Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. BÖLÜM: MASKE

@zeusuyratlmamshera

Kan vardı yerlerde. Her yer kan doluydu. Sanki gökyüzünden su yerine kan yağmışçasına ıslaktı etraf. Bir ses duyuyordum. Reha fısıldıyordu. Ellerim ve ayaklarım zincirlenmişti, tıpkı onunkiler gibi. Zincirler bileklerimi acıtıyordu. Onun ise tam kalbinin üstünde büyük bir kan lekesi vardı. Etraf kanlı olmasına rağmen onun üstünde kan yoktu. Kupkuru kıyafetlerindeki tek leke, kalbinin üstündeki kan lekesiydi.

Bilinci neredeyse kapalı denecek kadar dünyadan kopuktu. Birinin, bulunduğumuz mahzene girdiğini sezdim. Göremiyordum ama orada biri vardı. Bize doğru yaklaştı. Benim yanımdan geçti ve Reha’ya doğru ilerledi. Elinde bir bıçak vardı. Yüzünü göremiyordum. Kim olduğunu bilmiyordum. Elindeki bıçağı Reha’nın kalbine sapladığında Reha’nın çığlıkları mahzende yankılandı.

Alnımdan akan yerler ve göğsümde hissettiğim büyük bir sıcaklıkla gözlerimi açtım. Kan, ter içinde kalmıştım. Buna rağmen odanın soğukluğu hızlı bir şekilde terimi soğutmuştu. Oda olması gerekenden fazla soğuktu. Şehrin sesi kulaklarıma dolduğunda camın açık olduğunu anladım. Vakit sabaha karşı olmalıydı. Camı örtmek için ayağa kalktığımda fark ettiğim gerçek, dehşete düşmeme sebep oldu. Ben gece camı açmamıştım. Ben reha gittikten sonra hiçbir şey yapmamıştım.

Telefonum başımdaki komodinin üstündeydi. Onu almak üzere elimi uzatırken hemen yanındaki zarfı fark etmemle daha da afalladım. Üstünde adım yazıyordu. Hazan Mahi Piyale.

Zarfı elime aldım. Saman kâğıdındandı. Eskimişti. Rahatsız edici bir koku vardı zarfta. Arkasını çevirip zarfı açtım ve içindekilere göz gezdirdim. En sonunda daha dikkatli bakabilmek namına içindekileri çıkardım.

Kâğıda sarılı bir bıçak ve bir maske vardı. Maske, eski bir balo maskesiydi. Bıçak ise gümüştendi. Kanla kaplıydı. Üstünde Reha Vuslat Mahidar yazıyordu ve kanla kaplıydı.

Kapıldığım dehşetin haddi hesabı yoktu. Korkuyordum. Neler olacağını bilmemekten, can güvenliğimin olmamasından ve daha bu gece yanımda olan çocuğun adını kanlı bir bıçakta görmüş olmaktan korkuyordum.

Bıçağın sarılı olduğu kâğıdın ortasında ise bir yazı yazıyordu. Ne kadar kan bulaşmış olsa da okunabiliyordu. Kan Resitaline hoş geldiniz yazıyordu notta.

Evime biri girmişti ve kanlı bir bıçak bırakmıştı. Saat dört buçuğa geliyordu. Kimseyi arayamazdım. Reha’yı aramak istedim. Şu sıralar güvenmeye çalıştığım çocuğu aramak istedim ama bıçak ona aitti. Bu bıçağı buraya o bırakmışken onu aramak saçmalıktı. Üstelik annemin eve gelip gelmediğini bilmiyordum. Lahza’yı arayamazdım. Bu saatte istese de gelemezdi. Delirmek üzereydim. Aklımı kaybetmeme bir adım kalmıştı. Daha bugün, ikimizin iyiliği için tiyatroyu bırakmamı söyleyen çocuk, o günün akşamı odama kanlı bir bıçak bırakıyordu. Ona güvenmemem gerektiğini söylüyordu adeta, partnerimken. Bu tamamen saçmalıktı.

Cesaretim, alt kata inip biri var mı diye kontrol etmeye yetmedi. Hazırlanma saatim gelene kadar öylece yatağımda oturdum. Bıçaktan, maskeden ve nottan olabildiğince uzak kalmaya çalışsam da annemin onları görmesini istemiyordum. Onlara ne kadar dokunmak istemesem de komodinin çekmecesine koydum. Hazırlanma saatim geldiğinde ayaklanarak sabah rutinimi tekrarladım ve çantamı hazırlayarak evden çıktım.

Bu sefer çok şükür ki kapıda kimse yoktu. Olsa da artık binecek kadar aptal değildim. Dün başlı başına bir hataydı. Öğretmeni dinlemek yerine evime gitseydim, şu an daha iyi bir durumda olurdum.

Üstüne üstlük onun moralini toparlamaya çalışmıştım. Ne kadar da aptaldım. Bu kadar ileri gidebileceğini tahmin etmeliydim. Onu tanıdığımı sanıyordum ama onun hiçbir şeyini bilmiyordum.

*** 

Okula girmeyi başardığımda gökyüzündeki güneş, dünden kalma su birikintilerini kurutmuşa benziyordu. Bahçe öğrencilerle doluydu. Etraftan az da olsa sesler yükseliyordu ve yeni dönem başladığından beri ilk defa huzuru hissediyordum.

Normal saatime göre birkaç dakika geç geldiğim için okul normale göre daha kalabalıktı. Binaya girdiğimde bana dönen birkaç göz vardı. Bir cüsse, omzuma çarptığında sarsılmıştım. Tam “Pardon,” diyerek yürümeye devam edecekti ki ikimiz de birbirimizi fark etmiştik. Bu Karel’di. Gülümsedi ve “Hazan, günaydın.” diyerek acelesini bir kenara bırakarak yanıma geldi. “Dün olanları duydum. Reha’yla baş edebildin mi?” Gülümsedim. Aklım sabah olanlara gitse de bunu belli etmemem gerekiyordu. “Bir şekilde hallettim diyelim.”

“Sanki ben onunla baş edebilmişim gibi.” Duyduğum sesle bütün tüylerim diken, diken oldu. İçime dolan dehşeti zapt etmeye çalışırken Omuzumda hissettiğim kolla daha da gerildim.

“Sizin iyi geçinme yolunda bu denli emek harcamanıza hayran olmaya başladım doğrusu.” Karel her şeyden habersiz bir şekilde gülümserken ben olabildiğince Reha’ya bakmamaya çalışıyordum ama gözlerim, benden izinsiz bir şekilde kehribarlarını buluyordu. Gözlerinin içi gülüyordu. Bugün normale göre daha mutlu görünüyordu.

Planı kusursuz bir şekilde işliyor tabii, üzgün mü olsaydı?

Reha ve Karel konuşurken ben de onların yanında yürüyordum. Karel, arada bir lafa beni de katıyordu ama çok sağlam yanıtlar veriyor sayılmazdım. Karel’in sabah antrenmanı olmalıydı ki, sadece sporculara ayırılan dolaplara eşyalarını bıraktı ve bizimle vedalaştıktan sonra geldiğimiz yoldan geri döndü. “Ee, sen nasılsın küçük balık?” İşte başlıyorduk.

Bağıra bağıra konuşmak istememe rağmen sesimi kısmak zorunda kaldım. “O zarfı odama senin koyduğunu biliyorum, Reha.” Kaşları çatıldı. Her zamanki gibi iyi rol yapıyordu. “Ne?” Dehşete düşmüştü, tıpkı benim gibi. Yalanının ortaya çıkması nasıl da korkutmuştu onu. “Ne zarfı? Bir dakika, gelsene bir sen.” Yer yer öğrencilerin olduğu koridorda kolumdan tutarak beni çekiştirdi ve yangın merdiveninin kapısına kadar sürükledi. Kapıyı açıp içeri girmem için alan bıraktığında beni içeri itti ve kendi de içeri girerek kapıyı örttü. Beni buraya kadar zorla getirmesine rağmen fiziksel anlamda hiçbir zorluk yaşamamıştık. Sanki senkronizasyonumuzu daha önceden ayarlamışız gibi. “Baştan anlat şu olayı. Ben senin odana zarf falan bırakmadım.”

“Ama bıçağın üstünde senin adın yazıyordu.” Gözleri fal taşı gibi açıldı. “Bıçak gümüş müydü?”

“E- evet?” Hayatımda onun kadar iyi rol yapan birini görmemiştim. Bağ Bozumu Tanrısı olarak anılmasına şaşırmamak gerekirdi. Yalanı kişiye inandırmak için içine bir miktar gerçek katmak gerekirdi ve Reha bunu kusursuzca yapıyordu. “İki yıl önce ağabeyimden kalma bir bıçağım vardı. Bana özel yaptırmıştı. Tiyatro sırasında kulise bırakmıştım. Döndüğümde yoktu. Çalmışlar.” Gözlerini gözlerime dikti. Tam ağzını açmış, konuşmaya devam edecekti ki lafa atlayarak konuşmasını engelledim. “Bağ Bozumu Tanrısı olarak anılmana hiç şaşırmıyorum, biliyor musun?” Kaşları çatıldı. “Ne alaka şimdi?”

“Hayatımda senin kadar kusursuz yalan söyleyen kimseyi görmemiştim.” Saf nefretimi hissedebiliyordum. Bana Reha’nın gerçek yüzünü gösteriyor, sırlarını fısıldıyorlardı. “Ne saçmalıyorsun, Mahi?”

“O zarfı oraya sen koydun. Beni vazgeçirmeye bu kadar mı inat ettin? Bu senin için ölüm kalım meselesi mi?” Sinirlerimin göğsümü yaktığını hissediyordum. İçimde nefretten bir cehennem oluşuyordu. Kolunu dirseğime yerleştirdi. “Mahi, saçmalıyorsun. Seni Kunter konusunda uyarırken neden evine bıçak bırakayım?” Deliriyordum. İçimdeki ateşin harlandığını hissediyordum. “Çünkü Kunter’le yakınlaşırsam senden uzaklaşırdım ve senin planın istediğin gibi işlemezdi, değil mi?” Artık tam anlamıyla bağırıyordum. Sesim yangın merdivenlerinde yankılanıyordu. “Tek amacın kendi yolunda devam etmek, önündeki bütün engelleri kaldırmak ve kimseyi önemsememek. Öyle değil mi? Söylesene!” Nefes nefese kalmıştım ama bağırmaktan vazgeçmeyecektim.

“Mahi, sakin olur musun? Bak, o zarfı ben bırakmadım. Sana anlatmam gereken şeyler var.” Delirmiş gibiydim. Reha diğer dirseğimi de tutuyordu ve artık beni resmen zapt etmeye çalışıyordu. Ben ise her şeyden kurtulmak istercesine sağa sola savuruyordum kendimi. “Sen yapmadıysan kim yaptı? Senin dışında kimin benimle bu denli büyük bir derdi olabilir? Kim benden gecenin bir vakti odama girip kanlı bir bıçak bırakacak kadar nefret edebilir?” Sinir krizi geçiriyordum. Bunun apaçık farkındaydım. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Reha’nın beni bırakması için debelenirken Reha aniden beni kendine çekip sarıldığında şok içinde öylece kaldım. Reha ellerini saçlarıma geçirmişti. Diğer eli ise belimdeydi. Beni kendine bastırırken aynı zamanda saçımı okşuyordu. Korkarak ellerimi bedenine sardığımda gözyaşlarım durmamıştı. Öylece ağladım. Nefretime, korkuma ve tutkuma ağladım. Arganın kokusu yine burnuma doluyordu. Koku sakinleştiriyordu beni. Rahatlamama yardımcı oluyordu.

“İyi misin?” Reha hiç pozisyon değiştirmeden, saçlarıma gömülü yüzüyle, kısık sesle saçlarımın arasından konuştu. Evet anlamında başımı salladığımda beni daha çok kendine bastırdı. Derin nefesler verdiğimde yangın merdivenlerinin demir kapısının açılma sesini işittim. “Reha, buraya girdiğinizi söylediler bir mevzu var da-” Karel’in hızlı bir şekilde kurduğu cümle, Reha’yla beni sarılırken görmesiyle havada kalmıştı. Elleriyle gözlerini kapatarak “Çok pardon... ben sizin şey yaptığınızı bilmiyordum.” Kahkaha atmak istedim ama basılmanın verdiği utançla böyle bir eyleme girişememiştim. “Ne yaptığımızı kardeşim?” Reha’nın sırtı yangın merdivenlerine dönük olmasına rağmen başını kaldırmış, Karel ile konuşuyordu. Arkasına dönme ihtiyacı hissetmemişti. Sadece başını, Karel’i az da olsa görebilmek için çevirmişti.

“Şey işte... Şey... Siz harbi ne yapıyorsunuz?” kaşları çatık bir şekilde bize baktığında Reha ile kıkırdadık. Ne yaptığımızı biz de bilmiyorduk. “Bir şey yapmıyoruz, kardeşim. İş çıktı daha başımıza. Sen ne diye geldin?”

“Sen şu işi anlatırken söylerim sana. Hadi size iyi ‘şey’leşmeler.” İkimiz de güldüğümüzde Karel tuttuğu kapıyı serbest bırakarak kapanmasını sağlarken aynı zamanda merdivenlerden çıktı. Biz Reha ile birbirimize bakarken onu belime inen diğer eli hâlâ belimde, benim ellerim ise onun boynundaydı. Yüzlerimiz çok yakındı. Ne yapacağımı bilmiyordum. “Anlatmamı ister misin?” Kısık gözleriyle gözlerime bakarken başımı salladım. Ayrılmamız gerekiyordu. Birbirimizi bırakmamız gerekiyordu ama benim ellerimi onun boynuna, onun ellerini ise benim belime kenetleyen bir şey vardı. İstiyordum ama ellerimi boynundan çekemiyordum. O da ellerini belimden çekmeye niyetli gibi görünmüyordu. Zorlansam da ellerimi boynundan çekmeyi başardığımda derin bir nefes vererek ellerini belimden çekti ve başını öne eğdi. “Ah, tamam...” Lafa başlayacak gibiydi ama önce merdivenlere oturdu. Ben de yanına oturduğumda konuşmaya başladı. “Bu tiyatro saçmalığı senin sandığın kadar masum bir şey değil. Çok fazla okulun tiyatro takımı var ve en iyi takımlardaki tiyatrocular genelde psikolojisi bozuk insanlardır. İki yıl önce bir dernek tarafından bir yarışma yapıldı. Ödüllü bir yarışmaydı. Herkes çok hırslıydı. Öyle ki, bu tiyatro uğruna çok fazla eşya çalınıp çok fazla hile yapıldı. Kaza süsü verilen bir ölüm bile oldu.” Kanım donmuştu. Kaza süsü verilen bir ölüm... Sırf bir tiyatro için.

“O günden beri her şeye dikkat ederek hareket ediyorduk. Ağabeyimden bana kalan bıçak da o gün çalındı.” Ağabeyi mi vardı?

“Senin ağabeyin mi vardı?”

“Ben uzun bir süre doğmayınca annemler evlatlık bir çocuk almışlar.” Derin bir nefes verdi. “On dört yaşında veremden öldü. Aşılarının eksik olduğunu kimse fark etmemiş. Bir şekilde kapmayı başarmış hastalığı. Bana da adıma gümüş bir bıçak bıraktı.”

“Adı neydi?” Yüzüme acıyla baktı.

“Revan Erendiz Mahidar.” Çocuktu daha öldüğünde. Sadece on dört yaşında bir çocuktu. “O zamanlar beş yaşındaydım. Kesik kesik her şey. Ağabeyimin yatağında yattığını hatırlıyorum. Annem doktor çağırıyordu. Doktor çare olmadığını söylüyordu. Beni olabildiğince uzak tutmaya çalışıyorlardı. Sonra ambulansla hastaneye götürdüler. Hastanede öldüğünü duydum. Cenazenin görüntüleri var aklımda, silik silik hepsi.” Düz bir yüz ile yere bakıyordu. Elim istemsizce sırtına gitti. Az önce ağladığım için akan burnumu çektim. Bunu yaparken Reha’nın sırtını sıvazlıyordum. Elimi sırtında hisseden Reha’nın gözleri bana döndü. Buruk bir tebessüm ettiğimde aynı şekilde karşılık verdi.

Bazı yaralar vardı, düşmanının gözünü bile kör edebiliyordu. İnsanın düşmanına bile ağır geliyordu yaşananlar. Öyle ki, insana düşman olduğunu unutturuyordu. Reha’nın yarası, bu türde bir yaraydı. Ona olan nefretimi unutturuyordu. Ona sarılıp saatlerce ağlama isteği uyandırıyor, yarasını yaram bellememe sebep oluyordu.

“Gidelim mi? Prova başlayacak.” Sabahtan prova olduğundan haberim yoktu. Geceden beri telefonuma düşen hiçbir aramaya veya mesaja bakmamıştım. Annem eve gelmiş ve direk yatmış olmalıydı. Gerçekten çok çalışıyordu ve buna değiyor muydu, emin değildim.

İkimiz de ayağa kalktığımızda çantamın hâlâ sırtımda olduğunu fark ettim. Reha’nınki de öyleydi. Ağırlığını yeni fark ediyordum. Reha kapıyı açtı ve her zamanki gibi bana geçmem için yol verdi. Koridora çıktığımda yüzüme vuran sıcak içimi ısıttı. Merdivenler açıkta olduğu için fazla soğuktu. Okulun ise kaloriferleri yanıyordu. Koridorda yürümeye başladığımızda saati kontrol ettim. Derse iki dakika kalmıştı. Zaten derse girmeyeceğimiz için sıkıntı yoktu. Bugün hangi sahneyi canlandıracağımızı bilmemek çok canımı sıkıyordu.

Bugün büyük ihtimalle öpüşme sahnesini prova alacaktık.

Ah, lanet.

Koridor git git bitmiyordu. Sanki normale göre daha da uzatmışlar gibiydi. Uzun yürüyüşümüzün ardından sonunda tiyatro salonuna vardığımızda derin bir nefes vererek kapıyı açtım. İçeride az da olsa birkaç kişi vardı. Birkaç dakikaya dolmamasını -en azından geç kalıp Reha ile olan öpüşme sahnemi görmemelerini- umarak çantamı koltuğa bıraktım ve koltuğa oturdum. Reha ise salonun sol tarafındaki koltukların en ön sırasının yol tarafından birinci koltuğuna çantasını, hemen yanına ise kendini attı. Kısaca dibime oturmuştu. Bana, başının önünü eğerek, aşağıdan ama yandan bir bakış attığında kanım çekildi. Cazibesini üzerimde kullanması sinirime batıyordu. Bir gün aklımı çelebileceğinden korkuyordum.

Telefonunu açıp yan çevirdiğinde beklerken oyun oynayacağını anladım. Ne kadar tiyatrocu olursa olsun, klasik bir erkek olduğunu inkâr edemezdim. Buna seviniyordum çünkü kendini sadece tiyatroya vermesi onu hayattan koparıyordu.

Gözlerimi telefonuna çevirip bir süre onu izlediğimde fazlasıyla iyi oynadığını fark ettim. El senkronizasyonu çok iyiydi. Savaş oyunu oynuyordu ve takımındaki kişilere baktığımda Karel’in adını gördüm. Karel de kaçtığı yerde oynuyor olmalıydı. Eğer tiyatrodan ayrılmasaydı burada çok eğlenebileceklerine emindim. İnsanı güldürmesini bilen biriydi. Takımı canlandırabileceği su götürmez bir gerçekti.

Bir süre sonra öğretmen geldiğinde hepimizi canlandırmak istercesine bize bağırdı. “Hadi, kalkın bakalım uyuşuklar. Bugün Reha ve Mahi’nin canını tehlikeye atan bir sahneyi izleyeceksiniz. Eğer dün dediğimi yapmadılarsa ellerimde boğulacaklarına emin olabilirsiniz.” Feris Hoca’nın dünkü sinirinden eser kalmamıştı. Etraftakiler ona gülerken Reha ve biz sorgularcasına birbirimize baktık. Bugün buradan ya cesedimiz çıkacaktı ya da cesedimiz.

İyi oynarsak birbirimizin alevlerine kapılacaktık. Kötü oynarsak Feris Hoca içimizden geçecekti.

Duygulu bir öpücük olmayacaktı ama ikimiz için de ifade ettiği şeyler çok fazlaydı.

Reha telefonunu cebine attı ve ayaklandı. Ben de korkuyla onun peşinden ilerledim. Bugün aynı giyinmemiştik. Onun üstünde şapkalı bir sweatshirt vardı. Benim üstümde ise ince, bej bir kapüşonlu.

Sahneye çıkarken merdivenleri kullanmadığımız için zorlanacaktım ama Reha bana dönüp sol elini uzattığında sol elimi eline kenetleyerek sahneye fırlarcasına çıktım. Arkamı döndüğümde bu etrafımızdaki kişileri şaşırtmıştı. Daha dün kedi-köpek gibi didişirken bugün düşman olmamayı seçmemiz herkesi şaşırtmıştı. Aslında sahnede yine birbirimizi yiyecektik ama sahne dışında böyle bir saçmalığın lüzumu yoktu.

Sahnede, öğretmenin komut vermesini bekliyorduk ama ikimiz de gergindik. Reha’nın gerginliği bana, benim gerginliğim ise ona giderek aramızda mekik benzeri bir bağ oluşturmuştu ve bu bağı ikimiz de gözlerimizle görebiliyorduk.

Öğretmen gerginliğimizi anlayınca kıkırdadı. “Kulise bir gidip gelin siz.” Gergin bir şekilde arkamı döndüm ve sahnenin dol duvarı ve izleyicilere dönük duvarının arasındaki perde ile kapatılmış kulise doğru ilerledim. Perdeyi açarak içeri girdiğimde Reha da peşimden geliyordu. Duvara yaslanarak derin bir nefes verdiğimde başını sol omzuna yatırarak bana baktı. “Benimle öpüşecek olman seni bu kadar heyecanlandırmasın, Küçük Balık.” Yere dönük olan yüzümü kaldırmadan, gözlerimi onun gözlerine kaldırdım ve ters bakışlarımı ona iliştirdim. Kıkırdadı. “Tamam, şaka yapıyorum. Benim de ilk öpüşme sahnem ve gerginim ama sen yine panik atak geçiriyor gibisin.” Gülen yüzü silindi. “İyi misin Mahi?”

Duvara sürtünerek çöktüğümde oturmamıştım ama ayaklarımın üzerindeydim. “Bu sahneye çıkmadan önce olmazdı. Bana böyle şeyler olmazdı. Neler oluyor Reha? Neden böyle hissediyorum? Neden biri boğazımı sıkıyor? Yüreğim neden sıkışıyor? Neden biri mideme yumruk atmış gibi hissediyorum?” Ardı ardına sıraladığım sorular Reha’nın kaşlarının çatılmasına sebep olurken, benim ellerim boğazıma gitti. O an, olmasını hiç beklemediğim bir şey oldu. Reha boğazımdaki ellerini çekti ve ellerimi bedenine sardı. Hemen ardından ise vücudumda bir çift kol hissettim. Bana sarılmıştı. Bugün ikinci kez sarılıyor olsak da bu sarılma diğeri gibi değildi. Reha bu sefer kendini kurtarmak için değil, beni kurtarmak için sarılıyordu.

“Şşş...” Sakinleştirme çabasını gördükçe yüreğimin çarpıntısı azalıyordu. Nefeslerim yavaşlıyordu ve rahatlıyordum. Başımı göğsüne çektiğinde omzuna yatırdım. Yüzüm boynuna dönüktü. Birkaç saniye şaşkınlıktan öylece kalsam da başımı omzuna bıraktığımda üstümden bir yük kalktığını hissettim. Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes vererek rahatlarken Reha’nın sesi kulaklarıma doldu. “Uyuma bak, işimiz var daha.” Yüzüme bir gülümseme yerleştiğinde gülmemeye çalıştım. Gülersem hoşuma gittiğini anlardı ama hoşuma gitmemesi gerekiyordu.

Of Reha.

“Çok teşekkür ederim, Reha.”

“Partnerimi sakinleştirmeyeceğim de kimi sakinleştireceğim?” Gülümsemem genişledi. Açık açık hoşuma gidiyordu ama bunu belli etmemem gerekiyordu. Reha hoşuma gittiğini anlarsa benimle daha çok uğraşırdı. “İyi misin şimdi? Hazır mısın?” Derin bir nefes verdim ve ondan ayrıldım. Gözlerine bakarak tebessüm ettiğimde kafamı salladım. “Evet, hazırım.” Kesinlikle birkaç dakika sonra dudaklarımız alevler içinde yanmayacak ve öpüşmeyecektik.

Reha gülümseyerek ayaklandığında yine sol elini bana uzattı. İstese sağ eliyle de beni rahatça kaldırabilirdi ama solak olduğu için sol eliyle daha rahat kaldırıyordu. Sol elimle elini tuttuğumda beni sert bir şekilde çektiğinde göğsüm göğsüne çarptı. Gözleri gözlerimde, eli elimdeydi. Bana normalde bakmadığı ve tanımlayamadığım bir şekilde bakıyordu. Cazibesi beni öldürmek üzereyken kulisin girişindeki perdeye doğru ilerleyerek perdeyi açtı. Geçmem için yol verdiğinde düz bir surat ile sahneye çıktım. Kimsenin içeride neler olduğunu bilmemesi gerekiyordu. Etraftaki herkes yerlerine oturmuştu. Gözler üzerimizdeydi. Reha ile sahnenin en uzak kısımlarında yerlerimizi aldık ve role başlamak uğruna birbirimize doğru yürüdük. “Sanırım fikrinizi değiştirdiniz, Bayan Sylwester? Beni bu kadar aceleci bir şekilde çağırmanızı başka bir sebebe bağlamak istemiyorum çünkü.” Mimikleri kusursuzdu. Yan yana geldiğimizde kolumu koluna geçirdim ve yürümeye başladık. “Arzunuz yerine getirilecek, Bay Mordecai. Aklımla değil, yüreğimin sesiyle hareket etmekte karar kıldım ve bu karar beni size getirdi.” Ona âşıkmış gibi bakma çabam umarım sonuç veriyordur.

“Bu bir aşk ilanı mı Bayan Sylwester? Heyecanım beni yalana sürüklemiyor, değil mi?” Gözleri umut akıtıyordu. Oyunculuğuna milyonuncu kez hayran kalırken gözleri gözlerimdeydi. Gözleri güzeldi. Kimsede olmayan aurası, cazibesine cazibe katıyordu. Altın rengiydi aurası. En değerli auraya sahipti. İnsanların ona Bağ Bozumu Tanrısı diye hitap etmesine şaşmamalıydı.

“Evet, Bay Mordecai. Heyecanınız size yalan söylemiyor.” Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırıyordu. Elini çeneme koydu. Dudakları dudaklarıma yaklaşırken bir anda kapı açıldı. “Hocam kavga var!” Reha’nın belimdeki elinin sıkılaştığını hissetmiştim. Gelen Lahza’ydı. Yokluğunu fark etmemiştim. Bu aralar gerçekten çok kopmuştuk. Çok fazla yalnız geziyordum. Lahza’nın üzüldüğünü hissediyordum. En yakın zamanda onunla konuşmalıydım. “Kimler?” Feris Hoca ayaklanıp gitmeye yeltendiğinde “Kunter ve Karel,” dedi, Lahza. Reha o an belimdeki ve çenemdeki elini çekti ve koşmaya başladı. Reha’nın beni ne kadar sert kendine bastırdığını o an fark ettim. Siyah kıyafetlerin içinde kapıya doğru koşarken Lahza da arkasını dönüp hızla ilerlediğinde ben de sahneden inerek hızla peşinden gittim. Koridora çıktığımda kulağıma inleme ve yumruk sesleri doldu. Karel hiç kavga edebilecek bir tip değildi. Bunlar neden oluyordu?

Yoksa bu Reha’nın bir planı mıydı?

Karel’in kaşı patlamıştı. Kunter’in ise burnu kanıyordu. Kırılmış gibi görünüyordu. Bu kadar hasarları olmalarına rağmen birbirlerine yumruklar savurmaktan vazgeçmiyorlardı. Reha koşarak yanlarına ilerledi ve Kunter’e bir yumruk geçirdiğinde şok içinde ona baktım. Ayırmak için koştuğunu sanırken Kunter’e attığı sert yumruk, onu Karel’in yumruklarından daha çok sarsmıştı. Kunter sırtüstü yere devrildiğinde Reha onun üstüne çıkarak ardı ardına yumruklar indirmeye başladı. “Senin çevremdeki insanlarla derdin ne lan?” hiddetli bağırışları kulağıma dolduğunda aklıma düşen kanılar ürpermeme neden oldu. Reha Kunter’den nefret ediyordu çünkü Kunter’in Reha ile bir derdi vardı. Reha ise Kunter’in onunla uğraşmasının sinirini şu an ondan çıkarıyordu.

Kunter hak etmişti kısaca.

Yani zannımca.

Reha’nın Kunter’e ettiği küfürleri duyduğumda şaşkınlıkla ama zevkle, dalga geçercesine gülerek ağzımı kapattım. Lahza ise yanıma gelip “Sen çok fenasın ha,” diye mırıldanmaya başladım. “Ne yapayım? Reha çok güzel dövüyor.” Lahza kaşları çatık bir şekilde gülerken gözlerini üstümde gezdirdi. “Sende bir şeyler var.”

“Ne gibi?”

“Reha’nın yaptıklarından zevk almazdın sen.” Gözlerim Reha ve Lahza arasında mekik dokuduğunda dudaklarımı birbirine bastırdım. “Yok öyle bir şey. Güzel dövüyor sadece.” Gülerek göz devirdiğinde gözlerimi tekrar Reha’ya çevirdim. Her yumruğu içime su serperken Hoca aralarına girdi ve onları ayırıp azarlamaya başladı. Hepsini revire gönderdiğinde orada da kavga çıkarmamaları için Lahza, ben ve bir çocuğu daha görevlendirmişti. Gülerek arkamı döndüğümde Reha ve Karel kollarını sallayarak bize doğru geldiklerinde güldüğümü belli etmek istemeyerek arkamı döndüm ve Lahza’nın koluna girerek yürümeye başladım. Lahza bana tekrar gülerek göz devirdiğinde “Sende ne var bulacağım ben.” diyerek güldü. O an boynumdan dolanan bir kol hissettiğimde şaşkınlıkla başımı sol tarafıma çevirdim. Reha gülerek kolunu omzumdan sallandırmıştı. Karel de Lahza’nın sağındaydı. “Ben Kunter’i döverken baya zevk alıyormuş gibiydin,”

“Ne alaka ya?” Gülerek Lahza’ya döndüğümde Sağ elindeki kanları gördüm. Reha solaktı. Sağ elinde bu kadar kan varsa sol elinde daha fazlası vardı. Başımı geri çevirerek sol eline uzandım. Elini elime aldığımda şaşkınlıkla bana bakıyordu. “Ne oldu?”

Yaralarını inceledim. “Bu yarayı sarmazsak iltihap kapar.” Derin bir nefes verse de elini elimden çekmedi. Hatta bunun üstüne sağ elimi Lahza’nın kolundan çıkardıktan sonra kaldırıp, omzumdan salladığı eline kenetleyince kaşlarımı çatarak ona baktım. Zil çalmıştı. Elimi çekip çekmemem gerektiğinden emin değildim. Sınıfların kapıları açıldığında yer yer bizi görenler vardı. Reha sol kulağıma eğilerek fısıldamaya başladı. “Şunlara baksana, bize bakıyorlar.” Gözlerimi gözlerine diktiğimde cazibesini gözlerine vermişti. Etraftaki insanlara gözlerimi çevirdiğimde gerçekten de bütün gözlerin üzerimizde olduğunu fark ettim. Reha’yı daha önce hiçbir kızla görmemiştim. Bu benim olduğu gibi onların da ilk görüşleriydi. Reha’nın yanında gezen ilk kız bendim.

Revire geldiğimizde Lahza ve Karel’in bizden önce gittiklerini fark ettim. Biz biraz yavaş gelmiştik. Reha’nın eli hâlâ kanıyordu. Reha’nın kolunu omzumdan indirdim ama elini bırakmadan onu çekiştirerek sedye oturttum. Sedye duvarın yanındaydı ve diğer yanında bir sedye daha vardı. O sedyenin üstünde ise Kunter vardı. Reha gözlerini Kunter’in üzerine diktiğinde Kunter çekinerek arkasını döndü. Reha’nın gözlerini çekmediğini gördüğümde göz devirerek iki sedye arasındaki perdeyi çektim. “Sen gerçekten sıkıntılısın.” Derin bir nefes vererek sedyeye uzandığında sol elini bana uzattı. Elini önce dezenfektanla temizledim, sonra tentürdiyot sürdüm ve sargı beziyle sardım. Spor salonunda ellik kullanıyor olmalıydı. Bu yüzden elleri böyle yaralara alışkın değildi. “Çıkışta tekrar değiştirelim.”

“Sahne de yarım kaldı.” Gözlerine gözlerimi diktiğimde sinsi gülüşlerini sezdim. Beni utandırmaktan zevk alıyordu. “Öyle oldu biraz.” Utandığımı belli etmemeye çalışma çabam bana utanmama olarak dönecekti en sonunda...

“Yazık oldu...”

“Tüh...”

*** 

Prova bitmişti ve son dersin çıkış zili çalmıştı. Tam eşyalarımı toplayıp eve gidecekken kolumda bir el hissettim. “Mahi, bandajı değiştirecektin.”

“Ah, evet. Gel benimle.” Birlikte revire doğru ilerlemeye başladığımızda herkes kapıya doğru ilerliyordu. Bize dönen birkaç göz oldu ama önlerine geri döndüler. Artık insanların umurunda olmamak daha güzeldi. Ters bakışlar sıkmaya başlamıştı.

Revire geldiğimizde Reha sedyeye oturup elini bana uzattı. Sedyenin hemen yanındaki komodinin çekmecesinden sargı bezi, pamuk ve tentürdiyot aldım ve tentürdiyodu pamuğa damlattım. Pamuğu Reha’nın boş eline tutuşturdum ve diğer elinin sargısını açtım. Sargı biraz yaraya yapışmıştı ama Reha hiç acı çekiyor gibi görünmüyordu. Sargıyı çıkardığımda komodinin üstüne koydum ve Reha’nın elindeki pamukla yarayı tekrar temizledim. “Acıyor mu?”

“Hayır,”

“Emin misin?”

“Ben sporcuyum, Mahi. Bu acı benim için bir hiç bile değil.” Güldüm.

“Sen sporcusun, sen tiyatrocusun, sen osun, busun. Sen aslında kimsin Reha?”

“Ben senin derinlerinde saklı o cehennemim.” Temiz sargıyı yaraya sardığımda sol eliyle elimi tuttu. Sağ elindeki yarayı temizlemişti fakat yer yer açık yaraları vardı. Elimi tutan eline diktim gözlerimi. Sonra başımı kaldırdım ve gözlerine kenetledim. Amacı neydi bilmiyordum. Yüzünde minik bir tebessüm vardı. Başı hafif sağa yatıktı. “Teşekkür ederim,” Tebessüm ettiğimde derin bir nefes vererek sedyeye bıraktığım çantama uzandım. Elimi, sürterek çektiğinde çantamı sırtıma taktım ve arkamı döndüm. “Bıçağımı...alsam...olur mu?” Duraksarken gözlerimi ona çevirdiğimde aklım gece olanlara gitti. “Olur,” Yürümeye devam ettiğimde okuldan çıktık. Okul boşalmıştı. Bahçede üç, beş araba dışında hiçbir şey kalmamıştı. Otobüs durağına ilerlemek için kapıya yöneldiğimde Reha’nın sesini duydum. “Mahi,”

Gözlerimi ona çevirdiğimde sorgularcasına baktım. “Bıçağı alacağım ya, gel bırakayım.” Arabaya doğru yol aldım. Ön koltuğa yerleştiğimizde Reha arabayı sürmeye başladı. Birkaç dakika sonra kapımın önündeydik. Annem hâlâ gelmemişti. Evin kapısını anahtar ile açtığımda Reha içeri girdi. Hemen ardından ben içeri girdim ve kapıyı kapattım. Üst kata doğru çıkmaya başladık. Odama geldik. Yatağa oturduğumda Reha’ya balkonun kapısının hemen yanındaki koltuğa oturması için işaret yaptım. Komodinimin çekmecesinden zarfı çıkardığımda zarfı öylece ona uzattım. Kanlı bıçağa dokunmak istemiyordum.

Reha zarfı eline aldı ve önce mektubu, sonra maskeyi, en son da bıçağı çıkardı. Bıçağın üzerindeki kurumuş kanları gördüğünde yüzü düştü. Şaşkınlıkla bıçağa bakarken bıçağın ağzını kapatıp cebine attı. “Teşekkür ederim.”

“Ne demek,” Bir süre havadan sudan sohbet ettikten sonra evden ayrıldı.

*** 

Geldiğimizden beri bütün tiyatroyu baştan prova alıyordum. Annem aşağıdaydı. Reha gittikten birkaç saat sonra gelmişti. Ben ise Reha gider gitmez provalara başlamıştım. Annem nöbetten döndüğü için direk uyumaya başlamıştı. Ben de geç olduğunu düşünerek birazdan yatacaktım.

Üstümü değiştirirken camın önünden bir karartı geçtiğini gördüm. Ya paranoyak olmaya başlıyordum ya da gerçekten öyle bir karartı vardı. Bu gecenin de bana zehir olacağı belliydi.

Üstümü değiştirdikten sonra yatağa geçtiğimde aklım karartıya takılıp durdu. Elime Dorian Gray’in Portresi’ni aldım. Lisyantus hâlâ sayfanın arasındaydı. Kimin koyduğunu merak etmekten kendimi alamıyordum. Belki de kitabı hediye etmek isteyen biri çiçeği arada unutmuştu. Belki de kitap gerçekten de çantama yanlışlıkla düşmüştü...

Gecem bu düşüncelerle geçerken uyuyakalmıştım. Sabah olduğunda odama düşen ışık hüzmeleri, aralıklı gözlerimle gülümsememe sebep oldu. Ayaklanarak hazırlanmaya başladım. Birkaç dakika sonra her zamanki gibi kapının önündeydim. Bugün kahvaltıyı okulda yapmayı planlıyordum. Kulaklıklarımı takıp otobüs durağına doğru ilerledim.

*** 

Okula vardığımda kantine geçtim ve tost alarak telefonumu kurcalamaya başladım. Bugün Reha’yı görmemiştim. Bu iyiye işaretti. Her teması, her kelimesi beni yakıp kavururken buralarda dolaşması pek hayra alamet olmazdı. Sargısını değiştirmem gerekiyordu. O solaktı ve yaralı eli sol eliydi. Sağ eliyle yarasını saramazdı.

Sosyal medyada gezinirken Reha’nın atığı bir gönderiye denk geldim. Dün gece Karel ile dışarı çıkmışlardı. Bu ikisi iflah olmazlardı.

Bir süre orada oturduktan karşı koltuğumda bir silüet sezmemle gözlerimi telefondan kaldırdım. Tanımadığım bir çocuktu. Kaşlarım çatıldı. Sorgularcasına çocuğa baktığımda “Sen Mahi olmalısın. Adını bütün okul biliyor artık. Emris ben.” Elini uzattığında kabalık olmasın diye elimi uzattım ama ne elimi uzatasım ne de muhabbet edesim vardı. “Memnun oldum.”

“Reha ile ilgili gerektiği kadar bilgiye sahip değilsin anlaşılan. El ele, kol kola gezdiğinize göre onu o kadar da iyi tanımıyorsun.” Kaşlarım daha çok çatıldı. “Neyi bilmem gerek?”

“Reha’nın önceki yıllardaki vukuatlarından haberin var mı?” Ah Reha... Sen benim başıma belasın.

“Hayır?”

“Bilmek ister misin?” Çocuk resmen Reha’yı çekiştirmek ve bana kötülemek için gelmişti ama ben içimdeki merakı engelleyemiyordum. “Anlat,”

Çocuk gülümsedi. Zaferi onu zevklendirmişti. Sesini kıstı. “Reha geçen yıl bir çocuğu öldürdü.” Tamam, bu zevkli olacağa benziyordu. Bire bin katılarak anlatılan yalanları dinlemeyi daha çok seviyordum. Güldüğümü fark eden Emris “Ciddiyim,” diyerek dikkatimi toplamaya çalıştı. “Geçen yıl, neredeyse yarım dönem uğraştıkları tiyatrolarını mahvedenleri bulup başlarındaki çocuğu öldüresiye dövmüştü.” Tamam, buna inanabilirdim. “Birkaç saat sonra çocuğun öldüğünü öğrendik. Reha’nın bundan haberi yoktu tabii, kimse soruşturma falan başlatmadı. Nedenini hiçbir zaman bilemedik. Ailesi çocuğu sevmiyordu sanırım. Sıkıntılı bir çocuktu zaten. Reha da bu şekilde işten sıyrılıp gitti işte.” Zil çalmaya başladığında çocuk ayaklandı. “Benim kalkmam gerek, basketbol takımının antrenmanı var.” Ne çıkıyorsa bu sporculardan çıkıyordu zaten.

“Görüşürüz,” Cevap vermedim. Ayaklandım ve sınıfa doğru ilerlemeye başladım. Bugünkü dersim, Reha’nın dersi ile çakışan üç dersimden ikincisiydi ve ders fizikti. Dün sabahki biyoloji dersimiz de çakışıyordu fakat derse girmediğimiz için gazabından kurtulmuştum.

Sınıfa çıkıp her zamanki yerime oturduğumda artık otomatik olarak Reha’yı bekliyordum. Bir Mahi alana bir Reha bedava.

Bir süre telefonumu kurcaladığımda Reha hemen yanımda belirmişti. “Mahi, bu yara yanmaya başladı.” Gözlerimi eline çevirdiğimde kaşlarımı çattım. Elini tutup incelediğimde “Ne yaptın sen dün?”

“Duşa girecektim. Bandajı çıkardım. Eskidi diye de geri sarmadım. Bugün kalktığımda da kabarmıştı.” Çok kötü bir şekilde iltihap kapmıştı. Annem birkaç ay önce iltihap kapan yaralar için sık kullanılan bir ilaç adı söylemişti. “Acıyor mu?”

“Evet,” Çok kötü görünüyordu. “İltihap kapmış bu. Gel benimle,” Ben her zamanki gibi duvar kenarında oturduğum için önce o kalktı. Hemen ardından ben kalktım ve hızlı bir şekilde revire kadar ilerledik. Yarasının acısı bana kadar gelmişti. Sol elimin eklemlerinin sızladığına yemin edebilirdim.

“O kadar büyük bir yara da değil. Nasıl iltihap kaptı ki?” Revire girdiğimizde ilaç dolabında annemin adını söylediği ilacı aradım. Bulduğumda zafer çığlıkları atmamak için zor duruyordum. “Bu ilacı sürekli sürmen gerek ama reçeteli bir ilaç. O yüzden küçük bir hırsızlık yapmak zorundayız.” Güldü. “İşin bitince geri getiririz zaten. Sargı bezini de sürekli değiştirmen gerek.” Elini elime alıp kremi sürmeye başladığımda acıyla tısladı. “Şşş...” Sakinleştirme çabam sonuç veriyor muydu bilmiyordum ama ilacı sürdükten sonra bandajı sararken canı yanmıştı. Dikkatini dağıtmak amacıyla çocuğun anlattıklarını ona anlatmaya başladım. “Bugün bir çocuk senin yaptıklarını anlattı.” Sesi boğuklaştı. “Kimmiş?”

“Orası çok önemli değil. Geçen yıl tiyatronuzu mahveden bir çocuğu dövmüşsün.” Sesim soğumuş ve kısılmıştı.

“Ee?”

“Çocuk birkaç saat sonra ölmüş.”

“Allah rahmet eylesin.” Kaşlarımı sorgularcasına çattığımda milyonlarca soru işareti kafamın içine nakliyat kamyonundan dökülürcesine düştü. Reha’nın rahatlığı beni şaşkınlığa uğratıyordu. “Ciddi misin?”

“Evet, benim tiyatromu mahvettiyse hak etmiştir ve o çocuk benim dövmemle ölmemiştir. Çocuk uyuşturucu kullanıyordu. Karşıma çıktığında bile öldü ölecekti. Ben vesile olmuş gibi olmuşum sadece.” Çok saçmaydı. Yüz ifadem değişmediğinde elimi tuttu. “Sakin ol, Mahi. Yanında bir katil yok. Şimdilik tabii. Sana bunları yumurtlayan çocuğu bulduğumda durum her an değişebilir.”

“Sen gerçekten hastasın. İnsanları dövmekten zevk alıyorsun.”

“Döverken soy sop sövmek daha ayrı bir keyif veriyor.” Göz devirdiğimde çöpleri çöp kutusuna atmak için elimi elinden çektim. Çöpleri attıktan sonra kapıya doğru ilerledim. “Beni beklesene ya,” Reha’nın sesini duyduğumda gülümsedim. Bu çocuk bir gün beni öldürecekti.

Sınıfa geçtiğimizde odak noktamız ders dışında her şeydi. Sınıftaki herkesi çekiştirip gülüyor, birbirimizde uğraşıyor ve bundan hiç utanmıyorduk. Daha dün birbirimizden nefret ederken nasıl bu hâle geldiğimizi ben de bilmiyordum. Her an birbirimize öldürecek gibi bakabilirdik ama şu an ikimize de gelmişlerdi. Bir kere güldükten sonra durduramıyorduk.

Biz gülerken nöbetçi öğrenci geldi. “Tiyatro takımını Feris Hoca çağırıyor.” Reha ile ona da güldükten sonra eşyalarımızı toplayıp sınıftan çıktık. Sınıftakilere yeterince rahatsızlık vermiştik. “En öndeki kızın bize bakışını gördün mü? Gözüyle boğduğunu sanıyordu.” İkimiz de kahkaha attığımızda Reha “En arkadaki çocuk da sıranın altındakilerden sonra bizi yemeyi falan planlıyordu en son.” diyerek lafa atladığında daha çok kahkaha attım. Karnıma ağrı girdiği için duvara dayanıp nefes almaya çalıştım. Reha tam ağzını açacaktı ki elimle onu durdurdum. “Ciğerlerim bir cümleyi daha kaldıramaz.” Reha yorgunlukla yanıma dayandı. “Çok güldük.”

Soluklandıktan sonra tiyatro salonuna doğru ilerledik. Salonda herkes toplanmış bizi bekliyordu. Bütün gözler üzerimize döndüğünde Reha’nın koluna tutunarak gülmeye başladığımda Reha da gülüyordu. “Siz içmediniz, değil mi?”

“Yo ne alaka?” Gülerek hocanın yanına geldiğimizde “Nasılsınız hocam?” diye sordum. Bu saatten sonra gülmemi falan durduramazdım.

“Siz iyi değilsiniz sanırım. Azara da hazırlıklı olun.”

Eşyalarımızı bırakıp sahneye çıktığımızda “Aslında fazlasıyla hazırız.” diyerek hocayı tatmin etmeye çalıştım ama maalesef hiç umutlu gibi görünmüyordu. Derin bir nefes vererek role başladım.

*** 

Akşam olmuştu. Odamda, Lisyantus çiçeğini izleyerek ders çalışıyordum. Arada bir dikkatim dağılıyordu. Annem klasik bir şekilde meyve tabağı getirmişti. Bugün de evdeydi ama birkaç saat sonra tekrar işe gidecekti. Çok çalışıyordu, o çalışırken ikimiz de yoruluyorduk ama karşılığını aldığı için ikimiz de mutluyduk.

Ne kadar derse odaklanmaya çalışsam da aklımda Reha’nın adını sayıklıyordum. Bütün gün yanımda gezmesi ekstra dikkatimi dağıtıyordu. Bazen de gözüm düzenli olarak cama kayıyordu. İçimden bir ses bu gece hiç güvende olmadığımı fısıldıyordu.

Güvende olmak artık çok da önemli değildi. O adamı yakaladığımda bir kaşık suda boğma isteğim daha fazlaydı.

Uzun saatler gözlerim kitap ve pencere arasında mekik dokudu. Camımın önünden bir ses duyduğumda şaşkınlıkla ayaklandım.

Camı açtım ve etrafa bakındığımda tanıdık bir sima görmemle geçirdiğim şok, önümüzdeki birkaç yıl hiçbir şeye şaşırmamama sebep olacaktı. Gördüğüm sima, Reha’ya aitti.

Loading...
0%