Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. BÖLÜM: KAN RESİTALİ

@zeusuyratlmamshera

Heveslerimin değil, hedeflerimin peşinden giderdim. Hayatımda çok fazla hedefim olmuştu ve en büyükleri hep başarıyla sonuçlanmıştı. Bulunduğum okula girmek de bunlardan bir tanesiydi. Okula girerken tiyatro takımına girmek hedeflerim arasında yoktu.

Ama sıradaki hedefim, okulumun tiyatro takımına girmekti.

Bu takım, diğer tiyatro takımları gibi değildi. Bulunduğum bölgede tiyatroyla çok fazla -gerçekten çok fazla- ilgilenen okullardan düzinelerce vardı. Ben ise birbirleriyle en çok mücadele eden beş okuldan birindeydim.

Tragedyaların okulu olarak adlandırılan Piyes Lisesi, tiyatro çapında hem oyuncu olarak hem dekor olarak en donanımlı liselerden biriydi. Hem normal sınavla hem de yetenek sınavıyla alıyordu. Yetenek sınavı genel olarak herhangi bir konudan olabilirdi. Bu durumda tiyatro takımı için seçme yapılması gerekiyordu.

Her yıl, zorunlu olarak bütün öğrencilerin katıldığı bir sınav vardı. Okulumuzun tiyatro salonuna gelir, tek tek oyunculuk sergiler ve sınıflarımıza dönerdik. Üç yıl boyunca böyle işlerle uğraşmak istemediğim için sınavda en kötü performansı sergileyenlerden biri de ben olmuştum.

Ama bu yıl işler değişmişti.

Bir yıl boyunca tiyatro dışında hiçbir şey izlememiştim. Bununla da kalmamış, drama kursuna başlamıştım. Tiyatro en büyük tutkularımdan biri haline gelmişti.

Bu yıl ise kursu bırakmıştım ve sınava girmiştim. Kazanacağıma dair umudum vardı ama kötü hisler de içimden gitmiyordu. Gerek takımdaki oyunculardan olsun gerek okulda sınava katılanlardan olsun, hepsi bende ayrı bir stres dalgası yaratmıştı.

Yaprakları sararan ağaçların arasında geziniyordum. Sıkıldığımda şarkı mırıldanıyor, hayvanları okşuyordum. Gezindiğim orman hazanın gazabına uğramış bir şekilde dökülüyordu ama ilerideki nehrin şırıltısı hâlâ var olduğu andaki kadar taptazeydi. Yanıma bir tavşan geldiğinde ürkütmemek için sessizce eğildim ve ona yavaşça elimi uzattım. Başta elimi kokladı. Sonra elime dilinin değdiğini hissettim. Hemen ardından yavaşça diğer elimi uzattım ve gövdesini kavradım. Direniş ilan etmediği için cesaretlenerek onu havaya kaldırdım ve kucağıma yerleştirdim. Onu okşadım.

Aniden esen rüzgâr, saçlarımı yapraklarla birlikte savurdu ve ağaçlar melodilerini fısıldamaya başladı. Tam o sırada ormanda bir ses yankılandı. Sertti, bakındı, yoğundu, melodikti. En önemlisi ise korkutucu ve tanıdıktı. “Tiyatrocular bu kadar merhametli olmazlar genelde.” Kendini tiyatronun ta kendisi sanan, adından çok lakabı duyulan, kimseye pas vermeyen ve en önemlisi, görülebilecek en gaddar tiyatrocu sayılan Reha Vuslat Mahidar.

Namı diğer Bağ Bozumu Tanrısı.

Ona böyle hitap edilmesi gururunu okşuyordu, bu apaçık bir gerçekti. Ona tapanlar çoktu. Normal bir oyuncu gibi imza alanlar vardı. En çok rekabet içinde olan beş okulda da namı yaygın, seveni ve sevmeyeni en az egosu kadar boldu.

“Senin öyle olmaman, diğer oyuncuların öyle merhamet barındırmayacağı anlamına gelmez, Reha.” Bana tiyatrocu demesini de kurban olarak beni seçmesini de anlamıyordum. Seçmelerde sıra bana geldiğinde oradaydı. Mimik dahi oynatmadan, gözünü bile kırpmadan beni izlemişti. O zaman bu tripler neyin nesiydi?

“Senin öyle olman da olmaman gerektiği gerçeğini değiştirmez, Mahi.” İkinci adımı bastırarak söylemişti ve ikinci adımı genelde kimse bilmezdi. Nereden öğrenmişti?

“Ne istiyorsun, Reha?”

“Benden ve konumumdan uzak durmanı.” Kaşlarım çatıldı. “Senden ve konumundan yeterince uzağım zaten.” kucağımdaki hayvan hareketlenmeye başlayınca onu yere indirdim. “Bu saatten sonra benden o kadar uzak duramayacaksın ama.”

“Ne demeye çalışıyorsun?” Şaşkınlıkla ona baktım.

“Takıma seçilmişsin, Mahi. Bin kişilik okulda takıma seçilen tek kişi olmuşsun.” Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ona öylece bakakaldım. “Ne?”

“Nasıl başardıysan senden iyisini bulamamışlar. Kötüsü de çok kötüymüş belli ki. Sana kaldık mecburen.” İçimden bir ses, hakaretlerine alışmam gerektiğini söylüyordu.

Seçilmiştim. Takıma seçilmiştim. Bunun da üstüne sadece ben seçilmiştim. Nasıl olmuştu bu?

Gözleri kısıldı. “Bu saatten sonra amacın ne, bilmiyorum. Açıkçası umurumda da değil. Tahtımdan uzak dur, Mahi. Yeteri kadar şeyi mahvettin zaten.” Arkasını döndü ve ilerlemeye başladı. “Senin tahtın bana oturmam için yalvarmasın o zaman, Bağ Bozumu Tanrısı.” Cümlem, adımlarını durdurmaya yetmişti. Arkasını dönmedi. Yüzünü göremedim. “Tahtımın sana yalvardığı yok ama sen elindeki kırık kadeh parçalarıyla tahtımı parçalamak için pusuda bekliyorsun, Mahi.” Ağzımdan tek bir kelime dahi çıkmadı. O tiyatro takımının en iyi oyuncusuydu. Neden tahtını parçalayabileceğimden korkuyordu? Onu geçebilecek seviyeye henüz gelmemiştim.

Belki de gelmiştim. Performansımı izlemişti. Ondan iyi olduğumu ve tahtını parçalayabileceğimden korkmuş olabilirdi çünkü tahtını kaybetmekten korkuyordu. Bağ Bozumu Tanrısı olarak anılmak onun en büyük değeriydi ve bu hazineyi kaybetmek istemiyordu.

Ormanın içinde ilerlemeye devam ettim. Arkama bakmaya cesaret edemedim. O da zaten ağaçların arasında yitip gitmiş olmalıydı. Ormanın daha derinlerine indim ve düşüncelerimde boğularak kaybolmak için kendime izin verdim.

*** 

“İnanamıyorum, Hazan. Ben bile senin kadar iyi performans göstermemiştim. Video kaydına almışlar. Tiyatro grubuna atmışlar. İzledin mi? Uzaktan görsem oyunculuk demezdim. Gerçek gibiydi.” Lahza’nın cümlelerine güldüm. En yakın arkadaşım kendini bildi bileli tiyatro kursuna gidiyordu ve okulun tiyatro takımındaydı. Annesiyle babası da tiyatrocuydu. Bu işten zevk alıyorlardı. Bu yıl seçmelerde emek göstereceğimi duyunca çok heyecanlanmış, takıma seçilen tek kişi olduğumu öğrenince taparcasına beni övmeye başlamıştı. “Çok emek verdim, Lahza. Bir zahmet o raddeye geleyim.” Tebessüm etti. “Sen her şeyi hak ediyorsun, Kızım ama Reha ile nasıl baş edeceksin, onu bilmiyorum işte. Yeteneğin çocuğun pozisyonuyla yarışıyor resmen. Her an kadehler sana kalkabilir.” Güldüm. Tiyatro takımı, ana karakteri Reha olan tiyatrolarda büyük bir başarı elde edince kutlamak için parti verirdi. Kadehler, bağ bozumu tanrısına kalkardı. Biz de ben takıma katıldığımdan ve bunu öğrendiğimden beri bunu espri haline getirmiştik.

“Bilemiyorum, Lahza. O gün bana söyledikleri yüzünden biraz tırstım ama vazgeçmeyeceğim. Tahtı da namı da umurumda değil. Ben kendi yolumda ilerliyorum. Yoluma çıkarsa yanan o olur.” tiyatro sonuçlarının asıldığı panonun bulunduğu panonun yanına gelmiştik. Gördüklerine bile zor inanan ben, listeye bakma aşkı ile yanıp tutuşuyordum. Bakışlarımı kâğıda doğru çevirdim.

Listede tek bir isim vardı.

Hazan Mahi Piyale.

Kısaca ben.

Bunu görenler vardı. Okuldakilerin delici bakışları üzerimdeydi. Bunu listeden sonra insanlara baktığımda fark etmiştim. Bazıları tiyatro takımına gerçekten girmek isteyen kişilerdi. Benim yüzümden girememişlerdi ve bu yüzden beni boğmak istermiş gibi bakıyorlardı.

Ders saati yaklaşıyordu. Her öğrenci, rehberlik servisinde istediği plana göre derslere giriyordu ve Bugün Lahza ile ortak sadece bir dersimiz vardı. Onu da geçeli çok olmuştu. Üzgünce birbirimize baktık. “Teneffüste görüşürüz.” Ayrıldık ve sınıflarımıza doğru ilerledik. Koridorlar tiyatro eserlerinden kesitlerle ve resimlerle doluydu. Bir yıldır her gün bunları incelemekten zevk almıştım ve bu hâlâ öyleydi.

Sınıfa girdiğimde cam kenarından bir sıraya oturdum. Ders fizikti. Kaynaklarım çantamdaydı. Sırtımdaki çantayı sıraya bıraktım ve yerime yerleştim. Kitap defterlerimi çıkarırken sınıftan içeri tanıdık bir sima girdi. Lanet okuyarak yanıma gelmemesi için dua etmeye başladım. Hatta dua etmekle kalmayıp yanıma gelmemesi için cam kenarından ortalara doğru kayıp daha çok yer kaplamaya çalıştım.

Ama nafileydi.

“Kay kenara.” Emir cümlesi ile sertleşen bakışlarımı ona çevirdim. Emir alan biri değildim. Emirle çalışmazdım. Hele Reha’nın emirleri kesinlikle bana işleyemezdi. “Yer mi yok? Git başka yere otur.”

“Yer varmış gibi mi görünüyor?” Gözlerimi sınıfta gezdirdiğimde sınıfın tamamen dolu olduğunu, tek boş yerin benim yanım olduğunu gördüm.

Bir de sınıftaki herkesin bize baktığını.

Burnumdan soluyarak yana kaydım. O da beni sinirlendirmenin keyfiyle yanıma oturdu. “Benden uzak dur dedikçe bana daha çok yaklaşıyorsun, küçük balık.” Kaşlarım çatıldı.

“Küçük balık mı?” Reha’nın saçmalıkları git gide artarken aynı şekilde de benim sinir katsayım artıyordu. Bu çocuk kadar sinir bir insan görmemiştim ve Her bir kelimesi sinirlerime batarken bir yıl boyunca onu çekecek olmak sinir krizlerine bahaneydi. İyi ki son sınıftım. Onu daha fazla çekemezdim.

“Adının anlamını bilmiyorsun, sanırım.”

“Senin kendini bildiğin kadar.” Bunu hakaret mi yoksa iltifat mı olarak aldığını bilmiyordum ama güldü. “Ben kendimi biliyorum küçük balık ama sen dünyadan bir habersin belli ki.” Tam ne saçmaladığını soracaktım ki öğretmen aniden sınıfa girdi. Sınıftaki herkesin sesi kesildi. Öğretmen selam verdi ve oturmamız için el hareketi yaptığında masasına geçti ve yoklama defterini doldurdu. Eksikler söylendiğinde onları yazdı. Ben ise bu sırada defterimi çıkarmış, bir önceki derste neler yaptığımıza bakıyordum. “Bu kadar inek olma, küçük balık. Tiyatroda ilk harcanan inekler olur.”

“İnekle balığı aynı cümlede kullanma şekline hayran kaldım, Reha. Defol git başımdan.” Sinirle söylediğim cümlelere daha da sinirlenmem için gülüyordu. Yani en azından ben böyle bir ihtimal vermiştim.

Öğretmen defteri doldurduktan sonra eline tahta kalemlerini aldı ve tahtaya ders notlarını yazmaya başladı. Ben de notları defterime geçirmeye karar verdim. Reha da aynı kararı vermiş olmalı ki defterini çıkardı ve not almaya başladı. “Bana inek diyene bak sen,” İntikam almadan yakasından düşmek salaklık olurdu.

“Not tutmak mı ineklik?”

“Evet,”

“E sende ineksin o zaman.” Göz devirdim. Defterini masaya yerleştirip eline kalemi aldığında sol eline aldığını gördüm. Ben cam tarafındaydım ve sağ elimi kullanıyordum.

Ah, lanet.

Not tutmaya başladığında kollarımızın çarpıştığını fark etti. “Çek şu cılız kolunu.” Kolum hiç de cılız değildi aslında.

“Sen çek ağaç gövdesi gibi kolunu.” Biz didişirken öğretmenin bakışları bizdeydi. Bize baktığını fark ettiğimizde ikimiz de defterleri uçlara doğru kaydırıp not tutmaya devam ettik. Aniden kalemliğime uzanıp bir kalem aldığında sabır dilercesine nefes verdim.

“İzin mi alsan hani?” Normalde tanıdıklarımın eşyalarımı kullanmasına izin verirdim ama Reha’ya gelince iş değişiyordu.

“Çok konuşma da yaz.” Gözlerim sinirden büyümüş bir halde ona döndüm ama söyleyecek bir şey bulamadığım için bakışlarımı defterden tahtaya mekik okuyan yoluma geri çevirdim.

Öğretmen dersi anlatmaya başladığında Reha ergence bir şekilde saçımın uçlarıyla oynayıp yavaş yavaş asılarak dikkatimi dağıtmak bir yana dursun, sinirlerimi germeye çalıştı ama nafileydi. Ben canı yandı diye sinirlenecek biri değildim. Saçıma her dokunduğunda ve parmağına doladığında içimde bir elektrik dalgası yayıldı. Gerilerek uzattığım tırnaklarımı bacağına geçirmek için bacağını kavradım ve sıkmaya başladım. Canı yanıyor muydu, yanmıyor muydu bilmiyordum ama kolu uzanamayacağım kadar uzaktı ve tırnaklarım koluna girerse derin izler bırakabilirdi.

Ve şu anda uzaktan nasıl göründüğümüzü tahmin etmek dahi istemiyordum. Flört eder gibi göründüğümüz aşikârdı. Ellerimi bacağından çektim ve orta boyda olan saçlarımın sırtımdan sallanan kısmını kavrayarak omuzlarımdan aşağı sallanmasını sağladım. Bu durumda saçlarımla oynayamayacaktı. Yani en azından mantığım öyle diyordu.

Ama Reha Vuslat Mahidar işini yarım bırakmazdı. İlla sinirlerimi arşa çıkaracak, sinirden patlatıp öyle rahat bırakacaktı. Nefesini, boynumun omuz tarafında hissettiğimde ona döndüm ve “Saçıma dokunma,” diyerek fısıldadım.

“Yolumda durma,” Kulaklarım, fısıldayışıyla dolduğunda gözlerimi kapattım. Benden istediği şey açıktı. Tiyatro takımından ayrılmamı istiyordu ama ben bir yıl boyunca bunun için çalışmışken öylece bırakamazdım.

“Yolunu değiştir,” İkimiz de aynı yoldaydık ve ikimiz de birbirimiz için tehlike arz ediyorduk. İkimizin de isteği birbirimizin yolundan çekilmesiydi ama ikimizin de amacı aynıydı. Kusursuz birer tiyatrocu olmak.

Bu durumda evren ikimizden birini eleyecekti. Aynı anda ilerlememiz imkânsızdı.

“Benim yoluma çıkan sensin, küçük balık.”

“Asıl benim yoluma çıkan sensin.” Derin bir nefes verdi ve saçımdan daha büyük tutamlar kavradı. “Belli ki ikimiz de aynı yoldayız.” Lafına devam etti.

“Ama bu yol tek kişilik.” Sert bakışlarımı üzerinde gezdiriyordum. İkimiz de dersten olabildiğince kopmuştuk. “Ve ben yolumdan dönmem, Mahi. Her şeyi mahvetmeden bir karar ver.” Gözlerimi gözlerine çevirdim. “Sence ben yolundan dönecek birine mi benziyorum, Reha? Beni bu kadar mı tanıyamadın?” Keskin bakışlarım sorgularcasına yüzünde gezinirken onun alaycı ifadesi de sertleşti. “Ne yapmak istiyorsan onu yap, Mahi ama asla yoluma çıkma cesaretini gösterme. Bu senin sonun olur.” Bu apaçık bir tehditti. Onun tehditlerini bir haftada sindirebilmiştim çünkü bir hafta boyunca okula gelmemiştim ama bu tehdit diğerlerinden daha ağırdı. Sindirilmesi güç, algısı yabancıydı.

Ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Bana zarar verip vermeyeceğinden bile emin değildim çünkü o Reha Vuslat Mahidar’dı. Sanatçı ruhu, vücudunu dövmelerle kaplatmasına sebep olmuştu. Kendine zarar vermekten bile çekinmiyorken bana zarar vermekten neden çekinecekti?

Sanatçı ruhunun ona zarar vermesi bir yana, ruhundan geçenleri gerçekten merak ediyordum. Bu kadar sanat yanlısı biri ne okuyor ne izliyor ne yiyor ne içiyor, her şeyini çok merak ediyordum.

Ama tavrı bütün merakımı söndürmeye yetiyordu ve bu iyi bir şeydi de. Zamanımı onu merak ederek harcayamazdım.

Cevap vermedim. Yüzüne bakmadım. O da elini saçlarımdan çekti. Aramızdaki alevler su dökülmüşçesine dumana dönüştü ve boğucu bir hava ortamı sardı. Yanımdaki varlığını unutarak derse odaklanmaya çalıştım ama cümlesi zihnimin içinde cirit atıyordu. İçimdeki nefret duygusunu şişirmek istiyordum. Bu muameleye nötr kalacak biri değildim ve hiçbir zaman da öyle olmayacaktım.

Zil çaldı ve herkes ayaklanarak sınıftan çıktı. Ben iki dersim olduğu için eşyalarımı almamıştım ama bir dersi olduğu için başka öğrencilerle yer değiştirenler vardı. Ayaklandığımda Reha geçme ihtimalimi düşünmeden pozisyonunu değiştirmedi. Kibarca mı sorsam yoksa onun gibi emir mi versem diye düşündükten sonra dördüncü sıradan öğretmen masasının olduğu yere kadar yürümek çok zaman kaybettireceği için kibarca sormaya karar verdim ama alacağım yanıtın aynı olacağından emindim. “Kayar mısın?”

“Dolan, geç.”

“Kay, Reha. Yoksa üstünden atlarım ve pantolonuna basmaktan hiç çekinmem.” Giyimi en çok önem verdiği şeylerden biri olduğu için pantolonuna yönelik tehdidimden tırsmış olmalı ki -çünkü bunu gerçekten yapabileceğimi biliyor- sıraya dönük olan bacaklarını boş tarafa doğru çevirdi. Ben de istemsizce sırtına ve omuzlarına sürterek yanından geçtim. Elimdeki telefonumu açtım ve Lahza’yı aradım. Reha’nın tehdidini anlatmazsam içim içimi yerdi. Zihnimin kendi kendini yemesi hiç istemediğim şeylerden biriydi. Telefonu açtığında buluşacağımız yeri belirledik ve kapattık.

Sınıftan çıktım ve Reha görüş alanımdan çıkar çıkmaz öyle bir rahatlama geldi ki onlarca yıl duş almamış birinin suya girmesi gibiydi. Reha ruhumu kirletiyordu. Bundan artık açık bir şekilde emindim.

Uzun bir yürüyüşten sonra ayarladığımız yere yaklaşan Lahza’yı gördüğümde koşar adım ilerlemeye başladım. Yan yana geldiğimizde “Betin benzin atmış, ne oldu?” diye atladı.

Korkuyla elimi yüzümde gezdirdim, sanki rengimin attığını dokununca anlayacakmış gibi. Lahza aniden elime uzandı ve “Salak,” dedi. Elimi indirdi. “Anlat ne olduğunu.”

Yere dalmıştım. “Reha beni tehdit etti.” Gözlerimi yüzüne kaldırdığımda gözlerinin fal taşı gibi açıldığını fark ettim. “Ne diye?” Hiddetle sorduğu soruyla irkilsem de sorusuna yanıt verdim. “Yoluna çıkmam sonum olurmuş.” Daha söylediği çok şey vardı ama bazıları birbiriyle çeliştiği için söylemeyecektim. Boş lafa gerek yoktu.

“Bu çocuk ne sanıyor kendini?”

“Bağ Bozumu Tanrısı,” Güldü. Uzun bir süre ona böyle hitap ettiğim için benimle dalga geçeceğini biliyordum ama bu beni daha çok çekiyordu. Bu ona tam uyan bir lakaptı. Acımasızdı, tanrısal bir görüntüye sahipti –ne kadar onu sevmesem de bunu inkâr edemezdim- ve üstümde ağır bir etkisi vardı. Takıma katılmadan önce zaman zaman muhabbetlerimiz olmuştu ama bu kadar sıcak değildi. Çok soğuktu. Tıpkı aylarca buz gibi sularda yüzmüş kadar soğuktu. Şimdi ise sıcaktı ama normal bir sıcaklık değildi. Cehennem sıcağıydı ve ben bu sıcakla baş edebileceğimden emin değildim. Seçmelerden önce konuştuğumuzda da sözleri üstümde ağır bir etki bırakmıştı çünkü normal bir genç gibi konuşmuyordu. Dil bilgisi yaşıtlarının üstündeydi, edebi yeteneği vardı ve içinde derin kesikleri vardı. Bu kesiklerin ona yaptırdıkları ise diğer insanlarda kesikler açıyordu. O ise bunun farkında değildi.

Ben ilk darbemi almıştım.

Artık darbe sırası bendeydi.

“Ona böyle hitap etmen gururunu okşuyor, bunu biliyorsun, değil mi?” Bir haftadan uzun süredir bunun farkındaydım ama kendimi alıkoyamıyordum. Sanki ona bu isimden daha çok yakışan bir şey yokmuş gibiydi. Dövmeleriyle saçlarının uyumu, karanlık bir melodiyi var ederken benim ona hakaret etmem onun üstüne yakışmazdı ama o artık alışmıştı. Gülüp geçecek kadar alışmıştı. Bu kadar yüksek olan itibarına hakaret edilmesi ona normal geliyordu. Oysa bu hiç de normal değildi, çevresinde bu kadar haset dolu insanlar barındırmasının onun üzerindeki zararının farkında değildi.

“Biliyorum. Ona doğrudan böyle hitap edecek kadar ona tapmıyorum, asla böyle bir şey olmayacak. Onun huyuna gidecek hiçbir davranış benim tarafımdan sergilenemez. Sadece benden nefret etmemesini sağlamam gerek, takımdaki itibarım ve varlığım buna bağlı.”

“Hiçbir şey yaptırmana gerek yok, Hazan. O seni kovduramaz veya ona olan herhangi bir hatan kovulmana sebep olmaz. Onun kimse tarafından torpili yok. Rahat ol.” İç çektiğimde zil çaldı. “Teneffüste görüşürüz,” diyerek ayrıldık ve sınıflarımıza gitmek için zıt yönlere doğru ilerledik. Ben tuvalete gitmem gerektiğini fark ettiğimde o yöne döndüm ve tuvalete girdim. Kabine girip işimi hallettim ve kabinden çıktım ama dışarıda kimse kalmamıştı. Etrafın sakinliğinin huzurunu çıkarırken öğretmenin derse gelip gelmediğinin stresiyle ellerimi yıkadım ve sınıfa doğru ilerledim.

Bomboş koridorda sadece tek bir kişi vardı. Bir çift gergin ve kehribar göz, kusursuz bir dudak, onlarca dövme, bir doksandan uzun boy ve sıkmaktan damarların göründüğü bir çift yumruk.

Neler olacağını merak etmeye başlamıştım çünkü bu hiç hayra alamet değildi. Derin nefesler vererek kendimi sakinleştirmeye çalışırken Reha’ya doğru yürümeye başladım. “Sinir sorunların olduğunu bu kadar belli etmene gerek yoktu.” Reçeteli hasta olduğunun farkındaydım fakat şakaklarındaki damarlar görünecek kadar neye sinirlenmişti, anlam veremiyordum. Bana doğru ilerledi ve bileğimi kavradı. Bileğimi döndürmeye çalıştığımda döndüremeyecek kadar sıkı tuttuğunu fark ettiğinde eli elime indi ama elimi çekip “Ne yapmaya çalışıyorsun, Reha?” diyerek hiddetle sorduğumda gözlerinde farklı şeyler gördüm. Sanki yeni bir yarası vardı ve bu yara onu öfkelendiriyordu. Tekrar elimi kavradı ve çekiştirmeye başladı. Karşı koymanın anlamsız olduğunu düşünerek ve onun hızına yetişmeye çalışarak ilerledim. Resmen koşarak ilerlediğimi fark ettiğinde hızını yavaşlattı. Bir kapıyı açtı. Aşağısı boşluktu ve kapının tam karşısında demir, köprü benzeri sarkıtma bir yer vardı ama sonu bir yere varmıyordu. Öylece kapatılmış bir köprü gibiydi.

İçeri girdi ve beni de arkasından çekiştirdi. Köprünün sonuna geldiğimizde beni önüne aldı ve omuzlarımdan tuttu. Aşağıda tiyatro salonu vardı. Bir oyun oynanıyordu. Kulağıma eğildi ve fısıldamaya başladı. “Şunlar baksana, benim yazdığım oyunu oynuyorlar. Hepsi rolünü benim gösterdiğim taktiklere göre eyleme döküyor. Benim söylediğim tonlamalara göre seslendiriyorlar. Sence bunca kişi benim emirlerime itaat ederken seni takımdan attırmam kaç saniyemi alır?” Bizi dinlemişti veya birinden dediklerimizi duymuştu. “Sence sonun dudaklarımın arasında değil mi, Mahi?” Geriliyordum. İlk defa bu kadar geriliyordum. Bulaştığım çocuk sanatçı ruhlu bir psikopattı ve ben neye bulaştığımı bilmeden işin ortasına atlayıvermiştim.

“Bir daha beni hafife almaya kalkma, Mahi. Bu da senin sonun olur.” Omuzlarımı bıraktı ve arkasını dönüp bulunduğumuz yerden çıktı. Ben de yavaşça arkasından ilerledim. Kapıyı açtım, alandan çıktım ve kapıyı kapattım. En az Reha kadar soğuk olan koridor, ürpermeme neden olmuştu.

Veya ben ürpermeye bahane arıyordum.

Bu çocuk tiyatroculukla kafayı bozmuştu. Öyle ki yolundaki kimseyi gözü görmüyordu. Ben dışında.

Koridor boyunca ilerledim ve Reha’nın peşinden gittim. Sınıfın yanına gelip kapıyı açtığında ikimiz de yan yanaydık. Ben ikimiz adına özür dilerken o hiçbir şey demeden yerine geçti. Sabahki muhabbet tekrarlanacağı için daha çok gerildim.

“Kayar mısın?” Aptal çocuk beni nasıl da yola getirmişti. Dudağının kenarı kıvrıldı ve sağa kaydı. Ben de yine ona sürtünerek yanından geçtim ve yerime oturdum. Bütün eşyalarım ortalıkta olduğu için yoklamanın ardından derse hızlı bir şekilde odaklanabilmiştim. Ben bu kadar odaklıyken Reha bir önceki dersin aksine soğukluğunu takınmıştı. Benden olabildiğince uzaktı. Tam öğretmen bir şeyi anlatırken sınıfın kapısı çalındı. “Gel,” Emrinin üstüne kapı açıldı. “Hocam, tiyatro takımındakiler tiyatro salonuna inecekmiş.” Tiyatro odaklı bir okul olduğumuz için takımdakiler derste olmadığı zamanlar yok yazılmıyordu. Reha endamıyla ayağa kalktığında ben kalkıp kalkmamakta tereddüt ettim. “Kendini tiyatro takımında olarak görmüyorsun, sanırım.” Bu cümle beni ayağa kaldırmaya yetmişti. Sırıttı ve arkasını dönüp sınıftan çıktı. Ben de peşinden ilerledim.

Zemin kata indik ve hızlı bir şekilde tiyatro salonuna girdik. Kahverengi ve kırmızı tonlarının hâkim olduğu salon, salona girenleri bir anda on altıncı yüzyıla ışınlıyordu. Gerginliğimin azaldığını hissederek sahneye doğru ilerledim. Reha her zamanki gibi önümdeydi. Sahnede kimse yoktu. Belli ki ilk gelenler bizler olmuştuk. Öğretmen bile henüz gelmemişti. Ben büyülenmişçesine sahneyi izlerken Reha ön koltuklardan birine oturdu ve telefonunu kurcalamaya başladı. “Evime bu denli hayran olman gözlerimi yaşarttı.” Söyleyecek sözüm yoktu çünkü bu perdeler, bu sahne, bu salon... gerçekten onun eviydi. Burada büyümüşçesine benimsemişti burayı ve haklıydı da.

Yavaş yavaş insanlar gelmeye başladı. Bir süre sonra salonu ortadan ikiye ayıran, kırmızı halı ile döşenmiş koridorda Lahza’yı gördüğümde yüzümde bir gülümseme belirdi. Bana doğru koşarak sarılırken Reha’ya attığı ters bakışları kaçırmamıştım. Reha ile yabancı değillerdi fakat Reha, bana olan tavırlarından Lahza’nın haberinin olduğunun farkında değildi.

Sahnenin ucuna oturduğumuzda art arda gelen insanların simalarını inceledim. Çoğu, bana ters ters bakan insanlardan ayrılan insanlardı. Belli ki Reha’nın tersine anlayışlılardı. Bir insanın potansiyeli olabileceğine inanıyorlardı. İnsan sayısı arttıkça arttı ve en sonunda otuzların ortalarında gibi görünen bir kadın salona girdiğinde onun öğretmen olduğunu anladım. Onu okulda çok kez görmüştüm ama tiyatro öğretmeni olduğunu hiç düşünmemiştim. Şık takımı, kıvırcık saçlarıyla uyumluydu ve ona farklı bir hava katmıştı. Gözleri ilk beni gördüğünde gülümsedi. “Sen Hazan olmalısın. Ben Feris, tiyatro öğretmeniyim. Performansına hayran kaldım. Bugün yeni bir tiyatroya başlayacağız ve senin ana karakter olmanı istiyorum. İtiraz da kabul etmiyorum.” Gülümsedim. “Fırsat ayağıma gelmişken neden kaçırayım?” Gülümsemesi arttı. “Fırsatların farkında olan öğrencileri hep sevmişimdir,” arkasını döndü ve öğrencilere seslendi. “Çocuklar, hepiniz yerleşin. Duyuru yapacağım.” Lahza ile yan yana oturduk. Diğerleri rastgele yerleşmişti. Reha yine aynı yerdeydi. Diğerlerinin aksine koltukta oturuyordu.

“Yeni bir tiyatroya başlayacağız. Adı Kan Resitali. Konusunu kısaca özet geçeceğim. Resital veren bir kadın var. Piyano çalıp şarkı söylüyor. Bu kadını düzenli olarak izleyen bir adam var. Adam zaman geçtikçe kadına âşık oluyor. Adam aşkını ilan edince kadın başta reddediyor ama o da zamanla âşık oluyor. Bu kadına önceden âşık olan bir adam var. Zengin, saygın ama kötü biri. Bu ikisinin aşkını öğrenince deliriyor ve kadının resitalinde ikisini de bıçaklıyor.” Yere dalmış bir şekilde öğretmeni dinlerken aniden bakışlarımı kaldırdım. Bıçaklanma sahnesi vardı. Ben keskin aletlerden korkarken böyle bir sahnede oynamak garip hissettirecekti. Bunu kiminle oynayacağımı bilmiyordum. Umarım aşk yaşayacağım adam Reha olmazdı.

“Kadın, Hazan. Adam, Reha. Vuran adam ise Kunter olacak.” Kaşlarım çatıldı ve içime en huzursuz duygular doldu. Kunter’in kim olduğunu bilmiyordum ama Reha ile böyle sahnelerde oynamak sinirlerimi bozacaktı.

“Reha, Hazan sahneye çıkın. Birkaç diyalog vereceğim. Canlandırın bakalım.” Ellerimize birer kâğıt tutuşturdu. Kâğıtta yazanları okuduğumda sahnenin aşk itirafı sahnesi olduğunu fark ettim. Göz devirerek metni okudum ve dakikalar içinde ezberledim. Reha’ya kaçamak bakışlar attığımda onun da bu olanlardan hoşnut olmadığını fark ettim. “Ezberlediyseniz başlayın,” İlk söz Reha’nındı. En iyi oyunculuğu ile işine başladı.

“Sevgili Helena Sylwester, yüreğimdeki bütün aşk parçaları, yüreğimin hapsolduğu kafes ve damarlarımda akan kanın her bir damlası size aittir. Aylardır resitallerinizi izliyorum ve şarkılarınızdan önce güzelliğiniz beni sarhoş ediyor. Bir kadeh şarap kadar mest ediyorsunuz beni. Ben bu aşkın tek taraflılığına dayanamıyorum artık. Aşkımın sahibi olmanız için size yalvarıyorum.” Üzgün ve acılı mimiğimi takındım. Oyunculuk yaptığını bilmesem Reha’ya gerçekten inanabilirdim.

“Bayım, adını bile bilmediğim bir adam bana ne kadar tutulursa tutulsun, kalbimi böyle aşklara harcayamam. Bu bana olduğu kadar en az size de haksızlık olur. Üzgünüm, efendim.” Ağlayarak Reha’dan uzaklaştığımda ağlayabilmeme ben de şaşırmıştım. Aslında rol icabı değil de Reha’ya olan sinirimden ağlıyordum.

Eh, biraz da oyunculuğundan etkilenmiş olabilirdim.

Arkama bakmadım. Kaçak bir bakış dışında oraya bile dönmedim çünkü rol gereği buydu. Yanıma Lahza geldi. Onun da rolü vardı ama sessizdi. Rolü öylece durmaktı. “Aylardır onun beni seyredişini seyrediyorum. Gözlerim bir salise olsun ondan ayrılmıyor ama bu aşk aptallık. Ne yapacağımı bilmiyorum. Vance’dan korkuyorum. Neler yapabileceğini sen de biliyorsun. O adam yüzünden âşık bile olamıyorum.” Daha çok ağladım ve sahneyi terk ettim.

Alkış sesleri kulaklarıma doldu. Gözlerimdeki yaşları silerek sahne arkasından çıktım. “Harikaydın,” Gülümsedim. Performansımı beğenmesi hoşuma gitmişti. Bakışlarımı Reha’ya çevirdiğimde delici bakışları her zamanki gibi üzerimdeydi. Onunla bu rolü oynamayı ben de istemiyordum fakat öğretmen ikimizi seçmişti. Reha ne kadar çabalarsa çabalasın, değiştiremeyecek gibi görünüyordu. Oyunculuğumu beğenmişti. Uyumumuz olmasa zaten en başından seçmezdi.

Reha öğretmene doğru yürürken aynı zamanda bana doğru yürüyordu. Öğretmen, sahnenin önündeki masaya koyduğu çantasına yöneldi ve birkaç parça kağıt yığını çıkardı. Önlerine bakıp birini bana, birini Reha’ya diğerini de kumral bir çocuğa uzattı. Bu çocuk Kunter olmalıydı. “Üçünüz de şuraya geçin ve ezberlemeye başlayın. Ben o sırada yedekleri çalıştıracağım. Bir saat sonra sizinle provaya başlayacağız. Çıkışa kadar bizimlesiniz.” En öndeki koltuklardan, salonu ikiye bölen yolun sol tarafına geçmiştik. En solda Kunter, ortada ben, yanımda ise Reha vardı. Reha etrafa ters bakışlar atarken ben önümdeki metni ezberlemeye ve gözümde canlandırmaya çalışıyordum. Tam o sırada kulağıma yabancı bir ses doldu. “Selam,” Soluma döndüğümde Kunter’in gülümsemesiyle karşılaştım. Tebessümü tatlı ve iç açıcıydı. Reha’nım aksine.

“Selam,”

“Alışmış gibisin,”

“Daha yarım saat bile geçmese de sayılır.”

“Performansın kusursuzdu. Hem seçimlerdeki hem de az önceki.” Gülümsedim. “Teşekkür ederim.”

“Ne demek. Seninle rol yapmak eğlenceli olacağa benziyor.” Kıkırdadım.

“Umarım öyle olur.” Metinlerimize geri döndüğümüzde zamanın nasıl akıp gittiğini, en çok da Reha’nın bu zaman zarfında bana nasıl laf atmadığını anlamamıştım. Role geçtiğimizde dalgayla rol arasında mekik dokuyorduk. Biz kahkahalara boğulurken Reha’da hiçbir mimik yoktu. Dümdüz bir surat ile bizi izliyordu. Mutluluğum ona batıyor gibiydi ama umursamayacaktım.

En sonunda oyunu kesintisiz tamamen bitirmeyi başardığımızda büyük bir alkış aldık. “Selam da verin,” Öğretmenin emri üzerine selam vermek için el ele tutuştuğumuzda Reha’nın elimi kangren etmek istercesine sıktığını hissettim. Selamdan sonra kaşlarımı çatarak ve anlamlandırmaya çalışarak ona döndüğümde çoktan çantasına doğru, su içmek için ilerliyordu. “Bugünlük bu kadar yeter. Evlerinize dağılabilirsiniz.” Kolumdaki saate baktığımda okulun bitiş saatinin geldiğini fark ettim. Lahza ile vedalaştıktan sonra hışımla salondan çıktım ve biyoloji sınıfına girip çantamı topladım ve sırtıma taktım. Reha’nın hemen arkamdan geldiğini fark etmemiştim. Yüzüne bile bakmamaya özen göstererek sınıftan çıktım ve okulun çıkışına doğru ilerledim. Reha’yı görmemek terapi gibiydi. İnsanın psikolojisi rahatlıyordu. Reha etrafımda olduğunda sıkılan ve su dolu bir balon gibi hissediyordum. Yok olduğu an rahatlama geliyordu.

Toplu taşımaya binip evime yol aldım. Bu sırada ise neler olabileceğini kestirmeye çalışıyordum. Kunter iyi biriydi. Eğlenceliydi ve Reha’ya bin basardı. Reha ise yetenekli ve sosyopatik bir psikopattı fakat çevremde Kunter’den çok Reha dolaşıyordu. Lahza bütün bu olanların farkında mıydı, bilmiyordum. Anlattığım kadarı her şeyi açıklıyordu ve onun da bu olanlarla ilgili olduğunu biliyordum.

Telefonuma düşen arama ile telefonu açtım ve kulağıma götürdüm. Arayan Lahza’ydı. “Kızım biz az önce vedalaşmadık mı?” kıkırdadı. “Bu Reha’da bir haller var. Dikkat et derim.”

“Okuldan çıktık ya, ne yapabilir ki?”

“Orasını bilmiyorum artık. Reha bu. Adamlar tahtası eksik diye anıyor. Tetikte ol derim.” Sinirle soludum. “İnsanların kariyer yolundaki engellerine bak bir de benim önümdekine bak. Yol yol değil ki engelli parkur.” Kahkaha atmaya başladı. “Ben dershaneye giriyorum, çıkışta ararım seni. Öptüm.”

“Bende öptüm,” Telefonu kapattım. Peşime takılan tahtası eksik varlık günün hangi saatinde ortaya çıkıp sinirlerimi bozma planı yapmıştı, kestirmem gerekiyordu. Bu çocuğun hareketlerini artık ezberlemem gerekiyordu. Davranışlarımı ona göre düzenlemeli ve bir sonraki adımına göre plan yapmalıydım. Hiç ummadığı anlarda ummadığı hareketler yapmalı, ondan bir adım öne geçmeliydim. Kunter bu konuda bana yardım edebilirdi. Yarın uyuşan dersimiz var mıydı, merak ediyordum.

Yarın yine Reha ile denk gelen dersimiz vardı.

Ah, lanet...

Evime yakın olan durakta indiğimde evime doğru ilerlemeye başladım. Bu sırada da telefonumda okulun tiyatro takımının sosyal medya sayfalarında geziniyordum. Merak ettiğimden değildi, sıkıldığımdandı. Saatlerce kaydırarak video izlemektense Reha’nın hayırsız suratını karşımda görüp beddua okumak daha keyif vericiydi.

Birkaç saniye sonra bir bildirim geldi. Gruba alınma bildirimiydi. Okulun tiyatro takımının grubuna alınmıştım. Grup sosyal medya uygulamalarından birinde olduğu için herkes hesap adıyla kayıtlıydı.

Reha ise Bağ Bozumu Tanrısı demişti adına. Egoist çocuk.

Ekrana göz devirerek gözlerimi telefondan kaldırdığımda evime neredeyse gelmiştim. Telefonu cebime atıp çantamdan anahtarımı çıkardım. Annem hemşireydi ve bu gece nöbetçi olduğu için evde yalnızdım. Annemle babam boşanmıştı ve babam başka bir kadınla evliydi. Nerede olduğu ise hiç ilgimi çeken bir konu değildi.

Odama çıktım ve çantamı bir kenara atıp üstümü değiştirdim. Banyoma girdim ve ellerimi yıkadıktan sonra yüzüme su çarptım. Kuruladıktan sonra banyodan çıktım. Bir süre yatakta yatıp dinlendikten sonra ders çalışmak için masama geçme kararı aldım. Bilgisayarımdan güzel bir müzik açtıktan sonra ders çalışmaya başladım.

*** 

Kapının çalma sesi ile müziği durdurdum ve kapıya doğru yöneldim. Yağmur yağıyordu ve hava kararmak üzereydi. Annem gelmiş olmalıydı. Gerçi nöbetçiydi, gelmiş olamazdı. Bir ümit annemin geldiğini arz ederek ve gülümseyerek kapıya kadar ilerleyip kapıyı açtığımda annemle değil, saçlarından sular damlayan Reha ile karşılaştım. Gülümsemem soldu. Gözlerimdeki mutluluk yerini korkuya bıraktı. Bu sefer bir şey yapmaya kalkarsa kurtuluşum yoktu ama yapmazdı. Reha'yı tanıyorsam sırf kariyer için fiziksel zarar vermezdi. Umarım vermezdi.

Aklımdan geçen ihtimalin gerçekleşmemesi için kibar davranmaya karar verdim. “Neden geldin?”

“Seninle konuşacaklarım var.” Kaşlarım çatıldı. Reha Vuslat Mahidar’ın benimle ne konuşacağı olabilirdi ki? “Söyle,” Sinirli görünüyordu ama siniri bana değil gibiydi. Neye sinirlendiğini dahi kestiremediğim bu çocuk beni deli ediyordu. Bir şeyi bilmemekten nefret ederdim ve onun bana verdiği hiçbir ihtimali bilmiyordum.

“O çocuktan uzak dur.” Kaşlarım daha çok çatıldı çünkü o çocuk diye bahsettiği büyük ihtimalle Kunter’di ve Kunter’in hiçbir hatasını görmemiştim ki zaten daha bugün tanışmıştık. İlk günden birine hata yapmak daha muhtemelken o bunu bile yapmamıştı. O zaman Reha’nın derdi neydi?

“Ne? Neden?” Derin bir nefes verdi. Soğuktu, Islaktı ve titremeye başlamıştı. Onu sevmiyordum ama hastalanması benim zararıma olurdu. Kapıdan çekildim ve “Gir,” diyerek emir verdim. “Gerek yok.” Gurur yapmanın zamanı olmadığını fark edemeyecek kadar gıcık biri olmasını kaldırabilecek değildim. “Geç şuraya, Reha. Hasta olacaksın. Senin hastalığın yüzünden tiyatroyu geç sunamayız.” Onu çekiştirdiğimde oflayarak içeri girdi. Kapıyı örttüğümde “Söyle ne söyleyeceksen.” Hasta olmaması için içeri alıp kıyafet vermemek olmazdı ama ona olan sinirim hâlâ geçmemişti ve bu yüzden bunu yapasım yoktu. Soruma cevap verdikten sonra belki canım isterse getirirdim. “Görmüyor musun, Mahi?”

“Neyi?”

“Gözlerinin altını. Çocuğun gözlerinin altı resmen uyuşturucu kullandığını belli etmek için damgalanmış.” Kaşlarım çatıldı. Buna hiç dikkat etmemiştim. “Nereden biliyorsun?”

“Geçmişi hakkında hiçbir fikrin yok, öyle değil mi?” Anlam vermeye çalıştığım cümleleri bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyormuş gibiydi. Derin bir nefes verdi. Saçlarından pantolonuna kadar ıslak olduğunu tam anlamıyla fark ettiğimde “Bekle,” dedim ve üst kata doğru çıkmaya başladım. Babamdan kalma eşofman ve tişörtler vardı. Gri bir eşofmanla lacivert bir tişört kapıp aşağı indim. Elimdeki kıyafetleri kucağına doğru fırlattığımda kıyafetleri havada kaptı. “Sen ve vicdan. Çok ilginç ikili.” Tek kaşımı kaldırdım. “Daha geçen tiyatroculuk vicdanla yapılmaz diyen sen değil miydin?” Duraksadı. “Vicdansız olduğunu fark edene kadar öyleydi. Artık Tiyatroculuk vicdansızlıkla yapılmaz olarak değişti.” Göz devirdim. “Üst kata gidiyorum. Gelene kadar giyin.” Yukarı doğru çıktım ve kıyafetlerini koyabilmesi için bir poşet aradım. Bez çanta bulduğumda karanlık odama girdim ve telefonumu alıp aşağı indim.

Lanet olsun ki daha üstünü giymemişti.

Ama havamı bozamazdım.

Üstünde kıyafet olmamasını takmadan elimdeki torbayı kıvırıp ona fırlattım. Üstünü giyemeden onu da havada kaptığında önce kıyafetleri torbaya koydu, sonra üstünü giydi.

Ben de bu süre zarfında onu sapık gibi izlemiştim.

Fiziği yok değildi.

“Söyle şimdi ne diyeceksen.”

“O çocuktan uzak dur.”

“Sebep?”

“Uyuşturucu kullanıyor. Psikiyatri geçmişi temiz değil ve sana zarar vermek istermiş gibi bakıyor. Liseye başladığımdan beri onu tanıyorum ve ne boklar yediğini bir ben bir o bir de polisler bilir.” Hazzetmezcesine ona baktığımda gözlerinde farklı bir duygu gördüm. Ne olduğunu anlayamazdım çünkü lügatimde olan bir duygu değildi. En az ona olduğum kadar yabancıydı bana.

“Neden iyiliğimi düşünüyorsun, Reha?” Bakışları yine değişti. Bu sefer kendini sorguluyordu. “Bu tiyatro yılın en önemli tiyatrosu olacak.” Mimiklerimi değiştirmeden dinlemeye devam ettim. “Ülkenin en önemli tiyatrocuları bu tiyatroyu izlemeye gelecek. Bu tiyatroda bir rezillik çıkarsa toparlayamayız ve sen bu tiyatroda ana karaktersin.” Karşı karşıya, ayakta konuşuyorduk. Öne doğru eğildi ve gözlerimizi aynı hizaya getirdi. “Sence itibarımın çöp edilmesine izin verir miyim?”

“Kunter de tiyatroda. Ben çöp etmesem de onun ihtimali var.” Güldü. “Benim olduğum yerde o sadece bir figüran, Mahi.” Bakışları keskinleşti ama yüzünde de keskin bir gülümseme vardı. Reha Vuslat Mahidar başlı başına bir bıçaktı. Ben ise bıçak altına yatmış bir hastadan farksızdım. Anestezide uyanmış ve hareket edemeyen, acı çeken bir hastadan farkım kalmamıştı.

“Peki, öyle olsun.” Keskin gülüşlerimi hediye ettim. Kapıya doğru ilerlemeye başladığında Arkasından ilerledim. Şöyle bir süzdüğümde fiziği gerçekten iyiydi aslında.

Ben bu fizikten razıyım.

Hayır. O benim düşmanım. Nefesinden bile razı olamam onun.

Yağmurlu havada onu geçirdiğimde ıslanarak ilerlediğini fark ettim ama bu saatten sonrasını kendi başına halledebilirdi. Ben de onun annesi değildim herhalde. Buna da ben bakacak değildim.

Yağmurun altında yürüyen bedenine öylece bakakaldım. Sonum olacak olan çocuk yağmurun altında ıslanmaktan bile korkmazken ben onun gözlerinden bile korkmaya başlamıştım.

Ama dik duracaktım. Bu savaş böyle kazanılırdı.

Loading...
0%