@zeraleyyy
|
Nasılsınız? 💞 Umarım iyisinizdir... 😊 Yorum yapmayı ve yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen. 💐
...
İnsanlar güçsüz oldukları için ağlamazlar, çok uzun zamandır güçlü oldukları için ağlarlar. T. S. Eliot ... Devam ediyoruz... 🪄
Gözler her daim gerçeği mi yansıtırdı? Gözler umudun bekçisiydi, umut tükendiğinde gözlere yansıtacak bir şey kalmazdı çoğu zaman. Benim umudum söneli çok olmuştu. Gözlerim dürüstlüğünü kaybedeli çok olmuştu. Ben gerçekten yaşamayı bırakalı çok olmuştu. Yaşamı hissedemeyen biri ölümü çağırırdı. Ben ölümü hastanede kaldığım 4 Ay'dan beridir çağırıyordum.
Kaçmıştım. Kaçarken takılsam da kaçmıştım. Onu görmeme rağmen durmayıp kaçmıştım. Belinde ki silahla beni öldüreceğini bildiğim hâlde kaçmıştım. Sonunda başarılı olsam da; onu yıllar sonra ilk kez görmenin ağırlığı vardı üzerimde. Mesela uzun zamandır yapamadığım bir şeyi yapıyordum; Ağlıyordum. Hayata bir tepki verebilmiştim ve bu yalnızca ağlamak olabilmişti.
Babam bana sürekli ağlamanın bir zayıflık olduğunu ve karşısında ağlamamamı söylerdi. Hatta ağladığım için günlerce odama kapatılırdım. Bu benim her zaman ki cezamdı. Babam eve geldiği zaman beni görmek istemediğini söyler; bazen sofraya oturtmaz, yatılı okullara gönderir, odama kilitlerdi. Buna bir yerden sonra alışmıştım ancak evde sadece bana böyle davranmasına alışamamıştım.
Mesela Karahan abimi, ilk göz ağrım diye severdi. Arslan abimi, aslan oğlum benim diye severdi. En küçük kardeşimiz Arda'yı, aslan parçam, son varisim, yakışıklı oğlum diye severdi. Beni, Ezgi odana çık diye... Aslında çok düşünmüştüm, cinsiyet mi kayırıyordu diye. Ancak sonra Abacı Malikânesi'nin eski çalışanlarından Hasret abla, bir gün ben ağlarken odama girmişti. O'na babamın cinsiyet kayırdığını söylediğimde 'Hayır kızım, Tamer bey her zaman bir kızı olsun istemiştir.' demiş ve sözleriyle beni karmaşanın içerisine itmişti.
Mesleğimi edinir edinmez Abacı Malikânesi'ni terk etmiştim. Kimse dur dememişti. Deselerdi de durmazdım. Kendi evim vardı, kendime bir ev almıştım. Vucüdumda hâlâ varlığına emin olduğum ağrı kesici ve sakinleştirici serumun etkisinin geçmesini ve uyuşukluk yerine acıyı hissetmeyi bekliyordum. Yine uzanarak... Ne yazık ki iğneler beni yatağa bağımlı yapmıştı.
Vucüdunuza enjekte edildiğinde hiçbir şekilde hareket edemiyordunuz, yaşayan ölüden ve ya çürümüş bir cesetten farkınız yoktu. Bana günde iki defa vuruyorlardı ancak ortalama bir hastaya 50 mili litrenin yarısı kadar verilmeliydi. Aileme sundukları gerekçe kendime zarar vermeye çalışmamdı. Hastaneye ilk yatırıldığım zaman tahmini 19 yaşımdaydım, bir yıl kadar tedavi görmüştüm ancak insanlara iyi olduğumu kanıtlayamamıştım.
Herşeyi mahveden o hamleyi yaptım. Hastaneden kaçtım, bir ve ya iki defa değil. Çok kez kaçtım ve bu yüzden sürekli yatağa bağlamaya başlanılmıştı. Sabahları ellerimi ve ayak bileklerimde ki kalın örgülü ipi yanımda beşe yakın hasta bakıcıyla hava almaya çıkmam için açılıyordu. Yemek yemiyordum, onun yerine sürekli serum ile besleniyordum.
Yine bir gün hava almaya çıkmışken Karahan beni görmeye gelmişti, belinde her zaman yedek bir silah taşıdığını bilirdim. O bana sarılırken silahı aldım ve beni oradan çıkarmazsa kendimi öldürmekle tehdit ettim. Düşünmeden yapacağımı biliyordu ve beni hastaneden çıkarmak zorunda kalmıştı. İlk iki yıl dışarıdan okuyarak okulda ki açıklarımı kapattım ve sonra diplomamı aldım. Kimyagerliğin yanında Fizik'e de merak salmıştım, çalışmanın iyi geldiğini düşünüyordum.
Bir süre sonra bilgilerimi arttırdım ve patlayıcı tasarlamaya başladım. Günler boyunca evimin bodrum katında ki atölyemden çıkmadığım, çoğu zaman orada sızdığım oluyordu. Aynı zamanda kendimi savunabilmek adına Karahan'dan ders alıyordum. Silah kullanmayı, fiziki savunmayı, kesici delici aletleri nasıl yönetebileceğimi öğretmişti. Zaman geçtikçe dış hatlarla çalışmaya başladım, o zamanlar benden satın aldıkları patlayıcıları ne yaptıklarını iplemiyordum ancak sonra belki de bir sürü insanın canına mâl olduğumu duydum. Karahan ve babam konuşurken onları dinlemiştim, o an babamın benim için söylediklerinden çok daha ağırdı.
İnsanlardan uzaklaşmaya daha çok meyilli olmuştum. Sinir krizlerim, ataklarım artmıştı. Karahan beni tekrar hastaneye yatırması gerektiğini, bunun benim akıl sağlığımla alakası olmadığını ve sadece korumak için orada tutacağını söyledi ve beni başka bir hastaneye yatırdı. Karşı gelmedim, çünkü bu sefer bende iyileşmek istiyordum. İnsanları buna inandırmayı boş verip kendimi inandırmanın peşine düşmüştüm.
Asaf ortaya çıktı, her şey yine tepe taklak olmuştu, sürekli hastaneye gelip gidiyordu. Orada ki doktorumla bağlantısı olduğunu anlamak zor değildi. Bunu doktorun başta benim iyi olduğumu ve hastaneden yaklaşık 2 ay sonra çıkabileceğimi söyleyip, ardından oradan ancak ölümün çıkacağını söylemesinden belliydi. Doktor, Asaf'a çalışıyordu. Asaf ise ailemle tehdit ediyor, bazı tehditlerini gerçekleştirerek beni korkutuyordu.
Yeni hastanemde bir süre sonra intihar eyilimlerim başladı. Karahan'ın kulağına gitmiyordu, gitseydi benimle bu konuyu konuşur hesap sorardı. Eski hastanede olduğu gibi hava almaya çıkarılmıyordum, sürekli baygındım. Bazen bazı hemşireler -Sema Hanım gibi- iğne vurmaktan kollarımın hâline üzülüyor, iğne vurmuyor ve vurduğu gibi davranmamı istiyordu ancak ben onu dinlemiyor her seferinde ya kaçmaya çalışıyor ya da intihara yöneliyordum. Zaten o hemşirenlerin iğnelerimi aksattığı ortaya çıkınca derhâl işinden atılıyor ya da öldürülüyorlardı. Bunun için de kendimi sorumlu tutuyordum. İnsanlara zarar verdiğimi düşünüyordum, hep bu böyleydi.
Şimdi ise; Evimde, salonda ki üç kişilik koltuğun üzerinde yan bir şekilde cenin pozisyonunda yatıyordum. Baygın gibiydim ama bilincim açıktı. Kaçmıştım, kurtarmıştım kendimi... Ancak, Sema Hanım için aynı şeyi söyleyemezdim. Kaçmak için onu kullanmıştım, kim bilir şimdi Asaf o'na neler yapmıştı. Oğlu hastaydı söylediğine göre, güçlendiğim an oğlunu ve onu bulacak ve yardımımı esirgemeyecektim.
Arkadan gelen kapı zilinin sesiyle inleyerek doğruldum. Karıncalanan yerler canımı yakmaya başlamıştı. Zorlukla ayağa kalktığımda başım dönüyordu. Etrafta ki cisimlere tutunarak kapıya doğru yürüdüm, hemen kapının yanında duran palto dolabından içinin boş olduğunu bildiğim ancak doğrultsam da korkutmak için doğrultacağım silahı aldım. Kapının kulpuna dokunup aşağı indirdim ve silahı öne doğru hizaladım. Kapının önünde ki Zeynep bana korku dolu gözlerle bakarken elimde ki silahı umursamadan boynuma atladı, ancak acıdan çığlık atmamı beklemediği kesindi. Benden ayrıldığı an üzerimde hâlâ var olan hemşire kıyafetine baktı.
"İyi misin?" dediğinde üzerimi süzmeye devam ediyordu. Başımı iki yana salladım ve eve geldiğimden beri bir türlü kurumayan kirpiklerimi tekrar ıslattım.
"Beni öldürecekti Zeynep! Asaf... Asaf beni öldürecekti." dedim hıçkırıklarım arasından. "Ne?" dedi dehşet içerisinde. "Yemin ederim yalan söylemiyorum, öldürecekti beni. Kaçtım." Zeynep'le ellerimiz kenetlenmişti. Beni salona doğru destek vererek götürürken, ben ağlamaya devam ediyordum.
"Ne yaptı sana orospu çocuğu?!" dedi Zeynep ağlayacağını belli eden titreyen sesiyle.
"Kemer miydi bilmiyorum, sırtım..." Söylediğim şey gözlerinin irileşmesine sebep olmuş ve direkt elleri tişörtümü üzerimden çıkarmaya yönelmişti. üstümdekileri çıkarırken tekrar inlemiştim. Sonunda ilk kısa kollu hemşire üniforması, ardından beyaz kolları uzun tişörtümü çıkardı. Üzerimde ki lacivert sütyeni umursamadan arkamı döndürdü. Elleri omuzlarımdan çekilirken dudaklarına kapandığını hissetmiştim.
"Ç-Çok mu kötü?" dedim titreyen sesime engel olamayarak, ancak Zeynep cevap vermemişti. Ayağa kalktım ve duvara dekor olarak astığım yuvarlak aynaya baktım ilk. Gözlerimin içi kırmızı olmuş, göz rengim kendini daha çok koyulaşmaya mahkum etmişti. Yüzüm çökmüştü, gülmediğim için kırışıklıklarım azalmıştı ama. Yavaşça sırtımı aynaya döndüm ve başımı çevirerek sırtıma bakmaya çalıştım.
Sırtıma değen bakışlarımın ardından çok geçmeden tiz bir çığlıkla dizlerimin üzerine çöktüm. Şimdi daha şiddetli ağlıyor, gördüğüm şeyi inkâr ediyordum. "Hayır Zeynep! Olamaz! Olamaz! Hayır..." Zeynep bunu bekliyormuş gibi kollarını sırtım yerine boynuma sardığında başımı omzuna koymamı sağladı.
Sırtımın bir kısmı kurumuş kan içerisindeyken, sol kürek kemiğimin üzerinde Ezgi yazıyordu. Çünkü Asaf; ikinci ismim olan Ezgi'den ne kadar nefret ettiğimi biliyordu. Asaf, ikinci ismimin acısını biliyordu ve bunu canımı daha fazla acıtmak için sırtıma çakı olduğunu tahmin ettiğim bir cisimle kazımıştı. Sağ kürek kemiğimin ve omurgamın orta kısmında ki deriler kalkmış, üzerine yine bir çakıyla çizgiler çizilmişti. Oysa yapılırken aklım gayet yerinde olmasına rağmen çakıyla kesildiğimi hissetmemiştim.
Zeynep kollarını benden ayırmadan beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Tüm bedenimin titremesine rağmen hâlâ inkâr ediyor, ağlamaya devam ediyordum. Zeynep, benden kollarını ayırarak omuzlarımı tuttu. "Dela!" dedi onu duymamı ister gibi, "Dela, bana bak!" Yineleyerek omuzlarımı sarstı.
"Şimdi Karahan'ı arayacağız, o gelecek ve her şeyi anlatacağız tamam mı?" Başımı iki yana salladım ve sertçe yutkundum.
"Karahan ile tehdit ediyor, ben abim olmadan yapamam Zeynep, olmaz. Yapamam." Gözlerinde peydah olan endişe kaçınılmaz bir korkuyla karışmıştı.
"Karahan tüm bunları duyarsa o şerefsizi öldürür, Zeynep. Benim abim zaten benim yüzümden elini kana buladı..." Zeynep çaresizce baktı gözlerime, ardından gözlerini boşluğa çevirdiğinde düşünüyordu. Ancak benim tüm algılarım kapanmıştı, düşünemiyordum.
"Alaz Ali..." dedi bir anda.
"Her yerde seni arıyor, Asaf öldürmese Selçuk abimin intikamını almak için Alaz abim öldürecek seni. Dela, ben o gün duyduğum her şeyi anlatırım. Bak Alaz inanmasa, Karahan... Sen onun göz bebeğisin. Asaf'a bu dünyayı dar eder o. Dela, Karahan senin için Asaf'ı da, dünyayı da yakar..." Gözlerimi sımsıkı yumdum ve nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken konuştum.
"Ama ben, kendim için Karahan'ı yakamam." Zeynep'in elleri titrerken göz altlarımda ki yaşları silerek yavaşça ayağa kalktım. Geri koltuğa doğru ilerlerken sakinleşmeye ve Zeynep'i de germemeye çalışıyordum. Zeynep arkamdan gelerek benim gibi koltuğa oturdu, sırtımı yaslayamıyordum.
"Kaçarken... Ali hastanedeydi. Gördüm onu. Biz onunla tanışamadık ama, yıllar sonra kader bizi benim ölümüm için tekrar karşılaştırdı." dedim derin bir nefes alırken.
"Dela, ölüme koşuyorsun. Yapma. Bu cesurluk değil, delilik." Göz devirdim. "Deli değilim ben." diye söylendim kırıldığımı belli eden bir ses tonuyla.
"İyi! Ne olacak şimdi?" dediğinde bakışlarım yeri buldu. "Öncelikle sen susacaksın. Karahan beni hastaneye geri götürmesin diye, babam abimin aklına girmesin diye savaş vereceğim. Asaf illa ki karşıma çıkacaktır. Onu, ben öldüreceğim..."
"Sonra ne olacak Dela? Alaz abim bulacak seni, hastanedeyse kaçtığında oradaysa... Her yerde seni arıyordur. Of be kızım, senin yaşadığına hayat mı denir?" Başımı iki yana salladım.
"Asaf'ı öldürdükten sonra gerekirse Ali'nin beni öldürmesine izin vereceğim." Zeynep'in gözlerine hüzün yerleşti. "Ne dersem diyeyim, dinlemeyeceksin değil mi?" Başımı aşağı yukarı salladım.
"Bari bir hastaneye gidip sırtına pansuman yaptıralım, dikişlik yerler var bak." Bir süre düşündüm ve; "Bu hâlde gelemem. Üstümü değiştireyim öyle, ama gizlice... Kimsenin haberi olmayacak. Doktor ya da hemşire her neyse... Tembih edeceğiz, polis bu işe karışmayacak. Tamam mı?" Derince ofladı.
"Tamam." dediğinde, "Bacı sözü mü?" diye sordum, serçe parmağı mı uzatarak. İçten bir kahkahayla, "Bacı sözü." dedi. Bu liseden beri yaptığımız gizlilik sözleşmesiydi ve hâlâ geçerli olması şuan mutluluk kaynağımdı.
🥂
Geniş ve uzun siyah bir eşofman giyinmiştim. Üzerime siyah bol kapşonlu bir hırka almıştım. Zeynep arabayı kullanıyor ve aynı anda konuşuyordu. Gideceğimiz doktordan ve o doktorun üniversite de arkadaşımız olan Gizem olduğundan bahsediyor, Gizem'e sorgulama şansı vermemek için iki dakika önce uydurduğu yalanı anlatıyordu. Gizem, Zeynep'in arkadaşıydı ve benimle de tanışmıştı. Güzel ve becerikliydi. Doktor olduğunu duymama sevinmiştim.
Zeynep benden iki yaş büyüktü ve her ne kadar inkâr etse de Karahan abime olan ilgisini cümle âlem biliyordu. Moda Tasarım ile ilgileniyordu. Selçuk abisinin katili ilan edilmeme rağmen o, gerçekleri Asaf'ın bizzat kendisinden duymuştu. Benimle belki de son defa konuşmak için gelmişti hastaneye, o sırada Asaf odamdaydı. Gerçeklere kulak misafiri olmuştu ve o günden sonra bana karşı koyduğu tüm duvarlarını yıkmıştı. Dikkatimi söylediği sözlerle o'na çevirip kaşlarımı daha fazlası mümkünmüş gibi çatarken o ağzına gelen her şeyi döküyordu.
"Bak şimdi, sen evlenmişsin ve kocan sana şiddet uygulamış. Seni bu hâle getirmiş ama korktuğundan Polise de gitmek istemiyorsu-"
"Zeynep! Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?! Bu onlarca şiddet gören kadına saygısızlık olur. Sen açıklamasını bana bıraksana hem, baksana; Kapkaçından tut, olmayan kocamdan şiddete kadar götürdün." Alt dudağını dişledi ve, "Haklısın." dedi.
Arabayı hastanenin arka kısmına park ederken arabadan indik. Ön kapı yerine arka kapıya yönelmiştik. Zeynep o sırada Gizem'i arayıp geldiğimizi ve yaralı olduğumu söyledi. Biz yangın merdivenlerinden yavaş yavaş çıkarken Gizem, karton gibi bir kapıyı açıp bizi karşıladı. Açtığı kapıdan girdiğimiz gibi Gizem'in hastanede ki çalışma odasına girmiş olduk. Doktor odasına gizli kapı izni mi vardı yani? Sorgulama Dela... Merak bazen iyi bir şey değildi.
"Hoş geldiniz..." dedi Gizem gülümseyerek, ilk benle sonra Zeynep'le el sıkıştı.
Ardından Zeynep'e ağzını dahi açtırmadan sadece düşmanım tarafından darp edildiğimi anlattım. Zeynep bu kadar dürüst olmamı beklemiyordu ki Gizem'in tepkisini izliyordu. Gizem, "Polise gittiniz mi?" dediği anda, Zeynep ortaya atılarak; "Evet, şikâyetçi olduğumuzu bildirdik ancak Dela'nın ailesi de tanınan bir aile biliyorsun, aşağıda biri onu fark etmesin, magazine düşmesin diye böyle geldik." dedi.
Eşofman üstümü çıkarıp yine tüm günün ve yaşadıklarımın şahidi olan lacivert sütyenim ile kaldım. Gizem beyaz eldivenleri ellerine giyerken ben öylece hareketsiz bir şekilde duruyordum. Sırtıma baktığında ufak çaplı bir şok yaşasada Zeynep'e bakarak konuşmaya başladı.
"Uyuşturmam gerekecek." Zeynep cevap verecek iken araya girdim. "Gerek yok, hissetmiyorum." dedim hızlıca. Gizem dostça omzuma dokunduğunda, "Emin misin? Sırt derinin 3'te 1'ini dikeceğim. Dayanabilecek misin?" Yüzüne baktım ve beceremesemde gülümsemeye çalışarak başımla dayanabileceğimi söyledim.
İlk sırtımda ki kanları Antiseptik Solüsyon ile temizledikten sonra iğnenin girişini hissettim. Derimi bir kumaş dikercesine dikiyor, uyuşturmak için bir şey yapmadığından olsa gerek hızlı olmaya çalışıyordu. Hissediyordum ancak tepki vermiyordum. Zeynep sırtıma bakmıyor önüme diz çökmüş elimi sıkı sıkı tutuyordu. Ben ise gözümü dahi kırpmadan çenemi kırılacak kadar sıkarak yere bakıyordum.
"Bitti." dedi Gizem, bir süre sonra. Sırtıma bant yapıştırırken uyarı dolu ifadelerle konuştu.
"Dikiş olan alana 48 saat boyunca su değmemeli. Ağrı kesici ilaç yazabiliri-"
"Hayır. İlaç istemiyorum." dedim, bu kararıma Zeynep de itiraz etmemişti.
"Peki, düzenli olarak pansuman yapılacak. İki hafta sonra dikişlerini aldırmaya direkt bana gelebilirsin." Sırtımla işi bitince, eldivenleri çıkarıp önüme geçti.
"Neden Dela değilde Ezgi yazdılar?" diye sorduğunda, Zeynep de ayaklanmış üstümü giymeme yardımcı oluyordu.
"İkinci ismimden nefret ediyorum, o yüzden." dedim sadece, başını onaylarca salladı.
Ayağa kalkıp elimi uzattım. "Teşekkür ederim." dediğim gibi elimi es geçerek canımı acımayacak şekilde sarıldı, elimden geldiğince karşılık verdim.
"Rica ederim. Ayrıca Polis'e gitmediğini fark ettim bile, sana bunu yapan kimse Allah belasını versin." dedikleriyle hafifçe gülümsedim. Benden uzaklaştığında, "Başına ne gelirse gelsin beni arayabilirsin, bunu unutmam." dediğimde başıyla onayladı.
Ardından Zeynep ile hastaneden çıktık. Zeynep beni ormanın içerisinde diyebileceğim evime bırakırken, daha sonra uğrayacağını söyleyip gitmişti. Evime girdim, üzerimi tekrar değiştirdim ve kimsenin beni bulamamasını dileyerek kapımı kitledim ve odama çıktım. Yatağımı açıp içerisine yerleşirken hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordum.
Sonunda gözlerime giren uyku ile kendimi karanlığa teslim ettim.
🥂
Yan uzanıyordum. Şakağımda hissettiğim metalin soğukluğuyla gözlerimi aralamaya çalıştım ancak uykum derin olduğundan, "Beş dakika sonra gelsen olur mu?" dedim benden çıktığını asla anlayamadığım bir sesle.
"Olmaz." dedi buz gibi bir ses, o kadar soğuktu ki baddaniyenin altında terleyen bedenim anlık buz tutmuştu. Boğazımı temizledim ve, "Silahı çek." dedim.
"Niye korktun mu?" Ofladım. "Ne korkacağım senden?" dedim sitemle.
Gözlerimi loş ışıkta aralamaya çalıştığımda bir kaç kez sıkıca yummam gerekmişti. Başımı o'na doğru çevirdiğimde loş ışıkta bile esrarengiz şekilde parlayan kahvenin en güzel tonlarına denk geldim. Gerçekliğini sorgularcasına gözlerimi kırpıştırırken silahı bu seferde alnıma yasladı.
"Saat kaç?" diye sordum alakasız bir mırıltıyla, "06:24. " Fısıltısı kulağıma dolarken, ben yaklaşık 5 Yıl sonra, ikinci kez karşılaşma saatimizi aklıma kazıyordum.
"Sabahı bekleyemedin mi?" Bu sefer munzur sesimle sordum, gözlerimi ovarken.
"Bekleyemedim." dediğinde ağır bir acı vadeden sırtımı es geçip konuştum.
"Silahı çekersen doğrulmak istiyorum." dedim ve silahı alnımdan çekse de bedenimde geziniyordu.
Yerimde zorlukla doğruldum. Derin bir kaç nefes verirken silahını başımın üzerine yasladı. Rüya gibiydi, okyanusun ferah kokusu tüm odamı kaplamıştı.
"Hastanedekileri atlatabilirsin ama beni, asla." dediğinde, "Hadi ama... Yanından geçtim ruhun bile duymadı." dedim.
Yüzünü görmeye çalışıyordum, hatta fazlasıyla dikkatli bakıyordum... Sanki bir daha bu şansı elde edemeyeceğim gibi. Gördüğüm son yüzün onun ki olmasını istedim yeniden, son gözler onunkiler olmalıydı. Galiba öyle de olacaktı. Çünkü, elinde ki silahı sımsıkı tutmuş ve ateşlemeye hazır hâle getirmişti.
Alaz Ali Aldar, Dela Ezgi'ye kıymak için 4 yıl 11 ay 24 gün sonra gelmişti.
BÖLÜM SONU...
Aşağıda ki minik yıldızı parlatmayı lütfen unutmayın çiçeklerim. 💐
Bir dahaki bölümde görüşmek üzere... ❤️
|
0% |