@zeraleyyy
|
Merhabalar, nasılsınız? 💐 Düşüncelerinizi paylaşmayınız unutmayın lütfen. ❤️ Keyifli okumalar dilerim. 🥂
Ağrımasa bilir miydim, yüreğimin yerini?... 🥀
~Şennur Sezen~
Devam ediyoruz... 🎶
Zihnim beni boğuyordu ki etkisinden kurtulmam duyduğum uyarı çağrısıyla son bulmuştu.
"Bunu yapma Aldar, andım olsun ki; seni pişman ederim. Unutma ki, silahımın ucunda kız kardeşin var, beyni dağılsın istemezsin." Karahan ürkütücü gözüküyordu, yapar mıydı? Benim için, Zeynep'ine kıyar mıydı? Bunu yapmamasını umuyordum.
"Kardeşimi bana yönlendir." Karahan emin bir şekilde Arslan'ın önünden Zeynep'i aldı ve belinde ki silahı çıkarıp Zeynep'in arkasına yasladı, o silahların boş olduğuna emin olmak istiyordum.
Alaz Ali silahı şakağımdan çekip sırtıma bastırdı, sessizce inledim. Yürümem için komut veriyordu, temkinli bir adım attım öne doğru, Karahan'ın silahının boş olmasına emin olmaya çalıştığımdan çok; Ali'nin silahının dolu olduğuna emindim. Ani bir hareket yaparsam benden öte abimlere zarar verebilirdi.
Alaz Ali'den uzaklaşmama rağmen silahının gölgesini arkamda hissediyordum. Bir kaç adım ardından Zeynep ile yan yana hatta göz göze gelmiştik, ifadesini bozmazken sadece benim duyabileceğim bir ses ile konuştu.
"Fikir benimdi, Karahan'a kızma lütfen." Karşımda ki Karahan'a baktım, Alaz ile aynı konumdaydı. Onunda silahı Zeynep'in arkasını hedef alıyordu.
Karahan, Alaz'ın Zeynep'i yanına aldığını gördüğü anda harelerine rahatlık konmuştu. Aramızda ki bir kaç adımı umursamadan kolumu tuttu, hızla beni arkasına çekti. Büyük ihtimalle Alaz'ın öncelik planı Zeynep'i bizden uzaklaştırmaktı, gözünde kardeşine zarar veren insanlardık. Arkada duran, silahlı olduklarını ve tartışma büyüdüğü anda korumaya geçeceklerini tahmin ettiğim siyah takım elbiseli adamlara çekilmeleri için emir yağdırıyordu, arabalarına girerken bile temkinliydiler.
Gözleri beni bulduğunda yutkundum, öfke hakimdi kahvenin en güzel tonlarına. İşaret parmağını kaldırıp bana uzattı, "Bu iş burada bitmedi." diyerek geriye doğru adımlar attı.
Bir kaç dakika sonra ben, Arslan ve Karahan baş başa kalmıştık. Karahan bir hasar almış olmam fikriyle bedenimi süzdü.
"Bir şeyim yok." dedim sadece, inanmıyordu, Alaz Ali'nin bana zarar vermeden beni bırakacağına -tabii kardeşiyle tehdit edilmesini saymazsak- inanmıyordu. Daha fazla nefesimi tüketmedim, Karahan'ın arabasına doğru ilerleyip arka koltuğa yerleştim, hüzünlü hissediyordum ya da boşlukta gibi.
Gitmişti, sabahlara kadar sorgulasaydı keşke beni. Bir sürü soru sorsaydı, daha çok sohbet etseydik. Onun hakkında bilmediğim hobilerini anlatsaydı, benim kendi hayatıma dair sevdiğim pek bir şey olmasa da ona bende ki kendisinden bahsedebilirdim. Bunların asla gerçekleşmeyeceğini kendime hatırlatma gereği hissettim, bu his canımı sıkmıştı.
Ben kendimi içime çekmişken abimlerde arabaya yerleştiler. Karahan arabayı çalıştırırken, Arslan bana döndü. "Dela, iyi olduğuna emin misin? Eğer o herif sana bir şey yaptıys-" Bakışlarımı bir kaç saniyeliğine ona yönelttim.
"Kaç defa söylemeliyim? Bana bir şey yaptığı yok, kesin artık sesinizi!" dedim terslercesine, göz devirerek önüne döndü.
Başımın arkasına denk gelen koltuk yastığına yaslandım. Saatlerdir ne uyumuş, ne de yemek yemiştim. İştahım zaten aylardır yoktu ancak normal bir insan gibi acıkmak istiyordum. Yeme bozukluğum daha çok başıma iş açacak gibiydi. Gözlerim kayıyordu, uyuyor ya da bayılıyordum, adam akıllı hissedemiyordum bile.
🥂
Tıklanan bir kapı sesiyle gözlerimi aralamaya çalıştım. Sırtımda ki acı hisle inledim ve yerimden usulca doğruldum. Neredeydim? Burası benim evim değildi, burası benim odam değildi. Elimi şaşkınca enseme atarken tekrar inledim ve loş ışıkla az çok seçilebilen saate baktım. Saat akşam üzeri sekizdi. Gözlerimi ovalarken beni uyandıran kapı tıklanması tekrarladı.
"Gel!" diye seslendiğimde kapı açıldı, Karahan abim elinde ki yiyecek dolu tepsiyle odaya girdiğinde bakışlarımı kaçırdım.
"Sana yiyecek bir şeyler getirdim." dediğinde cevap vermedim. Yanıma geldi ve tepsiyi bacaklarımın üzerine bıraktı.
Tepsinin içerisinde bir sandviç, bir bardak su, bir bardak portakal suyu, elma ve küçük kalıp sütlü çikolata vardı. Diğer tüm yiyecekleri es geçerek ilk suyu içtim ve sonra da çikolatayı paketinden ayırıp bir parça ağzıma attım. Başka bir şeye dokunmayıp tepsiyi Karahan'ın eline geri tutuşturdum.
"Bir şey yemedin daha..." dedi, onu yok sayarak yatağa geri uzandım ve üzerime örtülen örtüyü boynuma kadar çektim.
"Dela... Hastaneden kaçmak ne demek?" Sakince hesap soruyordu, bu Karahan'lık bir iş değildi. Ben uzun süre cevap vermeyince omuzuma dokundu.
"Abim, bana dön." dediğinde başımı ona çevirdim.
"Hastaneye geri dönmeyeceğim." Sesimde ki kararlılık söyleyeceklerini ona yutturmuştu. "Tamam Meleğim, dönme. Ama şöyle de davranma bana..." Sesinde kırılmışlık vardı. Yerimden tekrar doğruldum.
"Davranırım. Sen benim abimsin, benim öz babamdan öte babamsın ve beni ateşe atansın. O yüzden davranırım. Çünkü ben sana daha çok kırgınım." dedim ve bacaklarımı göğsüme çekip kollarımı bacaklarıma sardım.
"Beni tek bıraktın orada..." Bakışlarımı yatağın bir köşesine sabitledim.
"Kovdun beni, sürekli... Sana yaklaşmaya çalıştım, seni anlamaya çalıştım ama sen beni 1 ay boyunca kovdun Dela." Sesi çaresizlik barındırıyordu.
"Ben geldim, seni tek bırakmadım... Ama her geldiğimde uyuyordun, yüzümü görmek istemiyordun ve uyuyordun." dedi, hayır ben uyutuluyordum. Sürekli zaman fark etmeksizin, uyutuluyordum. Bu yüzden Karahan'ı göremiyordum. Karahan'a bir şey anlatmayayım diye uyutuluyorum.
"Seninle varlığınla yokluğun birdi, 4 ay boyunca. Korkuyordum. Uyumuyordum, rahat durmadığım için beni sürekli uyuttular. Seni bir kez görseydim orada, bırak kovmayı yanımdan bir saniye ayrılmanı istemezdim." dedim açık konuşarak. Sinirli ve kırgındım, sesim bunu ciddi derecede belirtiyordu.
"Üzgünüm... Seni yalnız hissettirdiğim için." dedi elinde ki tepsiyi komodinin üstüne koyarak ve ayağa kalktı.
Odanın çıkışına yürürken başka herhangi bir şey söylemesini bekledim. Sadece, "Tepsideki yiyecekleri yemek istemezsen... Arslan ile Doğan yarım saate burada olur, aşağı gel, birlikte yemek yeriz." dedi ve odadan çıkıp gitti. Şuan yemek yemenin umurumda olmadığı gibi, Arslan ve Doğan'ın gelmesi de umurumda değildi.
Yataktan kalkarak dolap aynasına yürüdüm. Üstümde hâlâ sabahın köründe giydiğim siyah tişört ve pantolonum vardı. Göz altlarım çizgilenmişti ve göz pınarlarımdan akan morluk kendini belli ediyordu. Kaç saat uyumuştum bilmiyordum ancak, bu hâlime bakılırsa epey uzun bir süreydi bu. Tişörtü üzerimden çıkartmak için kollarımı kaldırdığımda sırtımda ki dikişler kendini belli etmiş ve inlememe sebebiyet vermişti. Hızlı hareket ederek pantolonumu ve çoraplarımı da çıkardım. Dikişlerime su değmemeliydi, bu yüzden duş almayı es geçerek dolapta bulduğum siyah bol eşofmanları üzerime geçirdim.
Saçlarım dağınıktı, ellerimle saçlarımı tararken aynadan yüzüme bakıyordum. Bu sabah yaşadıklarımı düşündüm, geçirdiğim baygınlığı ve o iğrenç kokuyu... Burnuma sanki tekrar o alana götürülmüşüm gibi gelen kokuyla, boğazıma gelen acı safra bir olmuştu. Odanın içerisinde ki banyoya attım kendimi. Daha fazla dayanamadım, midemin tekrar bulanmasıyla klozete eğildim, çok geçmeden kusmaya başlamıştım. Bir kaç dakika sonra yorgun bir şekilde klozetten destek alarak doğruldum, kendimi daha çok berbat hissetmeye başlıyordum.
Yüzümü yıkarken gözlerimden akan yaşları durduramıyordum. Yüzüm kızarmış, alnımda bir kaç damar kendini belli etmişti. Derin nefesler almaya çalıştım, hava almaya ihtiyacım vardı. Ben... Boğuluyordum. Öksürdüğümde banyonun kapısı çalındı. Tekrar öğürme hissi geldiğinde ise elimi ağzıma kapadım. Bedenimin titrediğini aynaya tekrar bakana kadar fark edememiştim. Gözbebeklerime kadar titriyordum.
"Dela? İyi misin kız?" Arslan'ın sesiyle kendimi toparlamaya çalıştım. Yüzümü tekrar yıkadım ve gözyaşlarımı güçlükle durdurdum.
"Giriyorum bak..." Derin bir nefes alarak saymaya başladım ve kapıyı açtım.
1... 2... 3... 4... "Ne oldu? Morarmışsın sanki." dedi Arslan. 8... 9... "İlaçlar mide bulantısı yapıyor biraz, ondan." dedim geçiştirmeye çalışarak. 14... 15... "Hee... Gel hadi, vallahi abime ne demişsen sabahtan beri somurtuyor."
"Sen in, ben geliyorum." Aldığım nefes boğazıma sıkışırken öksürmemek için zor tuttum kendimi. 38... 39.. 40... "Birlikte inelim işte." dediğinde sertçe yutkundum. 54... 55... 56... "Ya in sen, geleceğim diyorum." diyerek onu odanın kapısına sürükledim. "İyi bari, sana çikolatalı dondurma aldım. Bu bilgi seni hızlandırır umarım." Başımı salladım ve odadan çıkmasını izledim.
78... 79... Yatağa doğru ilerleyerek duygularımı hafifletmeye çalıştım bir süre. 1467... 1468... Derin nefesler aldım. 1892... 1893... Sonunda titremelerim azaldığında öksürme istemlerimde azaldı ancak, midem hâlâ bulanıyordu. 2354'e kadar saymıştım. 39 dakika 5 saniye boyunca sakinleşmeye çabalıyordum, bunu abimlerden gizli yapmak her ne kadar beni yorsa da, yine başarmıştım.
"Dela!" diye bağırdı bu sefer Doğan. On iki defa Arslan, Beş defa Karahan, şuan ile birlikte altıncı kez Doğan seslenmişti. Arslan artı olarak iki defa da yukarı çıkmış, üstümü değiştirdiğim gerekçesiyle zaman kazanmıştım.
Uyuşan bacaklarımla ayağa kalkıp odanın çıkışına yürüdüm. Berbat hissediyordum. Kendi bedenimi kontrol edememenin yorgunluğuyla doluydum. Sakinleşmeye çalışırken bile yorulmuştum. Bir anda geliyor, dakikalar, belki saatler sonra sakinleşebiliyordum ancak.
Oda büyüktü ancak şuan fark ediyordum ki; evin yanında hiçbir şeydi. Malikâne kadar büyük olmasa da, büyük bir ev'di. Merdivenlerden aşağı baktım. Büyük yemek masasında Karahan, Arslan ve kuzenimiz Doğan oturuyor, bir şeyler konuşuyorlardı. Yüzüme en ifadesiz hâlimi biçerek trabzanlara tutunarak aşağı indim. Karahan abimin bakışları beni bulunca kaşları çatıldı, bu ifadeye bürünmemeliydi, aksi taktirde 39 dakika 5 saniye boyunca bastırmaya çalıştığım panik atağım tekrar açığa çıkabilirdi.
Arslan arkasını dönüp bana baktığında sırıttı. "İnmeseydin ya, ne gerek vardı değil mi ama?" dedi. Arslan'ın hemen yanında ki sandalyeyi çekip oturdum.
"Boş konuşma da, kalk dondurmamı getir." Söylediklerimle Doğan bir kahkaha atarken Arslan'ın kaşları havalanmıştı. İfadesi yüzümde yaklaşık iki dakika kalınca Karahan alttan Arslan'ın bacağına bir tekme attı.
"Emiriniz olur Dela hanım. Yanında kremalı ballı börek falan ister misiniz?" Düşünüyormuş gibi yaptığımda Arslan sesli bir soluk verdi ve ayağa kalktı. O mutfak olduğunu düşündüğüm yere giderken arkasından seslendim.
"Sen yemek yediğinde mutfakta olmana rağmen beni arayıp su istediğinde ben böyle yapmamıştım!" Çok geçmeden gelen tabak ve dolabın açılma sesiyle beni taklit etti.
"Sin yimik yidiğindi mitfikti olmini riğmin bini ariyip si istidiğindi bin biyli yipmidim!" Bu sefer Karahan abimde gülmüştü, ben ise göz devirmekle yetindim.
Çok geçmeden elinde ki kase ve kaşıkla geri döndü. Sadece çikolatalı dondurma koymakla kalmamış üstüne damla çikolata ve külah parçaları serpmişti. Önüme koyduğunda heyecanla gerindim. Kaşığı elime alıp dondurmadan kocaman bir kaşık aldım. Dondurmamı dilimin üstünde eritirken sesli bir nefes verdim.
"Nasıl kaçtın kız o korumalardan?" dedi Doğan, kaşığımı ona yönelttim bıçak misali.
"Fazla merak cana zarardır kuzen, bilirsin." dediğimde ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. "Aman, bilmez miyim?" Ona da göz devirdim.
"Ellerine ne oldu senin?" Karahan abimin ciddi sesiyle dondurmamı kaşıklamayı bıraktım. Elimin üzerine baktığımda kol içlerim ve bilek içlerim gibi yeşilimsi tonlara hakimliğini fark ettim.
"İğne..." dedim sadece bir kaşık daha dondurmayı ağzıma atarken.
"Bu nasıl iğne lan? Mızrakla mı yapıyorlar bunlar iğneyi?" Arslan'ın sözlerine istemsizce sırıtırken dondurmamı bitirmek üzereydim.
"Bir tabak daha istiyorum." dedim kaşıkta erimiş dondurmayı ağzıma atarken, Arslan başını onaylamazca salladı.
"Yemek bir şey yememişsin, o dondurmayı da vermeyecektim ama, abi yüreği işte özlemişsindir diye-"
"Verir misin? Dediğimi hatırlamıyorum Arslan." Gözleri masanın bir yerinde takılı kaldı ve kaşları çatılı bir şekilde bana değilde Karahan abime baktı. Karahan gözlerini iki saniye yumup açınca önümden tabağımı alıp bir şey söylemeden mutfağa gitti.
Geri döndüğünde tabağı sertçe önüme bıraktı ve yerine oturdu. Umursamazca dondurmayı yeniden kaşıklarken Doğan bir konu açmıştı bile. Ancak bile isteye onlara katılmıyordum, konu ilgimi çekmemişti. Tam kaşığı dudaklarıma götüreceğim sırada karşıda veranda kapısı önünde ki karartıyla kaşığım havada kalmıştı.
Arslan'a omuz attığımda yeniden kaşlarını çatarak anneminkilere fazlasıyla benzeyen bal harelerini bana çevirdi. Veranda kapısında ki karartıyı görünce Doğan'a kaş göz yaptı ve Karahan abim ayağa kalktı. Veranda kapısına yürümüyordu, tam tersi yönde televizyon dolabına ilerledi. Alt dolabı açıp içinden ilk iki tane siyah tabanca çıkarıp belinde ki yerine koydu, sonra tekrar elini atarak iki silah daha çıkardı ancak onları beline yerleştirmedi.
Arslan havada kalan dondurmanın eridiğini fark ettiğinde hafifçe iterek çeneme uzanan açık ağzıma yerleştirdi. Dondurma şuan zehir gibi gelmişti. Verandanın önünde siluet vardı ve üçü de fazlasıyla sakindi. Doğan'a baktığımda bana göz kırptı. Arslan elimden kaşığımı alıp tabağın içine bıraktığında kulağıma eğildi.
"Korkm-" Sözünü bitiremeden bir kaç kurşun sesi yankılandı civarda.
Çığlığımı yutarken Arslan masadan kalkıp bileğimi tuttu ve beni de kaldırdı. Koltukların arkasına yerleşirken gözlerim Karahan abimi arıyordu. Bir kolonun arkasında ellerinde ki bir silahı Doğan'a fırlattı ve Doğan şarjörü kontrol ederken, Arslan elinde ki gümüş tabancayla hazır bir şekilde bekliyordu. Bir kaç silah sesi daha duyulurken Arslan yüzüme baktı, muhtemelen gözlerimde korku vardı ve bunun farkındalardı.
"Sorun yok, söz sana o tabaktakinden daha çok dondurma alacağım." dediğinde kaşlarımı dehşetle çatıp, "Sorun mu yok?" dedim.
Evin yakınından gelen silah sesleriyle yutkundum. Bir anda yükselip dibimize kadar giren seslerle Arslan'a tekrar baktım. Evin taranmaya başlamasıyla daha fazla tutamadığım çığlığı bastım. Arslan başımı eğmişti, Doğan'ın öfke dolu küfürleri duvara saplanan kurşun sesleriyle karışırken gözlerimi sımsıkı yumdum.
Asaf beni bulmuştu...
Arslan hızla telefonunu çıkardığında baş edemeyeceklerini hızla bir numarayı tuşladığında fark etmiştim. Silah sesleri kulaklarımı tırmalarken Arslan telefona karşı bağırdı.
"BABA! HAYIR, ÇOK FAZLALAR!" dedi ve bir küfür savurdu ağzının içinde. Bağırıyordu çünkü, silah sesinden kendi sesini duyamıyordu. Ellerimi kulaklarıma kapadığımda gözlerimi de yumdum.
Arslan telefonu kapatırken koltuğun bizi daha fazla koruyamayacağını ikimizin arasından çıkan kurşunla fark ettik. Arslan'a baktığımda duygularımı ölçüyordu. Şuan taranan bir evde ne kadar sakin kalabilirdim bilmiyordum ama, yeniden bir atak geçirmemek için kapasitemin daha üstünde bir savaş veriyordum. Doğan, Karahan abime baktı ve gözleriyle anlaştılar. Kurşunun değmediği yer azdı. Dışarıda daha da artan silah sesleri az olmadıklarının habercisiydi.
"ARSLAN! MUTFAK TARAFI!" diye bağırdı Karahan abim. Arslan bileğimi tuttuğunda silah sesleri bir anda kesildi. Beklemeden mutfağa doğru koşmaya başladığımızda Doğan ve Karahan'ın peşimizden geldiğini gördüm.
Mutfakta silah sesleri yeniden gün yüzüne çıkarken, Karahan buz dolabının üzerinde ki tuşlara tıklayıp açtı. Buz dolabının içini görene kadar ne yaptığını anlamaya çalıştım. Bu bir buz dolabı değildi... Bu bir gizli geçitti. Arslan beni önümüze çıkan koridora sokarken içerinin genişliği beni şaşırttı. Hepimiz içeri girdikten sonra içeriden kapıyı kapattılar ve bir ses duyuldu.
"Geçit güven ile kapatıldı Tamer bey." Tamer bey mi? Burası babamın evi miydi? Arslan bileğimi bırakırken gerginlikten bileğimi sıktığını bende fark etmemiştim.
"Kim lan bunlar?!" dedi Doğan öfkeyle. Karahan derin bir nefes verdi. "Aldar işte, kardeşinin intikamını alıyor." Yutkundum.
"Alaz mı yaptı?" dedim kırgın bir sesle, "Kim olacak başka?" dedi Arslan.
Cevap vermedim. Geçide girdiğimiz anda silah sesleri kaybolmuştu. Geçit ahşap değil kübik bor nitrür ile yapılmıştı. Kübik bor nitrür kurşun geçirmezdi. Bu biraz olsun rahatlamama yardımcı olurken geçidin içinde yürümeye başladık. Yol apliklerle aydınlatılmıştı. Karanlık olmaması da beni bir nebze sakinleştirirken Karahan önümüze geçerek biraz ötede ki merdiven kapısını açtı ve açık havaya ulaşmıştık. Dışarıyı kolaçan ederken önümüzde ki arabalara baktım. Önlerinde onlarca koruma vardı, hepsi silahlıydı.
"Karahan bey," dedi kalın sesli, esmer koruma.
"Cihat, babam nerede?" Karahan'ın söylemiyle bir arabayı işaret etti ve Arslan'a döndü.
"Arslan bey," dediğinde Doğan'a da başıyla selam vermişti. "yirmi iki kişi etkisiz hâle getirildi." Bilgi verirken onları açık açık öldürdüklerini de söylemişti.
Karahan siyah Range Rover'ın içinden çıktı. Babam içerdeydi ve onunla konuşmuştu. Yüzünde ki ifadeye bakılırsa iyi bir görüşme olmamıştı. Bana 'sorun yok' bakışı atarken gözlerimi kaçırdım. Korumalardan bir kaçı, cansız bedenleri bir arabaya çuval gibi yüklüyordu. Gözlerimi yumdum. Bir insanın ölümü bu kadar kolay olmamalıydı, bu kadar basit karşılanmamalıydı.
Bu yaptıklarını engellemek istesem de Arslan'ın koluma dokunup arabayı işaret etmesiyle bu düşüncenin dışına atıldım. Arabaya bindim ve diğerlerini bekledim. O kadar kurşunun arasından nasıl canlı çıktığımızı bilmiyordum, bunu sorgulayacaktım bir süre. Yol önümden akıp giderken başımı cama yaslamış öylece duruyordum.
Asaf yapmış olmalıydı. Alaz yapmazdı, ya da ben yapmamasını içten içe istiyordum. Bizi delik deşik edecek kadar cani değildi, olmamalıydı. Kahvenin en güzel tonları vahşetle beslenmemeliydi. Gözlerine neden bu kadar taktığımı bilmiyordum, bildiğim tek şey; o kahve gözlerinin eşsiz olduğuydu. Çok şey çağrıştırıyordu zihnime, ruhumu kemiriyordu adeta. Kalbimi zaman zaman acıtıyor, ruhumu çoğu zaman harlıyordu.
Eğer bedenimde ki izlerin intikamını alamadan ölürsem... O ölümün onun elinden olmasını isteyecek kadar karşılıksızdım. Nedeni tek bir bakış değildi, o bakışla içime nakışlar işlemesiydi.
"Dela, uyudun mu?" Arslan'a karşı cık sesi çıkardıktan sonra tekrar yola odaklandım. Doğan farklı bir arabayla gitmişti. Ben, Karahan ve Arslan'da bir arabada gidiyorduk. Arabayı Karahan abim kullanıyordu, ben arkada oturuyor düşüncelerimi ruh hâlime yansıtmaya devam ediyordum, Arslan ise torpidodan çıkardığı şekerleri sanki yaklaşık yarım saat önce taranmamışız gibi keyifle yiyordu. Dişlerinin arasında kırtlatıyor, oflayıp puflamama rağmen devam ediyordu. Dayanamayıp hemen önümde oturduğu koltuğun arkasına bir tekme geçirdim.
"Yapmasana şunu!" Umursamadı bile, kırtlatmaya devam etti. Hatta poşeti bana uzatıp, "Sende ye." dedi.
"Oğlum çocuk gibisin hâlâ anasını satayım." dedi Karahan abim. Arslan onu da umursamamıştı, ancak şekeri bana yaptığı gibi Karahan'a uzatmadı. Büyük ihtimalle dayak yiyeceğini bildiği için yapmamıştı. Ben ise çıkardığı sese daha fazla tahammül edemeyerek önümdeki koltuğu üç kez daha tekmeledim.
"Abi," dedi Arslan kısa bir aradan sonra. "aşağıya limonata, cips falan sıkıştırmıştım. Versene ya onları." Öne yuhlayarak eğildiğimde, Karahan bir kahkaha attı.
"Harbi yuh lan. Limonatayı ne ara sıkıştırdın koltuğun altına." Arslan sırıttı, ağzına sarı bir şeker daha atarak. "Yaparım ben!" dedi göğsünü gere gere.
"Kasların erisinde gör gününü!" dedim beddua eder gibi.
"Seçimlerimi sorgulama, cadaloz." Göz devirdim. "Çok konuşma, kuduz it seni!" Köpürmesi an meselesiydi, ağzındaki şekeri kırtlatmayı bırakıp başını ağır çekimle bana çevirdi.
"Yolarım kız saçlarını." dedi ciddi ciddi, sonra tekrar önüne dönüp şekerleri kırtlatmaya devam etti.
"Ya abi versene şu abur cuburlarımı, eve gitmeden bitireyim." diyordu hâlâ, Karahan oflayarak elini koltuğunun altına attı ve bir paket cips ve bir litrelik bir limonata çıkarıp Arslan'ın kucağına bıraktı.
"Midesiz herif al, bunları da al!" Koltuğun altından sadece limonata ve cips çıkmazken, Karahan eline gelen her şeyi Arslan'a fırlatmaya başladı.
"Yola bak, yola!" dedim hafif yüksek bir sesle, "Sus kız sen." Karahan'ın söylemiyle sessizliğimi korudum.
"Beni evime bırakın." dediğimde, "Yok artık!" dedi Arslan, ağzı bu sefer cipsin sesini çıkarıyordu.
"Bu konuyu sonra konuşuruz." Karahan'ın kararlı sesi ısrar etmememi söylerken ben, "Konuşmak istemiyorum, evime gitmek istiyorum."
"Yeter!" dedi baskın sesi, "Yem mi olmak istiyorsun o ite?!" Bahsi geçen it, Alaz Ali'ydi.
"Ben o eve gelmeyeceğim." dedim bende kararlı bir sesle, "Uğraştırmasana ya bizi," Arslan ağzına keyifle bir cips daha attı. "baba evin hem. Sen evlenemeden niye çıktın ki evden?" Sesi komikti, çiğnediği cips ve bacaklarının arasında sabitlediği limonatayı yiyip içince daha da komik oluyordu. Ancak üçümüzde gülmüyorduk.
"Bana ne! Evim-"
"Bir daha tekrar etmeyeceğim." Karahan dişlerinin arasından tısladığında sesim kesildi. Daha fazla ısrar etmenin bir halta yaramayacağını kollarımı göğsüme bağlayarak kabullendim.
Yolun neden bu kadar uzun sürdüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sonunda Abacı Malikânesine giriş yapmıştık. Arabadan indim çekine çekine, burası benim evim değildi, rahat hissetmemem normaldi. Annem kapının önünde oğullarını bekliyordu, her zaman olduğu gibi yanlarından geçip gidecektim. Karahan ve Arslan'ın arkasında yürürken annem bizim yanına varmamızı beklemeden ikisini de kucakladı.
Ben öylece geçmem için yer açmalarını bekledim. Ellerim hırkamın cebinde yumruk iken evin içinden koşarak çıkan bir beden beni abimlerin arkasından sıyırıp boynuma atladı. Şaşkınlıkla gözlerim açılırken, hırkamın cebinden ellerimi çıkarıp bana sarılan bedene sardım. Boynuma atladığında sırtım çok acımıştı, ancak sarılması tüm acımı alıp götürmüş gibiydi. Bazen sadece sarılmaya ihtiyaç duyardık, benim ihtiyacım büyüktü ve bu iki dakikalık sarılma ihtiyacımı gidermişti bile.
"Abla..." dedi tartamadığım bir sesle. "Seni çok özledim!" Arda...
"Bende." diyebildim sadece. Öyle bağımsız söylemiştim ki, ben mi yoksa başkası mı söyledi o da anlayamadı.
Benden ayrılırken Arslan'ın ki gibi anneme benzeyen bal harelerini yüzüme dikti. Gülümsüyordu. Beni görmüştü, bana sarılmıştı ve gülümsüyordu. Alışılmış bir durum değildi benim için. Arda en küçüğümüzdü. Onunla anlaşabilirdim ancak büyüdüğünü görememiştim. Kardeşime yabancıydım bir yerden sonra. Gittiğim yatılı okullar dolayısıyla Arda'dan hep uzak kalmıştım. Ama o bu uzaklığa özlem adını vermiş ve şuan annem diğer çocuklarına sarılırken, o bana sarılmıştı.
"Abla, çok zayıflamışsın sen." dedi. Üzüntüyle parlayan bal hareler beni süzüyordu. "Sende çok yakışıklı bir adam olmuşsun." dedim sadece, elini ensesine attı ve gülümsemeye devam etti.
🥂
Banyodan ıslak yüzümü kurulayarak çıktım. En son küçük havluyla ellerimi de silip kirli sepete fırlattım. Gecenin geç saatleriydi. Arda bir kaç dakika önce uyumak için odasına gitmişti. Beni neden bu kadar önemsediğini bilmiyordum. Yabancıydım böyle bir duyguya...
Üstümü tekrar değiştirmiştim, değiştirene kadar canım çıkmıştı! Sırtım o kadar çok acıyordu ki; tişörtümü giyebilmek için beş dakika boyunca uğraşmıştım.
Eski odama baktım bir süre... Her şey yerli yerindeydi. Hiçbir şeye dokunulmamıştı. Kitaplığım, çalışma masam, yatağım, banyo... Yatağımın altına eğildim telefonumun ışığını açarak. Yatağımın yaslandığı duvarın alt kısmıydı ilgimi çeken. Alt duvarın dibine bıraktığım iki eski oyuncak bebek oradaydı. Dediğim gibi; eskilerdi. Yatağın altında olmalarının sebebi ise, kendimi karanlıkta hissettiğimde yatağımın altına girip onlarla konuşmamdı. İkisini de elime alıp yatağın altından çıktım.
Bu sefer yatağın bazasına yasladım dikişli sırtımı. Oyuncaklara tekrar baktığımda, bir gözü çıkmış, elbisesi yırtılmış, yüzünde boyalar olan bebeğime baktım. Sonrasında, eski olmasına rağmen hâlâ çok güzel görünen, gözleri yerinde olup kucağıma yatırdığımda mavi gözleri kapanan, elbisesinde sadece yılların üzerine kondurduğu tozları taşıyan bebeğime baktım. Çirkin olan Ezgi'ydi. Güzel olan ise Dela. Hatırladığım kadarıyla Ezgi'nin elbisesini küçük çiçekli makasımla ben kesmiştim. Parmak boyamı yüzüne ve elbisesine bulaştırmış. saçlarını şekilsiz saçma boyutlarla yine ben kesmiştim. Dela'nın ise saçlarını en sevdiğim tarağımla taramış, elbisesini elimle ütülerken her zaman güzel olmasıMerhabalar, nasılsınız? 💐 Düşüncelerinizi paylaşmayınız unutmayın lütfen. ❤️ Keyifli okumalar dilerim. 🥂

Ağrımasa bilir miydim, yüreğimin yerini?... 🥀
~Şennur Sezen~
Devam ediyoruz... 🎶
Zihnim beni boğuyordu ki etkisinden kurtulmam duyduğum uyarı çağrısıyla son bulmuştu.
"Bunu yapma Aldar, andım olsun ki; seni pişman ederim. Unutma ki, silahımın ucunda kız kardeşin var, beyni dağılsın istemezsin." Karahan ürkütücü gözüküyordu, yapar mıydı? Benim için, Zeynep'ine kıyar mıydı? Bunu yapmamasını umuyordum.
"Kardeşimi bana yönlendir." Karahan emin bir şekilde Arslan'ın önünden Zeynep'i aldı ve belinde ki silahı çıkarıp Zeynep'in arkasına yasladı, o silahların boş olduğuna emin olmak istiyordum.
Alaz Ali silahı şakağımdan çekip sırtıma bastırdı, sessizce inledim. Yürümem için komut veriyordu, temkinli bir adım attım öne doğru, Karahan'ın silahının boş olmasına emin olmaya çalıştığımdan çok; Ali'nin silahının dolu olduğuna emindim. Ani bir hareket yaparsam benden öte abimlere zarar verebilirdi.
Alaz Ali'den uzaklaşmama rağmen silahının gölgesini arkamda hissediyordum. Bir kaç adım ardından Zeynep ile yan yana hatta göz göze gelmiştik, ifadesini bozmazken sadece benim duyabileceğim bir ses ile konuştu.
"Fikir benimdi, Karahan'a kızma lütfen." Karşımda ki Karahan'a baktım, Alaz ile aynı konumdaydı. Onunda silahı Zeynep'in arkasını hedef alıyordu.
Karahan, Alaz'ın Zeynep'i yanına aldığını gördüğü anda harelerine rahatlık konmuştu. Aramızda ki bir kaç adımı umursamadan kolumu tuttu, hızla beni arkasına çekti. Büyük ihtimalle Alaz'ın öncelik planı Zeynep'i bizden uzaklaştırmaktı, gözünde kardeşine zarar veren insanlardık. Arkada duran, silahlı olduklarını ve tartışma büyüdüğü anda korumaya geçeceklerini tahmin ettiğim siyah takım elbiseli adamlara çekilmeleri için emir yağdırıyordu, arabalarına girerken bile temkinliydiler.
Gözleri beni bulduğunda yutkundum, öfke hakimdi kahvenin en güzel tonlarına. İşaret parmağını kaldırıp bana uzattı, "Bu iş burada bitmedi." diyerek geriye doğru adımlar attı.
Bir kaç dakika sonra ben, Arslan ve Karahan baş başa kalmıştık. Karahan bir hasar almış olmam fikriyle bedenimi süzdü.
"Bir şeyim yok." dedim sadece, inanmıyordu, Alaz Ali'nin bana zarar vermeden beni bırakacağına -tabii kardeşiyle tehdit edilmesini saymazsak- inanmıyordu. Daha fazla nefesimi tüketmedim, Karahan'ın arabasına doğru ilerleyip arka koltuğa yerleştim, hüzünlü hissediyordum ya da boşlukta gibi.
Gitmişti, sabahlara kadar sorgulasaydı keşke beni. Bir sürü soru sorsaydı, daha çok sohbet etseydik. Onun hakkında bilmediğim hobilerini anlatsaydı, benim kendi hayatıma dair sevdiğim pek bir şey olmasa da ona bende ki kendisinden bahsedebilirdim. Bunların asla gerçekleşmeyeceğini kendime hatırlatma gereği hissettim, bu his canımı sıkmıştı.
Ben kendimi içime çekmişken abimlerde arabaya yerleştiler. Karahan arabayı çalıştırırken, Arslan bana döndü. "Dela, iyi olduğuna emin misin? Eğer o herif sana bir şey yaptıys-" Bakışlarımı bir kaç saniyeliğine ona yönelttim.
"Kaç defa söylemeliyim? Bana bir şey yaptığı yok, kesin artık sesinizi!" dedim terslercesine, göz devirerek önüne döndü.
Başımın arkasına denk gelen koltuk yastığına yaslandım. Saatlerdir ne uyumuş, ne de yemek yemiştim. İştahım zaten aylardır yoktu ancak normal bir insan gibi acıkmak istiyordum. Yeme bozukluğum daha çok başıma iş açacak gibiydi. Gözlerim kayıyordu, uyuyor ya da bayılıyordum, adam akıllı hissedemiyordum bile.
🥂
Tıklanan bir kapı sesiyle gözlerimi aralamaya çalıştım. Sırtımda ki acı hisle inledim ve yerimden usulca doğruldum. Neredeydim? Burası benim evim değildi, burası benim odam değildi. Elimi şaşkınca enseme atarken tekrar inledim ve loş ışıkla az çok seçilebilen saate baktım. Saat akşam üzeri sekizdi. Gözlerimi ovalarken beni uyandıran kapı tıklanması tekrarladı.
"Gel!" diye seslendiğimde kapı açıldı, Karahan abim elinde ki yiyecek dolu tepsiyle odaya girdiğinde bakışlarımı kaçırdım.
"Sana yiyecek bir şeyler getirdim." dediğinde cevap vermedim. Yanıma geldi ve tepsiyi bacaklarımın üzerine bıraktı.
Tepsinin içerisinde bir sandviç, bir bardak su, bir bardak portakal suyu, elma ve küçük kalıp sütlü çikolata vardı. Diğer tüm yiyecekleri es geçerek ilk suyu içtim ve sonra da çikolatayı paketinden ayırıp bir parça ağzıma attım. Başka bir şeye dokunmayıp tepsiyi Karahan'ın eline geri tutuşturdum.
"Bir şey yemedin daha..." dedi, onu yok sayarak yatağa geri uzandım ve üzerime örtülen örtüyü boynuma kadar çektim.
"Dela... Hastaneden kaçmak ne demek?" Sakince hesap soruyordu, bu Karahan'lık bir iş değildi. Ben uzun süre cevap vermeyince omuzuma dokundu.
"Abim, bana dön." dediğinde başımı ona çevirdim.
"Hastaneye geri dönmeyeceğim." Sesimde ki kararlılık söyleyeceklerini ona yutturmuştu. "Tamam Meleğim, dönme. Ama şöyle de davranma bana..." Sesinde kırılmışlık vardı. Yerimden tekrar doğruldum.
"Davranırım. Sen benim abimsin, benim öz babamdan öte babamsın ve beni ateşe atansın. O yüzden davranırım. Çünkü ben sana daha çok kırgınım." dedim ve bacaklarımı göğsüme çekip kollarımı bacaklarıma sardım.
"Beni tek bıraktın orada..." Bakışlarımı yatağın bir köşesine sabitledim.
"Kovdun beni, sürekli... Sana yaklaşmaya çalıştım, seni anlamaya çalıştım ama sen beni 1 ay boyunca kovdun Dela." Sesi çaresizlik barındırıyordu.
"Ben geldim, seni tek bırakmadım... Ama her geldiğimde uyuyordun, yüzümü görmek istemiyordun ve uyuyordun." dedi, hayır ben uyutuluyordum. Sürekli zaman fark etmeksizin, uyutuluyordum. Bu yüzden Karahan'ı göremiyordum. Karahan'a bir şey anlatmayayım diye uyutuluyorum.
"Seninle varlığınla yokluğun birdi, 4 ay boyunca. Korkuyordum. Uyumuyordum, rahat durmadığım için beni sürekli uyuttular. Seni bir kez görseydim orada, bırak kovmayı yanımdan bir saniye ayrılmanı istemezdim." dedim açık konuşarak. Sinirli ve kırgındım, sesim bunu ciddi derecede belirtiyordu.
"Üzgünüm... Seni yalnız hissettirdiğim için." dedi elinde ki tepsiyi komodinin üstüne koyarak ve ayağa kalktı.
Odanın çıkışına yürürken başka herhangi bir şey söylemesini bekledim. Sadece, "Tepsideki yiyecekleri yemek istemezsen... Arslan ile Doğan yarım saate burada olur, aşağı gel, birlikte yemek yeriz." dedi ve odadan çıkıp gitti. Şuan yemek yemenin umurumda olmadığı gibi, Arslan ve Doğan'ın gelmesi de umurumda değildi.
Yataktan kalkarak dolap aynasına yürüdüm. Üstümde hâlâ sabahın köründe giydiğim siyah tişört ve pantolonum vardı. Göz altlarım çizgilenmişti ve göz pınarlarımdan akan morluk kendini belli ediyordu. Kaç saat uyumuştum bilmiyordum ancak, bu hâlime bakılırsa epey uzun bir süreydi bu. Tişörtü üzerimden çıkartmak için kollarımı kaldırdığımda sırtımda ki dikişler kendini belli etmiş ve inlememe sebebiyet vermişti. Hızlı hareket ederek pantolonumu ve çoraplarımı da çıkardım. Dikişlerime su değmemeliydi, bu yüzden duş almayı es geçerek dolapta bulduğum siyah bol eşofmanları üzerime geçirdim.
Saçlarım dağınıktı, ellerimle saçlarımı tararken aynadan yüzüme bakıyordum. Bu sabah yaşadıklarımı düşündüm, geçirdiğim baygınlığı ve o iğrenç kokuyu... Burnuma sanki tekrar o alana götürülmüşüm gibi gelen kokuyla, boğazıma gelen acı safra bir olmuştu. Odanın içerisinde ki banyoya attım kendimi. Daha fazla dayanamadım, midemin tekrar bulanmasıyla klozete eğildim, çok geçmeden kusmaya başlamıştım. Bir kaç dakika sonra yorgun bir şekilde klozetten destek alarak doğruldum, kendimi daha çok berbat hissetmeye başlıyordum.
Yüzümü yıkarken gözlerimden akan yaşları durduramıyordum. Yüzüm kızarmış, alnımda bir kaç damar kendini belli etmişti. Derin nefesler almaya çalıştım, hava almaya ihtiyacım vardı. Ben... Boğuluyordum. Öksürdüğümde banyonun kapısı çalındı. Tekrar öğürme hissi geldiğinde ise elimi ağzıma kapadım. Bedenimin titrediğini aynaya tekrar bakana kadar fark edememiştim. Gözbebeklerime kadar titriyordum.
"Dela? İyi misin kız?" Arslan'ın sesiyle kendimi toparlamaya çalıştım. Yüzümü tekrar yıkadım ve gözyaşlarımı güçlükle durdurdum.
"Giriyorum bak..." Derin bir nefes alarak saymaya başladım ve kapıyı açtım.
1... 2... 3... 4... "Ne oldu? Morarmışsın sanki." dedi Arslan. 8... 9... "İlaçlar mide bulantısı yapıyor biraz, ondan." dedim geçiştirmeye çalışarak. 14... 15... "Hee... Gel hadi, vallahi abime ne demişsen sabahtan beri somurtuyor."
"Sen in, ben geliyorum." Aldığım nefes boğazıma sıkışırken öksürmemek için zor tuttum kendimi. 38... 39.. 40... "Birlikte inelim işte." dediğinde sertçe yutkundum. 54... 55... 56... "Ya in sen, geleceğim diyorum." diyerek onu odanın kapısına sürükledim. "İyi bari, sana çikolatalı dondurma aldım. Bu bilgi seni hızlandırır umarım." Başımı salladım ve odadan çıkmasını izledim.
78... 79... Yatağa doğru ilerleyerek duygularımı hafifletmeye çalıştım bir süre. 1467... 1468... Derin nefesler aldım. 1892... 1893... Sonunda titremelerim azaldığında öksürme istemlerimde azaldı ancak, midem hâlâ bulanıyordu. 2354'e kadar saymıştım. 39 dakika 5 saniye boyunca sakinleşmeye çabalıyordum, bunu abimlerden gizli yapmak her ne kadar beni yorsa da, yine başarmıştım.
"Dela!" diye bağırdı bu sefer Doğan. On iki defa Arslan, Beş defa Karahan, şuan ile birlikte altıncı kez Doğan seslenmişti. Arslan artı olarak iki defa da yukarı çıkmış, üstümü değiştirdiğim gerekçesiyle zaman kazanmıştım.
Uyuşan bacaklarımla ayağa kalkıp odanın çıkışına yürüdüm. Berbat hissediyordum. Kendi bedenimi kontrol edememenin yorgunluğuyla doluydum. Sakinleşmeye çalışırken bile yorulmuştum. Bir anda geliyor, dakikalar, belki saatler sonra sakinleşebiliyordum ancak.
Oda büyüktü ancak şuan fark ediyordum ki; evin yanında hiçbir şeydi. Malikâne kadar büyük olmasa da, büyük bir ev'di. Merdivenlerden aşağı baktım. Büyük yemek masasında Karahan, Arslan ve kuzenimiz Doğan oturuyor, bir şeyler konuşuyorlardı. Yüzüme en ifadesiz hâlimi biçerek trabzanlara tutunarak aşağı indim. Karahan abimin bakışları beni bulunca kaşları çatıldı, bu ifadeye bürünmemeliydi, aksi taktirde 39 dakika 5 saniye boyunca bastırmaya çalıştığım panik atağım tekrar açığa çıkabilirdi.
Arslan arkasını dönüp bana baktığında sırıttı. "İnmeseydin ya, ne gerek vardı değil mi ama?" dedi. Arslan'ın hemen yanında ki sandalyeyi çekip oturdum.
"Boş konuşma da, kalk dondurmamı getir." Söylediklerimle Doğan bir kahkaha atarken Arslan'ın kaşları havalanmıştı. İfadesi yüzümde yaklaşık iki dakika kalınca Karahan alttan Arslan'ın bacağına bir tekme attı.
"Emiriniz olur Dela hanım. Yanında kremalı ballı börek falan ister misiniz?" Düşünüyormuş gibi yaptığımda Arslan sesli bir soluk verdi ve ayağa kalktı. O mutfak olduğunu düşündüğüm yere giderken arkasından seslendim.
"Sen yemek yediğinde mutfakta olmana rağmen beni arayıp su istediğinde ben böyle yapmamıştım!" Çok geçmeden gelen tabak ve dolabın açılma sesiyle beni taklit etti.
"Sin yimik yidiğindi mitfikti olmini riğmin bini ariyip si istidiğindi bin biyli yipmidim!" Bu sefer Karahan abimde gülmüştü, ben ise göz devirmekle yetindim.
Çok geçmeden elinde ki kase ve kaşıkla geri döndü. Sadece çikolatalı dondurma koymakla kalmamış üstüne damla çikolata ve külah parçaları serpmişti. Önüme koyduğunda heyecanla gerindim. Kaşığı elime alıp dondurmadan kocaman bir kaşık aldım. Dondurmamı dilimin üstünde eritirken sesli bir nefes verdim.
"Nasıl kaçtın kız o korumalardan?" dedi Doğan, kaşığımı ona yönelttim bıçak misali.
"Fazla merak cana zarardır kuzen, bilirsin." dediğimde ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. "Aman, bilmez miyim?" Ona da göz devirdim.
"Ellerine ne oldu senin?" Karahan abimin ciddi sesiyle dondurmamı kaşıklamayı bıraktım. Elimin üzerine baktığımda kol içlerim ve bilek içlerim gibi yeşilimsi tonlara hakimliğini fark ettim.
"İğne..." dedim sadece bir kaşık daha dondurmayı ağzıma atarken.
"Bu nasıl iğne lan? Mızrakla mı yapıyorlar bunlar iğneyi?" Arslan'ın sözlerine istemsizce sırıtırken dondurmamı bitirmek üzereydim.
"Bir tabak daha istiyorum." dedim kaşıkta erimiş dondurmayı ağzıma atarken, Arslan başını onaylamazca salladı.
"Yemek bir şey yememişsin, o dondurmayı da vermeyecektim ama, abi yüreği işte özlemişsindir diye-"
"Verir misin? Dediğimi hatırlamıyorum Arslan." Gözleri masanın bir yerinde takılı kaldı ve kaşları çatılı bir şekilde bana değilde Karahan abime baktı. Karahan gözlerini iki saniye yumup açınca önümden tabağımı alıp bir şey söylemeden mutfağa gitti.
Geri döndüğünde tabağı sertçe önüme bıraktı ve yerine oturdu. Umursamazca dondurmayı yeniden kaşıklarken Doğan bir konu açmıştı bile. Ancak bile isteye onlara katılmıyordum, konu ilgimi çekmemişti. Tam kaşığı dudaklarıma götüreceğim sırada karşıda veranda kapısı önünde ki karartıyla kaşığım havada kalmıştı.
Arslan'a omuz attığımda yeniden kaşlarını çatarak anneminkilere fazlasıyla benzeyen bal harelerini bana çevirdi. Veranda kapısında ki karartıyı görünce Doğan'a kaş göz yaptı ve Karahan abim ayağa kalktı. Veranda kapısına yürümüyordu, tam tersi yönde televizyon dolabına ilerledi. Alt dolabı açıp içinden ilk iki tane siyah tabanca çıkarıp belinde ki yerine koydu, sonra tekrar elini atarak iki silah daha çıkardı ancak onları beline yerleştirmedi.
Arslan havada kalan dondurmanın eridiğini fark ettiğinde hafifçe iterek çeneme uzanan açık ağzıma yerleştirdi. Dondurma şuan zehir gibi gelmişti. Verandanın önünde siluet vardı ve üçü de fazlasıyla sakindi. Doğan'a baktığımda bana göz kırptı. Arslan elimden kaşığımı alıp tabağın içine bıraktığında kulağıma eğildi.
"Korkm-" Sözünü bitiremeden bir kaç kurşun sesi yankılandı civarda.
Çığlığımı yutarken Arslan masadan kalkıp bileğimi tuttu ve beni de kaldırdı. Koltukların arkasına yerleşirken gözlerim Karahan abimi arıyordu. Bir kolonun arkasında ellerinde ki bir silahı Doğan'a fırlattı ve Doğan şarjörü kontrol ederken, Arslan elinde ki gümüş tabancayla hazır bir şekilde bekliyordu. Bir kaç silah sesi daha duyulurken Arslan yüzüme baktı, muhtemelen gözlerimde korku vardı ve bunun farkındalardı.
"Sorun yok, söz sana o tabaktakinden daha çok dondurma alacağım." dediğinde kaşlarımı dehşetle çatıp, "Sorun mu yok?" dedim.
Evin yakınından gelen silah sesleriyle yutkundum. Bir anda yükselip dibimize kadar giren seslerle Arslan'a tekrar baktım. Evin taranmaya başlamasıyla daha fazla tutamadığım çığlığı bastım. Arslan başımı eğmişti, Doğan'ın öfke dolu küfürleri duvara saplanan kurşun sesleriyle karışırken gözlerimi sımsıkı yumdum.
Asaf beni bulmuştu...
Arslan hızla telefonunu çıkardığında baş edemeyeceklerini hızla bir numarayı tuşladığında fark etmiştim. Silah sesleri kulaklarımı tırmalarken Arslan telefona karşı bağırdı.
"BABA! HAYIR, ÇOK FAZLALAR!" dedi ve bir küfür savurdu ağzının içinde. Bağırıyordu çünkü, silah sesinden kendi sesini duyamıyordu. Ellerimi kulaklarıma kapadığımda gözlerimi de yumdum.
Arslan telefonu kapatırken koltuğun bizi daha fazla koruyamayacağını ikimizin arasından çıkan kurşunla fark ettik. Arslan'a baktığımda duygularımı ölçüyordu. Şuan taranan bir evde ne kadar sakin kalabilirdim bilmiyordum ama, yeniden bir atak geçirmemek için kapasitemin daha üstünde bir savaş veriyordum. Doğan, Karahan abime baktı ve gözleriyle anlaştılar. Kurşunun değmediği yer azdı. Dışarıda daha da artan silah sesleri az olmadıklarının habercisiydi.
"ARSLAN! MUTFAK TARAFI!" diye bağırdı Karahan abim. Arslan bileğimi tuttuğunda silah sesleri bir anda kesildi. Beklemeden mutfağa doğru koşmaya başladığımızda Doğan ve Karahan'ın peşimizden geldiğini gördüm.
Mutfakta silah sesleri yeniden gün yüzüne çıkarken, Karahan buz dolabının üzerinde ki tuşlara tıklayıp açtı. Buz dolabının içini görene kadar ne yaptığını anlamaya çalıştım. Bu bir buz dolabı değildi... Bu bir gizli geçitti. Arslan beni önümüze çıkan koridora sokarken içerinin genişliği beni şaşırttı. Hepimiz içeri girdikten sonra içeriden kapıyı kapattılar ve bir ses duyuldu.
"Geçit güven ile kapatıldı Tamer bey." Tamer bey mi? Burası babamın evi miydi? Arslan bileğimi bırakırken gerginlikten bileğimi sıktığını bende fark etmemiştim.
"Kim lan bunlar?!" dedi Doğan öfkeyle. Karahan derin bir nefes verdi. "Aldar işte, kardeşinin intikamını alıyor." Yutkundum.
"Alaz mı yaptı?" dedim kırgın bir sesle, "Kim olacak başka?" dedi Arslan.
Cevap vermedim. Geçide girdiğimiz anda silah sesleri kaybolmuştu. Geçit ahşap değil kübik bor nitrür ile yapılmıştı. Kübik bor nitrür kurşun geçirmezdi. Bu biraz olsun rahatlamama yardımcı olurken geçidin içinde yürümeye başladık. Yol apliklerle aydınlatılmıştı. Karanlık olmaması da beni bir nebze sakinleştirirken Karahan önümüze geçerek biraz ötede ki merdiven kapısını açtı ve açık havaya ulaşmıştık. Dışarıyı kolaçan ederken önümüzde ki arabalara baktım. Önlerinde onlarca koruma vardı, hepsi silahlıydı.
"Karahan bey," dedi kalın sesli, esmer koruma.
"Cihat, babam nerede?" Karahan'ın söylemiyle bir arabayı işaret etti ve Arslan'a döndü.
"Arslan bey," dediğinde Doğan'a da başıyla selam vermişti. "yirmi iki kişi etkisiz hâle getirildi." Bilgi verirken onları açık açık öldürdüklerini de söylemişti.
Karahan siyah Range Rover'ın içinden çıktı. Babam içerdeydi ve onunla konuşmuştu. Yüzünde ki ifadeye bakılırsa iyi bir görüşme olmamıştı. Bana 'sorun yok' bakışı atarken gözlerimi kaçırdım. Korumalardan bir kaçı, cansız bedenleri bir arabaya çuval gibi yüklüyordu. Gözlerimi yumdum. Bir insanın ölümü bu kadar kolay olmamalıydı, bu kadar basit karşılanmamalıydı.
Bu yaptıklarını engellemek istesem de Arslan'ın koluma dokunup arabayı işaret etmesiyle bu düşüncenin dışına atıldım. Arabaya bindim ve diğerlerini bekledim. O kadar kurşunun arasından nasıl canlı çıktığımızı bilmiyordum, bunu sorgulayacaktım bir süre. Yol önümden akıp giderken başımı cama yaslamış öylece duruyordum.
Asaf yapmış olmalıydı. Alaz yapmazdı, ya da ben yapmamasını içten içe istiyordum. Bizi delik deşik edecek kadar cani değildi, olmamalıydı. Kahvenin en güzel tonları vahşetle beslenmemeliydi. Gözlerine neden bu kadar taktığımı bilmiyordum, bildiğim tek şey; o kahve gözlerinin eşsiz olduğuydu. Çok şey çağrıştırıyordu zihnime, ruhumu kemiriyordu adeta. Kalbimi zaman zaman acıtıyor, ruhumu çoğu zaman harlıyordu.
Eğer bedenimde ki izlerin intikamını alamadan ölürsem... O ölümün onun elinden olmasını isteyecek kadar karşılıksızdım. Nedeni tek bir bakış değildi, o bakışla içime nakışlar işlemesiydi.
"Dela, uyudun mu?" Arslan'a karşı cık sesi çıkardıktan sonra tekrar yola odaklandım. Doğan farklı bir arabayla gitmişti. Ben, Karahan ve Arslan'da bir arabada gidiyorduk. Arabayı Karahan abim kullanıyordu, ben arkada oturuyor düşüncelerimi ruh hâlime yansıtmaya devam ediyordum, Arslan ise torpidodan çıkardığı şekerleri sanki yaklaşık yarım saat önce taranmamışız gibi keyifle yiyordu. Dişlerinin arasında kırtlatıyor, oflayıp puflamama rağmen devam ediyordu. Dayanamayıp hemen önümde oturduğu koltuğun arkasına bir tekme geçirdim.
"Yapmasana şunu!" Umursamadı bile, kırtlatmaya devam etti. Hatta poşeti bana uzatıp, "Sende ye." dedi.
"Oğlum çocuk gibisin hâlâ anasını satayım." dedi Karahan abim. Arslan onu da umursamamıştı, ancak şekeri bana yaptığı gibi Karahan'a uzatmadı. Büyük ihtimalle dayak yiyeceğini bildiği için yapmamıştı. Ben ise çıkardığı sese daha fazla tahammül edemeyerek önümdeki koltuğu üç kez daha tekmeledim.
"Abi," dedi Arslan kısa bir aradan sonra. "aşağıya limonata, cips falan sıkıştırmıştım. Versene ya onları." Öne yuhlayarak eğildiğimde, Karahan bir kahkaha attı.
"Harbi yuh lan. Limonatayı ne ara sıkıştırdın koltuğun altına." Arslan sırıttı, ağzına sarı bir şeker daha atarak. "Yaparım ben!" dedi göğsünü gere gere.
"Kasların erisinde gör gününü!" dedim beddua eder gibi.
"Seçimlerimi sorgulama, cadaloz." Göz devirdim. "Çok konuşma, kuduz it seni!" Köpürmesi an meselesiydi, ağzındaki şekeri kırtlatmayı bırakıp başını ağır çekimle bana çevirdi.
"Yolarım kız saçlarını." dedi ciddi ciddi, sonra tekrar önüne dönüp şekerleri kırtlatmaya devam etti.
"Ya abi versene şu abur cuburlarımı, eve gitmeden bitireyim." diyordu hâlâ, Karahan oflayarak elini koltuğunun altına attı ve bir paket cips ve bir litrelik bir limonata çıkarıp Arslan'ın kucağına bıraktı.
"Midesiz herif al, bunları da al!" Koltuğun altından sadece limonata ve cips çıkmazken, Karahan eline gelen her şeyi Arslan'a fırlatmaya başladı.
"Yola bak, yola!" dedim hafif yüksek bir sesle, "Sus kız sen." Karahan'ın söylemiyle sessizliğimi korudum.
"Beni evime bırakın." dediğimde, "Yok artık!" dedi Arslan, ağzı bu sefer cipsin sesini çıkarıyordu.
"Bu konuyu sonra konuşuruz." Karahan'ın kararlı sesi ısrar etmememi söylerken ben, "Konuşmak istemiyorum, evime gitmek istiyorum."
"Yeter!" dedi baskın sesi, "Yem mi olmak istiyorsun o ite?!" Bahsi geçen it, Alaz Ali'ydi.
"Ben o eve gelmeyeceğim." dedim bende kararlı bir sesle, "Uğraştırmasana ya bizi," Arslan ağzına keyifle bir cips daha attı. "baba evin hem. Sen evlenemeden niye çıktın ki evden?" Sesi komikti, çiğnediği cips ve bacaklarının arasında sabitlediği limonatayı yiyip içince daha da komik oluyordu. Ancak üçümüzde gülmüyorduk.
"Bana ne! Evim-"
"Bir daha tekrar etmeyeceğim." Karahan dişlerinin arasından tısladığında sesim kesildi. Daha fazla ısrar etmenin bir halta yaramayacağını kollarımı göğsüme bağlayarak kabullendim.
Yolun neden bu kadar uzun sürdüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sonunda Abacı Malikânesine giriş yapmıştık. Arabadan indim çekine çekine, burası benim evim değildi, rahat hissetmemem normaldi. Annem kapının önünde oğullarını bekliyordu, her zaman olduğu gibi yanlarından geçip gidecektim. Karahan ve Arslan'ın arkasında yürürken annem bizim yanına varmamızı beklemeden ikisini de kucakladı.
Ben öylece geçmem için yer açmalarını bekledim. Ellerim hırkamın cebinde yumruk iken evin içinden koşarak çıkan bir beden beni abimlerin arkasından sıyırıp boynuma atladı. Şaşkınlıkla gözlerim açılırken, hırkamın cebinden ellerimi çıkarıp bana sarılan bedene sardım. Boynuma atladığında sırtım çok acımıştı, ancak sarılması tüm acımı alıp götürmüş gibiydi. Bazen sadece sarılmaya ihtiyaç duyardık, benim ihtiyacım büyüktü ve bu iki dakikalık sarılma ihtiyacımı gidermişti bile.
"Abla..." dedi tartamadığım bir sesle. "Seni çok özledim!" Arda...
"Bende." diyebildim sadece. Öyle bağımsız söylemiştim ki, ben mi yoksa başkası mı söyledi o da anlayamadı.
Benden ayrılırken Arslan'ın ki gibi anneme benzeyen bal harelerini yüzüme dikti. Gülümsüyordu. Beni görmüştü, bana sarılmıştı ve gülümsüyordu. Alışılmış bir durum değildi benim için. Arda en küçüğümüzdü. Onunla anlaşabilirdim ancak büyüdüğünü görememiştim. Kardeşime yabancıydım bir yerden sonra. Gittiğim yatılı okullar dolayısıyla Arda'dan hep uzak kalmıştım. Ama o bu uzaklığa özlem adını vermiş ve şuan annem diğer çocuklarına sarılırken, o bana sarılmıştı.
"Abla, çok zayıflamışsın sen." dedi. Üzüntüyle parlayan bal hareler beni süzüyordu. "Sende çok yakışıklı bir adam olmuşsun." dedim sadece, elini ensesine attı ve gülümsemeye devam etti.
🥂
Banyodan ıslak yüzümü kurulayarak çıktım. En son küçük havluyla ellerimi de silip kirli sepete fırlattım. Gecenin geç saatleriydi. Arda bir kaç dakika önce uyumak için odasına gitmişti. Beni neden bu kadar önemsediğini bilmiyordum. Yabancıydım böyle bir duyguya...
Üstümü tekrar değiştirmiştim, değiştirene kadar canım çıkmıştı! Sırtım o kadar çok acıyordu ki; tişörtümü giyebilmek için beş dakika boyunca uğraşmıştım.
Eski odama baktım bir süre... Her şey yerli yerindeydi. Hiçbir şeye dokunulmamıştı. Kitaplığım, çalışma masam, yatağım, banyo... Yatağımın altına eğildim telefonumun ışığını açarak. Yatağımın yaslandığı duvarın alt kısmıydı ilgimi çeken. Alt duvarın dibine bıraktığım iki eski oyuncak bebek oradaydı. Dediğim gibi; eskilerdi. Yatağın altında olmalarının sebebi ise, kendimi karanlıkta hissettiğimde yatağımın altına girip onlarla konuşmamdı. İkisini de elime alıp yatağın altından çıktım.
Bu sefer yatağın bazasına yasladım dikişli sırtımı. Oyuncaklara tekrar baktığımda, bir gözü çıkmış, elbisesi yırtılmış, yüzünde boyalar olan bebeğime baktım. Sonrasında, eski olmasına rağmen hâlâ çok güzel görünen, gözleri yerinde olup kucağıma yatırdığımda mavi gözleri kapanan, elbisesinde sadece yılların üzerine kondurduğu tozları taşıyan bebeğime baktım. Çirkin olan Ezgi'ydi. Güzel olan ise Dela. Hatırladığım kadarıyla Ezgi'nin elbisesini küçük çiçekli makasımla ben kesmiştim. Parmak boyamı yüzüne ve elbisesine bulaştırmış. saçlarını şekilsiz saçma boyutlarla yine ben kesmiştim. Dela'nın ise saçlarını en sevdiğim tarağımla taramış, elbisesini elimle ütülerken her zaman güzel olmasıyla dikkat çektirmiştim.
Çünkü Dela, Karahan'ın kardeşiydi. Ezgi ise, Tamer Abacı'nın kızı.
-DEVAM EDECEK-
Aşağıda ki minik yıldızı parlatmayı lütfen unutmayın çiçeklerim... 💐
Birdaha ki bölümde görüşmek üzere. ❤️🥂
yla dikkat çektirmiştim.
Çünkü Dela, Karahan'ın kardeşiydi. Ezgi ise, Tamer Abacı'nın kızı.
-DEVAM EDECEK-
Aşağıda ki minik yıldızı parlatmayı lütfen unutmayın çiçeklerim... 💐
Birdaha ki bölümde görüşmek üzere. ❤️🥂
|
0% |