Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@zeraleyyy

Merhabalar... Nasılsınız? ❤️ Keyifli okumalar dilerim canlarım. 💕🥂

 

 

Her kadın, saçma sapan bir adam sevmeden olgunlaşmaz. Muhakkak en güzel duygularını, en kalpsiz adamlar öldürür..

 

~Frida kahlo~

 

Devam ediyoruz... 🪄

 

Ruhum parçalandı. Yediğim onca darbeye rağmen hiç bu kadar acı çektiğimi hatırlamıyordum. Canım yanıyordu. Canım çok yanıyordu. Alaz Ali'nin kalp atışlarını hissedemedim. Nefesim kesildi adeta. Kahvenin en güzel tonları zulüm oldu, aktı içime. Ölmek istedim.

 

Kalbim sıkışıyordu. Benim kalbim dursun, ancak yıllardır bana yabancı olan bu adamın kalbi atsın istedim. Nefesim kesilsin, ona şifa olsun istedim. Şezlongun önüne çökmüş koluna öylece sarılmış çığlık çığlığa ağlarken eline sardım parmaklarımı. Teni hâlâ sıcacıktı. Alaz Ali'nin elini ilk kez tutmuştum...

 

Ve parmakları benimkileri sardı.

 

Parmakları benimkilere dolanırken alnımı yasladığım omzundan kaldırıp yüzüne çevirdim. Kahvenin en güzel tonları şimdi benim mavilerime karşıydı. Göz göze geldik, mavilerim buza dönüştü, kahvenin en güzel tonları yangın'dı.

 

"Ali..." dedim burnumu nazikçe çekerken.

 

"Dela..." dedi solgun bir şekilde yutkunurken.

 

"Kalbin atmıyordu." Gözlerimden sessiz yaşlar damlıyordu hâlâ.

 

"Korkarım kalbim göğsümün sol tarafında değil." Ne dediğini anlamaya çalışırken sarıldığım koluna baktım. Sol koluna sarılmıştım, bir yanlışlık yoktu.

 

"O ne demek?" dedim kolunu bırakıp yüzüne bakarken. Acıyla gülmeye başladı. Kahkaha atmaya çalışıyor, güldükçe inliyordu.

 

"K-Kalbim doğuştan göğsümün sağ kısmında yer alıyor demek." Dizlerimin üzerine kalktım.

 

"Bu nasıl olur?"

 

"Daha demin sol göğsümü dinledin ve öldüm sandın. Nefes alıyordum oysa ki!" Şaşkın bir kaç nefes alırken inledi.

 

"Bakma öyle," dedi zorlukla gözlerini gözlerime sabitleyerek. "Dekstrokardi var bende." Sorgulamayı bırakıp hâlâ kanamakta olan karnına baktım.

 

"Yaralanmışsın..." Ciddiyete büründü. Titreyen eli karnına giderken gözlerini yumdu, kan kaybından başı dönüyor olmalıydı.

 

"Ne işin var senin burada Dela?" diye sordu zorlukla kaşlarını çatarak.

 

"Ali, gitmemiz lazım." Çenesi gerildi.

 

"Alaz." dedi, "İsmim Alaz."

 

Dizlerimin üzerinden ayağa kalkarken yanaklarımda ki gözyaşları sildim ve Alaz Ali'nin başına dikildim. Omzuna attım elimi kaldırmak isteyerek ancak ellerimi itti.

 

"Git buradan." dedi öfke barındıran sesiyle.

 

"Bak Ali, seçim yapma gibi bir şansın yok şuanda... Seni arıyorlar, en güçsüz anından vuracaklar. Görüyorum ki, vurmuşlarda zaten. Yardım etmeme izin ver, yalvarırım. Bir kez olsun güven bana, dene en azından. Ölüme terk edemem seni. Lütfen," Sırıttı.

 

"Sana batan yanı ne? Ayrıca bana Ali demeyi kes, adım Alaz! Şimdi git buradan." Dengesiz davranışı sinirlerimi bozsa da omzuna elimi attım ve kendime doğru çekmeye çalıştım.

 

Fazlasıyla ağırdı. Kaldırabileceğim bir ağırlık hiç değildi. Durmadan deniyordum, ancak izin vermiyordu. Kan kaybetmeye devam ediyordu ve ben onu kaldırmaya çalışırken hem kendini geri çekiyor hem de inliyordu. Gözlerimden hâlâ yaşlar süzülürken onu ikna etmeye çalışıyordum. Şuan her ne desem kalkması imkansızdı, tek bir şey haricinde.

 

"Ali, kalk! Ölmek mi istiyorsun aptal?!" Hıçkırdım.

 

"Sana ne! D-Def ol, git!" Onu kaldırmaya çalışmayı bıraktım ve dizlerimin üstüne çöktüm.

 

Dizlerim kuma batarken gözlerini üzerime sabitledi.

 

"Ne diye ağlıyorsun kızım sen?... Kim için ağlıyorsun?... kimi kurtarmaya çalıştığının farkında mısın lan sen?" dedi inlemeyle karışık sesiyle.

 

"Farkındayım! Allah kahretsin ki farkındayım. Kalk diyorum sana ya, kalk! Benim yüzümden ölmene izin vermeyeceğim, duydun mu beni?!" Durdu, gözlerimi süzdü sonrası yanağımdan çeneme ilerleyen göz yaşlarımı.

 

"Vicdan azabı çekiyorsun sen... Anlaşıldı karın ağrın. Abimi öldürdüğün içi-"

 

"Selçuk abiyi ben öldürmedim!" dedim dan diye.

 

"Eğer benimle gelirsen sana en başından yalansız her şeyi anlatacağım. Sadece benimle gel, yardım etmeme izin ver..." Burnumu nazikçe çektim.

 

Çatık kaşlarıyla bir kaç saniye beni öylece izledi. Elini kanayan yarasına bastırdı ve şezlong'dan destek alarak ayağa kalktı. Bende onunla birlikte kalktım. Karşı karşıya duruyorduk şimdi. Ancak dengesini kaybetmesiyle, ona sarılmam bir olmuştu. Kana karışmış kokusunu soludum, nefes alırken acımıştı canım.

 

Sağ kolunun altına yerleştiğimde aramızda ki boy farkından başım göğsüne denk geliyordu. 1.74 boyum vardı ancak ona göre kısaydım. Ona sormam gereken sorular varken, bana soracağı soruları nasıl cevaplayacağım hakkında ufacık bir fikrim yoktu. Şu an düşüncelerimi kafamdan atmamı tek bir şey sağlamıştı; sağ göğsünde atan kalbi...

 

Onu yavaş yavaş arabaya doğru yürütürken böyle bir şeyin nasıl mümkün olabildiğini düşündüm ancak yanımda acıdan inleyen adam ve sırtımda ki dikişlerin sızısıyla düşüncelerimden bir an önce kurtulmam gerektiğini fark ettim. Sonunda bir kaç dakika önce tartıştığım yaşlı adamın marketinin önüne geldik. Marketin camlarından içeriyi görebiliyordum. Kadının kasanın arkasında durmuş bizi seyrettiğini görünce dişlerimi sıktım. Etraftan geçen seyrek insanlar bizi hayretle süzerken benim gözlerim bizi seyreden kadındaydı.

 

Eğer buraya gelmeseydim Ali'yi ölüme terk etmiş olacaklardı. Hesabını elbet sorardım ancak önceliğim şuan Ali'ydi, Ali'nin karnında ki yaraydı. Kendi arabama doğru adımlarken o durdu. Başımı kaldırıp yüzüne baktım, beti benzi atmıştı. Bayılmak üzere olduğunu söyleyebilirdim.

 

"Benim arabamla-..." Gözlerini sımsıkı yumup açtı.

 

"Anahtar...cebimde-..." Yutkunma sesi doldu kulaklarıma. "Sol cebimde." dedi nefes nefese.

 

Bir kolumu belime sarmıştım. Sağ elim çekingen bir tavırla sol pantolon cebine uzandı ve üstten bir şekilde anahtarı aldım. Arabayı açıp Ali'yi arka koltuğa uzandırdım ancak o arka koltuğa göre birazcık uzundu. Adam arabaya sığmıyor Dela! Birazcığı yok bu işin.

 

Neyse ki bana yardımcı olarak bacaklarını içeri çekti ve kapıyı kapattım. Sürücü koltuğuna geçtiğimde düğmeye basarak arabayı çalıştırdım. Başımı arka koltuğa çevirdiğimde acıyla yutkundum.

 

"Hastaneye gidiyoruz, dayan... Olur mu?" dedim dolan gözlerimle, kapalı gözlerini aralamadan bitkin bir sesle konuştu.

 

"H-Hastaneye gidersek... Polisler... Sormayacaklar mı ne olduğunu? Ne diyeceksin?" dedi ne diyeceğimi duymak istercesine, düşündüm bir süre. Sorarlardı ancak Ali'nin böyle bir şeyi öngörmemesi imkansızdı. Benimle alay mı ediyordu?

 

"Sorsunlar, canından kıymetli mi?" dedim burnumu çekerek, belki de onu konuşturmam gerekiyordu.

 

"Senin yaptığını söylerim." dedi, başımı ona çevirdiğimde sırıtıyordu ancak hâlâ gözleri kapalıydı.

 

"Söyle. Raporum var benim, hastaneye tıkarlar en fazla." Bu sefer sesli güldü.

 

"B-Bana da rapor çıkaralım mı?" dediğinde acı içinde gülüyordu.

 

"Benimkini sana verelim, olmaz mı Ali?"

 

"Bana A-Ali demeyi kes. İsmim Alaz." dedi beni düzelterek.

 

"Ali... Ben ikinci ismini daha çok sevdim ama sen benim ikinci ismimi sevme, olur mu?" dediğimde inledi.

 

"Olmaz." diye söylendi net bir sesle.

 

"Hastaneye g-gitmeyeceğiz. Benim eve sür." Başımı iki yana salladım.

 

"Senin evi çoktan basmışlardır. Ayrıca çok kanaman var, hastaneye gitmemiz lazım." Ne yapacağımı şaşırmışken Ali tekrar konuştu.

 

"K-Kurşun organlara denk gelmedi, ancak hâlâ içerde. Bence halledersin sen." Ne dediğini anlamaya çalışırken çoktan caddeye çıkmıştım.

 

Aynaları sürekli kontrol ediyordum. Takip edilme riskimiz yüksekti. Bir yandan Ali'nin ne dediğini anlamaya çalışırken, trafik ve çevirme olmaması için dua ediyordum.

 

"Ben mi? Hastane varken ben mi?!" dedim dehşet içerisindeyken.

 

"Hastaneye gidemeyiz... Sen halledeceksin ya da...geberip gideceğim." dedi öncekinden çok daha bitkin bir sesle.

 

"Ali, ya sana zarar verirsem?! Hastaneye gidiyoruz!" O bitkin sesi birden kayboldu.

 

"Saçmalama! Çıkaracağın bir kurşun sadece, neden gözünü bu kadar korkutuyorsun?" Anlamıyordu, çıkaracağım kurşun onun bedenindeydi ve bir adamın bedeninden kurşun çıkarmak ne kadar normal olabilirdi? Sıkıntılı bir nefes verdim ve kabullenmeye çalışarak,

 

"E-Eczane o zaman... Malzeme alayım." dedim telaşla ancak ona da izin vermemişti.

 

"Bir bıçak...bir de ateş yeter." İnledi, ben ise yeniden dehşet içerindeyken çığlık niteliğinde bağırdım.

 

"SENİ DAĞLAYACAK MIYIM?!" Tekrar gülme sesi geldiğinde bir kaç defa üst üste yutkundum, o ise acı bir inlemeyle sonlandırdığı gülüşü eşliğinde "Hı-hı..." dedi.

 

"B-Ben anlatacağım...nasıl yapman...gerektiğini."

 

"Bana, seni nasıl dağlamam gerektiğini mi anlatacaksın?! Kaçıncı yüzyıl'dayız biz Ali? Dağlama mı kaldı Allah aşkına?" Gülmek istedi yine, ancak bu sefer beceremedi.

 

"Vaktin yok... Ö-Ölmek üzereyim..." dediğinde başımı ona doğru çevirdim. Elini karnına bastırıyordu ve parmakları arasından kanlar sızlıyordu. Bu hâli beni daha da telaşlandırırken o dalgayla karışık konuşmaya devam ediyordu.

 

"Tamam! Lanet olsun, tamam!" diye söylendim.

 

Nereye gidecektik? Evdende kaçmıştım ben! Kendi evime götürsem, Karahan'lar çoktan orada olmalılardı. Enselenirdik hemen. Aklıma gelen düşünce ile yutkundum. Üniversite birinci sınıfta, Zeynep ile ailemizden gizli satın aldığımız daire vardı bi'... En son eski sevgilim Can ile gitmiş olduğum ancak Can'ın istekleri bel altına kayınca da onu kovduğum daire.

 

Düşünmek istemedim. Sarıyer'e sürdüm arabayı. Bulunduğumuz yere çokta uzak sayılmazdı. Bazen çok bunaldığımızda gidip dinlendiğimiz daire'miz... Zeynep ile derslerden çıkıp koşa koşa gittiğimiz evimiz... Baştan sona kendimizin dekore ettiği ev... Ne güzeldi oysa, kaçıp o eve gitmek. O zaman hayatımız yolundaydı, iyiydik. Hayallerimiz vardı, hayallerim vardı. Şimdi koca bir boşluktaydım ve dairemize Zeynep'in yaralı abisiyle gitmenin ağırlığı vardı üzerimde.

 

Sonunda dar sokaklara giriş yaparak dairenin iki sokak arkasına park ettim arabayı. Eczaneye uğramamıştım ve yeterli malzeme var mıydı bilmiyordum. Ali'ye kalsa kendini bana dağlatacaktı. Korkuyordum. Ona zarar vermekten korkuyordum. Canını yakmaktan korkuyordum, onun aksine.

 

Hava kararıyordu, gökyüzü turuncuya dönerken havalar soğumaya başlamıştı. Ali'yi ön kapıdan sokma şansım yoktu. O yüzden arka tarafa yürüdük. Benim aksime Ali, zor ayakta duruyordu. O yüzden hızlanmaya meyilliydim. Binanın arka giriş kapısına doğru ilerledik. Yangın merdivenlerinden yukarı yavaş yavaş çıkarken Ali, bir kaç kez ayakta durmakta zorlanmıştı. Bana sarılmak zorunda kalmıştı yere düşmemek için. Yangın merdivenlerinden yukarı doğru çıkarken aşağıya bakmıyordu. Hatta bakmamak için üstün bir çaba sergiliyordu, kat başı 10 merdiven vardı ve sadece 10'dan sonra kısa bir an gözlerini açıyor, tekrar bir üst kat başına geldiğimizde gözlerini yumup bana yaslanıyordu.

 

Ona dokunmayı sevmiştim. Kokusu çok yakınımdaydı, kana karışmıştı. 4. Katın sonuna geldiğimizde elini kanayan karnından çekti ve sanki ben onu taşımakta yetersizmişim gibi elini demir tarbazanlara yasladı. Elinde ki kan trabzanlara bulaşırken derince inledi.

 

"S-Sana gram kadar güvenmiyorum, biliyorsun değil mi?" dediğinde kolunun altında kalan başımı becerebildiğimce salladım.

 

"Biliyorum ama senin yaşatmak için güvenine ihtiyacım yok. Dikkatini çekmem yeterli oldu fark edersen." Gittikçe kısılan nefesini saçlarımın arasına üfledi.

 

"Nasıl bir şeye bulaştığının farkındasın, değil mi....Ezgi Abacı?" dediğinde burnumu kırıştırdım.

 

"Dela demeni tercih ederim doğrusu." dedim ve onu harekete geçirmek adına bir merdiven daha çıktım. Hem benden hem trabzanlardan destek alarak bana ayak uydurdu.

 

"Sen bana Ali deyip duruyorsun, benim Ezgi demem neden sorun...s-sorun old-" Kollarımı gövdesine sararak düşmesini engelledim.

 

Ayakta duracak gücü kalmamıştı. Onu hemen daireye sokmalıydım.

 

"Yürüyebilecek olduğundan emin misin? Daire katına çok az kaldı," Yutkundu ve inledi.

 

"Eminim." dedi ancak ben emin değildim.

 

Etrafta çok insan yoktu. Merdivenlerin etrafı açıktı ve görünebiliyorduk ama yangın merdivenleri zaten binanın arkasında olduğu için bu civardan geçen çokta insan bulunmazdı zaten. Sonunda dairenin olduğu kata geldiğimizde kapıyı açtım ve Ali'yi daire katına soktum.

 

Katta 2 daire vardı. Biri bizimkiydi, diğer dairede genç bir adam yaşıyordu bildiğim kadarıyla. Üzerinden o kadar vakit geçmişti ki, daireleri karıştırıp sarhoş kafa ve yanında daha eve girmeden yiyişmeye başladığı kız arkadaşıyla bizim dairemize girmeye çalışan komşumuzun simasını unutmuştum. Dolayısıyla hâlâ bu bina da yaşayıp yaşamadığını da bilmiyordum.

 

Elimi yerdeki paspasın altına soktum ve tekli anahtarı elime aldım. Beklemeden kapıyı açtım ve Ali'yi dikkatlice eve soktum. Arkamıza bakarken yerde kan olmamasına dikkat kesilmiştim. Kapıyı kapatıp bende içeri girdiğimde beyaz örtüleri kaldırıp bayılmak üzere olan Ali'yi üçlü koltuğa yatırdım.

 

Üzerinde ceket yoktu. Elimi direkt olarak gömleğinin düğmelerine attım. Sonunda tüm düğmeleri açtığımda kanın aktığı yara gözlerimin önüne serildi. Gömleği omuzlarından çıkardım. Onu tamamen uzatırken üstü çıplak kalmıştı. Hemen banyoya gittim. Yerlerde hafif ıslaklıklar vardı, bu da demek oluyordu ki Zeynep ara sıra buraya uğruyordu.

 

Hemen banyo dolabından bir kova aldım ve kovanın içini yıkayarak yarasını temizlemek için ılık su doldurdum. Ardından acil yardım kitini aldım. Yeterli olur muydu bilmiyordum, bilinmezlik beni daha da çok geriyordu. Salona geri döndüğümde Ali'nin gözleri kapalıydı. Elimde ki eşyaları yanına koyduktan sonra mutfağa gittim ve büyük ince bir ekmek bıçağı aldım, ardından yatak odalarından birine giderek çekmecelerden kalın uçlu bir cımbız buldum. Ellerim titriyordu.

 

Yine salona döndüğümde Ali'nin yanına oturdum ve kovanın içerisinde ıslattığım temiz bezle kasıklarına kadar yol alan kanı silmeye koyuldum. Karın kasları her bezi değdirdiğimde kasılıyordu. Yaranın etrafını özenle sildim. Canını acıtmamaya dikkat ediyordum. Ben sildikçe yeni kırmızılıklar doluyordu ve bu beni daha çok korkutuyordu. Masanın üstünde ki bıçağa ve cımbıza baktım. Yutkunduğumda Ali kısık bir şekilde inlemişti.

 

"Ali?" dedim titreyen sesimle, "Hı..." dedi sanki derin bir uykuya dalmak üzereymiş gibi.

 

"Sana zarar verebilirim biliyorsun değil mi?" Gözleri bayıkça açıldı ve kısa bir an gözlerime baktı.

 

"B-Biliyorum..." dedi ve bakışlarıyla onayladı beni. "S-Sana güvenmiyor-..." Bezi yarasının yakınına getirmiştim ki acıyla inledi.

 

"Üzgünüm... Üzgünüm, daha dikkatli olacağım." dedim titreyen nefeslerimi kontrol altına almak istercesine.

 

Ayağa kalkıp salonda ki küçük dolaptan alkol şişesini çıkardım ve Alaz Ali'nin hemen yanına oturdum. Alkol şişesinin kapağını açıp ilk cımbıza döktüm. Ali gözlerini aralıyor ama uzun süre açık tutamıyordu. Cımbızı yarasına yaklaştırdım ve yakışıklı yüzüne bakarak "Hazır mısın?" diye sordum.

 

"Evet-..." Temiz bir bezi dudaklarına uzattığımda beni geri çevirdi. Dayanabileceğini söylüyordu bakışları...

 

Titreyen elimde ki cımbızı küçük yuvarlağın içerisine soktum, Ali sertçe inledi. Cımbızı yaranın içerisinde oynatırken ucuna çarpan metalle durdum ve cımbızla metali tutarak dışarı çıkarttım. Kana bulanmış kurşun cımbızın ucundaydı. Ali'ye döndüğümde nefes nefese kaldığını fark ettim, yüzünden terler akıyordu. Kurşunu cımbızla birlikte masanın üzerine bıraktım ve çakmakla bıçağı aldım. Alaz Ali'nin nefeslerinin kontrol altına girmesini beklerken çakmakla bıçağın ucunu ısıtıyordum. Ellerim delicesine titriyordu, çenemde ki ıslaklığı da düşünürsek ağlıyordum. Ali sakinleştiğinde kırlenti sıkan eli gevşedi. çakmağı masanın üzerine bıraktım ve bıçağı yaranın üzerine yaklaştırdım. Ali yutkunup gözlerini yumduğunda sağ eli üst bacağıma yerleşti. Karnıma aynı anda bir ağrı saplanırken bıçağı yaranın üzerine bastırdım. Bu sefer acıyla bağırdı ve üst bacağımı kırlent gibi gördüğünden olsa gerek insan üstü bir güçle sıktı.

 

Yaklaşık on saniye sonra bıçağı yaranın üzerinden çekmiştim. Bacağımın üstünde ki eli hâlâ gerginken göğsü hiddetle inip kalkıyordu. Derken derin bir nefes verdi ve bacağımı sıkan eli gevşedi. O sırada buğulu gözlerime çarpan alyansla nefesim kesildi adeta. Alaz Ali nişanlanmıştı... Göğsüme inen daraltıyla nefes almaya çalıştım, elimde ki bıçak zemine düştü. Göğüs kafesimi tutarken tüm bedenim titriyordu. Bakışlarımı Ali'ye çevirdim, hareket etmiyordu. Göğsü inip kalksa da nefesini hissetmek istiyordum.

 

Başımı göğsüne doğru eğdim ve sağ göğsüne kulağımı yasladım. Kalbi atıyordu, kalbi sağ göğsünde atıyordu! Nasıl mümkün olabilirdi? Aklım almıyordu. Göğsünün sıcaklığını hissederken nefesleri tamamen normal hâle dönmüştü. Bende sakinleşmeye çalışırken kötü bir şey olmadığı için şükrediyordum. Doğruldum, yarasının etrafını temizlerken karnında ki kaslara odaklanmamaya çalışıyordum.

 

Yarasını sardıktan sonra sızlayan sırtımı koltuğun başlığına yaslayarak oturdum yere. Parmağında alyans vardı. Bizim için ise bir şans yoktu.

 

🥂

 

Dolap doluydu. Zeynep buraya bol bol uğruyor demekti bu. Bir mercimek çorbası yaptım. Ali hâlâ baygındı, ateşi vardı. Üstünü örtmekten hem çekinmiştim, hem de ateşi olduğu için elim örtmeye gitmiyordu. Etrafı tamamen toparlamıştım. Artık fiziksel olarak elimde kan yoktu. Şuan ise elimde sirkeyle ıslattığım bezi; alnına, göğsüne, boynuna sürüyor, ateşinin düşmesi için sürekli ıslatıyordum.

 

Arayabileceğim biri yoktu. Zaten biri olsa bile telefonum yoktu. Gece saatleriydi, dışarıda ayaz soğukluğu vardı. Bezi boynundan çekerken bir anda bileğimi tuttu. Sert bir tutuş değildi bu. Bir şey söyledi ancak ne dediğini tam olarak anlayamadım. Gözleri kapalıydı. Kulağımı yüzüne yaklaştırdığımda uzun kumral saçlarım şakaklarına tutundu. Derin bir nefes aldı ve tekrar etti. O kadar kısık söylüyordu ki ne dediğini bir türlü anlayamıyordum.

 

"Anne..." dedi hafif yüksek bir sesle, "Geri... Dön." Yutkundum.

 

Zeynep annesiyle ilgili konuşmaktan kaçınırdı hep. Tek bildiğim onları bırakıp gittiğiydi. Babaları ise işleri Selçuk abiye devredip memleketleri olan Mardin'e gitmişti.

 

Boşta ki elim Ali'nin yanağında hayat buldu. Parmaklarım kirli sakallarını sıyırırken derin bir nefes aldı ve tekrar "Anne..." dedi. Yanağını hafifçe okşadım. Ne demem gerektiğini bilmiyordum, ne yapmam gerektiğini hiç bilmiyordum.

 

"Ben annen değilim... Seni bırakmam Ali." Sustu. Eli bileğimi bıraktı ve bedeni tekrar uyku moduna geçti.

 

🥂

 

Yaklaşık iki saat geçmişti. Sabah saatlerine yaklaşıyorduk. Çok şükür ki Ali'nin ateşi düşmüştü. Onu uyandırmak istemediğim içinde yaptığım çorba soğumuştu. Çorbayı tekrar ısıtıp kendime küçük bir tabağa doldurdum. Kendimi yemek yemeye alıştırmalıydım, özgürdüm ve özgürlüğümde beni serumla besleyemezlerdi.

 

Zorla tabağımda ki çorbayı bitirerek Alaz Ali için koca bir kaseye doldurdum çorbayı. Yanına bir kaç dilim limon -Limona haz etmezdim, ki şekilden şekile girerek doğramıştım- koydum. Tepsiyi elime alıp salona girdim. Ali uyanmıştı. Kıpırdamıyordu, öylece beyaz tavanı izliyordu.

 

"Çok mu ses çıkardım?" dedim yüksek olmayan bir sesle.

 

Başını yavaşça bana çevirdi ve "Anlat." dedi. Korktuğum an gelmişti. Yine de duymazdan gelecektim.

 

"Çorba yaptım, acıkmışsındır." dedim elimde ki tepsiyi çenemle işaret ederek. O ise kaşlarını çattı.

 

"Anlat." dedi tekrar, yutkundum.

 

"Neyi?"

 

"Neyi mi?" Sinirlendiğini belli edercesine gözlerini yumdu.

 

"Evet, neyi? Her şey yeterince ortada sanıyordum." Alayla sırıttı.

 

"Oyun mu oynuyorsun benimle?" Başımı iki yana salladım ve elimde ki çorbayı önde ki sehpanın üstüne koydum.

 

"Hayır. Kendi çaban varken, neden ben anlatıyorum?" Saçma bir soruydu, geçiştirmek için söylemiştim zaten.

 

"Okuma-yazma öğrenmiyorum Dela, abimi nasıl öldürdüğünü öğreniyorum! Benimle dalga geçmeyi kes, bir an önce anlatmaya başla." Sesi sertleşirken karşıda ki tekli koltuğa oturdum.

 

"Ailem beni hiç sevmedi." Yerinden doğrulmaya çalıştığında hafifçe inledi, ona doğru ilerleyeceğim sırada elini kaldırıp durdurdu beni. Sırtını koltuğa yaslarken devam etmem için bir bakış attı.

 

"İnsanlar beni pek sevmezlerdi, aynı üniversitede okuduğumuz sırada Asaf'ın kardeşi Nilüfer ile tanıştık. Bende bilgi çoktu, meraklıydım, sürekli araştırmalar yapıyordum. Okulun ikincisiydim ve Nilüfer'in de işine geliyordu bu. Yaklaşık bir yıl boyunca birlikteydik, beni abisiyle tanıştırmıştı. Aramızı arada bir yapmak istese de ben geri çevirip duruyordum, arkadaş olarak görüyordum onu, bazen arkadaş demeye de çekiniyordum. Asaf. Ürkütücü bir adamdı çünkü." Bakışlarımı ondan kaçırmıştım, artık hipnoz olmuş gibi halının desenlerini inceliyordum.

 

"Yine de bana bir zararı dokunmamıştı. O güne kadar. Bilirsin, Abacı'lar eskiden Aldar'ları çok severdi. Selçuk abi, - abi diyorum çünkü benim için bir abiden farksızdı- benimle anlaşabilen nadir insanlardan biriydi."

 

"Ailelerimiz eskiden dostsa, neden senle hiç tanışmadık?" Sorusuyla afalladım. Söyle adama,' üniversite'de seni gördüğüm an vurulmuştum, ama sen beni hep görmezden geliyordun.' de hadi.

 

"Ne bileyim ben? Selçuk abinin yanında kaç defa gördün beni, tanışmak istedinde hayır mı dedim? Gerçi sen onu bile hatırlamıyorsundur Allah bilir. Şahsen ben senin hafta da iki defa olmak üzere eve sarışın çıtırlarla geldiğini biliyorum." Kaşları havalandı ve başını sağına eğerek, "Sarışın çıtır?" dedi sorarcasına.

 

"Şerefsiz, yattığın kızların yüzüne hiç bakmıyor muydun?" dedim kendime hakim olamayarak, oysa bana neydi. O ise baş parmağını dudağının kenarına sürterek güldü.

 

"Her neyse!" dedim öfkeyle, "Zeynep'le de pek anlaşamazdık. Aynı üniversite'deydik, o gıda mühendisliği okuyordu, ben kimya mühendisliği... Nilüfer'i o da tanıyordu, yakın arkadaş çevresindeydi. Biz Asaf ile arkadaş gibiydik. Bir gün beni aradı. Zor durumda olduğunu söyledi, konum atacağını onu kurtarmam gerektiğini söyledi. Korktum. Ona sırtımı dönemezdim. Karahan'a söylesem beni engellerdi. Bende Arslan'ı aradım. Başımın derde gireceğini söyledim ve Asaf'ın attığı konumu ona attım." Tamamen ciddi bir ifadeyle beni dinliyordu.

 

"Attığı konum bir depoya aitti. Babamın silah depolarından biri... Ellerinde siyah eldivenler vardı ve bir silah... Gümüş kabzalı bir silah. Selçuk abi karşısındaydı. Dağılmış gözüküyordu, yüzü gözü kan içindeydi. Bir sandalyeye bağlanmıştı." Transa girmiş gibi bir noktaya odaklı anlatıyordum.

 

"Ben içeri girdim, Asaf ilk silahı bana doğrultunca Selçuk abi 'Her şey için çok geç Asaf, o kıza silah doğrultman senin zararına...' dedi. Asaf... Sinirlendi, Selçuk abiye üç kurşun sıktı." Derin nefesler almaya çalıştım. Titreyen sesimle devam ettim.

 

"Bayılmışım. Asaf silahı elime koydu, artık Selçuk abinin karşısında ben vardım." Başımı ona çevirdiğimde gözleri öfke saçıyordu. Beni öldürmek istediğini gözleriyle anlatıyordu sanki. Bu da demek oluyordu ki: Bana inanmamıştı.

 

"Uyandığımda Arslan ve Karahan başımdaydı. Neden böyle bir şey yaptığımı bağıra çağıra soruyorlardı. Ama ben yapmadım Ali... Ben yapmadım." Gözleri alayla kısıldı.

 

"Sesler duyuyordum, bana ait olmayan... Hastaneye yatırdılar. Disosiyotif Kimlik Bozukluğu teşhisi kondu. Neymiş ben zihnimde iki ismimle de çatışıyormuşum! Bu yüzden insanlara zarar verme gibi bir eğilimim varmış!" Beni anlamak istercesine baktı bir süre, sonra düşünür gibi etrafına göz gezdirdi.

 

"Karahan'ı tehdit edip çıktım hastaneden. Okulu açıktan bitirip yurt dışına çıktım. Biraz orada takılıp, yaşayamayacak hâle geldikten sonra Türkiye'ye geri döndüm. Ama artık önümde kanlı bir dava vardı. İntikam koltuğuna oturan sendin. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. İki tarafta cemiyetle birlikte ikiye ayrılmıştı. Sizi sevmeyenler Abacı'ları savunuyordu. Babamın gözü her zamankinden daha çok hırsla parlamıştı. Başa geçmek istiyordu, Abacı'ları savunanlar bunun için kan dökmeye hazırdı. Senden bihaberdim. Sen beni öldürmek haricinde ne istiyordun, bilmiyordum." Sırıttı.

 

"Bende o kanlı koltuğu istiyorumdur belki?" Gözlerimi yumdum.

 

"Sen intikam istiyorsun, sen kan istiyorsun fakat o kanlı koltuk senin umurunda bile değil. O kadar eminim ki bundan." Kaşları havalandı, kahvenin en güzel tonları hiddetle parladı.

 

"Neden bu kadar eminsin?" Çünkü seni bir yerden sonra senden bile iyi tanıyorum. Duymamazlıktan gelerek devam ettim.

 

"Babam kan dökmek için beni kullandı. Patlayıcı yaptım. Onlarca insanın ölümüne sebep oldum." dedim ellerime bakarak.

 

"Bana kimseyi öldürmeyeceklerini söylemişlerdi! Tamer Abacı söz vermişti. Sana bir şey söyleyeyim mi? Tamer Abacı verdiği sözleri tutmayı hiç sevmez. Beni kullandı! O koltuk için beni kullandı. Güç için beni kullandı. Bazı şeylerin farkına vardığımda öfkeden deliye döndüm, beni bulmaman için evim ormanın içerisindeydi. Tarzan gibi ormanın içerisinde yaşıyordum!" Beni çözmeye çalışıyordu ve dudaklarından 'hah' diye bir ses çıktı.

 

"Sen kafayı sıyırmışsın!" dedi yorgunluğunu belli eden bir sesle.

 

"Ben kafayı sıyırmadım! Ben katil oldum. Ben onlarca insanın katili oldum! Anne olmak istiyordum, bebeğime tüm sevgimi vermek istiyordum. Ellerimde ki kanla değil kendi bebeğimi kucaklamak, yoldan geçen bir çocuk gördüğümde bakışlarımı kaçırıyorum. Anlıyor musun? Tüm hayallerim teker teker düştü gözlerimden. Benim hayata dair kalan tek hayalim çöp oldu."

 

Seninle bir oğlumuz olması... Gözleri seninkilere benzesin. Çünkü çok net bakıyorlar, bir kartal gibi keskin... Bana huyları dahi benzemesin. Sana benziyordu hayalimde, küçük bir Alaz Ali vardı kucağımda. Ellerime kan bulaşınca hayal etmeye korktum.

 

"Bana ne yaptıklarının farkında bile değillerdi. Karahan, senin beni bulmak üzere olduğunu, tehdit aldığı için beni güvenli bir hastaneye yaptıracağını söyledi ve söylediğini yaptı da. Bir şeyi gözden kaçırmıştı, sen beni bulamasan bile Asaf beni çoktan bulmuştu. Her hafta dört defa geliyordu. Onun geldiği günlerden nefret ediyordum. Yatağa bağlı yaşıyordum," Tırnaklarım avuç içlerimi kesiyordu.

 

"Hastaneden kaçtım. Nasıl yaptığımı biliyorsundur, sorma o yüzden. Sen oradaydın, gördüm seni. Sonra evi buldun zaten. Gerisini biliyorsun," Dudaklarını 'bitti mi?' dercesine kıvırdığında başımı iki defa salladım.

 

"Telefonum nerede?" diye sordu. "Bilmiyorum, seni kan revan içinde eve sokmaya çalışırken telefonunu düşünecek değildim." dedim omuz silkerek.

 

"Senin telefonun nerede?" dediğinde, "Evden kaçtım ben, telefonumu da bana ulaşamasınlar diye camdan attım."

 

"Telefonunu sana ulaşamasınlar diye camdan attın, bravo! Çok mantıklı hareketler bunlar!" dedi tebrik eder gibi ellerini belli aralıklarla birbirne çarparak. Bir kaç saat öncesinden vucüdundan kurşun çıkarılmış bir adam için fazla dinçti.

 

Ellerini ceplerine attı sonra bana bakarak, "Bu şanlı görevi sana veriyorum Ezgi. Benim hâlim yaman, telefon arabada olmalı... Git alda gel hadi."

 

"Ezgi deme bana!" Anlık öfkeme şaşırmış gibi bakarak hafifçe öne eğildi ve onun için getirdiğim çorbayı içmeye başladı.

 

"Tamam Mavi Boncuk, hadi... Telefona ihtiyacımız var." Mavi Boncuk mu demişti o bana? Mavi Boncuk... En son beni kaçırdığında gözlerimin güzel olduğunu söylemişti. Yani daha çok 'O güzel gözlerini yerinden sökmekten üşenmem.' gibi bir şeydi ama olsundu.

 

"Üşümüyor musun sen?" dedim konudan bağımsız, "Çok üşüyorum be." Yarım ağız sırıttı. "Telefona ihtiyacımız olduğunu söylemiş miydim?" dediğinde göz devirdim ve ayağa kalktım.

 

Kendime ait olan odaya gidip dolabı açtım. Karahan'dan arakladığım ve kaybettim sanıp iki saat aynısını bulmaya çalıştığım sweatshirt'ü elime aldım ve bol giyinmeyi sevdiğimden aldığım ama bana sandığımdan çok daha büyük gelen eşofman altıyla kombinledim. İçeri dönerken elimdekileri koltuğun üzerine bıraktım. Ali hâlâ çorbasını içiyordu, sorun çıkarmadan içmesi güzeldi.

 

"Giy bunları, gömleğinde pantolonunda kan oldu hep." Bana bakmadan, "Çorba güzel olmuş." dedi. Gülümsemeye çalıştım.

 

"Afiyet olsun." dedim ve arabanın anahtarını alıp kapıya yöneldim.

 

Kapıyı açar açmaz karşı komşumuz olan o çapkın adamla göz göze geldim. Siması şimdi tanıdık olmaya başlarken elinde ki bira şişesini savurganca bana uzattı. İçeri girmeye çalıştığında göğsünden itekledim.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun? Çekil git evine," dedim tekrar itekleyerek.

 

"Hadi... Nazlanma güzelim, ver bi' alt yanak..." Adam o kadar sarhoştu ki düzgün cümle bile kuramıyordu.

 

"Def ol! Ne yanağı ayyaş herif?!" Sırıttı ve bedenimi süzdü en son gözleri bacaklarımda durduğunda iğrenç sırıtışı genişledi. O sırada içeriden gelen ve tüm dikkatimin bozulmasına neden olan sesle arkama döndüm.

 

"Bir sorun mu var?" demişti Ali, üstünde daha demin verdiğim sweat vardı.

 

"Bu kim amına koyayım? İki kişiyi birden mi idare ediyorsun orospu?!" dedi karşımda ki adam ve tüm binayı inletecek kadar güçlü iğrenç bir kahkaha attı.

 

"Var bir sorun, var!" dediğimde Ali, kahvenin en güzel tonlarına hiç yakışmadığına şimdi emin olduğum ve küçük bir kıvılcımdan koca bir yangına dönüşen öfkeyle adama baktı.

 

Ona kalmadan adamın kasıklarına bir tekme attım ve öne eğildiği anda omzuna da bir tekme atarak yere düşmesini sağladım. Ardından Ali'ye dönerek, "Beş dakikaya dönerim, sen bunu paketle ben gelene kadar." dedim sinirli olduğumu belli eden otoriter bir ses tonuyla.

 

Bakışlarında şaşkınlık varken arada bir hayranlık kıvılcımları da var gibiydi ama sadece gibiydi. Emin değildim. Gözleri çoğu şeyi kamufle edebiliyordu.

 

🥂

 

Akın'ı aramıştı. Onu buradan alması için Akın'a konum atmıştı. Akın, onun tek güvendiği adam olabildi. Gidecekti, ben ne yapacaktım peki? Evime dönecektim sanırım. Abacı'ların yanına gidemezdim, ki şuan Ali'yi kurtardığımı bilseler beni evlatlıktan reddedebilirlerdi. Umurumda mıydı? Sanırım değildi.

 

Yaklaşık bir saattir aynı odada sessizliğimizi koruyarak oturuyorduk. Ne o konuşuyordu, ne ben... Ona sormam gereken bir sürü şey vardı. O ise o kadar anlattıklarımdan sonra hiçbir şey sormamıştı. Bakışları bazen sinirli bazen sakin'di ama tamamen sakin değil ya da sakinde değil. Anlayamıyordum, bakışları karmaşıktı. Ne düşündüğünü, ruh hâlini anlayamıyordum. Sessizliği ilk ben bozdum.

 

"Dekstrokardi nedir?" Uzandığı yerden başını kaldırdı ve kısa bir süre yüzüme baktı.

 

"Kalbin ters olması durumu... Doğuştan gelen birşey." diye yanıtladı.

 

"Kötü mü peki? Yani sağlığın açısından..."

 

"Bir kötülüğünü görmedim ancak yanlış müdahale kötü sonuçlar doğurabilir elbette." dedi bana değilde hemen yanında oturduğum koltuğun arkasından gökyüzüne bakarak.

 

Kapı sert bir şekilde ısrarla çalındı. Yerimden kalkıp kapının önüne doğru yürüdüğümde Ali beni izliyordu. Kapıyı açtım, açtığım anda Akın ile karşılaşmam bir oldu, elinde bana doğrulttuğu silahla birde. Ellerimi teslim olur gibi kaldırırken karşı daire kapısına ellerinden bağlanan ayyaş adamı da gördüm, sızmıştı. Akın beni içeri doğru yürütürken Ali'nin sesi odada yankılandı.

 

"Akın, silaha gerek yok." dediğinde Akın ona öfkeli gözlerle baktı.

 

"Onun ölmesini isteseydim, yarasına müdahale etmezdim." dedim kararlı bir şekilde, "Yani şuanlık benden size zarar gelmez."

 

"Şuanlık?" dedi Akın sırıtarak, silahı yavaşça indirdi.

 

"Yani arabanızın altında bir bomba bulmadığınız sürece, benden size zarar gelmez."

 

"Dalga mı geçiyorsun? Madem kötü bir niyetin yoktu, neden bana haber vermek yerine onu buraya getirdin?!" Göz devirdim.

 

"Bana hesap mı soruyorsun sen?" dedim dişlerim arasından fısıldayarak.

 

"Yeter." Alaz Ali'nin sesiyle ikimizde ona döndük.

 

"Aptal mısın lan sen?!" dedi Akın, Ali'ye dönerek. "Tek başına çıkmak ne demek amına koyayım?!"

 

"Kız tüm planı bozdu! En başından beri buradaydık, aşağıda bekleyen adamlarla. Teşrif edip çıksaydın yukarı, davetiye göndermemi mi bekliyordunuz?!" Kaşlarım havalandı.

 

Nasıl yani? Alaz Ali'nin adamları, Akın dahil olmak üzere aşağıdalar mıydı zaten? En başından beri buradalar mıydı?

 

"Bir dakika, bir dakika... Siz bizi takip ettiniz öyle mi? Zaten aşağıdaydınız, ben Ali'yi kanlar içinde yukarı çıkarırken de bir el atmak umurunuzda olmadı, öyle mi?" Akın tüm öfkesini bir kenara bırakarak elini ensesine attı.

 

"Sizi takip etmedik. Arabada ki chip'ten bulduk burayı."

 

"Sahildeydiniz, Ali vurulmuştu ama siz hiçbir şey yapmadınız!" Yani der gibi başını salladı.

 

"Markette ki kadın peki?"

 

"Tanıdık." dedi Ali. "Dünden beri o kadını haşlamayı düşünüyordum, biliyor musun sen? Ne demek tanıdık?" diye söylendim hafif yüksek bir sesle.

 

"Sonra hesaplaşırsınız. Alaz, gitmemiz lazım. Karahan Abacı, buraya geliyor." Ali rahat bir şekilde "Gelsin." dedi.

 

"İki dakika götün başın ayrı oynamasında başımızı derde sokma amına koyayım! Kızı ne yapacağız?" dedi Akın saçlarını karıştırarak.

 

"Onunla yollarımız ayrılıyor." Ali'ye baktım.

 

"Abacı'yı şaşırtmamak olmaz. Kardeşlerine düşkündür o, peki ya sana Mavi Boncuk?" Ne demek istediğini anlamak için kahvenin en güzel tonlarını izlemeye devam ettim.

 

"Alaz, yağmurdan kaçıp doluya tutulmak bu, emin misin?" Gayet ciddi bir bakış attı Akın'a.

 

"Mavi Boncuk, canın tatlı mıdır?" diye sorduğunda yarasını tutarak ayağa kalktı.

 

"Neyse, on beş dakika can çekişmek çok zor olmasa gerek... Anlattıklarına inandığımı düşünmedin herhalde?" dedi bana doğru ilerleyerek.

 

"Beni öldürecek misin?" diye sordum ondan daha rahat bir şekilde. Yüzünde ki ciddiyette bir değişiklik olmadı. O sırada Akın'dan silahı aldı.

 

"Mantıklı bir çözüm değil mi ama? Herkes rahatlığa kavuşmasın mı?" dediğinde ürkütücü gelmişti.

 

"Kavuşsun tabii, kavuşsunlar." Sırıttı.

 

Bana doğru yürüdüğünde tam karşımdaydı. Aramızda bir adım, elinde bir silah vardı. Beklemediğim bir anda omuzlarımı sardı ve kısa bir an bana sarıldı. Gözlerim irileşti, kıpırdayamadım. Kokusu ciğerlerimi istila etti ve kulağıma fısıldadı.

 

"Eyvallah Mavi Boncuk," dediğinde kaskatı kesilmiştim, enseme batan iğneyle afalladım.

 

Ben ona sarılmıyordum ama bedenimde ki tüm gücün çekilmeye başlamasıyla bana neden sarıldığını anlamış oldum. Yutkunmaya çalıştım, dizlerim tutmuyordu. Nefes alıp almadığımı bile hissedemiyordum. Bedenimin devrilecek gibi olduğunda Ali belime destek verdi ve bedenimle birlikte yere inleyerek çöktü. Eli sırtımdaki bandajlara değince oradaki acıyı da hissetmediğimi fark ettim. Ne yapmıştı bana? O iğne nereden çıkmıştı?

 

Silah yerdeydi, ben kıpırdayamıyordum. Şuan beni öldürebilirdi, zaten öldüreceğini söylemiş kadar olmuştu. Beni soğukluğunu hissedemediğim betona uzandırırken başımı tutuyordu. Gözlerim sanki günlerdir uykusuzmuşum gibi ağır ağır kapanırken Ali kulağıma eğildi.

 

"Korkma," Fısıltısı karnıma hissiz kelebekleri uyandırmak ister gibi sakindi, tüm hissizliğim bir anda acıya dönüştü. Bağırmak istiyordum belki de ancak sesim çıkmıyordu.

 

"İyi uykular Mavi Boncuk..." dedi benden uzaklaşırken.

 

Sesler kesMerhabalar... Nasılsınız? ❤️ Keyifli okumalar dilerim canlarım. 💕🥂

 

 

Her kadın, saçma sapan bir adam sevmeden olgunlaşmaz. Muhakkak en güzel duygularını, en kalpsiz adamlar öldürür..

 

~Frida kahlo~

 

Devam ediyoruz... 🪄

 

Ruhum parçalandı. Yediğim onca darbeye rağmen hiç bu kadar acı çektiğimi hatırlamıyordum. Canım yanıyordu. Canım çok yanıyordu. Alaz Ali'nin kalp atışlarını hissedemedim. Nefesim kesildi adeta. Kahvenin en güzel tonları zulüm oldu, aktı içime. Ölmek istedim.

 

Kalbim sıkışıyordu. Benim kalbim dursun, ancak yıllardır bana yabancı olan bu adamın kalbi atsın istedim. Nefesim kesilsin, ona şifa olsun istedim. Şezlongun önüne çökmüş koluna öylece sarılmış çığlık çığlığa ağlarken eline sardım parmaklarımı. Teni hâlâ sıcacıktı. Alaz Ali'nin elini ilk kez tutmuştum...

 

Ve parmakları benimkileri sardı.

 

Parmakları benimkilere dolanırken alnımı yasladığım omzundan kaldırıp yüzüne çevirdim. Kahvenin en güzel tonları şimdi benim mavilerime karşıydı. Göz göze geldik, mavilerim buza dönüştü, kahvenin en güzel tonları yangın'dı.

 

"Ali..." dedim burnumu nazikçe çekerken.

 

"Dela..." dedi solgun bir şekilde yutkunurken.

 

"Kalbin atmıyordu." Gözlerimden sessiz yaşlar damlıyordu hâlâ.

 

"Korkarım kalbim göğsümün sol tarafında değil." Ne dediğini anlamaya çalışırken sarıldığım koluna baktım. Sol koluna sarılmıştım, bir yanlışlık yoktu.

 

"O ne demek?" dedim kolunu bırakıp yüzüne bakarken. Acıyla gülmeye başladı. Kahkaha atmaya çalışıyor, güldükçe inliyordu.

 

"K-Kalbim doğuştan göğsümün sağ kısmında yer alıyor demek." Dizlerimin üzerine kalktım.

 

"Bu nasıl olur?"

 

"Daha demin sol göğsümü dinledin ve öldüm sandın. Nefes alıyordum oysa ki!" Şaşkın bir kaç nefes alırken inledi.

 

"Bakma öyle," dedi zorlukla gözlerini gözlerime sabitleyerek. "Dekstrokardi var bende." Sorgulamayı bırakıp hâlâ kanamakta olan karnına baktım.

 

"Yaralanmışsın..." Ciddiyete büründü. Titreyen eli karnına giderken gözlerini yumdu, kan kaybından başı dönüyor olmalıydı.

 

"Ne işin var senin burada Dela?" diye sordu zorlukla kaşlarını çatarak.

 

"Ali, gitmemiz lazım." Çenesi gerildi.

 

"Alaz." dedi, "İsmim Alaz."

 

Dizlerimin üzerinden ayağa kalkarken yanaklarımda ki gözyaşları sildim ve Alaz Ali'nin başına dikildim. Omzuna attım elimi kaldırmak isteyerek ancak ellerimi itti.

 

"Git buradan." dedi öfke barındıran sesiyle.

 

"Bak Ali, seçim yapma gibi bir şansın yok şuanda... Seni arıyorlar, en güçsüz anından vuracaklar. Görüyorum ki, vurmuşlarda zaten. Yardım etmeme izin ver, yalvarırım. Bir kez olsun güven bana, dene en azından. Ölüme terk edemem seni. Lütfen," Sırıttı.

 

"Sana batan yanı ne? Ayrıca bana Ali demeyi kes, adım Alaz! Şimdi git buradan." Dengesiz davranışı sinirlerimi bozsa da omzuna elimi attım ve kendime doğru çekmeye çalıştım.

 

Fazlasıyla ağırdı. Kaldırabileceğim bir ağırlık hiç değildi. Durmadan deniyordum, ancak izin vermiyordu. Kan kaybetmeye devam ediyordu ve ben onu kaldırmaya çalışırken hem kendini geri çekiyor hem de inliyordu. Gözlerimden hâlâ yaşlar süzülürken onu ikna etmeye çalışıyordum. Şuan her ne desem kalkması imkansızdı, tek bir şey haricinde.

 

"Ali, kalk! Ölmek mi istiyorsun aptal?!" Hıçkırdım.

 

"Sana ne! D-Def ol, git!" Onu kaldırmaya çalışmayı bıraktım ve dizlerimin üstüne çöktüm.

 

Dizlerim kuma batarken gözlerini üzerime sabitledi.

 

"Ne diye ağlıyorsun kızım sen?... Kim için ağlıyorsun?... kimi kurtarmaya çalıştığının farkında mısın lan sen?" dedi inlemeyle karışık sesiyle.

 

"Farkındayım! Allah kahretsin ki farkındayım. Kalk diyorum sana ya, kalk! Benim yüzümden ölmene izin vermeyeceğim, duydun mu beni?!" Durdu, gözlerimi süzdü sonrası yanağımdan çeneme ilerleyen göz yaşlarımı.

 

"Vicdan azabı çekiyorsun sen... Anlaşıldı karın ağrın. Abimi öldürdüğün içi-"

 

"Selçuk abiyi ben öldürmedim!" dedim dan diye.

 

"Eğer benimle gelirsen sana en başından yalansız her şeyi anlatacağım. Sadece benimle gel, yardım etmeme izin ver..." Burnumu nazikçe çektim.

 

Çatık kaşlarıyla bir kaç saniye beni öylece izledi. Elini kanayan yarasına bastırdı ve şezlong'dan destek alarak ayağa kalktı. Bende onunla birlikte kalktım. Karşı karşıya duruyorduk şimdi. Ancak dengesini kaybetmesiyle, ona sarılmam bir olmuştu. Kana karışmış kokusunu soludum, nefes alırken acımıştı canım.

 

Sağ kolunun altına yerleştiğimde aramızda ki boy farkından başım göğsüne denk geliyordu. 1.74 boyum vardı ancak ona göre kısaydım. Ona sormam gereken sorular varken, bana soracağı soruları nasıl cevaplayacağım hakkında ufacık bir fikrim yoktu. Şu an düşüncelerimi kafamdan atmamı tek bir şey sağlamıştı; sağ göğsünde atan kalbi...

 

Onu yavaş yavaş arabaya doğru yürütürken böyle bir şeyin nasıl mümkün olabildiğini düşündüm ancak yanımda acıdan inleyen adam ve sırtımda ki dikişlerin sızısıyla düşüncelerimden bir an önce kurtulmam gerektiğini fark ettim. Sonunda bir kaç dakika önce tartıştığım yaşlı adamın marketinin önüne geldik. Marketin camlarından içeriyi görebiliyordum. Kadının kasanın arkasında durmuş bizi seyrettiğini görünce dişlerimi sıktım. Etraftan geçen seyrek insanlar bizi hayretle süzerken benim gözlerim bizi seyreden kadındaydı.

 

Eğer buraya gelmeseydim Ali'yi ölüme terk etmiş olacaklardı. Hesabını elbet sorardım ancak önceliğim şuan Ali'ydi, Ali'nin karnında ki yaraydı. Kendi arabama doğru adımlarken o durdu. Başımı kaldırıp yüzüne baktım, beti benzi atmıştı. Bayılmak üzere olduğunu söyleyebilirdim.

 

"Benim arabamla-..." Gözlerini sımsıkı yumup açtı.

 

"Anahtar...cebimde-..." Yutkunma sesi doldu kulaklarıma. "Sol cebimde." dedi nefes nefese.

 

Bir kolumu belime sarmıştım. Sağ elim çekingen bir tavırla sol pantolon cebine uzandı ve üstten bir şekilde anahtarı aldım. Arabayı açıp Ali'yi arka koltuğa uzandırdım ancak o arka koltuğa göre birazcık uzundu. Adam arabaya sığmıyor Dela! Birazcığı yok bu işin.

 

Neyse ki bana yardımcı olarak bacaklarını içeri çekti ve kapıyı kapattım. Sürücü koltuğuna geçtiğimde düğmeye basarak arabayı çalıştırdım. Başımı arka koltuğa çevirdiğimde acıyla yutkundum.

 

"Hastaneye gidiyoruz, dayan... Olur mu?" dedim dolan gözlerimle, kapalı gözlerini aralamadan bitkin bir sesle konuştu.

 

"H-Hastaneye gidersek... Polisler... Sormayacaklar mı ne olduğunu? Ne diyeceksin?" dedi ne diyeceğimi duymak istercesine, düşündüm bir süre. Sorarlardı ancak Ali'nin böyle bir şeyi öngörmemesi imkansızdı. Benimle alay mı ediyordu?

 

"Sorsunlar, canından kıymetli mi?" dedim burnumu çekerek, belki de onu konuşturmam gerekiyordu.

 

"Senin yaptığını söylerim." dedi, başımı ona çevirdiğimde sırıtıyordu ancak hâlâ gözleri kapalıydı.

 

"Söyle. Raporum var benim, hastaneye tıkarlar en fazla." Bu sefer sesli güldü.

 

"B-Bana da rapor çıkaralım mı?" dediğinde acı içinde gülüyordu.

 

"Benimkini sana verelim, olmaz mı Ali?"

 

"Bana A-Ali demeyi kes. İsmim Alaz." dedi beni düzelterek.

 

"Ali... Ben ikinci ismini daha çok sevdim ama sen benim ikinci ismimi sevme, olur mu?" dediğimde inledi.

 

"Olmaz." diye söylendi net bir sesle.

 

"Hastaneye g-gitmeyeceğiz. Benim eve sür." Başımı iki yana salladım.

 

"Senin evi çoktan basmışlardır. Ayrıca çok kanaman var, hastaneye gitmemiz lazım." Ne yapacağımı şaşırmışken Ali tekrar konuştu.

 

"K-Kurşun organlara denk gelmedi, ancak hâlâ içerde. Bence halledersin sen." Ne dediğini anlamaya çalışırken çoktan caddeye çıkmıştım.

 

Aynaları sürekli kontrol ediyordum. Takip edilme riskimiz yüksekti. Bir yandan Ali'nin ne dediğini anlamaya çalışırken, trafik ve çevirme olmaması için dua ediyordum.

 

"Ben mi? Hastane varken ben mi?!" dedim dehşet içerisindeyken.

 

"Hastaneye gidemeyiz... Sen halledeceksin ya da...geberip gideceğim." dedi öncekinden çok daha bitkin bir sesle.

 

"Ali, ya sana zarar verirsem?! Hastaneye gidiyoruz!" O bitkin sesi birden kayboldu.

 

"Saçmalama! Çıkaracağın bir kurşun sadece, neden gözünü bu kadar korkutuyorsun?" Anlamıyordu, çıkaracağım kurşun onun bedenindeydi ve bir adamın bedeninden kurşun çıkarmak ne kadar normal olabilirdi? Sıkıntılı bir nefes verdim ve kabullenmeye çalışarak,

 

"E-Eczane o zaman... Malzeme alayım." dedim telaşla ancak ona da izin vermemişti.

 

"Bir bıçak...bir de ateş yeter." İnledi, ben ise yeniden dehşet içerindeyken çığlık niteliğinde bağırdım.

 

"SENİ DAĞLAYACAK MIYIM?!" Tekrar gülme sesi geldiğinde bir kaç defa üst üste yutkundum, o ise acı bir inlemeyle sonlandırdığı gülüşü eşliğinde "Hı-hı..." dedi.

 

"B-Ben anlatacağım...nasıl yapman...gerektiğini."

 

"Bana, seni nasıl dağlamam gerektiğini mi anlatacaksın?! Kaçıncı yüzyıl'dayız biz Ali? Dağlama mı kaldı Allah aşkına?" Gülmek istedi yine, ancak bu sefer beceremedi.

 

"Vaktin yok... Ö-Ölmek üzereyim..." dediğinde başımı ona doğru çevirdim. Elini karnına bastırıyordu ve parmakları arasından kanlar sızlıyordu. Bu hâli beni daha da telaşlandırırken o dalgayla karışık konuşmaya devam ediyordu.

 

"Tamam! Lanet olsun, tamam!" diye söylendim.

 

Nereye gidecektik? Evdende kaçmıştım ben! Kendi evime götürsem, Karahan'lar çoktan orada olmalılardı. Enselenirdik hemen. Aklıma gelen düşünce ile yutkundum. Üniversite birinci sınıfta, Zeynep ile ailemizden gizli satın aldığımız daire vardı bi'... En son eski sevgilim Can ile gitmiş olduğum ancak Can'ın istekleri bel altına kayınca da onu kovduğum daire.

 

Düşünmek istemedim. Sarıyer'e sürdüm arabayı. Bulunduğumuz yere çokta uzak sayılmazdı. Bazen çok bunaldığımızda gidip dinlendiğimiz daire'miz... Zeynep ile derslerden çıkıp koşa koşa gittiğimiz evimiz... Baştan sona kendimizin dekore ettiği ev... Ne güzeldi oysa, kaçıp o eve gitmek. O zaman hayatımız yolundaydı, iyiydik. Hayallerimiz vardı, hayallerim vardı. Şimdi koca bir boşluktaydım ve dairemize Zeynep'in yaralı abisiyle gitmenin ağırlığı vardı üzerimde.

 

Sonunda dar sokaklara giriş yaparak dairenin iki sokak arkasına park ettim arabayı. Eczaneye uğramamıştım ve yeterli malzeme var mıydı bilmiyordum. Ali'ye kalsa kendini bana dağlatacaktı. Korkuyordum. Ona zarar vermekten korkuyordum. Canını yakmaktan korkuyordum, onun aksine.

 

Hava kararıyordu, gökyüzü turuncuya dönerken havalar soğumaya başlamıştı. Ali'yi ön kapıdan sokma şansım yoktu. O yüzden arka tarafa yürüdük. Benim aksime Ali, zor ayakta duruyordu. O yüzden hızlanmaya meyilliydim. Binanın arka giriş kapısına doğru ilerledik. Yangın merdivenlerinden yukarı yavaş yavaş çıkarken Ali, bir kaç kez ayakta durmakta zorlanmıştı. Bana sarılmak zorunda kalmıştı yere düşmemek için. Yangın merdivenlerinden yukarı doğru çıkarken aşağıya bakmıyordu. Hatta bakmamak için üstün bir çaba sergiliyordu, kat başı 10 merdiven vardı ve sadece 10'dan sonra kısa bir an gözlerini açıyor, tekrar bir üst kat başına geldiğimizde gözlerini yumup bana yaslanıyordu.

 

Ona dokunmayı sevmiştim. Kokusu çok yakınımdaydı, kana karışmıştı. 4. Katın sonuna geldiğimizde elini kanayan karnından çekti ve sanki ben onu taşımakta yetersizmişim gibi elini demir tarbazanlara yasladı. Elinde ki kan trabzanlara bulaşırken derince inledi.

 

"S-Sana gram kadar güvenmiyorum, biliyorsun değil mi?" dediğinde kolunun altında kalan başımı becerebildiğimce salladım.

 

"Biliyorum ama senin yaşatmak için güvenine ihtiyacım yok. Dikkatini çekmem yeterli oldu fark edersen." Gittikçe kısılan nefesini saçlarımın arasına üfledi.

 

"Nasıl bir şeye bulaştığının farkındasın, değil mi....Ezgi Abacı?" dediğinde burnumu kırıştırdım.

 

"Dela demeni tercih ederim doğrusu." dedim ve onu harekete geçirmek adına bir merdiven daha çıktım. Hem benden hem trabzanlardan destek alarak bana ayak uydurdu.

 

"Sen bana Ali deyip duruyorsun, benim Ezgi demem neden sorun...s-sorun old-" Kollarımı gövdesine sararak düşmesini engelledim.

 

Ayakta duracak gücü kalmamıştı. Onu hemen daireye sokmalıydım.

 

"Yürüyebilecek olduğundan emin misin? Daire katına çok az kaldı," Yutkundu ve inledi.

 

"Eminim." dedi ancak ben emin değildim.

 

Etrafta çok insan yoktu. Merdivenlerin etrafı açıktı ve görünebiliyorduk ama yangın merdivenleri zaten binanın arkasında olduğu için bu civardan geçen çokta insan bulunmazdı zaten. Sonunda dairenin olduğu kata geldiğimizde kapıyı açtım ve Ali'yi daire katına soktum.

 

Katta 2 daire vardı. Biri bizimkiydi, diğer dairede genç bir adam yaşıyordu bildiğim kadarıyla. Üzerinden o kadar vakit geçmişti ki, daireleri karıştırıp sarhoş kafa ve yanında daha eve girmeden yiyişmeye başladığı kız arkadaşıyla bizim dairemize girmeye çalışan komşumuzun simasını unutmuştum. Dolayısıyla hâlâ bu bina da yaşayıp yaşamadığını da bilmiyordum.

 

Elimi yerdeki paspasın altına soktum ve tekli anahtarı elime aldım. Beklemeden kapıyı açtım ve Ali'yi dikkatlice eve soktum. Arkamıza bakarken yerde kan olmamasına dikkat kesilmiştim. Kapıyı kapatıp bende içeri girdiğimde beyaz örtüleri kaldırıp bayılmak üzere olan Ali'yi üçlü koltuğa yatırdım.

 

Üzerinde ceket yoktu. Elimi direkt olarak gömleğinin düğmelerine attım. Sonunda tüm düğmeleri açtığımda kanın aktığı yara gözlerimin önüne serildi. Gömleği omuzlarından çıkardım. Onu tamamen uzatırken üstü çıplak kalmıştı. Hemen banyoya gittim. Yerlerde hafif ıslaklıklar vardı, bu da demek oluyordu ki Zeynep ara sıra buraya uğruyordu.

 

Hemen banyo dolabından bir kova aldım ve kovanın içini yıkayarak yarasını temizlemek için ılık su doldurdum. Ardından acil yardım kitini aldım. Yeterli olur muydu bilmiyordum, bilinmezlik beni daha da çok geriyordu. Salona geri döndüğümde Ali'nin gözleri kapalıydı. Elimde ki eşyaları yanına koyduktan sonra mutfağa gittim ve büyük ince bir ekmek bıçağı aldım, ardından yatak odalarından birine giderek çekmecelerden kalın uçlu bir cımbız buldum. Ellerim titriyordu.

 

Yine salona döndüğümde Ali'nin yanına oturdum ve kovanın içerisinde ıslattığım temiz bezle kasıklarına kadar yol alan kanı silmeye koyuldum. Karın kasları her bezi değdirdiğimde kasılıyordu. Yaranın etrafını özenle sildim. Canını acıtmamaya dikkat ediyordum. Ben sildikçe yeni kırmızılıklar doluyordu ve bu beni daha çok korkutuyordu. Masanın üstünde ki bıçağa ve cımbıza baktım. Yutkunduğumda Ali kısık bir şekilde inlemişti.

 

"Ali?" dedim titreyen sesimle, "Hı..." dedi sanki derin bir uykuya dalmak üzereymiş gibi.

 

"Sana zarar verebilirim biliyorsun değil mi?" Gözleri bayıkça açıldı ve kısa bir an gözlerime baktı.

 

"B-Biliyorum..." dedi ve bakışlarıyla onayladı beni. "S-Sana güvenmiyor-..." Bezi yarasının yakınına getirmiştim ki acıyla inledi.

 

"Üzgünüm... Üzgünüm, daha dikkatli olacağım." dedim titreyen nefeslerimi kontrol altına almak istercesine.

 

Ayağa kalkıp salonda ki küçük dolaptan alkol şişesini çıkardım ve Alaz Ali'nin hemen yanına oturdum. Alkol şişesinin kapağını açıp ilk cımbıza döktüm. Ali gözlerini aralıyor ama uzun süre açık tutamıyordu. Cımbızı yarasına yaklaştırdım ve yakışıklı yüzüne bakarak "Hazır mısın?" diye sordum.

 

"Evet-..." Temiz bir bezi dudaklarına uzattığımda beni geri çevirdi. Dayanabileceğini söylüyordu bakışları...

 

Titreyen elimde ki cımbızı küçük yuvarlağın içerisine soktum, Ali sertçe inledi. Cımbızı yaranın içerisinde oynatırken ucuna çarpan metalle durdum ve cımbızla metali tutarak dışarı çıkarttım. Kana bulanmış kurşun cımbızın ucundaydı. Ali'ye döndüğümde nefes nefese kaldığını fark ettim, yüzünden terler akıyordu. Kurşunu cımbızla birlikte masanın üzerine bıraktım ve çakmakla bıçağı aldım. Alaz Ali'nin nefeslerinin kontrol altına girmesini beklerken çakmakla bıçağın ucunu ısıtıyordum. Ellerim delicesine titriyordu, çenemde ki ıslaklığı da düşünürsek ağlıyordum. Ali sakinleştiğinde kırlenti sıkan eli gevşedi. çakmağı masanın üzerine bıraktım ve bıçağı yaranın üzerine yaklaştırdım. Ali yutkunup gözlerini yumduğunda sağ eli üst bacağıma yerleşti. Karnıma aynı anda bir ağrı saplanırken bıçağı yaranın üzerine bastırdım. Bu sefer acıyla bağırdı ve üst bacağımı kırlent gibi gördüğünden olsa gerek insan üstü bir güçle sıktı.

 

Yaklaşık on saniye sonra bıçağı yaranın üzerinden çekmiştim. Bacağımın üstünde ki eli hâlâ gerginken göğsü hiddetle inip kalkıyordu. Derken derin bir nefes verdi ve bacağımı sıkan eli gevşedi. O sırada buğulu gözlerime çarpan alyansla nefesim kesildi adeta. Alaz Ali nişanlanmıştı... Göğsüme inen daraltıyla nefes almaya çalıştım, elimde ki bıçak zemine düştü. Göğüs kafesimi tutarken tüm bedenim titriyordu. Bakışlarımı Ali'ye çevirdim, hareket etmiyordu. Göğsü inip kalksa da nefesini hissetmek istiyordum.

 

Başımı göğsüne doğru eğdim ve sağ göğsüne kulağımı yasladım. Kalbi atıyordu, kalbi sağ göğsünde atıyordu! Nasıl mümkün olabilirdi? Aklım almıyordu. Göğsünün sıcaklığını hissederken nefesleri tamamen normal hâle dönmüştü. Bende sakinleşmeye çalışırken kötü bir şey olmadığı için şükrediyordum. Doğruldum, yarasının etrafını temizlerken karnında ki kaslara odaklanmamaya çalışıyordum.

 

Yarasını sardıktan sonra sızlayan sırtımı koltuğun başlığına yaslayarak oturdum yere. Parmağında alyans vardı. Bizim için ise bir şans yoktu.

 

🥂

 

Dolap doluydu. Zeynep buraya bol bol uğruyor demekti bu. Bir mercimek çorbası yaptım. Ali hâlâ baygındı, ateşi vardı. Üstünü örtmekten hem çekinmiştim, hem de ateşi olduğu için elim örtmeye gitmiyordu. Etrafı tamamen toparlamıştım. Artık fiziksel olarak elimde kan yoktu. Şuan ise elimde sirkeyle ıslattığım bezi; alnına, göğsüne, boynuna sürüyor, ateşinin düşmesi için sürekli ıslatıyordum.

 

Arayabileceğim biri yoktu. Zaten biri olsa bile telefonum yoktu. Gece saatleriydi, dışarıda ayaz soğukluğu vardı. Bezi boynundan çekerken bir anda bileğimi tuttu. Sert bir tutuş değildi bu. Bir şey söyledi ancak ne dediğini tam olarak anlayamadım. Gözleri kapalıydı. Kulağımı yüzüne yaklaştırdığımda uzun kumral saçlarım şakaklarına tutundu. Derin bir nefes aldı ve tekrar etti. O kadar kısık söylüyordu ki ne dediğini bir türlü anlayamıyordum.

 

"Anne..." dedi hafif yüksek bir sesle, "Geri... Dön." Yutkundum.

 

Zeynep annesiyle ilgili konuşmaktan kaçınırdı hep. Tek bildiğim onları bırakıp gittiğiydi. Babaları ise işleri Selçuk abiye devredip memleketleri olan Mardin'e gitmişti.

 

Boşta ki elim Ali'nin yanağında hayat buldu. Parmaklarım kirli sakallarını sıyırırken derin bir nefes aldı ve tekrar "Anne..." dedi. Yanağını hafifçe okşadım. Ne demem gerektiğini bilmiyordum, ne yapmam gerektiğini hiç bilmiyordum.

 

"Ben annen değilim... Seni bırakmam Ali." Sustu. Eli bileğimi bıraktı ve bedeni tekrar uyku moduna geçti.

 

🥂

 

Yaklaşık iki saat geçmişti. Sabah saatlerine yaklaşıyorduk. Çok şükür ki Ali'nin ateşi düşmüştü. Onu uyandırmak istemediğim içinde yaptığım çorba soğumuştu. Çorbayı tekrar ısıtıp kendime küçük bir tabağa doldurdum. Kendimi yemek yemeye alıştırmalıydım, özgürdüm ve özgürlüğümde beni serumla besleyemezlerdi.

 

Zorla tabağımda ki çorbayı bitirerek Alaz Ali için koca bir kaseye doldurdum çorbayı. Yanına bir kaç dilim limon -Limona haz etmezdim, ki şekilden şekile girerek doğramıştım- koydum. Tepsiyi elime alıp salona girdim. Ali uyanmıştı. Kıpırdamıyordu, öylece beyaz tavanı izliyordu.

 

"Çok mu ses çıkardım?" dedim yüksek olmayan bir sesle.

 

Başını yavaşça bana çevirdi ve "Anlat." dedi. Korktuğum an gelmişti. Yine de duymazdan gelecektim.

 

"Çorba yaptım, acıkmışsındır." dedim elimde ki tepsiyi çenemle işaret ederek. O ise kaşlarını çattı.

 

"Anlat." dedi tekrar, yutkundum.

 

"Neyi?"

 

"Neyi mi?" Sinirlendiğini belli edercesine gözlerini yumdu.

 

"Evet, neyi? Her şey yeterince ortada sanıyordum." Alayla sırıttı.

 

"Oyun mu oynuyorsun benimle?" Başımı iki yana salladım ve elimde ki çorbayı önde ki sehpanın üstüne koydum.

 

"Hayır. Kendi çaban varken, neden ben anlatıyorum?" Saçma bir soruydu, geçiştirmek için söylemiştim zaten.

 

"Okuma-yazma öğrenmiyorum Dela, abimi nasıl öldürdüğünü öğreniyorum! Benimle dalga geçmeyi kes, bir an önce anlatmaya başla." Sesi sertleşirken karşıda ki tekli koltuğa oturdum.

 

"Ailem beni hiç sevmedi." Yerinden doğrulmaya çalıştığında hafifçe inledi, ona doğru ilerleyeceğim sırada elini kaldırıp durdurdu beni. Sırtını koltuğa yaslarken devam etmem için bir bakış attı.

 

"İnsanlar beni pek sevmezlerdi, aynı üniversitede okuduğumuz sırada Asaf'ın kardeşi Nilüfer ile tanıştık. Bende bilgi çoktu, meraklıydım, sürekli araştırmalar yapıyordum. Okulun ikincisiydim ve Nilüfer'in de işine geliyordu bu. Yaklaşık bir yıl boyunca birlikteydik, beni abisiyle tanıştırmıştı. Aramızı arada bir yapmak istese de ben geri çevirip duruyordum, arkadaş olarak görüyordum onu, bazen arkadaş demeye de çekiniyordum. Asaf. Ürkütücü bir adamdı çünkü." Bakışlarımı ondan kaçırmıştım, artık hipnoz olmuş gibi halının desenlerini inceliyordum.

 

"Yine de bana bir zararı dokunmamıştı. O güne kadar. Bilirsin, Abacı'lar eskiden Aldar'ları çok severdi. Selçuk abi, - abi diyorum çünkü benim için bir abiden farksızdı- benimle anlaşabilen nadir insanlardan biriydi."

 

"Ailelerimiz eskiden dostsa, neden senle hiç tanışmadık?" Sorusuyla afalladım. Söyle adama,' üniversite'de seni gördüğüm an vurulmuştum, ama sen beni hep görmezden geliyordun.' de hadi.

 

"Ne bileyim ben? Selçuk abinin yanında kaç defa gördün beni, tanışmak istedinde hayır mı dedim? Gerçi sen onu bile hatırlamıyorsundur Allah bilir. Şahsen ben senin hafta da iki defa olmak üzere eve sarışın çıtırlarla geldiğini biliyorum." Kaşları havalandı ve başını sağına eğerek, "Sarışın çıtır?" dedi sorarcasına.

 

"Şerefsiz, yattığın kızların yüzüne hiç bakmıyor muydun?" dedim kendime hakim olamayarak, oysa bana neydi. O ise baş parmağını dudağının kenarına sürterek güldü.

 

"Her neyse!" dedim öfkeyle, "Zeynep'le de pek anlaşamazdık. Aynı üniversite'deydik, o gıda mühendisliği okuyordu, ben kimya mühendisliği... Nilüfer'i o da tanıyordu, yakın arkadaş çevresindeydi. Biz Asaf ile arkadaş gibiydik. Bir gün beni aradı. Zor durumda olduğunu söyledi, konum atacağını onu kurtarmam gerektiğini söyledi. Korktum. Ona sırtımı dönemezdim. Karahan'a söylesem beni engellerdi. Bende Arslan'ı aradım. Başımın derde gireceğini söyledim ve Asaf'ın attığı konumu ona attım." Tamamen ciddi bir ifadeyle beni dinliyordu.

 

"Attığı konum bir depoya aitti. Babamın silah depolarından biri... Ellerinde siyah eldivenler vardı ve bir silah... Gümüş kabzalı bir silah. Selçuk abi karşısındaydı. Dağılmış gözüküyordu, yüzü gözü kan içindeydi. Bir sandalyeye bağlanmıştı." Transa girmiş gibi bir noktaya odaklı anlatıyordum.

 

"Ben içeri girdim, Asaf ilk silahı bana doğrultunca Selçuk abi 'Her şey için çok geç Asaf, o kıza silah doğrultman senin zararına...' dedi. Asaf... Sinirlendi, Selçuk abiye üç kurşun sıktı." Derin nefesler almaya çalıştım. Titreyen sesimle devam ettim.

 

"Bayılmışım. Asaf silahı elime koydu, artık Selçuk abinin karşısında ben vardım." Başımı ona çevirdiğimde gözleri öfke saçıyordu. Beni öldürmek istediğini gözleriyle anlatıyordu sanki. Bu da demek oluyordu ki: Bana inanmamıştı.

 

"Uyandığımda Arslan ve Karahan başımdaydı. Neden böyle bir şey yaptığımı bağıra çağıra soruyorlardı. Ama ben yapmadım Ali... Ben yapmadım." Gözleri alayla kısıldı.

 

"Sesler duyuyordum, bana ait olmayan... Hastaneye yatırdılar. Disosiyotif Kimlik Bozukluğu teşhisi kondu. Neymiş ben zihnimde iki ismimle de çatışıyormuşum! Bu yüzden insanlara zarar verme gibi bir eğilimim varmış!" Beni anlamak istercesine baktı bir süre, sonra düşünür gibi etrafına göz gezdirdi.

 

"Karahan'ı tehdit edip çıktım hastaneden. Okulu açıktan bitirip yurt dışına çıktım. Biraz orada takılıp, yaşayamayacak hâle geldikten sonra Türkiye'ye geri döndüm. Ama artık önümde kanlı bir dava vardı. İntikam koltuğuna oturan sendin. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. İki tarafta cemiyetle birlikte ikiye ayrılmıştı. Sizi sevmeyenler Abacı'ları savunuyordu. Babamın gözü her zamankinden daha çok hırsla parlamıştı. Başa geçmek istiyordu, Abacı'ları savunanlar bunun için kan dökmeye hazırdı. Senden bihaberdim. Sen beni öldürmek haricinde ne istiyordun, bilmiyordum." Sırıttı.

 

"Bende o kanlı koltuğu istiyorumdur belki?" Gözlerimi yumdum.

 

"Sen intikam istiyorsun, sen kan istiyorsun fakat o kanlı koltuk senin umurunda bile değil. O kadar eminim ki bundan." Kaşları havalandı, kahvenin en güzel tonları hiddetle parladı.

 

"Neden bu kadar eminsin?" Çünkü seni bir yerden sonra senden bile iyi tanıyorum. Duymamazlıktan gelerek devam ettim.

 

"Babam kan dökmek için beni kullandı. Patlayıcı yaptım. Onlarca insanın ölümüne sebep oldum." dedim ellerime bakarak.

 

"Bana kimseyi öldürmeyeceklerini söylemişlerdi! Tamer Abacı söz vermişti. Sana bir şey söyleyeyim mi? Tamer Abacı verdiği sözleri tutmayı hiç sevmez. Beni kullandı! O koltuk için beni kullandı. Güç için beni kullandı. Bazı şeylerin farkına vardığımda öfkeden deliye döndüm, beni bulmaman için evim ormanın içerisindeydi. Tarzan gibi ormanın içerisinde yaşıyordum!" Beni çözmeye çalışıyordu ve dudaklarından 'hah' diye bir ses çıktı.

 

"Sen kafayı sıyırmışsın!" dedi yorgunluğunu belli eden bir sesle.

 

"Ben kafayı sıyırmadım! Ben katil oldum. Ben onlarca insanın katili oldum! Anne olmak istiyordum, bebeğime tüm sevgimi vermek istiyordum. Ellerimde ki kanla değil kendi bebeğimi kucaklamak, yoldan geçen bir çocuk gördüğümde bakışlarımı kaçırıyorum. Anlıyor musun? Tüm hayallerim teker teker düştü gözlerimden. Benim hayata dair kalan tek hayalim çöp oldu."

 

Seninle bir oğlumuz olması... Gözleri seninkilere benzesin. Çünkü çok net bakıyorlar, bir kartal gibi keskin... Bana huyları dahi benzemesin. Sana benziyordu hayalimde, küçük bir Alaz Ali vardı kucağımda. Ellerime kan bulaşınca hayal etmeye korktum.

 

"Bana ne yaptıklarının farkında bile değillerdi. Karahan, senin beni bulmak üzere olduğunu, tehdit aldığı için beni güvenli bir hastaneye yaptıracağını söyledi ve söylediğini yaptı da. Bir şeyi gözden kaçırmıştı, sen beni bulamasan bile Asaf beni çoktan bulmuştu. Her hafta dört defa geliyordu. Onun geldiği günlerden nefret ediyordum. Yatağa bağlı yaşıyordum," Tırnaklarım avuç içlerimi kesiyordu.

 

"Hastaneden kaçtım. Nasıl yaptığımı biliyorsundur, sorma o yüzden. Sen oradaydın, gördüm seni. Sonra evi buldun zaten. Gerisini biliyorsun," Dudaklarını 'bitti mi?' dercesine kıvırdığında başımı iki defa salladım.

 

"Telefonum nerede?" diye sordu. "Bilmiyorum, seni kan revan içinde eve sokmaya çalışırken telefonunu düşünecek değildim." dedim omuz silkerek.

 

"Senin telefonun nerede?" dediğinde, "Evden kaçtım ben, telefonumu da bana ulaşamasınlar diye camdan attım."

 

"Telefonunu sana ulaşamasınlar diye camdan attın, bravo! Çok mantıklı hareketler bunlar!" dedi tebrik eder gibi ellerini belli aralıklarla birbirne çarparak. Bir kaç saat öncesinden vucüdundan kurşun çıkarılmış bir adam için fazla dinçti.

 

Ellerini ceplerine attı sonra bana bakarak, "Bu şanlı görevi sana veriyorum Ezgi. Benim hâlim yaman, telefon arabada olmalı... Git alda gel hadi."

 

"Ezgi deme bana!" Anlık öfkeme şaşırmış gibi bakarak hafifçe öne eğildi ve onun için getirdiğim çorbayı içmeye başladı.

 

"Tamam Mavi Boncuk, hadi... Telefona ihtiyacımız var." Mavi Boncuk mu demişti o bana? Mavi Boncuk... En son beni kaçırdığında gözlerimin güzel olduğunu söylemişti. Yani daha çok 'O güzel gözlerini yerinden sökmekten üşenmem.' gibi bir şeydi ama olsundu.

 

"Üşümüyor musun sen?" dedim konudan bağımsız, "Çok üşüyorum be." Yarım ağız sırıttı. "Telefona ihtiyacımız olduğunu söylemiş miydim?" dediğinde göz devirdim ve ayağa kalktım.

 

Kendime ait olan odaya gidip dolabı açtım. Karahan'dan arakladığım ve kaybettim sanıp iki saat aynısını bulmaya çalıştığım sweatshirt'ü elime aldım ve bol giyinmeyi sevdiğimden aldığım ama bana sandığımdan çok daha büyük gelen eşofman altıyla kombinledim. İçeri dönerken elimdekileri koltuğun üzerine bıraktım. Ali hâlâ çorbasını içiyordu, sorun çıkarmadan içmesi güzeldi.

 

"Giy bunları, gömleğinde pantolonunda kan oldu hep." Bana bakmadan, "Çorba güzel olmuş." dedi. Gülümsemeye çalıştım.

 

"Afiyet olsun." dedim ve arabanın anahtarını alıp kapıya yöneldim.

 

Kapıyı açar açmaz karşı komşumuz olan o çapkın adamla göz göze geldim. Siması şimdi tanıdık olmaya başlarken elinde ki bira şişesini savurganca bana uzattı. İçeri girmeye çalıştığında göğsünden itekledim.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun? Çekil git evine," dedim tekrar itekleyerek.

 

"Hadi... Nazlanma güzelim, ver bi' alt yanak..." Adam o kadar sarhoştu ki düzgün cümle bile kuramıyordu.

 

"Def ol! Ne yanağı ayyaş herif?!" Sırıttı ve bedenimi süzdü en son gözleri bacaklarımda durduğunda iğrenç sırıtışı genişledi. O sırada içeriden gelen ve tüm dikkatimin bozulmasına neden olan sesle arkama döndüm.

 

"Bir sorun mu var?" demişti Ali, üstünde daha demin verdiğim sweat vardı.

 

"Bu kim amına koyayım? İki kişiyi birden mi idare ediyorsun orospu?!" dedi karşımda ki adam ve tüm binayı inletecek kadar güçlü iğrenç bir kahkaha attı.

 

"Var bir sorun, var!" dediğimde Ali, kahvenin en güzel tonlarına hiç yakışmadığına şimdi emin olduğum ve küçük bir kıvılcımdan koca bir yangına dönüşen öfkeyle adama baktı.

 

Ona kalmadan adamın kasıklarına bir tekme attım ve öne eğildiği anda omzuna da bir tekme atarak yere düşmesini sağladım. Ardından Ali'ye dönerek, "Beş dakikaya dönerim, sen bunu paketle ben gelene kadar." dedim sinirli olduğumu belli eden otoriter bir ses tonuyla.

 

Bakışlarında şaşkınlık varken arada bir hayranlık kıvılcımları da var gibiydi ama sadece gibiydi. Emin değildim. Gözleri çoğu şeyi kamufle edebiliyordu.

 

🥂

 

Akın'ı aramıştı. Onu buradan alması için Akın'a konum atmıştı. Akın, onun tek güvendiği adam olabildi. Gidecekti, ben ne yapacaktım peki? Evime dönecektim sanırım. Abacı'ların yanına gidemezdim, ki şuan Ali'yi kurtardığımı bilseler beni evlatlıktan reddedebilirlerdi. Umurumda mıydı? Sanırım değildi.

 

Yaklaşık bir saattir aynı odada sessizliğimizi koruyarak oturuyorduk. Ne o konuşuyordu, ne ben... Ona sormam gereken bir sürü şey vardı. O ise o kadar anlattıklarımdan sonra hiçbir şey sormamıştı. Bakışları bazen sinirli bazen sakin'di ama tamamen sakin değil ya da sakinde değil. Anlayamıyordum, bakışları karmaşıktı. Ne düşündüğünü, ruh hâlini anlayamıyordum. Sessizliği ilk ben bozdum.

 

"Dekstrokardi nedir?" Uzandığı yerden başını kaldırdı ve kısa bir süre yüzüme baktı.

 

"Kalbin ters olması durumu... Doğuştan gelen birşey." diye yanıtladı.

 

"Kötü mü peki? Yani sağlığın açısından..."

 

"Bir kötülüğünü görmedim ancak yanlış müdahale kötü sonuçlar doğurabilir elbette." dedi bana değilde hemen yanında oturduğum koltuğun arkasından gökyüzüne bakarak.

 

Kapı sert bir şekilde ısrarla çalındı. Yerimden kalkıp kapının önüne doğru yürüdüğümde Ali beni izliyordu. Kapıyı açtım, açtığım anda Akın ile karşılaşmam bir oldu, elinde bana doğrulttuğu silahla birde. Ellerimi teslim olur gibi kaldırırken karşı daire kapısına ellerinden bağlanan ayyaş adamı da gördüm, sızmıştı. Akın beni içeri doğru yürütürken Ali'nin sesi odada yankılandı.

 

"Akın, silaha gerek yok." dediğinde Akın ona öfkeli gözlerle baktı.

 

"Onun ölmesini isteseydim, yarasına müdahale etmezdim." dedim kararlı bir şekilde, "Yani şuanlık benden size zarar gelmez."

 

"Şuanlık?" dedi Akın sırıtarak, silahı yavaşça indirdi.

 

"Yani arabanızın altında bir bomba bulmadığınız sürece, benden size zarar gelmez."

 

"Dalga mı geçiyorsun? Madem kötü bir niyetin yoktu, neden bana haber vermek yerine onu buraya getirdin?!" Göz devirdim.

 

"Bana hesap mı soruyorsun sen?" dedim dişlerim arasından fısıldayarak.

 

"Yeter." Alaz Ali'nin sesiyle ikimizde ona döndük.

 

"Aptal mısın lan sen?!" dedi Akın, Ali'ye dönerek. "Tek başına çıkmak ne demek amına koyayım?!"

 

"Kız tüm planı bozdu! En başından beri buradaydık, aşağıda bekleyen adamlarla. Teşrif edip çıksaydın yukarı, davetiye göndermemi mi bekliyordunuz?!" Kaşlarım havalandı.

 

Nasıl yani? Alaz Ali'nin adamları, Akın dahil olmak üzere aşağıdalar mıydı zaten? En başından beri buradalar mıydı?

 

"Bir dakika, bir dakika... Siz bizi takip ettiniz öyle mi? Zaten aşağıdaydınız, ben Ali'yi kanlar içinde yukarı çıkarırken de bir el atmak umurunuzda olmadı, öyle mi?" Akın tüm öfkesini bir kenara bırakarak elini ensesine attı.

 

"Sizi takip etmedik. Arabada ki chip'ten bulduk burayı."

 

"Sahildeydiniz, Ali vurulmuştu ama siz hiçbir şey yapmadınız!" Yani der gibi başını salladı.

 

"Markette ki kadın peki?"

 

"Tanıdık." dedi Ali. "Dünden beri o kadını haşlamayı düşünüyordum, biliyor musun sen? Ne demek tanıdık?" diye söylendim hafif yüksek bir sesle.

 

"Sonra hesaplaşırsınız. Alaz, gitmemiz lazım. Karahan Abacı, buraya geliyor." Ali rahat bir şekilde "Gelsin." dedi.

 

"İki dakika götün başın ayrı oynamasında başımızı derde sokma amına koyayım! Kızı ne yapacağız?" dedi Akın saçlarını karıştırarak.

 

"Onunla yollarımız ayrılıyor." Ali'ye baktım.

 

"Abacı'yı şaşırtmamak olmaz. Kardeşlerine düşkündür o, peki ya sana Mavi Boncuk?" Ne demek istediğini anlamak için kahvenin en güzel tonlarını izlemeye devam ettim.

 

"Alaz, yağmurdan kaçıp doluya tutulmak bu, emin misin?" Gayet ciddi bir bakış attı Akın'a.

 

"Mavi Boncuk, canın tatlı mıdır?" diye sorduğunda yarasını tutarak ayağa kalktı.

 

"Neyse, on beş dakika can çekişmek çok zor olmasa gerek... Anlattıklarına inandığımı düşünmedin herhalde?" dedi bana doğru ilerleyerek.

 

"Beni öldürecek misin?" diye sordum ondan daha rahat bir şekilde. Yüzünde ki ciddiyette bir değişiklik olmadı. O sırada Akın'dan silahı aldı.

 

"Mantıklı bir çözüm değil mi ama? Herkes rahatlığa kavuşmasın mı?" dediğinde ürkütücü gelmişti.

 

"Kavuşsun tabii, kavuşsunlar." Sırıttı.

 

Bana doğru yürüdüğünde tam karşımdaydı. Aramızda bir adım, elinde bir silah vardı. Beklemediğim bir anda omuzlarımı sardı ve kısa bir an bana sarıldı. Gözlerim irileşti, kıpırdayamadım. Kokusu ciğerlerimi istila etti ve kulağıma fısıldadı.

 

"Eyvallah Mavi Boncuk," dediğinde kaskatı kesilmiştim, enseme batan iğneyle afalladım.

 

Ben ona sarılmıyordum ama bedenimde ki tüm gücün çekilmeye başlamasıyla bana neden sarıldığını anlamış oldum. Yutkunmaya çalıştım, dizlerim tutmuyordu. Nefes alıp almadığımı bile hissedemiyordum. Bedenimin devrilecek gibi olduğunda Ali belime destek verdi ve bedenimle birlikte yere inleyerek çöktü. Eli sırtımdaki bandajlara değince oradaki acıyı da hissetmediğimi fark ettim. Ne yapmıştı bana? O iğne nereden çıkmıştı?

 

Silah yerdeydi, ben kıpırdayamıyordum. Şuan beni öldürebilirdi, zaten öldüreceğini söylemiş kadar olmuştu. Beni soğukluğunu hissedemediğim betona uzandırırken başımı tutuyordu. Gözlerim sanki günlerdir uykusuzmuşum gibi ağır ağır kapanırken Ali kulağıma eğildi.

 

"Korkma," Fısıltısı karnıma hissiz kelebekleri uyandırmak ister gibi sakindi, tüm hissizliğim bir anda acıya dönüştü. Bağırmak istiyordum belki de ancak sesim çıkmıyordu.

 

"İyi uykular Mavi Boncuk..." dedi benden uzaklaşırken.

 

Sesler kesildi, kulaklarım sağırlaştı belki de. Çığlık atmak istedim. Ben onu kurtarmışken beni bu hâle getirmesi canımı yakmıştı. Dik duramıyordum, onun karşısında bir harabeydim. Oysa her acı bir dik duruştu yaşamak için. Ali benim kamburum olmuştu.

 

-BÖLÜM SONU-

 

 

 

Küçük bir soru:

 

Alaz Ali'nin amacı neydi?

 

 

Minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen. 💫

 

Bir daha ki bölümde görüşmek üzere. 💐 💕

 

ildi, kulaklarım sağırlaştı belki de. Çığlık atmak istedim. Ben onu kurtarmışken beni bu hâle getirmesi canımı yakmıştı. Dik duramıyordum, onun karşısında bir harabeydim. Oysa her acı bir dik duruştu yaşamak için. Ali benim kamburum olmuştu.

 

-BÖLÜM SONU-

 

 

 

Küçük bir soru:

 

Alaz Ali'nin amacı neydi?

 

 

Minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen. 💫

 

Bir daha ki bölümde görüşmek üzere. 💐 💕

 

 

Loading...
0%