve özel yerimizden sonra en çok sevdiğim yer burasıydı belki de.

 

Kapıda öylece durmayı bırakıp masama yerleştim. Yerleşir yerleşmez gözlerim karşıda hafif çapraz şekilde duran ayaklı askılığın üzerindeki cübbeme, cübbemde biraz oyalandıktan sonra da masamdaki çerçevede duran aile fotoğrafımıza ilişti.

 

Bu cübbeyi ilk giydiğimde yanımda canımın yarısı, annem yoktu; ama diğer yarısı, babam vardı. O gün, kendi içimdeki gururdan çok babamın iki gözündeki gurur beni güçlendiriyordu. Sanki bir gözündeki gurur kendisine değil, anneme aitti. Babamla beraber o da yanımdaydı, hiç ayrılmıyordu. Ben yalnızca üç yıldır savcılık yapıyordum, toydum ama buna rağmen bir sürü başarıda adım vardı. Şimdi en büyük başarım, babam için LM dosyası olacaktı.

 

Kapının çalmasıyla düşüncelerimi kesip, "Gel." dedim. İçeriye mübaşir girdi. "İstediğiniz dosyaları getirdim, Sayın Savcım."

 

"Masama bırakabilirsin, teşekkür ederim."

 

Dosyaları masama bıraktıktan sonra, "Başka bir istediğiniz var mı Savcım?" dedi.

 

"Hayır, çıkabilirsin."

 

Mübaşirin çıkmasının ardından, ben daha dosyalara bakamadan Levent Bey içeri girdi. Masamdaki dosyalara göz gezdirdikten sonra, "Seni tekrar bu odada, özellikle bu dosyanın başında görmek çok güzel, Lamia." dedi.

 

"Teşekkür ederim, Başsavcım."

 

"Sen ne yapacağını iyi bilirsin tabii Lamia ama özellikle oğlumun ve gelinimin dosyasına bakmanı istiyorum, aklıma yatmayan birkaç tutarsızlık var."

 

"Ne gibi tutarsızlıklar?"

 

"Dosyalara baktığında anlayacaksındır. Çok vaktim yok, gitmem gerekiyor."

 

"Anladım, Başsavcım. Sağ olun."

 

Hafif bir baş sallamasıyla, "Kolay gelsin." diyerek kapıdan çıktı. Onun kapıdan çıkmasıyla bende kendime bir kahve söyleyip, masamın başına, dosyalara döndüm.

 

🐋

 

Tam bilmediğim bir şekilde, birkaç saattir dosyaların başındaydım. Levent Bey'in söylediği üzere Tutku Eryılmaz ve Aras Arslan'ın dosyası üzerinde biraz daha durmuştum. Evet, söylediği gibi kesinlikle akla uymayan bazı şeyler vardı.

 

Tutku Eryılmaz ve Aras Arslan, Mayıs 2022'de şık bir düğünle evlenmişlerdi. Babasının aksine Aras Arslan, magazin dünyasında tanınan başarılı bir iş insanıydı. Bu nedenle evliliklerinin ne kadar güzel ve mutlu olduğu tüm magazin dünyasının ve dolayısıyla da halkın dilindeydi. Tabii ki bu mutluluk, evliliklerinden yalnızca 6 ay sonra sona ermişti.

Kasım 2022'de Aras Arslan, evinin salonunda, göğsündeki LM iziyle ölü bulunmuştu.

 

Tutku Eryılmaz'ın ifadesinden olayı özetleyecek olursak, o gün Aras Arslan eşini arayıp çok acil bir toplantısı olduğunu, bu yüzden geç geleceğini ve kendisini beklemeden uyumasını söylemişti. Tutku Eryılmaz biraz bekledikten sonra odasına çıkıp mışıl mışıl uyumuş, ne olduysa da o sırada olmuştu. Evdeki yatılı hizmetlilerden biri, gece mutfağa su içmek için çıkmıştı. Mutfak, Amerikan mutfağı olduğu için salonu doğrudan görüyordu. Su içerken, salonda yerde yatan birini görünce garipsemiş, bakmak istemiş ve Aras Arslan'ın cansız bedenini bulmuştu.

 

Tutku Eryılmaz, bu süreçte şaşırtıcı bir şekilde sakin görünüyordu. İnsanların büyük bir çoğunluğu şokta olduğu için böyle davrandığını ya da kameraların karşısında üzüntüsünü göstermek istemediği için böyle davrandığını düşünürken, bazıları bir süre bu cinayeti onun işlediğini, hatta LM'nin başında onun olduğunu düşünüyorlardı.

 

Açıkçası ben de şokta olduğu için öyle davrandığını düşünüyordum fakat dosyayı dikkatli bir şekilde okuyunca içimde birkaç tane kurt oturmuştu.

 

Aras Arslan'ın ölümünden yalnızca bir ay sonra, Tutku Eryılmaz'ın annesi kızına dünden beri ulaşamadığı gerekçesiyle kayıp başvurusunda bulunmuştu. Tutku Eryılmaz'ın evi, gidebileceği evler, sevdiği tatil yerleri gibi birçok yer uzun bir süre araştırılmıştı. Uzun süren çalışmalara rağmen, Aralık 2022'den beri kendisinden hiçbir haber alamamıştık.

 

Levent Bey'in bu dosyaya gösterdiği yoğun ilginin, üstlerinin onu sürekli darlaması gibi bir sürü nedeni vardı. Fakat bence en önemli ve asıl nedeni, bu davada oğlu ve gelinini kaybetmiş olmasıydı.

 

Dosyadaki aklıma yatmayan durumlara gelecek olursak, Aras Arslan öldürülmeden önce beş, o öldükten bu yana iki kişi öldürülmüştü ve bu öldürülen kişiler yalnızken öldürülmüşlerdi. Babam dahil.

 

Öldürülen kişilere net bir şekilde şurada burada öldürülüyor diyemezdik fakat kesinlikle yalnızken öldürülüyor diyebilirdik. Gerek evlerinde, gerek başka bir yerde ama kesinlikle yalnızlardı; Aras Arslan dışında.

 

O öldürüldüğünde evde eşi ve çalışanlarıyla beraber dört kişi vardı. 1-2 kişinin uykusu derin diyebilirdik fakat evdeki herkesin bir cinayeti duyamayacak kadar derin uykuda olması biraz fazla garip değil miydi?

 

Şimdi söyleyeceğim biraz fazla abartı olabilirdi fakat, cesetlerin görüntüsüne bakıldığı zaman LM kurbanlarının izleri ilk kurban Tayfun Kaya ve geçtiğimiz yıllarda öldürülen Aras Arslan hariç neredeyse aynıydı.

 

Bıçakla kazınmış, gayet düzgün ve söylemek ne kadar garip olsa da estetik.

 

Tayfun Kaya'nın izi, bıçakla kazınmamıştı. Yakarak iz bırakılmıştı fakat buna rağmen fazlasıyla düzgündü.

 

Aras Arslan'ın izi bıçakla yapılmıştı fakat onunki diğer izler gibi düzgün değildi, yamuk yumuktu. Aceleyle yapılmıştı sanki, titreye titreye.

 

Bunlar gibi birçok detay, içimdeki kurtların oturmayı bırakıp dans etmesine yol açıyordu.

 

Çalışmaya başladığım andan beri dosyalarda olan dikkatimi dağıtan, telefonumdan gelen melodiydi. Başımı dosyalardan kaldırıp telefonumu aldım, ev sahibim Gülsüm Hanım arıyordu.

 

Kendi evimi alacak kadar param vardı fakat nedense fikirlerim hemen değiştiği için bir ev alırım da sonra beğenmem, satmakla uğraş sonra yeni ev bul derdiyle yanarım korkusuyla almak yerine kiralamıştım.

 

"Efendim, Gülsüm Hanım?"

 

"Lamia'cığım, nasılsın canım?"

 

Şu an yaşadığım evde ev sahibim dışında çok fazla bir problemim yoktu. Kendisi evini satmak isteyip satamamış, paraya ihtiyacı olduğu için de mecbur kiraya vermek zorunda kalmıştı. Daha sonra durumunu toparladığından olsa gerek, tekrar satmak istemişti. Benim inadım yüzünden bu pek mümkün olamamıştı çünkü evimden gayet memnundum ve çıkmaya da pek niyetim yoktu. Buna rağmen Gülsüm Hanım'ın inadına ve belki bir gün fikrim değişir diye evi satın almıyordum.

 

Ben inatçıysam o benden bin kat daha inatçı olacak olsa gerek, en küçük bir şeyde evden çıkıp çıkmayacağımı soruyor, cevabım her zamanki gibi çıkmayacağım olunca da alttan alttan gitmem için beni manipüle etmeye çalışıyordu.

 

Samimi yaklaşmaya çalışan o kişiliğinin altında kesinlikle bir anakonda yatıyordu.

 

"Sağ olun, Gülsüm Hanım. Siz nasılsınız?"

 

"Sağ olasın, sağ olasın. Başın sağ olsun kız, vallahi çok üzüldüm Aslan Bey'ime. Boylu poslu adamdı."

 

Söylediklerine göz devirmeden edemedim. İçimden, "Size ne babamın boyundan posundan?" demek gelse de teşekkür etmekle yetinmiştim.

 

"Ben seni ne için aradıydım. Sen 1 haftadır eve gelmiyormuşsun kız, Hanife'den duydum. Babasının evinde kalıyor zaar dedi. Hakket öyle mi?"

 

Hanife benim komşumdu. Şu her apartmanın olmazsa olmazı, dedikoducu kadınlardandı.

"Evet, Gülsüm Hanım. Orada kaldım bu hafta."

 

"Ee, bundan sonra ne edivercen, gelcen mi eve?"

 

Gülsüm Hanımla birkaç sene daha dalaşmak isterdim fakat kararımı bir hafta önceden vermiştim. Gülsüm Hanım aramasa eve geçerken ben onu arayacak, kararımı bildirecektim.

 

"Hayır, Gülsüm Hanım. Ben de bugün sizinle bunu konuşacaktım. Ben artık babamın evinde kalacağım, evden ayrılıyorum yani."

 

Gülsüm Hanım bunu beklemiyor olacak ki, birkaç saniye sessizliğinin ardından "Hakket mi diyo'n?" diye sordu.

 

İster istemez sırıtırken, "Evet, Gülsüm Hanım." dedim. "Birkaç saate çıkacağım, eşyalarımı alıp anahtarı Hanife Hanım'a bırakırım. Mobilyaları almak istemiyorum. Evde bıraksam, siz kendiniz değerlendirseniz olur mu?"

 

Büyük bir sevinçle, "Olur kız, olur! Eşyalı satıveririm evi." dedi.

 

"Tamamdır, bir saate kadar çıkmış olurum. İyi günler." diyerek cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım.

 

Bu kararı vereli iki gün olmuştu. Yine babamın yatağında uzandığım, bundan sonra ne olacağını düşünürken verdiğim kararlardan biriydi. Annem ve babamın bütün izlerinin olduğu yer, o evdi. Bende kendimi orada ailemle, daha iyi yaşayacağımı hissedecektim. Eminim bana iyi gelirdi.

 

Derin bir nefes verip, dosyaların başına geri döndüm. Birkaç saat daha çalışıp eşyalarımı almaya gidecektim.

 

🐋

 

Gülsüm Hanım'la konuşmamın ardından dört saat daha çalışmış, mesaimi doldurmuştum. Saat akşam 17:20'ydi. Bu saate kadar dört duruşmaya girmiş, duruşmada olmadığım saatlerde de dosyalarla ilgilenmiştim.

 

Son duruşmadan da çıkıp odama ilerledim. Cübbemi ayaklı askılığa asıp çantamı aldım ve odamdan çıkıp çıkışa doğru yürüdüm. Bir an önce eve gidip dinlenmek istiyordum. Bir hafta aranın ardından yoğun bir tempoyla çalışmak beni hayli yormuştu.

 

Eşyalarımı aldıktan sonra markete uğrayıp eve erzak almam da gerekiyordu fakat evde neyin eksik olduğunu hatırlamıyordum. Eve geçip bir liste yaptıktan sonra mı markete gitseydim? Gerçi bugün hiç markete geçmeden eve yemek sipariş edip, markete yarın gitmek gibi bir seçeneğim de vardı.

 

Bu tarz önemsiz şeyleri düşünürken her zaman dalgın olurdum ve bu dalgınlığım her zaman döner dolaşır, şer olur bana geri dönerdi.

Şimdi olduğu gibi.

 

Adliyeden tam çıkacakken dalgınlığım yüzünden birine çarpmıştım. Büyük bir şey değildi, "Affedersiniz." diyerek yoluma devam edebilirdim. Tabii çarptığım kişi, "Sizin gibi başarılı bir savcıya dalgınlık yakışıyor mu?" demeseydi.

 

Sözleriyle aniden durup arkamı döndüm ve çarptığım kişiye baktım. Yaklaşık 1.95 boylarında, kumral, yeşil ile elanın karışımı bir göze ve yapılı vücuda sahip bir adamdı.

 

Kaşlarımı hafifçe çatıp bütün kibarlığımla(!) "Pardon?" dedim.

 

Laflarımla beraber çarptığım adam yüzündeki alaycı sırıtışla, "Sizin gibi başarılı bir savcı dalgın olmamalı, diyorum." dedi. "Gerçi ne kadar başarılı da olsanız, hala toydunuz değil mi Savcı Hanım?"

 

"Sayın Savcım." diyerek hitabını düzelttim. Eminim ki çoğu savcı bu hitaba takıntılıydı.

 

"Siz kimsiniz beyefendi, böyle konuşma cüretini nasıl buluyorsunuz?"

 

Sözlerimle kafasını hafifçe sallayıp, bana doğru bir adım atıp, "Gurur Turan Öztürk, cerrahım." diyerek tokalaşmak için elini uzattı.

 

"Siz kimsiniz" lafını, lafın gelişi söyleniştim aslında ama beyefendi fazla ciddiye almıştı.

 

Yine bütün kibarlığımla uzattığı elini sıkıp, "Ne güzel, Lamia Minel Arsin ben de. Sizi insanların hastalıkları ilgilendirsin, Turan Bey. Dalgınlıkları ve toylukları değil." diyerek adliyeden çıkıp bu sefer araba doğru yürüdüm.

 

Yürürken, arkamdan Turan Bey'in "Memnun oldum, Sayın Savcım. Tekrar görüşmek dileğiyle." diyen sesini duydum.

 

Bulan da tam gününde beni buluyordu.

 

🐋

 

Arabamı kapının sağ tarafındaki garaja park edip bagaja doğru ilerledim. Kendi evime giderken markete uğramam gerektiğine karar vermiş, evimden gerekli eşyaları ve kıyafetlerimi aldıktan sonra dönüşte markete uğramıştım.

 

Fakat şu an verdiğim bu karar için fazla pişmandım; çünkü market alışverişini abartıp üç koca poşetle çıkmıştım. Gerekli eşyalarım ve kıyafetlerim de beş orta boy koli yapınca hem bagajda hem de arka koltukta eşyalarım olmuştu ve ben hangisini nasıl eve çıkaracağımı bilmiyordum. Allah'tan müstakil bir evdi, apartman olsaydı en iyi ihtimalle oturur yardım beklerdim.

 

Önce poşetleri götürmeye karar vererek iki poşeti sol elime, bir poşeti sağ elime alıp kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı açıp içeri girdim. Mutfağa doğru ilerleyip poşetleri masaya bıraktıktan sonra kolileri almak için tekrar arabaya gidip onları da tek tek odama taşıdım.

Böyle böyle ilerlerken sonunda yorgunluktan bitap düşüp yemek yapmayı boş verip kendimi salondaki L şeklindeki koltuğa attım.

 

Koltukta oturmuş, boş boş etrafa bakarken gözüme orta sehpadaki belgeler ve belgelerin üstündeki kağıt takıldı.

 

Bu belgelerin bana ait olmadığına yemin edebilirdim. Buraya bomboş gelmiştim, ki ekstra çalışmam gereken bir dava olmadığı sürece eve işimi de getirmezdim.

 

Babamın mıydı acaba diye düşündüm fakat defalarca burada kahve içip bardakları bu sehpaya bırakmıştım. Daha önceden burada olsa elbet fark ederdim. Öyle olsa bile kağıt neyin nesiydi ki?

 

Anın garipliğiyle kaşlarımı çatıp uzandığım koltuktan doğrulup önce kağıdı elime aldım, bilmediğim bir adres ve saat yazıyordu. Kağıdı köşeye bırakıp bu sefer belgeleri elime alıp okumaya başladım.

 

Okuduğum her cümle, her kelime hatta her harf ilerledikçe bıçağa dönüşüp yavaş yavaş şah damarımı kesiyordu.

 

Babam bana sürekli, "Unutmaya çalıştığın her geçmiş bir gün bütün heybetiyle karşına çıkar," derdi. "Ne kadar unutmaya çalışırsan çalış, unuttuğun kadar güçlenir. Bir gün karşına dikildiğinde ya sen onu ezersin ya da o seni." Şimdi de bu yaşanıyor, geçmiş bütün heybetiyle karşımda duruyordu.

 

Babamdan hep kanatsız melek gibi bahsederdim, 26 yıl boyunca onu hep böyle tanımlardım çünkü böyle görmüştüm. Kısa bir süre önceye kadar.

 

Babam hakkında öğrendiğim gerçek, ölmeden önce beni yanına çağırmasına rağmen gitmememe sebep olacak kadar ağırdı benim için. Belki o gün gitseydim, babamı daha geç kaybederdim ama yaşadıklarımızı sindiremeden gitmem imkansızdı.

 

Benim babam silah kaçakçısıydı.

 

Bunu öğrendiğimde yakalanmak üzereydi. Babamdı o benim, her şeyimdi, tek sığınağımdı. Yaptığı yanlıştan dolayı onu yüzüstü bırakamazdım. Yıllarca ilmek ilmek işlediğim kariyerime ilk defa babam için leke sürdüm.

 

Benim de yardımımla, suçu silah kaçakçısı olduğuna neredeyse bütün teşkilatın emin olduğu fakat delil olmadığı için içeri alamadığımız başka bir adama yıktık.

 

Yıkılan sadece suç değil, ben de olmuştum. Hem emeğime leke bulaştırdığım, hem de babamın beyazlığı karaya boyandığı için.

 

O günden sonra babamla uzun süre konuşmamış, yanına gitmemiştim. Beni sürekli arar, yanına çağırırdı; gitmezdim. Gitmediğim, yalnız kaldığı günlerden birinde katledilmişti.

 

Şimdi okuduğum bu belgeler, aleyhime delillerdi. İşlediğim suçu açık açık gösteriyordu.

 

Belgeleri hızla bırakıp kağıdı elime aldım. Adresi tekrar okuyup belki arkasında da bir şey yazıyordur diye oraya da baktım. Tahmin ettiğim gibi, LM yazıyordu.

Adresin altında yazan saat 02:30'du. Karşıdaki televizyonun üstündeki analog saat 21.30'u gösteriyordu, henüz 5 saatim vardı.

 

Adrese polislerle gitsem - ki beni birinin karışalayacağı bile kesin değildi, belki başka bir not ya da buna benzer bir şey bulacaktım - muhtemelen notu gönderen kişi de beni ele verecekti.

 

Bu riski göze alabilir miydim? Asla.

Oraya gitmem ne kadar yanlış olursa olsun, kariyerimi mahvedip hapse girme ihtimalini göz ardı edemezdim.

 

Oturduğum yerden kalkıp odama doğru ilerledim. Vakit gelene kadar kendimi sakinleştirebildiğim kadar sakinleştirmem gerekiyordu.

 

🐋

 

Arabamı yola park etmiş, ormanın içine doğru ilerliyordum. Adres, şehrin çıkışına yakın bir yerdeki ormanı gösteriyordu. Ormanın içine arabayla giremeyeceğim için arabayı yakın bir yerde park etmiş, gerisini yürüyerek devam etmek zorunda kalmıştım.

 

Ne kadar ilerleyeceğim hakkında bir fikrim yoktu. Bir araba veya insan görene kadar ilerlemek sanırım en mantıklısıydı.

 

Öyle de yaptım, bir şey görene kadar etrafıma baka baka ilerledim. En sonunda geçtiğim diğer yerlere göre daha düz ve daha az ağaç olan bir yerde, siyah bir arabanın hafif yanına yaslanmış birini görünce ayaklarım taş kesildi.

 

Oradaydı. Benim aleyhime deliller bulup beni buraya çağıran, belki de LM'nin başındaki kişi oradaydı.

 

Buraya gelirken kendimi az çok sakinleştirmiş, hatta kabullenmiştim; ama buraya gelince bütün cesaretim alt üst olmuştu.

 

Git, Lamia. Yapabilirsin. Sen yapmazsan o yapacak, kariyerini mahvedecek.

 

Yapmalıydım, yapmam gerekiyordu. Kariyerim içindi, hapse girmemem içindi.

 

Bütün korkularımı görmezden gelip, arabanın tam arkasına gelene kadar temkinli adımlarla ilerledim. Arabanın tam arkasına geldiğimde artık benim için ne kaçış vardı, ne de kurtuluş.

 

Derin bir nefes verip çenemi iyice dikleştirip adama, "Kimsin sen?" diye seslendim.

 

Çıkan gür sesimle beraber, karşımdaki adam hafifçe kıpırdandı yerinde. Oldukça sert ve özgüvenli olduğu belli olan adımlarıyla en sonunda bana dönen adam, bütün perdenin arkasıydı.

 

Bana şu an söylenecek her şeye inanırdım. Baban ölmedi, evinde seni bekliyor deseler inanırdım. Anne hiç ölmedi, sen rüya görüyorsun deseler inanırdım. Buraya gelirken kaza yaptın, şu an ölüsün deseler yine inanırdım çünkü karşımdaki bu adam gerçekse her şeyin gerçek olma payı vardı.

 

Benim karşımda beklediğim gibi kanlı canlı, yaşayan bir adam yoktu. Benim karşımda bir ölü vardı.

 

Benim karşımda, uzun boyu yüzünden bana yukarıdan bakan keskin yeşil gözleriyle Keskin Çelik Kaya vardı.

Loading...
0%