Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@zeraleyyy

Merhabalar, nasılsınız? 💐 Düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın lütfen. ❤️ Keyifli okumalar dilerim. 🥂

 

... 

 

Bir şarkıyı başa sarıp tekrar tekrar dinliyorsan, başa sardığın şarkı değil hayallerindir.

 

~Pablo Neruda~

.... 

Devam ediyoruz... 🪄

 

Hiç iyi olmuş muydum? Ya da olmak için çaba harcamış mıydım? Evet... Bir zamanlar en azından, ama üzerinden beş yıl geçmişti ve ben o günleri doğru düzgün hatırlamıyordum. Eksik yanlarım ile gülebildiğim ve en yakın arkadaşım Zeynep'i tanıdığım yıllarım, belalara kucak açtığım yıllarım... Bunlara rağmen gülebilirken şimdi onu bile yapamıyordum. Bedenim titrer olmuş, tenim korktuğum da olduğu gibi mosmor olmuştu ve kalbim... Avuçlarda kurtarılmak için çırpınıyordu, koca deniz içinde bir liman yoktu. Sığınabileceğim, güvende olabileceğim tek liman yoktu ve ben boğulmadan yüzmeye devam etmek zorundaydım. Bu bir görev değildi kesinlikle, bu bir mecburiyetti benim için... Bu sevgiye muhtaç bir kızın hayatta kalma çabasıydı. İsteğim olduğu sürece yapamacağım şey yoktu, her kadın istediğini alırdı ve bende alacaktım, hepsi acıdan geberene kadar.

 

"Sık hadi..." dedim ateşlemesini isteyerek, gözlerimi kahvenin en güzel tonlarından ayırdım ve bacaklarımı göhsüme çekerken tekrar ettim.

 

"Sık hadi..." Başımın tam üzerinde hissettim namlusunu belki beşinci kez. O kadar sert bastırıyordu ki sanki harelerinde ki tüm öfke namlunun ucuna akmıştı.

 

"Kalk." dedi bir anda, ne dediğini anlamaya çalışarak yüzüne bakıyordum.

 

"Kalk dedim, sağır mısın?!" dediğinde yutkundum.

 

"Kırıcı oluyorsun." dedim bacaklarımı yatağımdan aşağı sarkıtarak.

 

"Kaç kez söylemeliyim anlaman için?" dedi dişlerinin arasından, derin bir nefes çekip ayağa kalktım.

 

Evime, odama girmişti ve şuan bana emirler veriyordu. Bende taksit taksit uyguluyordum. Dolabımı işaret etti.

 

"Üstünü değiştir, çabuk!" dediğinde anlamsızca yüzüne baktım.

 

"Geceliğimi çok mu beğendin? Kan olmasın mı istiyorsun?" dedim merakla, o ise burnundan sertçe solumakla yetindi.

 

Dolabı açıp içerisinden tüm sırtımı kapatacak siyah bir kısa kol tişört, bir tane de geniş pantolon çıkardım. Arkasını dönmesini beklerken öylece yüzümü öfke dolu bakışlarıyla süzüyordu. Onu beklemeyerek üstümde ki gecelik üstünü eteklerinden tutarak çıkardım. Üzerimde sadece siyah sütyen ile kaldığımda yüzümden bir milim aşağı kaydırmıyordu bakışlarını. Siyah tişörtü gövdeme geçirdikten sonra, pantolonumu giydim. Bu pantolonu ilk aldığımda kalçama zor girerken, şimdi kalçamdan düşüyordu. Dolaptan bir kemer çıkarıp tişörtü pantolonun altına soktum ve kemeri de takıp saçlarımı olduğu gibi açık bıraktım. Dolaptan trençkotumu ve çoraplarımı da alıp giyindikten sonra yüzümden bir milim aşağı kaymayan bakışlarını sürdürerek, "Düş önüme." dedi.

 

Aşağı indiğimizde hızla spor ayakkabılarımı giydim. Silahını belime yasladı ve bastırmadan önünde yürütmeye başladı. Nefes aldıkça kalkıp inen göğsü sırtıma yaslıydı. Midemin kasıldığını hissediyordum, nefesim hızlanıyor ve aynı zamanda nefes alıyor muyum? diye düşünüyordum. Ormanlık alandan çıkmak üzereydik. Bir araba belirmişti, önünde ise bir siluet vardı. Öylece arabaya yaslı bekliyordu.

 

Sakince konuştu, "Sorun çıkarmadan arabaya bineceksin." dediğinde sıcak nefesimi verdim.

 

"Ne yapacaksan burada yap." Sinirlenmeye başladığı belliydi. Bunu daha sert belime bastırdığı silahtan anlayabiliyordum, canım yanmıştı.

 

İnledim, ancak silahı uzaklaştırmamıştı. Arabaya yaslı yirmili yaşların ortalarında, belki de sonlarında olan açık kumral genç bir adam vardı. Alaz Ali'yi görünce yaslandığı yerden kalkarak dikleşti, şaşkınlığı yüzünde ki ifadeden belli oluyordu. Arabanın kapısı benim için açıldığında zorluk çıkarmadan bindim.

 

"Bana bak kızım, kapıyı açıp arabadan atlamaya falan kalkarsan canına okurum senin." Tehditkâr sesi sinirini açıkça ortaya vuruyordu ve güvenmemiş olacak ki ön torpidodan bir plastik kelepçeyle sağ bileğimi ön koltuğun baş demirine bağlamıştı. Oflayarak ön koltuğa oturmasını izledim, henüz tanışmadığım adam ise sürücü koltuğuna oturmuştu.

 

Ali'nin ensesine değen sağ elimin üst kısmı karıncalanıyordu. Karnımın ağrıdığını hissediyordum, biraz gıdıklanıyor da olabilirdi. Issız yollardan götürüldüğümü biliyordum, telefonum evde kalmıştı. Kaçmak gibi bir niyetim ise yoktu. Arabayı kullanan adam bir bana bir Alaz'a bakıyordu, şaşkınlığını atamadığı belliydi. Derin bir nefes alarak konuşmaya başladım.

 

"Eee beyler, nereye gidiyoruz?" dediğimde Alaz Ali sinirli bakışlarını görmesem de hissetmiştim.

 

"Canına susamış, deli." Sonda ki tabiri yüzünden tırnaklarımı ensesine geçirmemek için kendimi zor tutmuştum.

 

"Sizin gibi katillerin dünyasına adım atamadığım için mi bana deli dedin?" Nefesimi sakince verirken Ali'nin kendini zor tuttuğunu biliyordum.

 

"Kes sesini!" dedi dişlerinin arasından tıslarken, burnumu kırıştırarak söylendim.

 

"Bende öyle düşünmüştüm." Sinirlice sabır dilendiğini fark ettiğimde amaçsızca zevk almıştım.

 

Araba ani bir frenle durduğunda ön koltuğa yapışmıştım adeta, yerimde dikleştiğimde Alaz'ın arka kapıyı açmış olduğunu fark ettim. Ormanlık alandaydık ancak buraya daha önce hiç gelmemiştim. Elinde ki gümüş çakıyla plastik kelepçeyi kesti ve sert bir hamleyle bileğimi kavrayıp beni arabadan çıkardı. Bileğimin moraracağına emindim. Öfkeyle söylendim, "Daha nazik olabilirsin!"

 

Ancak umurunda dahi olmadığımı beni karşımızda ki bitik demir konteyner depoya doğru sürüklerken fark etmiştim. Bileğimi çekmeye çalışsam da gücüne karşılık veremiyordum, karanlık alana girdiğimizde rutubet kokusu ciğerlerimi doldurmuştu. Bununla birlikte çürük ceset kokusu midemde ki safranın boğazıma kadar ulaşmasına sebep olmuştu. Burada ceset mi saklıyorlar? diye düşünmeden edemedim. O düşünce yüzümün buruşmasına sebep olmuştu.

 

Bileğim hâlâ elinin içerisinde kıvranıyordu. İnce kemiklerimden bir kaçının kırıldığını dahi düşünmüştüm. Canımı yaktığını bilse de pek takacağını düşünmüyordum zaten, hoşuna bile gidebilirdi. Kokudan ötürü ciğerlerimin yandığını hissediyordum, bu iğrençti. Alaz Ali elini kenar bir yere atarak ortada kısık ışıklı lambayı yaktı. Bu sayede odayı inceleme fırsatı bulmuştum.

 

Ortada eski bir masa vardı, ışık masanın tam üzerinde asılıydı ve masanın altına yakın bir tabure. Dikkatimi bunlar haricinde masanın üzerinde ki kuru kanlar çekmişti, ceset yoktu ancak masanın üzeri dahil yerler ve duvarlara kadar kan lekeleri boy göstermişti. Yerde büyük bir İngiliz anahtarı vardı, öyle ki arasında koyu kahverengi bir kemik gibi görünen karartıdan ne olduğu zor seçiliyordu. Bu ne parçasıydı? Dikkatlice ne olduğunu kavramaya çalıştım, kaşlarım çatıldığında İngiliz anahtarının arasında ki parçanın çürümüş bir parmak olduğuna kanaat getirdim.

 

"Neden buraya getirdin beni?!" Sesimin tizliği demir duvarlara çarpmıştı. Az önce gördüğüm şey ise kanımı dondurmuştu. Kendime, O kimin parmağıydı? diye sormaktan alıkoyamadım. Beni fırlatır gibi ortaya iteklemişti, kaşlarım çatıktı. Midem ciddi anlamda bulanıyordu. Soruma cevap vermemişti, geriye doğru adım attığında beni burada bırakıp gideceğine emin olmuştum.

 

"Karanlıktan korkuyordun değil mi?" dediğinde sert bir yumru yutkunmuştum. Belinden çıkardığı silahı masanın ortasında asılı lambaya çevirdiğinde tek kurşunla lambayı parçalara bölmüştü. Cam kırıkları etrafa dökülürken yerimden sıçramıştım, o an içimde ki korkuyla sadece, "Yapma..." diyebilmiştim.

 

Paslı kapının dışına çıktığında acımasızca kapıyı kapattı. Bunu özellikle yaptığını biliyordum, sinirle söylendim.

 

"Aç şu kapıyı!" Sesim yankılanarak çıkmıştı ki tüm gerginliğim bir anda bedenime yüklenmiş gibi bağırdım.

 

"Aptal herif, beni böyle korkutabileceğini mi sanıyorsun?!" Çıkan yankı kulaklarımı kapatmama sebep olmuştu.

 

"Kapıyı aç!" dedim karanlık alandan demir kapıya ilerlerken, elimi sertçe kapıya vurdum. Sinirle bir kaç defa daha bağırdım ancak dışarıdan herhangi bir ses gelmiyordu.

 

Artık çığlık atıyordum, boğazım yırtılırcasına hem de... Çocukluğumda küçük bir hatama kalmadan bazen zevk için odama kilitlenirdim ve ışığı açmam yasak olurdu. O zamanlar çok küçüktüm ve karanlık fobim yeni ortaya çıkıyordu. Eve misafir geldiğinde ortalarda dolaşmamam için odama kapatılırdım, kapıyı kilitlemediklerinde ise kaçmaya çalışırdım. İnsanın güvende hissetmesi gereken yer ailesiyken ben hep, bugün hangi üyeden zarar göreceğim? diye düşünürdüm. Bu canımı yakan bir gerçekti ve beni görmek istemeyen ebeveynlerimin hakaretleriyle saatler boyunca karanlığa çekilmiştim.

 

O kadar çok bağırdım ki sesimin kısıldığını daha yeni yutkunmaya çalışırken fark etmiştim. Titreyen ellerimi boğazıma götürdüm ve öksürmeye, ardından öğürmeye başladım. Kusamıyordum ve bu iğrenç koku ciğerlerimi etkisi hâline almıştı. Ağlamaya başladım. İlk başta ne isterse yapabileceğimi, ardından beni buradan çıkarmazsa ona neler yapabileceğimi söyledim. Her geçen saniye belli etmesem de kötüleşiyordum. Beni burada bırakıp gitmiş miydi?

 

Korku bedenimde hayat bulmuştu. Ayakta durmaktan yorulmuştum, dizlerimin üzerine çökeceğim anda yerde ki İngiliz anahtarı ve arasında ki çürük parmak aklıma geldi. Nefesim boğazıma yapışırken önümde elimle vurmaktan yorulduğum kapıya çığlık atarak tekmelemeye başladım. Küfürler ve hakaretler savuruyor, çığlık atmaktan vazgeçmiyordum. Daha fazla ayakta kalamamaktan dizlerimin üstüne sertçe çöktüm, dizlerimin acısı hissedilebilir tondaydı. Canım acıyordu, gözlerimi açık tutmaya çalışıyordum ve bu şuan çok zor geliyordu. Saat'in kaç olduğunu bilmiyordum, içerisi çok soğuktu.

 

Acıyla inledim, tüm bedenim yaz aylarında olmamıza rağmen soğuktan uyuşmaya başlamıştı. Gözlerim kararıyordu ve daha fazla dayanamayacağımı düşünüyordum. Bedenim kirli zemine tok bir sesle devrildi. Ellerim dudaklarıma kapandı, ağlarken elimi dudaklarıma kapayarak ses çıkmasını önlemeye çalıştım. Bunu bana yapamazdı!

 

"Seni affetmeyeceğim." Uzandığım yerde öksürmeye devam ettim, kokunun üstüme sinmeye başladığı hissiyle irkildim. Bu kokuyu solumak istemiyordum, bu işkenceydi.

 

Gözlerim kapanıyordu ve artık direnemiyordum. Son kalan gücümle kısık bir sesle söylendim.

 

"Selçuk abiyi..." Nefes almaya çalıştım ve yankılanan sesimle devam ettim.

 

"Böyle öldürmedi!" Demir kapı gıcırtıyla açıldı, ancak bilincim beni boşluğa sürüklüyordu ve bende direnemiyordum.

 

🥂

 

Her nefesimde bir tekme daha yiyordum, her ayaklandığımda dizlerimi sopalarla dövüyorlardı. Vazgeçmiyor, direnmeye çalışıyordum ancak çok yıpranmıştım. Artık aldığım nefesler boğazıma diziliyor, beni boğuyordu.

 

Hayır... Şuan ciddi bir şekilde boğuluyordum. Gözlerimi aralamaya çalıştığım anda yüzüme değen ıslak eller boynuma kaymış, o anda irkilmiştim. Etraf bulanıktı, acıyla inlediğimde sırtımın kanıyor olabileceğini düşünmüştüm. Hırıltılı nefesimi verdiğimde endişeli ses kulaklarıma dolmuştu. Bir kaç kez daha gözlerimi kırpıştırarak ayılmaya çalıştım.

 

"Akın, bir şişe daha su getirin." Yıllarca hasret kaldığım sesi şuan çok yakınımdaydı.

 

Derin bir nefes daha alarak öksürdüm. Yüzüm ıslak elin avuçlarına dolmuştu, baş parmağı yanağımı sıyırıyordu. O iğrenç ceset kokusundan eser yoktu, daha çok rahatlatıcı bir parfüm kokusu ortama hakimdi. Başımı kaldırıp yüzüne baktım, kaşları çatıktı. Aynı şekilde bende kaşlarımı çattım ve hırıltılı nefesimi verdim.

 

"Seni," dedim kurumuş boğazımı ıslatmaya çalışarak, "geberteceğim."

 

"Göreceğiz kim kimi gebertiyor, bir şeyi yok bunun. Baksana, kendini zorla öldürtmeye çalışıyor." dedi kapının kapanma sesinden hemen önce.

 

"Yangının ortasında kalacaksın," dedim dişlerimin arasından, "seni çaresiz bırakacağım." diyerek tamamladım.

 

Alaycı bir kahkaha attı. Onu yumruklamak istiyordum, buna kalkıştığım sırada oturduğum sandalye de ellerimin arkaya bağlı olduğunu fark ettim. Çırpınsam da bir faydası olmamıştı. Sıktığım çenemle tekrar konuştum.

 

"Ellerimi aç, korkuyor musun benden?" Yarım ağız sırıttı, şuan çok itici göründüğünü biliyor muydu acaba? Bakışlarından yola çıkarak devam ettim.

 

"Aç o zaman ellerimi." Derin bir nefes aldı, elbette benden korkmuyordu ve bunun farkındaydım, amacım damarına basmaktı.

 

"İyi bakalım, bunu bir kaç saat öncesinin özürü olarak kabul edersin olur mu?"

 

"Hı-hı..." Teninin değdiği yerler alev almıştı sanki, şuan bunu umursamamam gerekiyordu oysa.

 

Ben ipten kurtulan bileklerimi ovuştururken, o önüme geçmişti. Karşıma bir sandalye çekip oturduğunda kendimi daha fazla tutamadığımı hissettim ve yüzüne sert bir tokat geçirdim. Tokadın şiddetiyle başını sağına çevirdi ve histerik bir kahkaha attı. Ağzında ki kanı betona tükürdüğünde kahkahasına devam ediyordu. Bana vurmasını bekledim belki de, onunda benim yüzüme bir tokat geçirmesini bekledim fakat o bunu tabi ki de yapmadı. Yüzüme bakıp gülüşünü sonlandırdı.

 

"Elin ağırmış." dedi çenesine dokunarak, dudaklarından dışarı sızan kanın sebebinin benim tokadım olması canımı sıkmıştı.

 

"Ya şimdi kafama sık ya da bırak beni, gideyim." Hayır der gibi başını iki yana salladı.

 

"Her şeyi anlatmadan buradan çıkmayacaksın. Kafana sıkıp sıkmayacağıma ben karar vereceğim." Şuan alay eder gibi durmuyordu, hatta çenesinin seğirdiğini fark ettiğim de ciddileşip öfkelendiğini de fark edebiliyordum.

 

Sakin kalmaya çalışarak yutkundum. Gözleri beni içerisine çekiyordu, etrafa bakmayı daha yeni akıl etmiştim. Beni kapattığı yer gibi kötü kokmuyordu, bulunduğum oda gibi yer ahşap mobilyalarla dizayn edilmişti. İçerisi sıcacıktı, Alaz Ali ile baş başa olduğumuzu hatırlarken sıcaklık bir anda bedenimde buz kristallerine dönüştü, içime kırıldılar sanki.

 

"Anlat." diye emir verdiğinde gözlerinden başka bir yere bakamadım. Öylece gözlerini izledim, şuan bir duygu barındırmıyordu, soğuk ve boş bakıyordu kahvenin en güzel tonları.

 

"Canım konuşmak istemiyor." Adem elması yukarı kalkıp indiğinde derin bir nefes verdim.

 

Eli yüzüme doğru uzandı, ne yaptığını anlamaya çalışırken çenemi nazik bir hareket ile kavradı. Geri çekilmedim, öylece gözlerini incelemeye devam ettim. Gözlerine bakmak çok zevkliydi, harelerini ilk defa bu kadar yakından görüyordum ve bu fazlasıyla hoşuma gitmişti.

 

"Korkmuyorsun." dediğinde bir anda soğuk bakan hareleri yerini öfkeye bıraktı ve çenemde ki eli sertleşti, artık canımı yakıyordu.

 

"Gözlerinde herhangi bir korku yok, bu kadar rahat olma hakkını sana tanımadım." Yutkundum.

 

"Ben..." Gözlerimi kısarak devam ettim.

 

"Canım nasıl isterse öyle bakarım, öyle davranırım, öyle hareket ederim. Bunun için kimseden izin istemem." Elini çenemden uzaklaştırarak sırıttı. Beni ciddiye almadığını biliyordum ve bu onun hatasıydı.

 

"Dediğim gibi canım konuşmak istemiyor ve beni ciddiye alsan iyi edersin. Ellerim bağlı değil, adil bir şekilde dövüşürsek seni hastanelik edebilirim." Gülüşü alayla genişledi.

 

"Hayır hayır, seninle dövüşmeyeceğim. Canının ne istediği ise umurumda dahi değil, soracağım ve cevaplayacaksın, yine canım istemiyor dersen o güzel gök mavisi gözlerini yerlerinden sökmeye üşenmem."

 

Gözlerimi güzel mi bulmuştu? Artık yüzümde en sevdiğim yerlerin gözlerim olması dışında farklı bir kararım yoktu. Başımı iki yana sallayarak, "İkna edici değilsin." dedim ve kollarımı ukala bir tavırla göğsümün altında bağladım. Dişlerini sıkıyordu, onu sinirlendirmiştim.

 

"Seni o deliğe tekrar götürüp ölümünü beklememi istemiyorsan bana istediğim cevapları vereceksin."

 

"Canımın şuan kimsenin gözünde değeri yok, benimde dâhil. Zaten öleceğim, bu anlamsız ölümün ellerinden olması önemli değil. Bir şey hissetmiyorum artık, gülmüyorum bile, bunun bende ki anlamını bilemezsin." Beni dikkatle dinliyordu ve alaycı bakışlarını üzerimde dolaştırdı bir süre.

 

"Sana acıyıp gitmene izin vereceğimi mi sanıyorsun?" Başımı iki yana salladım ve yüzümü yüzüne yaklaştırdım, sanki oda da tek değilmişiz gibi sadece onun duyabileceği bir sesle fısıldadım.

 

"Beni tanısaydın kimseye kendimi asla acındırmayacağımı bilirdin ya da tahmin ederdin." Geri çekilerek çatık kaşlarının altına döşenmiş kahvelerini incelemeye devam ettim.

 

Ayağa kalktı cebinden sigara paketi çıkarıp içinden bir dal sigara aldı. Aynı şekilde gümüş zippo ile sigarasını yaktı, sigarayı dudakları arasından alıp bir şeyi unutmuş gibi kaşlarını çatmış ve bakışlarını bana yöneltmişti. Duman ve sıcaklığıyla birleşen nefesi yüzüme denk gelmiş, oda sayabileceğim alanın içerisine dağılmıştı.

 

"İçer misin diye sormadım." dediğinde lafını boğazına tıkmak ister gibi, "İçmem." dedim.

 

Peki der gibi omuzunu silkmişti. Ardından bir süre etrafta dolandı ve geri sandalyeye oturdu. Sigarasını yere atıp üzerine bastı ve başını bana çevirdi. Yüzümü tekrar ve tekrar inceledi. Adem elması yukarı çıkıp tekrar yerine döndüğünde bakışlarımı boğazına sabitledim. İnce bir morluk vardı, yaralandığını anlamıştım ancak nasıl yaralandığını tahmin edemiyordum. Onun bedeninde yer alan küçük yara beni incitmemeliydi.

 

"Seni boğmaya mı çalıştılar?" dedim belki de lafı değiştirmek ister gibi, dilini damağına vurarak ses çıkardı.

 

"Küçük bir aksilik." dediğinde şu hâlde onunla bu sohbeti yapmak saçma gelmişti. O yaraya dokunmak istiyordum, canının acıyıp acımadığını bilmek istiyordum, onu iyileştirmek istiyordum.

 

"Neden öyle bakıyorsun?" Başımı iki yana sallayarak yüzüme sert bir ifade biçtim.

 

"Peki," dedi ve öne doğru eğildi. "sabahlara kadar burada mı bekleyeceğiz?" Onunla sabahlara kadar bakışmak benim için çok iyi bir seçenekti.

 

"Hayır." dedim yine de.

 

"Sana bir şey anlatmayacağım Ali, zamanını boşa harcıyorsun." Badem gözlerini kıstı, hem ciddi hem çocuksu duruyordu.

 

"Alaz." dedi beni düzelterek ve devam etti.

 

"Sana haksızlık yapıldığını düşünüyorsan neden konuşmuyorsun?" Yutkundum ve yüzüne yaklaştım.

 

"Anlatmaya çalıştım, kimse anlamadı. Kardeşini kaybetmiş biri olarak sen mi anlayacaksın?" Bu seferde şekilli kaşları çatıldı.

 

"Ölüme boyun eğiyorsun o zaman." Başımı olumlu anlamda salladım.

 

"Asaf... Ona sor bunları, sana kız kardeşiyle birlikte yurt dışında olduğunu söyleyecek." Derin bir nefes verdim, o sırada Alaz Ali,

 

"Bunu söyleyeceğini nereden biliyorsun?" diye sordu sağ elinde ki alyansa bakarak. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki, Alaz Ali nişanlanmış mıydı? Kiminle nişanlanmıştı? Derin bir nefes alarak sakinliğimi korumaya çalıştım, içimde yangınlar olmasına rağmen.

 

"Ona, kaç gün yurt dışında kaldıklarını sor. Biraz düşünecekti-" Kapı tıklandı, Ali cevap vermeden aynı hızda kapı açıldı.

 

Sabah arabayı kullanan adamdan başkası değildi. Beni görmezden gelerek Alaz Ali'ye döndü. Elinde tuttuğu telefonu uzattı, tek görebildiğim ekranda soyadımın yazdığıydı. Biri ile konuşacaktı, telefonu kulağına koyduktan sonra beni içerde tek bırakarak çıkmışlardı. Babam beni kurtarmak için mi aramıştı? Ya da beni öldürmesini istemek için? Yok artık dedim kendi kendime... Bu kadar ileri gitmezdi, yani gidemezdi.

 

Bir kaç dakika ardından kapı aralandı. İçeri giren ise ilk Alaz Ali olmuştu, ardından sabah arabayı kullanan adam -bu adamın adını öğrenmem iyi olabilirdi-, Alaz'ın burnundan soluduğunu fark etmem uzun sürmemişti, yanında ki adama bakarak konuşmaya başladım.

 

"Kim bastı bunun kuyruğuna?" Alayla söylediğim kelimeler sonrasında adam sadece ters bir bakış atmakla yetindi, amma da gergindi bunlar.

 

Ardından Alaz Ali, önümde ki sandalyeyi ters çevirerek oturdu. Gözlerimin içine bakıyordu, tam içerisine. En derinine belki de. Meraklı bakışlarla onu izlerken, sanki içinde ki nefreti kusmak için; "Babana benziyorsun." dedi.

 

Çenem gerildi, gözlerimi yumdum. Bana onlarca hakaret etseydi, bu küfürün yanında bir hiç olarak kalırdı. Onun gibi bakmaya başladım. Boş, öfke dolu, nefret kusmak ister gibi... Ve en sonunda bende onun canını istem dışı yakmak isteyerek; "Abine benziyorsun." dedim.

 

Kıpırdamadı ama elinin sıktığı sandalyenin gıcırtısı kulakları dolduruyordu. Sandalye şuan ben miydim gözünde bilmiyordum ancak, gözlerinin kan topladığına şahitlik ettim. Boynunda ki ve alnında ki bir kaç damar kendini belli etti. O an yeni tanıştığım ve daha önce -sinirlendi- sandığım, şimdi ise gerçekten sinirlenmiş Alaz Ali'nin hâli gözlerimin önüne serildi.

 

Arabayı kullanan adam Ali'nin kulağına eğildi. Birşeyler fısıldıyordu, Alaz Ali ise gözlerini bir milim dahi gözlerimden ayırmıyordu.

 

"Karışma Akın." dedi dişlerinin arasından tıslayarak, demek arabayı kullanan adamın adı; Akın'dı.

 

"Öldüreceğim lan seni. Er ya da geç. Seni ben öldüreceğim!" dedi ve koluma yapıştı.

 

"Sıranı bekle!" dediğimde kolumu daha sıkı kavramış, gücünün baskı yaptığı yer zonklamaya başlamıştı. Kolumu ondan kurtarmaya çalıştım ancak faydasızdı.

 

Beni zorla dışarı çıkardığında -pardon, sürüklediğinde- buranın gerçektende bir ev olduğu fikrim doğrulanmıştı. Merdivenlerden aşağı inerken bir basamak üstünde iniyor, hatta inemiyor düşmemek için zıplıyordum. Büyük kapıda ki iri yapılı, siyah takımlı adamları geçerek dışarı çıktık. Hava ne ara kararmıştı bilmiyordum ama, bedenimi gece soğuğu hapsine almıştı. Avlu'nun önünde ki lüks dağ arabasına doğru yönlendirilirken, çenemin titremesine izin verdim. Korkudan değil, soğuktandı kesinlikle.

 

Beni arabanın ön yolcu koltuğuna fırlatılırken araba anahtarıyla, oturduğum alanın kapısına bir şey yaptı. Ardından kapıyı sertçe kapattı. Kendisi sürücü koltuğuna ilerledi ve Akın'a bağırarak emirler verdi. Araba'ya yerleştiğinde emniyet kemerini takmadan sürmeye başlamıştı ancak ben o binmeden kemerimi takmıştım.

 

"Emniyet kemerini takar mısı-" Lafımı tamamlayamadan küfreder gibi bağırdı.

 

"Kapa çeneni!"

 

Ağlamak istediğimi fark etmiştim. Sinirlerimi bozmakla kalmamış sabahtan beri değişen ruh hâli ve davranışlarıyla kafamı da bir hayli karıştırmıştı. Arabayı çok hızlı kullanması midemin bulanmasına neden olurken, en son o ceset kokan yerde bu kadar kötü olduğumu hatırladım. Ağzıma gelen safrayı sertçe yuttum ve bunu bir kaç kez tekrarladım. Sakinleşmeye çalışıyordum ama midemin bulantısına da engel olamıyordum.

 

Başımı Ali'ye çevirdiğimde umurunda dâhi olmadığımı fark ettim. Sert bakışları yola odaklıydı, oldukça dikkatli görünüyordu. Yüzümü buruşturarak önüme döndüm ve yolu izleyerek midemi sakinleştirmeye çalıştım. Dikiz aynasına gözüm takıldığında arkadan sıra hâlinde bir sürü arabanın ilerlediğini fark ettim, bakışlarım tekrar Alaz Ali'yi bulduğunda hâlâ fazlasıyla öfkeli olduğuna kanaat getirdim.

 

"Takip ediliyoruz." dedim tepkisini merak ederek ancak hiçbir tepki vermedi. İfadesini bozmayarak yolu izlemeye devam etti.

 

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum bu sefer de, yine cevap yoktu.

 

"Ali, sıkıldım ben." Bir süre sonra gözlerini bana çevirdi ancak yine o ifadesini değiştirmemişti.

 

"Alaz!" dedi beni düzelterek, "Tekrar etmeyeceğim." Yüz ifademin şuan üzgün bir dille baktığını biliyorum, onun yine umurunda değildi.

 

Oturmaktan bacaklarım uyuşmuştu. Son konuşmamız üzerinden yaklaşık yarım saat geçmişti ve tek kelime etmiyordu, benden de aynı performansı bekliyordu. Gözlerim uyuklamak üzere yavaş yavaş kapanıp açılıyordu. Alnımı yasladığım camdan başımı çekip karşımda belirmeye başlayan evi gördüm. Buraya daha önce gelmiştim, dün gibi hatırlıyordum.

 

Selçuk abinin ölümü sonrası, Karahan tarafından buraya getirilmiştim. Ölmemi engellemeleri için yıllar önce buradaydım, ölmek hiçbir zaman korktuğum ya da endişe duyduğum bir fikir değildi ancak Karahan beni yaşatmak için doğumumdan bu günüme kadar, yıllarca uğraşmıştı. Ağaçlık alan arasında arabayı durdurduğunda arkada ki arabalar da durmuştu.

 

"İn." diye emir verdi, dakikalar sonra ilk kelimesinin in olması can sıkıcıydı, gerçeği kes sesini ya da kapa çeneni demesinden daha iyiydi.

 

İlk defa emirine uyarak emniyette kemerini açtım ve dışarı çıktım. Arabadan indiğimde temiz havanın ciğerlerime dolmasıyla kusma isteğim tekrar boy göstermişti, anlık ortam değişikliğine bağladım yine de. Üstümde ki tişörtün yakasını çekiştirerek temiz havaya alışmaya çalıştım. Hemen bir kaç metre yanımdan gelen yüksek silah sesiyle yerimden sıçradım.

 

Sesin geldiği yöne başımı çevirdiğimde elinde ki silahı gökyüzüne çevirmiş olan Alaz Ali, tekrar silahını ateşledi. Bu bir uyarı atışı mıydı? Evin büyük demir kapısı aralandı. Karahan abimi gördüğüm anda içim huzursuzlanmıştı, tabii birşeyler hissedebilmem sol şakağıma dayanan metal ile son bulmuştu.

 

"Kardeşini gözlerin önünde öldürmem için bana bir neden sundun Abacı!" Sesi tiksinir gibi çıkıyordu.

 

"Kardeşine böyle davranmamıştım Aldar, ancak çok istiyorsan..." dedi ve sağ elini havaya kaldırarak parmaklarını şıklattı.

 

Demir kapının ardından Arslan abim ve Arslan'ın kafasına dayadığı silah ile hareket eden Zeynep görüş açıma girdi. Zeynep'in gözlerinde tartamadığım bir korku vardı ve gözlerinde ki yaşları tabii. Tanımasam gerçekten bu hâline inanır ve onu bu hâle getirdiği için Karahan'a hesap sorardım ancak ortada bir oyun döndüğü benim bakış açımdan belliydi, Alaz Ali ise gayet sinirli görünüyordu. Bu bir oyun olmalıydı. Karahan, Zeynep'e böyle birşey yapmış olamazdı.

 

"Abi, " dedi Zeynep, nazikçe burnunu çekti ardından.

 

Alaz Ali'nin ifadesini görmek isterdim ancak Zeynep'i görür görmez namluyu şakağıma daha sert bastırmıştı. Beynimi dağıtması iki saniyesini almazdı, onu şuan belki de tutan tek şey; Zeynep ve gözyaşlarıydı. Boşluğa bakar gibi bakıyordum abilerime ve Zeynep'e.

 

"Kurtar beni lütfen." Zeynep, Ali'ye yalvarır gibi bakıyordu, ben ise abilerime boş gözlerle bakmaya devam ettim.

 

Şakağımda ki namlu her saniye soğukluğunu işlerken Alaz Ali'nin silahın emniyetini kapattığını fark ettim. Silahı ateşleyecek miydi? Bu bir savaş ilanıydı, Karahan'a benim canımla meydan okuyordu ki; Zeynep'in canına zarar gelmeyeceğinden emin olmasını umuyordum.

 

Bu savaş kimden ne alacaktı, bilmiyordum ama benden benliğimi aldığı çok açıktı.

 

-BÖLÜM SONU-

 

Loading...
0%