@zeroskywalker
|
Bölüm 1 -Ölüm-
Önümde dizili kitapları karıştırırken bir yandan da arkadaşımın söylenmelerini dinliyordum. "Annemin şu kitapları öylece bırakıp gitmesinden bıktım!" Konularına ayırdığım kitapları teker teker raflara diziyor, arada içini açıp karıştırıyordu. Elini bir kitaba attığı sırada içinden düşen eski bir kağıt parçasıyla duraksadı. "Bu ne şimdi?" Diye tısladı sinirle. Onun eğilmesini beklemeden oturduğum yerde ileri doğru hareketlendim, kağıdı elime aldığım gibi incelemeye başladım. Üzerinde yuvarlak ortasında ise beyaz taş olan bir kolye vardı. Kolye hakkındaki yazılar, Antik Mısır'a aitti. Antik Mısır alfabesini bilmiyordum, o yüzden okumaya çalışmadım. "Neymiş?" Hazal elindekileri bırakırken yanıma çömeldi. Kağıda bakarken kaşları her geçen saniye çatıldı. Annesi sayesinde azda olsa Antik Mısır diline hakimdi. Gözleri yazıların üzerinde oyalandı, okudukları ilgisini çekmemiş olacak ki kağıdı bana doğru iterken "Yalnızca büyülü olduğu tahmin edilen bir madalyon olduğundan bahsediyor." Diye mırıldandı. "Hayvan başlı tanrılarından birine aittir." Annesinin kütüphanesini sevmiyordum, sebebiyse buydu işte! Nereden neyin çıkacağı asla belli olmuyordu. Bu odaya girince tüylerimin diken diken olmasına engel olamıyordum, içimi bir huzursuzluk kaplıyordu. "Bunu daha önce görmüştüm." Dedi Hazal yerinden kalkıp kütüphanedeki küçük dolapları karıştırırken. "Neredeydi ki?" Kendi kendine mırıldanırken gözlerimle onu takip ediyordum. "Annen hala o antik eşyaları eve getiriyor mu?" Diye sordum. Gözlerim rengini tozlardan ötürü kaybetmiş beyaz tişörtündeydi. Bu odayı annesi ne zaman evden ayrılsa temizlerdik. Temizlik de aslında bir bahaneden ibaretti, annesi evdeyken kütüphaneye girmesine izin yoktu o gidince pencereye bir merdiven dayıyor oradan da bu odaya çıkıyorduk. Şansımıza arka bahçeye bakan pencere kırıktı, kapanmıyordu. Onu kullanarak her seyehatinde buraya girer odayı kurcalardık. Hazal'ı izlerken rafların arasındaki bir karartı takıldı gözüme. Gölge gibiydi. Kaşlarım çatıldı göğsüm korkuyla hareket etti. Bu da neydi şimdi? Aynı yere bakmayı sürdürdüm ancak artık orada bir gölge göremiyordum. Belki de yanlış görmüştüm. Omuz silktim, lanet kütüphane aklımı karıştırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Gözlerimi o aralıktan çekip tekrar Hazal'a döndüm. Yaptığımız bu haylazlık hoşuma gitmese de Hazal'ı yalnız bırakmak istemiyordum. Annesinin bu kadar karşı olmasının bir nedeni olduğunu düşünüyordum. Huzursuzluğu bastırmaya çalışırken Hazal aramaya bir son verip yanıma geldi. "Bulamadım. Ama gördüğüme eminim!" Diye diretirken ben madalyonu çoktan unutmuştum, dikkat sürem biraz kısıtlıydı da. Eskimiş kağıdı aldı ve kitabın içine yerleştirdi. "Umarım annen hangi sayfanın arasına yerleştirdiğini bilmiyordur." Dedim kağıdı öylesine bir sayfanın arasına koyuşunu izlerken. Kafasını iki yana salladığı sırada elime geçen bir başka kitabı da konusuna göre kümesine yerleştirmek için hareketlendim, lakin isim ilgimi çekince duraksadım. Elimdeki kitap Türk mitolojisiyle ilgiliydi. Annesinin mitolojilerle ilgilendiğini biliyordum, araştırmalarında bazen onlardan yararlanırdı. Yine de garipsemeden edemedim, Fülya abla genellikle Mısır ve çevresiyle ilgiliydi. Türkiye'deki herhangi bir kazı çalışmasına katıldığını görmemiştim. Muhtemelen sadece merak ettiği için buradalardı. Kitabın kapağını açmak için hazırlandığımda duyduğum ıslık sesiyle huzursuzlanarak kaldırdım başımı. Bu da neydi şimdi? Çevreme bakınmaktan alamıyordum kendimi, gözlerim benden bağımsız o gölgeyi arıyordu yine. "Annem sence de garip bir kadın değil mi?" Dedi Hazal hala Mısır'la ilgili olan kitapları diziyordu. Islık sesini duymuyordu anlaşılan. Belki de benim kulağım çınlıyordu, hakkımda kim konuşuyorsa kafasına kazan düşse iyi olurdu. "Garip kelimesi az kalır. Aşırı gizemli bir kadın." Onunla konuşurken bir yandan da ilgimi çeken mitoloji kitabını inceliyordum. Tengri'den başlıyor tüm tanrıları anlatıyordu. Türk mitolojisi her daim ilgimi çekmişti, her mitolojide sevdiğim bir tanrı veya tanrıça olurdu. Türk mitolojisinde ayırım yapmasam da Ülgen ve Gün Ana en sevdiklerim arasına girerdi. Sayfaları çevirirken karşıma çıkan isimle duraksadım. Erlik Han. Ülgen iyiliği simgelerken, o kötülüğü simgeliyordu. Beni korkutan tanrılardandı, atalarımın ölünce onun gibi bir ruhun karşısına çıkma fikirleri gerçekten ürkütücüydü. Erlik hakkında herkesin bildiği basit ve temel bilgilere sahiptim. Okuduğum çoğu kitapta 9 oğlu ve 9 kızı olduğu söyleniyordu. Kara Kızlar ve Kara Oğlanlar. Boynuzlara sahip olduğunu, insan kafatasından bir kadehi olduğunu biliyordum. Genellikle çirkin bir figür olarak tasvir edilirdi. Yaşlı, çirkin dişli, domuza benzeyen bir suratı olduğu söylenilirdi ki ben bu tasvirin kötü bir kişiliğe sahip olduğundan yapıldığını düşünürdüm. Gözlerim sayfada gezinirken dikkatimi çeken bir paragrafı kısık bir mırıltıyla okudum. "insan, tanrı tarafından yaratıldığında temizdir; fakat Erlik, insanın ruhunu kirlkirletir. Sözlerim üzerine Hazal kafasını hafifçe benden yana çevirdi. "Annem Türk mitolojisini hiç sevmez, onları halen neden evde tuttuğuna anlam veremiyorum." Diye mırıldandı. Duyduklarımla gözlerim kocaman açılırken "Sevmiyor mu gerçekten?" Diye hayretle sordum. Sevdiğim ilk 4 mitolojiden biriydi. "Diğer mitlerdeki gibi yazılı bir kaynağı olmadığı için pek net olmadığını düşünüyor." Dedi omuz silkerek. "Çok fazla boşluk varmış." Söyledikleriyle beraber daha fazla üzerinde durmadım. Unutulmaya yüz tutmuş bir mit olduğu doğruydu. Türk halkı eski geleneklerine diğer milletlerden daha çok düşmandı. Kendi mitolojileriyle ilgili bir video gürünce bile düşmanlık yapan insanlar vardı. Omuz silktim, açıkçası umurumda değillerdi. "Erlik çok korkunç." Diye tısladım sayfadaki çizim üzerinde parmaklarım gezinirken. Hazal sözlerim üzerine çıktığı sandalyenin tepesinden sayfaya kısa bir bakış attı. "Karakteri de öyle." Dedi umursamaz bir tavırla. "Kendisine hasta ve sakat hayvanların adanmasından hoşlanıyormuş! Böyle bir tanrı ancak bizim mitolojimizde olurdu zaten." Sözlerine gülmeden edemedim. Doğru söylüyordu. Ben gülerken o anlatmaya devam etti. "Sarayının kapısında iki ejderha nöbetçi olarak duruyormuş, bazıları ejderha değil de yılan olduğunu söylüyor." Bu kısmı biliyordum Abra ve Yutpa. Sarayını korumakla görevlilerdi. Birde iki yardımcısı vardı. Pora Ninci ve Kara Ninci. İki köpeği olduğundan söz edilen kaynaklar da mevcuttu; Kazar ve Pazar. Ölüm tanrısı Aldacı da onun elçisiydi. Birnevi ölüm meleğiydi. "Şu sayfayı artık değiştirir misin, bana bakıyormuş gibi hissediyorum içim ürperiyor. Ölünce böyle bir şeyle karşılaşma fikri kimin aklından çıktıysa bravo! İnsanları ölümden daha fazla korkutamazlardı." Aynı fikirde olduğum için sayfayı değiştirdim. Korkunç bir tanrıydı! Kitabı kapattığım gibi ait olduğu kümeye yerleştirdim. Kitapların arasına karışan telefonumu güç bela bulduktan sonra ekranı açıp saate göz gezdirdim. 23.19! Birazdan evde olmazsam babamın elinden kurtuluşum olmayacaktı. "Hazal Can, benim acilen gitmem lazım." Dedim ağlamaklı bir sesle. "Ama daha bitmedi ki, beni bu kurtlar sofrasında tek mi bırakacaksın!" Dramatik bir sesle haykırıp sol elinin sırtını alnına yasladı. "Böyle kalleşlik görülmedi!" "Biraz daha beklersem baba kurt beni sofra yapacak!" Şimdi dramatikleşen taraf bendim. "Arkadaşının sofraya dönüşmesini ister misin, Hazal Can?" Zorlasam ağlardım. "N'olamaz! Ateşli kekim Çolpan, sofraya dönüşemez!" Elindeki kitabı da yerleştirip sandalyeden atladı. "Yarın yine gel, Ateşli kek Çolpan." Soylu biriymişim gibi olmayan şapkasını kibar ama gösterişli bir şekilde çıkardı. Önümde eğilirken bir yandan da gülüyordu. "Elbette ki geleceğim, Hazal Can!" Dedim ve bir prenses edasıyla olmayan eteklerimi kaldırdım. "Görüşürüz, Lord Islak Çorap!" Pencereden bacaklarımı sarkıtıp merdivenlerden aşağı inmeye başladım, Hazal orada daha fazla bekleyememiş olacak ki hızla peşimden geldi. "Görüşürüz kanzi, yarın bekliyorum." Bu sefer ciddiyetle konuşuyor, işaret parmağını karşımda sallıyordu. "Tamam tamam. Geleceğim." Dedim ve ufak bir sataşmanın ardından taksiye atlayıp evimin yolunu tuttum. ☾ Anahtarı yuvasına yerleştirdiğimde gelen tık sesiyle sessiz olduğuna inandığım şekilde içeri girdim. Babam ve annem çoktan uyumuş olmalıydı. Babam işe saat 5'te gittiğinden 10'da yatakta olurdu, annem ise genellikle işe geç giderdi bu yüzden bazı geceler geç saatlere kadar uyanık kalıyordu. Bu gecenin o gecelerden biri olmaması için içten içe dualar ediyordum. Babam biraz geri kafalı olduğundan saat 21.00'den sonra dışarda olmama katiyen karşıydı.
Ayakkabılarımı her zamanki yerine yerleştirdiğim gibi parmak uçlarımda yüreyerek odama girdim. Tam kapıyı arkamdan kapatacağım sırada kulaklarıma dolan ıslıkla ayaklarım yere adeta çakıldı. Korku filminde falan mıydım, bu neydi şimdi? Kapı arasından girişe kısa bir göz attım. Hiç kimsecikler yoktu. Gözlerimi sıkıca yumarak derin bir nefes aldım. Sakinleşmem gerekliydi. Kapıyı sessizce kapatıp üzerimi dahi değiştirmeden kendimi yatağa atacaktım ki, yatağımın ucunda gördüğüm şeyle çığlığı basmamak için yanağımın içine dişlerimi geçirmem gerekmişti.
O siyah karartı uğursuz bir şekilde yatağımın hemen ayak ucunda, duvarın yanında duruyordu. Üzerinde upuzun siyah kıyafetler vardı, başına geçirdiği kapuşon nedeniyle ne olduğunu göremiyordum. Hırsız mıydı? Arkadaşımın evinden buraya kadar beni takip eden bir hırsız?
Hızla dolabımın kulbuna asılı duran askılardan birini -demir olanı- alıp yatağımın ucundaki şeye yürüdüm. Bir kılıçmış gibi askıyı hırsıza doğrulttum. "Ne istiyorsun?" Sesimi kısık tutmaya dikkat ettim. Babam uyanırsa ve benim hala ayakta olduğumu görürse öfke atakları geçirebilirdi. "Bak, bence konuşarak halledebiliriz."
Hiçbir cevap vermiyordu, yalnızca öylece kıpırdamadan duruyordu. Sanırım konuşsa daha az korkardım. Islık sesi giderek artarken yutkunarak onu izledim. "Abi bak, mevzu paraysa hallederiz." Dedim yalvarır gibi. "İnanmayacaksın ama benim villalarım var." Villa nereden çıkmıştı bilmiyorum, öyle bir şeyim de yoktu zaten ya!
"Birini sana veririm abi, nolur git!" Askıyı gelişigüzel salladım. "Bak telefonum da var, hatta al senin olsun." Tekefonu cebimden çıkarıp üzerine doğru fırlattığımda telefon duvara çarparak tiz bir ses çıkardı. "Ama neden tutmadın ki!"
Karartı bir anda silikleşip kaybolmaya başladığında delirdiğimi düşünerek kendimi yatağıma attım. "Tanrılar onlara inanmadığım için bana bela falan mı okudular acaba?"
☾
Gözlerimi canım arkadaşım Hazal Can'ın sesiyle açtım. Hava henüz karanlıkken onun bu saatte neden sokağın ortasından bana seslendiğini bir türlü anlamlandıramamıştım.
Yatağımdan hızla kalkıp fransız balkona doğru ilerledim. Tırnaklarımı trabzanlara yaslarken adımı neredeyse on defa bağırmış olan arkadaşım Hazal'a kısa bir bakış attım. Gecenin bir yarısı heyecanına yenik düşüp kapıma kadar geleceği ne gibi bir olay olmuş olabilirdi ki?
"Çolpan!" Bir kez daha bağırınca komşulardan birinin sertçe cam kapıyı araladığını işittim.
"Az saygılı olun! Uyuyan insanlar var." Hatice teyzenin bağırışıyla Hazal sinerek ona kısa bir bakış attı, ağzının içinden ufak bir özür mırıldandı. "Biz sizin yaşınızdayken sesimizin duyulmasından çekinirdik, birde şunlara bak! Dünya alem duysun istiyorlar." Hatice teyze söylene söylene içeri girdiğinde Hazal çantasından tam olarak göremediğim bir şey çıkardı.
"Şuna bir bak!" Diye fısıldadı keskin bir sesle. "O kağıttaki madalyon!" Eve girmeyip bahçeden üçüncü kata göstermeye çalıştığı nesneye bir anlam veremezken biraz daha eğilmiş bulundum. "Gerçekten Mısır tanrılarından birine ait olabilir." Sözleri üzerine merakım iyice artmıştı.
Hazal'ın annesi arkeologtu, uzun zamandır Mısır'da çalışıyordu. Bazen hoşuna giden şeyleri incelemek adı altında cepleyip eve getirdiği de olurdu ve asla geri götürmüyordu. Yaptığını hiç hoş karşılamasam da tarihi eserleri kendi gözlerimle görmek gerçekten de harika bir şeydi. Ama bazen aklımı kurcalamıyor değildi, tarihi eserleri alıp eve getirmesine nasıl izin verildiğini anlayamıyordum doğrusu. Sonuçta bunlar tarihi eserdi; öylece ben bunu incelemek istiyorum, diyerekten evine getiremezdi. İşin içinde bir iş vardı, yakında kokusu çıkardı.
"Çolpan, aşağı gelsene göstereyim sana!" Diye sızlandığı esnada havaya kaldırdığı madalyonun ışıldadığını görmüştüm. Gözlerim büyürken biraz daha eğildim. Tam olarak görmeye başlayamasam da artık seçebiliyordum, yine de eğilmeye devam ettim. Hazal'ın elinde tuttuğu madolyondan çıkan beyaz ışık büyümeye başlarken trabzanlardan gelen 'çıt' sesiyle daha ne olduğunu anlayamadan kafa üstü aşağı yuvarlanmaya başladım. Aşağı doğru düşerken kısa bir an Hazal'a bakmıştım, onun haykırışlarını duyuyordum. Başta benim için olduğunu düşünmüştüm ancak durum farklıydı, madolyonun yaymaya başladığı beyaz ışık onu neredeyse yutuyordu. Düşüşümün etkisiyle gözlerim kararmaya başlarken arkadaşımın beyaz ışıkların arasında nasıl kaybolup gittiğini izledim.
Tüm bu gördüklerimin zihnimin bana bir oyunu olduğunu düşündüğüm esnada bedenimde hissettiğim şiddetli ağrıyla gözlerimi sıkıca yumdum. Başımdan süzülen sıcak bir sıvının sırtımdan aşağı doğru ilerlediğini hissediyordum. Gözlerim kapanmakla açılmak arasındaki bir çizgide ilerlerken kararan görüşümün arasında bir beden seçebilmiştim. Başta Hazal sandım ama değildi, Hazal son görüşümden bu yana bu kadar uzamış olmazdı.
Siyahlar içinde olduğunu tahmin ettiğim beden yanıma yaklaştı, önümde eğildi. Sırtüstü yerde yatıyordum, acı tüm bedenimi kasıp kavurken gözlerim sanki kapanmak için bedenin bir hareketini bekliyordu. Uzun; paçavraya benzeyen kıyafetler heybetli bedenin etrafını sarmıştı, odağımı ondan çekip arkasındaki hareketliliğe diktim. At; heybetli, büyük bir at arkada durmuş deli gibi kişniyordu. Başından beri beden olarak adlandırdığım bu şey, Ölüm tanrısıydı! Aldacı Han, beni almaya mı gelmişti? Çevrede gezinen ruhlara baktım, okuduğum bir kitapta Aldacı Han'ın canı almaya geldiğinde yanında canı alınacak kişinin atalarının ruhlarının da geldiği yazıyordu. Bunlar onlar olmalıydı.
Kesinlikle hayaldi, Hazal'ın yanında geçirdiğim o süre boyunca okuduğum kitapların etkisi olmalıydı. Bir daha o kütüphaneye girmeyecektim, bana iyi gelmiyordu. Rüyalarıma bile girmeye başlamışlardı.
Rüyada hissedilen fiziksel acı bu kadar gerçekçi olabilir miydi?
Düşüncelerimle boğuşurken Aldacı Han'ın elini yüzümde hissettim. Zihnim kapanmaya başlarken, yoğun acıya dayanamaz oldum. Sanırım ölüyordum. Bütün bunlar gerçekti.
Karanlık zihnimi ele geçirdi, soğuk his tüm bedenimi talan etti. Hatırladığım son şey ruhumu bedenimden ayıran kuvvetli çekimdi.
|
0% |