Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. BÖLÜM: KAVGALAR VE YARALAR

@zeusuyratlmamshera

~REHA VUSLAT MAHİDAR~

Zamanında çok fazla olaya karışmıştım ve sıçıp batırdığım da çok olmuştu. Bazen sinirlendiğim için kavga çıkarırdım, bazen bana ait olana dokunulduğu için, bazen ise sırf sıkıldığım için kavga çıkarırdım. Bana ait olana dokunulduğunda gözüm dönerdi. Spora gitmem de bu kavgaların cabasıydı. Günün sonunda iki taraf da zararlı çıksa da sinirimi atmış olurdum. Çok nadiren de olsa karşı tarafın hasarı olmazdı, sadece ben hasarlı olurdum ve sıçıp batırırdım.

Şu an da aynı şekilde sıçıp batırmıştım. Hiçbir çaba sarf etmeme gerek yoktu çünkü hiçbir cümleme inanmayacaktı. Mahi’nin inadından azıcık haberim varsa beni tam şu an boğmaya çalışacaktı.

Korkulu gözlerle bana baktığında yutkunmak için kendimi zorladım. “Mahi...” Çatıda zor duruyordum. Mahi’nin camının hemen önü çatıydı, camın hemen yanında ise balkon vardı ve balkonun bir duvarı çatıya bağlıydı. Mahi bana cevap vermedi. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Bana öylece bakakalmıştı.

“Sendin.” Lütfen söylemesin diye sayıklayabileceğim kelimelerden birini söylemesi, kalbime bir hançer gibi saplanmıştı. “Mahi...” Adını anmak dışında başka hiçbir şey yapamıyordum. “O bıçağı, o zarfı odama sen bıraktın.” Bu cümlenin ardından adı dışında bir şeyler söylemeyi anca başarabilmiştim. “Hayır, Mahi. Bak dinle beni bir.” Dinlese ne olacaktı ki? Anlatacak hiçbir şeyim yoktu ortada. Sunabileceğim onca argümanı bahane kabul edecekti. Ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde öylece ona bakıyordum. “Ne söyleyeceksin, Reha? Söyleyebileceğin bir şey mi kaldı?” Bacağımın arkasında, keskin bir sızı hissettiğimde elim bacağımın arkasına gitti. Keskin bir ses olmuştu kulaklarıma. Elime gelen kırmızı sıvı ve bacaklarımın üstünde durmanın verdiği acı ile bıçaklandığımı fark ettim.

~HAZAN MAHİ PİYALE~

Gözlerimin önünde, tanıdık olduğu kadar yabancı olan o simaydı benim kâbusum. Geceleri rüyalarıma konuk olurdu, gündüzleri gözyaşlarıma. Kriz geçirdiğimde yanımdaydı, sinirlendiğimde ise karşımdaydı çünkü genelde ona sinirlenirdim ama geçtiğimiz birkaç günde yanımda olan tek kişiydi. Şimdi ise karşımdaydı. Bana, hâlâ düşman olduğumuzu fısıldıyordu. Ben ise sırtımdan bıçaklanmışçasına ona bakıyordum.

Ama sonra bir şey oldu. Reha’nın hemen arkasından bir silüet geçti ve Reha’nın bacağına bir darbe indirdi. Reha inlemişti ama yere düşmemişti çünkü darbe yumruk veya tekme değildi. Darbe bıçak darbesiydi.

Reha acıyla inlediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Artık ayakta durmakta zorlanıyordu. Yarasını sarmalıydım.

Reha’ya uzandığımda “Tamam, bir şey yok.” diyerek beni durdurdu ama benim durmaya niyetim yoktu. “Saçmalama.” Kolunun altına girip camdan aşağı inebilmesi için onu çekiştirdiğimde “Mahi, gerek yok.” Diyerek beni durdurmaya çalıştı. “Seninle daha bitmedi işim. Gir şu odaya adam gibi, delik deşik geleceksin yoksa yarın okula.” Onu çatıdan aşağı indirdiğimde bacağından birkaç damla kan akmıştı. Hızlıca temizlemezsem bir daha çıkar mıydı, emin değildim ama Reha’yı da bu halde bırakamazdım. Önce ayakkabılarını, sonra üstündeki ceketi çıkardığımda kulağıma dolan sesle kaskatı kesildim. “Ben çıkıyorum, Hazan.” Annem henüz gitmemişti. Oysa ben Reha’yı içeri alırken gittiğini sanıyordum.

Sesinin nereden geldiğini saptayamıyordum ama yukarı doğru geliyor gibi görünmüyordu. “Kolay gelsin, anne. İyi geceler.” diye bağırdığımda Reha’ya gözlerimi diktim. Annemden cevap olarak kapının kapanma sesi gelmişti. Derin bir nefes vererek içimdeki stres fırtınasını dağıttım. Reha’nın yüzü ne kadar acı çektiğini belli etse de gözleri gözlerimdeydi. “Seninle daha hesaplaşmamız var, Vuslat Bey. Yere yat, kesinlikle yatağa değil ve pantolonunu çıkar.” Dar beyaz tişörtün altına asker yeşili bir kargo pantolon giymişti ve ona dehşet ötesi bir şekilde yakışmıştı.

Reha’yı dikkatli bir şekilde yere indirdiğimde gülümseyerek “Vuslat Bey, ha?” dedi.

“Sevdim bunu. Böyle de bundan sonra.” göz devirerek çöktüğüm yerden kalktım ve sargı bezi, lokal anestezi iğnesi, dikiş ipi, dikiş iğnesi, sargı bezi gibi şeyleri getirmek için odamdan çıktım ve annemin gerekli olabileceğini düşündüğü tıbbi araç gereçleri barındırdığı dolaba doğru ilerledim. Dolabın kapağını açtığımda ihtiyacım olan şeyleri parmaklarımın aralarına sıkıştırdım ve tekrar odama döndüm. Reha yerde yatıyordu. Kesikli kargo pantolonu kan içindeydi ve kanlı kısmı yüzeye gelmeyecek bir şekilde yere bırakılmıştı. Reha’nın altında çok şükür ki şort iç çamaşırı vardı. Arkasını dönmüştü ve kesiği çok acıyor gibiydi. Hemen yanına oturduğumda yere eşyaları bıraktım.

“Şimdi yaranı temizleyeceğim sonra lokal anestezi iğnesini enjekte edeceğim. Acımayacak.”

“Lokal anestezi iğnesi ne ya?” güldüm. “Tuzlu deniz suyu.” Başını çevirip dehşet içinde bana baktığında kahkaha attım. “Yaranı uyuşturacak iğne. Uzun adı bu. Normalde uyuşturucu iğne bildiğin. Lokal anestezi sadece vücudun bir yerine yapılan anestezi anlamına geliyor.”

“Beni ayak üstü ameliyat mı ediyorsun?” Gülümsedim. O da benimle birlikte gülümsedi. “Fena mı? Bıçak altına yatmadım demezsin.” yarayı steril gazlı bezle temizledikten sonra iğneyi enjekte ettim. “Uyuştuğunu hissediyor musun?”

“Yavaş yavaş.” birkaç saniye beklediğimizde kan sızan yaranın çevresini temizledim ve dikmeye başladım “Hissediyor musun?”

“Neyi?” Gülümsedim. “Diktiğimi.” Gözlerini bana çevirip dehşet içinde bana baktığında gülümsemem büyüdü. “Diktiğini neden söylemedin?”

“Böyle şeylerden korkacak biri gibi görünmüyordun.”

“Periyodik olarak kavgaya girmem her seferinde bacağımın arkasının anesteziyle dikildiği anlamına gelmiyor.” Derin bir nefes vererek dikişi tamamladığımda bandajı elime aldım ve yarayı sardım. Toparlandığımda “Kalkabilir misin?” diye sordum. Birkaç deneme sonucunda bacağını kullanamadığını fark ettim ve yüz üstü döndüğünde ona destek olarak kalkmasını sağladım. “Eve gideyim ben, sana da yük oldum.” Gurura başlamıştı yine fakat gururun hiç sırası değildi. “Bu şekilde hiçbir yere gidemezsin. Hatta birkaç gün burada kalman gerek.” Kaşlarını çatarak bana baktığında tam konuşacaktı ki onu susturdum. “Yolun ortasında düşüp kalmak mı istiyorsun, Reha? Başka çaren yok, seni eve falan ne götürebilirim ne gönderebilirim çünkü kesiğin gözetimde kalması gerek. Zaten sana da hiç güvenmiyorum, dikişlerin falan açılmasına sebep olursun. Burada kalacaksın.” İtirazından vazgeçmişti. “Git Karel’den falan kıyafetlerini getirmesini iste.” Elindeki sargı bezi dikkatimi çekmişti. Hâlâ sabahki bezdi. “Sargını değiştirmedin mi?” Ardı ardına yaptığım azarlamalar onu strese sokmuşa benziyordu. Ayaklandım ve sabah kullandığı kremi alıp odaya döndüm. Gözleri üzerimdeydi. Sargısını açtım ve kremi sürüp yeni bir sargı beziyle sardım. “Teşekkür ederim...”

Hesaplaşmamız ve ona olan öfkem bitmemişti.

“Gecenin bu saatinde çatıda ne işin vardı, Reha?” Gözlerim acıyla ve cevap arzusuyla doluydu çünkü bana o bıçağı koymadığıyla ilgili yeminler etsin istiyordum. Beni yalan dahi olsa buna inandırsın istiyordum çünkü bıçağı onun koyduğu gerçeği ile yaşayamazdım. Derin bir nefes verdi. Gözlerini sertçe kapatıp açtı. “Sana öldürdüğümü söylediğin çocuktan bahsetmiştim ya,” ‘Evet’ dercesine başımı salladım. “O çocuğun arkasında onun gibi onlarca çocuk var.” Kaşlarım çatıldı. “Tiyatro camiası sandığın kadar masum bir yer değil, Mahi. Psikolojik insanlarla dolu saha. Şuna bak, biz bile normal değiliz. Ben sinirden aptal aptal kavga ediyorum, sen her gün krizler geçiriyorsun.” Derin bir nefes verdi. “Neredeyse hepsi bana düşman çünkü en iyi okul olma yolunda gidiyoruz ve herkes kan resitalinin bizi zirveye taşıyacağının farkında ve yarısının radarındasın, Mahi. Senin peşine düştüler. Peşinden gelmezsem sana ne yapacaklarını bile bilmiyorum.” Buz kesmiştim. Ellerim ve ayaklarım buz gibi olmuştu. Peşimde olan bir grup ruh hastası insan vardı ve Reha beni onlardan korumaya çalışırken bıçaklanmıştı.

Konuyu devam ettirmek istemedim. Verdiğim derin nefeslerin yeri boş kalmıştı. “Ben Karel’i arayayım.” Dikkatimi dağıtması iyi olmuştu ama midemin bulantısı hâlâ geçmiyordu. Ayağa kalktım ve masamın üstündeki bardağa su doldurarak bardağı dudaklarıma götürdüm. Reha da o sırada Karel ile konuşuyordu. Yanına geldiğimde birkaç dakika öylece oturduk. Birbirimize bile bakmadık. Ne yapacağımızı bilmiyordum. Birkaç dakika sonra zil çaldığında koşarak aşağı indim. Karel gelmişti. “Siz ne yaşıyorsunuz, ben gerçekten anlamıyorum.” Kapıyı açtığımda Karel söylenerek çantayı bana uzatmıştı. “Geçsene içeri,” Derin bir nefes vererek içeri geçtiğinde Reha’yı üst kattan aşağı taşımayı düşündüm. “Reha’yı taşımak zor olur şimdi, yukarı çık direk.” Önümden yürüyerek merdivenlerden çıktı. Ben de arkasından çıktım. Odamın yolunu gösterdim. Odama girdiğimizde Reha’yı gördü ve kahkaha attı. “Ne gülüyorsun lan? Ver şu çantayı. Çıplak kaldım resmen.” Oysa ben hiç çıplak olduğunu hissetmemiştim.

Karel çantayı ona fırlattığında Reha çantayı tuttu ve içinden bir şort çıkardı. Şortu hızlı bir şekilde altına geçirdi. “Nasıl oldu bu?” Karel’in gözleri Reha’nın üzerindeydi. Reha’nın yanına oturduğunda ben de balkonumun kapısının hemen yanındaki koltuğuma oturdum.

Reha’nın gülen yüzü düştü. “Mahi’yi kontrol ediyordum. Biraz fazla yaklaşınca beni fark etti. O sırada da biri arkamdan bıçakladı.” Sinirle soludu. “Onu bulduğumda...” Devamını getirmedi. Ağzının içinde gevelemekle yetindi. Söyleyeceği şeylerin ağza alınmayacak şeyler olduğunun o da farkındaydı. “Ne zamana iyileşir bu?” Karel’in gözleri, sorduğu sorunun hemen arkasından gelen dehşet ifadesi ile fal taşı gibi açıldı. “Siz o zaman provalara gitmeyecek misiniz?” Reha ile birbirimize korku içinde baktık. Karel ise sorularının cevabını alamadı. “Peki, size iyi geceler o zaman. Annem arar şimdi. Pat diye çıktım evden.” Onaylarcasına başımı salladığımda Karel’in hemen ardından ayaklandım ve onu geçirdim. Geri döndüğümde Reha telefonuyla uğraşıyordu. “Sen burada yat, ben annemin odasında yatarım.” Gözlerini telefondan kaldırdı. “Ben salonda yatardım aslında.”

“Seni salona indirebilecek olsaydım okula da götürürdüm.” Düşündü ve mantıklı olduğuna karar verdi. Masamın üstündeki kumandayı ona attım. Yatağımın hemen karşısında bir televizyon vardı, bir gün gerçekten işe yarayacağını bilemezdim. “Al, izlersin.”

“Teşekkür ederim,” çıkmak için kapıya doğru ilerlediğimde “Mahi,” diyerek bana seslendi. Duraksadım ve ona döndüm.

“Teşekkür ederim,” Bu, az öncekinden daha içten bir teşekkürdü. Bu gerçekten minnettar olduğuna dair bir vurguydu. Gülümsedim. “Ne demek. Beni korumak için bıçaklandın. Seni çatıdan atmamı beklemiyordun herhalde.” Gülümsedi. “Bu, beni içeri almandan daha büyük bir ihtimaldi aslında.” Kıkırdadım. “İyi geceler, Bağ Bozumu Tanrısı.”

“İyi geceler, Gün Batımı Tanrıçası.” Kalp krizi geçirmeden önceki son saniyelerimi, odadan kaçmak için harcadım.

Gün Batımı Tanrıçası Afrodit’ti.

Aynı zamanda güzellik tanrıçasıydı.

Ve Reha bana Gün Batımı Tanrıçası diye seslenmişti.

Olduğum yerde çıldırırken annemin odasına ilerledim. Yatağa girdim ve saatlerdir çalışmanın verdiği yorgunlukla uyuyakaldım.

~REHA VUSLAT MAHİDAR~

Bana odasını bırakması bir yandan işime gelirken bir yandan da onun için endişeleniyordum. Yastığı tıpkı saçları gibi kokuyordu. Kokusu uykumu getiriyordu. Gözüm televizyondaydı ama gözümün hemen önünde, hiç gitmeyen siması yer edinmişti.

Düşünüyordum, acaba farklı şartlar altında olsak nasıl tanışırdık? Şartlarımız kötü değildi ama bütün olanlar birbirimize düşman olmaya itiyordu ikimizi de. Başta ondan gerçekten nefret ediyordum fakat zamanla ona alışmıştım. Belki o da bana alışmıştı veya hâlâ benden nefret ediyordu.

Senden nefret etseydi seni çatıdan çoktan itmişti, aptal.

Milyonuncu kez düşündüğüm ihtimal hâlâ gülmeme neden oluyordu. Beni itip öylece içeri giren bir Mahi düşünemiyordum, bu onun karakterine aykırıydı.

Güzeldi, gerçekten somut bir güzelliği vardı ve ben kendimi kontrolsüzce ona kaptırıyordum. Daha da önemlisi, bunu istediğimden bile emin değildim.

Gözlerimi kapattım ve Mahi’nin kokusu eşliğinde güzel bir uykuya daldım.

*** 

~HAZAN MAHİ PİYALE~

Bağ Bozumu Tanrısı vardı karşımda. Ellerini bana uzatıyordu. Gelmemi söylüyordu bana. Beni bırakmayacağını söylüyordu. Umutla tuttum ellerini, beni karanlığa gömeceğini bilmeden. Bembeyazdı her yer. Üstümde beyaz bir elbise vardı. Onun üstünde ise siyah bir takım. El ele koşuyorduk boşlukta. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Etraf birden karardı ve simsiyah oldu. Beyazların içinde ayırt edilebilen tek şey o iken, şimdi siyahlar içinde ayırt edilebilen tek şey bendim. Bir duvar vardı hemen yanımızda. Beni iterek sırtımı duvara dayadı. Elini enseme yerleştirdi. Dudaklarını bedenime sürttü. İnce yollar çizdi, çıkış yolunu bulamayacağım yollar oldu öpücükleri. Dudaklarıma geldiğinde beni çok sert bir şekilde öpmeye başladı. Öpüşleri altında ezildim, ağırlığının altında kaldım.

Biz böyleydik, birbirimizin uyumlu olduğu ortama en ters kişiler, birbirimizin ağırlığıyla baş edemeyecek iki beden ve birbirimizin sertliğine dayanabilecek gücü olmayan iki ruhtuk.

Gözlerimi beyaz tavana açtığımda hava aydınlanmıştı. Annemin odasına girdiği gibi benim odama da güneş giriyor olmalıydı. Aklım hâlâ gördüğüm rüyadaydı. Reha benim dünyama uyumlu değildi, ben de onun dünyasına uyumlu değildim ama evren bizi bir şekilde bir araya getirmeyi başarmıştı.

Ayağa kalktım, Reha’nın yarasını kontrol etmem gerekiyordu, hemen ardından ise onu salona taşıyıp yemeği hazırlamam. Kendimi kocası yaralanmış, yeni evli çiftin gelini gibi hissediyordum.

Her şeyi çok saçma bularak ayağa kalktım. Odama doğru ilerledim ve banyoma girmeden önce Reha’ya minik bir bakış attıktan sonra banyoya girip kişisel ihtiyaç ve bakımımı hallettim ve banyodan çıktım. Reha hiç kımıldamamıştı. Banyoya girerken nasılsa şimdi de o şekildeydi. Ölü gibi uyuduğu gerçekten doğruydu.

Kollarıyla yorgana sarılmıştı, aynı zamanda yorganı bacaklarının arasına sıkıştırmıştı. Yaralı bacağı yorganın üstündeydi. Burnu ise yastığa gömülüydü. Fazlasıyla huzurlu görünüyordu. Ayak ucuna yakın bir yere oturdum ve yatağın ucundaki komodin benzeri büyük dolabın üstündeki sargı bezi ve kremi aldım. Sargısını tam açıyordum ve inleyerek sıçardı. Elimi pürüzsüz bacağına koyup okşadım ve “Şş...” Diyerek onu sakinleştirmeye çalışırken aynı zamanda sargısını açtım. Uykulu bir sesle “Yaramla uğraşırken asla haber vermeyeceksin, değil mi?” Gözlerine bakarak gülümsedim. “Duruma göre değişir.” Kremi sürerken tısladığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Yeni sargı bezi ile sardıktan sonra eşyaları büyük komodinin üstüne bıraktım. “Günaydın, Bağ Bozumu Tanrısı.”

“Günaydın, Gün Batımı Tanrıçası.” Başımı eğerek ayağa kalktım ve üstümü değiştirmek için dolabıma yöneldim. Üstümde pijamalarım vardı, bir eşofman ve belime kadar gelen, kısa ve dar bir tişört aldım. Banyoya doğru ilerlerken “Benden sonra sen değiştirirsin, değiştireceksen.” diyerek banyonun ışığını yaktım. Tam banyoya giriyordum ki Reha’dan neşeli bir ses geldi. “Varımı yoğumu gördün zaten,” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Dün iç çamaşırıyla kaldığı için her yeri ortadaydı ve ben kaçınılmaz son olarak bunları görmek durumunda kalmıştım.

Banyoya girip üstümü değiştirdikten sonra banyodan çıktım. Reha telefonuyla oynuyordu ve dünyayla bağlantısını kesmiş gibiydi.

“Seni banyoya taşımamı ister misin?” Reha özbakımına dikkat eden biriydi ve şu anki durumundan, en az benim sabahki durumumdan rahatsız olduğum kadar rahatsız olduğundan emindim. Gözlerini bana çevirdiğinde “Destek olsan yeter aslında.” dedi. Yanına doğru ilerledim ve yaralı bacağının tarafındaki kolunun altına girdiğimde ayağa kaldırdım ve zor zekât da olsa onu banyoya getirmeyi başardım. “Çantamda diş fırçam vardı...” Hızlıca çantasına doğru ilerledim ve diş fırçasıyla diş macununu ona getirdim. Ben bunu yaparken o yüzünü yıkamıştı. Lavabonun arkasındaki dolaptan temiz havluyu çıkarıp ona uzattım. “Teşekkür ederim.” Dişlerini fırçalarken elime telefonumu aldım ve bildirimleri kontrol ettim. Lahza’dan bir mesaj vardı.

Lahza: Umarım duyduklarım Karel’in saçma şakalarından başka bir şey değildir.

Gülümsedim. Lahza ve Karel’in samimiyeti fazlasıyla belliydi. Bir ara onu sorguya çekecektim ama ne zaman olacağından emin değildim.

Hazan: Saçma şakalarından başka bir şey...

Reha’nın bakışlarını üzerimde hissettiğimde bakışlarımı telefondan onun üzerine, gülümseyerek kaldırdım. Düşük yüzü, gülümsemeye başladı. “Bir şey mi oldu?” Omzunun altına girdiğimde “Lahza’nın sorguları işte.” diye cevap verdim. Onun adımlarına göre hareket ettiğimde “Aşağı inelim mi?” diye sordum.

“Olur,” Biraz çekingen davranıyordu çünkü durumundan memnun değildi. Hiçbir işe el atamamak onun sinirlerini bozuyordu. Bana yük olduğunu düşünüyordu, aslında yaptığım tek şey onu taşımaktı fakat o bütün işlerini kendi halletmeye o kadar alışmıştı ki en küçük yardımda bile mahcup oluyordu.

“Çok kasıyorsun.” Gözlerim kehribarlarını bulduğunda gözlerinde sezdiğim ilk duygu, korkuydu. Bir şeylerden korkuyordu.

“Kasmıyorum.”

“Fazlasıyla kasıyorsun.”

“Nereden çıktı bu şimdi?” Tek kaşını kaldırdı. “Rahat olmadığını hissedebiliyorum çünkü." Öylece yere baktı ve hiçbir şey demedi. "Bak, gerilmeni anlıyorum ama bana yük falan değilsin. Rahat olmanı istiyorum, hepsi bu." Derin bir nefes verdiğimde merdivenlere gelmiştik. Reha tutamaklara tutunarak desteğimle aşağı inmeyi başardığında dikkatli bir şekilde koltuklara kadar geldik ve onu yavaşça koltuğa bıraktım.

Yorulduğum için dinlenmek adına yanına oturduğumda gözleri bendeydi, benim gözlerim ise tedirginlikle ona bakıyordu. Gözlerimi çekmemek için çabalıyordum ama içimdeki dürtüye engel olamıyordum. Gözlerimi gözlerinden çektiğimde derin bir nefes verdim. “Ne yemek istersin?”

“Ne yapmak istersen.” Gülümsediğimde o da bana gülümsemişti. Gülümsemesi güzeldi. Çoğu insanın gülümsemesinden daha güzel bir gülüşü vardı ve bu onun cazibesini arttırıyordu.

Yüzümdeki tebessümle ayağa kalktığımda Amerikan mutfağa doğru ilerlemek üzere yürüdüm. Bunu yaparken ise gözüme takılan kumandayı Reha’ya fırlattım. “Eyvallah.”

Mutfağa ilerlediğimde aklıma ilk gelen yemek kıymalı yumurta oldu. Burnuma kokmuştu ve çok canım çekmişti. Reha’ya “Kıymalı yumurta yapayım mı?” diye sordum.

“Olur, süper olur.” Malzemeleri hazırlayıp dakikalar içinde yemeği masaya koyduğumda Reha’ya doğru ilerledim. Onun omzunun altına girdim ve masaya doğru taşıdım. Sandalyeye oturttuğumda kıymalı yumurtaya, yüzünde bir tebessüm ile bakakaldı. “Ne oldu?” diye sordum gülerek.

“Hiç,” Ekmeği bölüp ona uzattığımda ekmekten bir parça aldı ve tavaya daldırdı. Ekmeği, üstündeki kıymalı yumurta ile ağzına attığında gülümsemesi büyüdü. “Elin çok lezzetliymiş.” Gülümsedim. Bir şey demeden yemeğimi yemeye devam ettim. Zihnimin sürekli işlediğini hissedercesine çok fazla şeyi aynı anda düşünüyordum. Hem Reha’ya ne olacağını hem tiyatroyu hem annemin gelişini hem de Reha’ya bunu yapanın kim olduğu aklımda dönüp duruyordu. Kim olabilirdi? İhtimaller veriyordum ama hiçbiri birbirini tutmuyordu. Kunter olmasına ihtimal veriyordum ama Kunter bunu yapabilecek cesarette biri değildi. Kunter benden bile korkak birine benziyordu –ki ben korkak sayılmazdım- ve Reha’nın deli cesaretini de hesaba katarsak –ki bu cesaretin sonucu Kunter’i öldürmeye kadar gidiyordu- bunu yapmaya cesaret edebileceğini sanmıyordum.

“Ne düşünüyorsun?” Gözlerimi, daldığım yerden kaldırdığımda Reha’nın meraklı bakışlarını fark ettim. Benim aksime o gayet rahattı, bıçaklanan o olmasına rağmen.

“Bıçaklayanın kim olduğuna ihtimal veriyordum.” Gözlerini gözlerime dikti. “Sen bunlara kafanı yorma, ben hepsini halledeceğim.”

“Nasıl?”

“Orası da bana kalsın.” Sabır dilercesine derin bir nefes çektiğimde ikimizin de yemeğinin bittiğini fark ettim. “Seni yukarı götüreyim mi yoksa biraz daha burada kalalım mı?” Reha’nın evi inceleyen bakışları bana döndü. “Aslında...” Dikkati fazlasıyla dağılmıştı. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. “Götürsem iyi olur mu yoksa burada kalsak daha iyi mi?” Cümlesini tamamlaması için verdiğim seçenekler onu gülümsetmişti. “Yukarı çıksak daha iyi olur.” Gülümsedim. Gurur yapması sinirime dokunuyordu ve artık bunu aşması beni sevindirmişti. Ayağa kalktım ve yanına doğru ilerleyerek kolunun altına girdim. Boyu uzun olduğu için o otururken ve ben ayaktayken neredeyse aynı boya geliyorduk. İkimiz de ayağa kalktığımızda onu dikkatli bir şekilde yukarı taşıdım. Merdivenlerden çıktığımızda bana çok yük yüklememek için daha çok diğer bacağına yüklenmişti. Üst kata varmayı başardığımızda Reha’yı yatağıma bıraktım. İkimiz de derin bir nefes vererek telefonlarımıza gömüldük. Ben balkonun kapısının yanındaki koltuğumda otururken o yatağımda yan dönmüş bir şekilde, rahatça yatıyordu.

“Mahi,” Reha’nın bana seslenmesi ile telefonumda olan gözlerimi ona çevirdim. “Yanıma bir gelsene.” Oturur pozisyona gelircesine toplanıp başlığıma yaslandığında ve duvara doğru kaydığında yanına oturdum. “Ne oldu?”

Bir fotoğraf açtı ve bana doğru çevirdi. “Bu çocuğu tanıyor musun?” Çocuk esmer teni ve teninin rengine yakın kumrala dönük kahverengi saçlarıyla kameraya gülümsüyordu. Fotoğraf yaklaştırılmış gibiydi ve sima çok tanıdıktı ama çıkaramıyordum. Yeşil gözlerinin yüzüyle hiçbir uyumu yoktu. Elimi ekrana yaklaştırıp fotoğrafı küçülttüğümde kareye Lahza girdi...

Bu çocuk, Lahza’nın geçen yılki sevgilisiydi.

Peki Reha’nın bu çocukla alakası neydi?

Çocuk gelen yıl mezun olmuştu. Tiyatro ve bunun gibi hobi alanları yerine derslerine odaklanmıştı ve bu yıl mühendislikte birinci sınıf öğrencisiydi. Lahza ile güzel geçiniyorlardı ama ben Lahza’ya yakışmadıklarını söylemekten kendimi alamıyordum. Uyumları yoktu. Lahza konuşmayan biriyle konuşamazken o çocuk sessiz bir tipti. İkisi de put gibi durmaktan geri kalamazlardı.

Reha’ya olan ilişkim bile sevgili olmamamıza rağmen o ikisinin ilişkisinden daha cafcaflıydı. İkimiz de konuşur dururduk. Eğlenmesini bilirdik, en az nefret etmesini bildiğimiz kadar.

Ben neden Lahza’nın ilişkisiyle Reha ile olan ilişkimi kıyaslıyordum ki?

“Lahza’nın eski sevgilisi bu.” Gözlerimi, tepkisini merak ederek ona çevirdim. “Ne oldu ki? Nereden buldun sen bu çocuğu?”

“Geçen bu çocuğun yanında bir çocuk gördük ve çocuk bize düşman olan okullardan birinde okuyor. Benden ölesiye nefret ediyor ve Karel ile bu çocuğun olmasına ihtimal verdik ama hiçbir şeyden henüz emin değiliz.” Anlamışçasına başımı salladım. “Bu çocuğun da işin içinde olduğuna ihtimal veriyoruz.” Bir şeyler yapmışım gibi ona baktığımda “Ne oldu?” diye sordu.

“Bu çocukla Lahza’nın ilişkisi çok boş bir ilişkiydi ve Lahza’ya ayrılması için tavsiyeler vermiştim. Belki bunu dert etmiş olabilir.” Reha bana her zamanki ‘Ciddi misin?’ bakışını atıyordu. “Ne? Çocukla put gibi yürümekten başka hiçbir şey yapmıyorlardı. İnsan tek kelime dahi etmez mi ya?” Diyerek isyan ettim.

“Belki onlar susarak anlaşıyorlardır.” Tek kaşımı kaldırdım. “Mal gibi baksam daha çok şey anlatırım.” İkimiz de birbirimize göz devirdiğimizde telefonuna döndü. Ben de özel alanını işgal etmek adına gözlerimi onun telefonuna diktim.

“Çok merak ediyorsan eline vereyim, sen kullan telefonu.” Fazlasıyla yeni çıkmış ve pahalı bir model olan telefonunu bana uzattığında gözlerinin içine baktım. Neden böyle bir şey yapıyordu?

“Neden telefonunu kurcalayayım, Reha?” Adını bastırarak söylemem, dudağının bir kenarının kıvrılmasını sağlamıştı. “Bilmem, neden baktığınla aynı sebeptir belki?” Şu an telefonuna bakmamın, kurcalamamla neredeyse aynı şey olduğunun farkındaydım fakat bir şekilde kıvırıp bu işin içinden çıkmalıydım.

“Şu an, sadece o çocukla alakalı bir şeyler döndüğü için bakıyorum. Telefonunda ilgimi çeken tek şey arkadaşımın eski sevgilisinin benimle bir derdi olma ihtimali.” İşte buydu. Savunma buna denirdi.

“Öyle olsun bakalım.” İçimde özgürlük bayrakları sallanırken ben hâlâ yüzsüzce Reha’nın telefonuna bakabiliyordum. “Lahza nereden bulmuş ki bu çocuğu? Sen onu arasana bir. Birkaç şey soracağım ben ona.” Anlamamışçasına kaşlarımı çatsam da telefonumu açtım ve Lahza’yı aradım.

“Efendim canımın içi?” Lahza’nın bu hitabına Reha ile tebessüm ederken ben konuşmaya başladım. “Aşkım şimdi şey oldu, Reha’dan nefret eden bir çocuğu senin Alpay’ın yanında görmüşler. Reha sana bir şeyler soracakmış.”

“Alpay mı?” Reha’nın kaşları çatılmıştı.

“Evet, çocuğun adı bu.”

“Karel daha iyi bu çocuktan. Lahza nereden bulmuş harbi bu çocuğu?” Kaşlarım çatıldı. “Ne konuda daha iyi ve konuyu Karel’e nasıl bağladın?”

“Karel’in ikinci adı Alpay ya Mahi’ciğim.”

“Öyle miymiş?” Reha’nın imalı cümlesi ile hem gülen hem de şaşıran bir ifadeye bürünmüştüm. “Öyle, şimdi sus da sorumu sorayım. Lahza, sen bu çocuğu nereden buldun?”

“Çocuk futbol takımındaydı bir dönem. Sonra üniversite sınavı için bırakmıştı.” Reha’nın anlamışçasına çatık kaşları gevşedi ve “Ha...” diyerek anladığını belli etti. “Ben niye hiç görmemişim bu çocuğu ya? Hiç gözüm de tutmadı zaten. Fark etseydim elden geçirirdim.” Dehşet ifadesi ile ona bakarken içimde zevk şelaleleri akıyordu. “Ne saçmalıyorsun, Reha? Ne elden geçirmesi? Otur oturduğun yerde. Zaten sağa sola sataşmadan duramıyorsun.” Canım arkadaşım her zamanki gibi haklıydı. Reha, Lahza’ya katılıp katılmadığımı sorarcasına bakışlarını bana diktiğinde onaylarcasına başımı salladım. Sitem edercesine kaşları şekil aldığında ‘Yapacak bir şey yok.’ dercesine başımı salladım.

“Neyse, çocuk hangi üniversitede şu an?”

“Şehrin kendi üniversitesinde.” Buradan mezun olanlar genelde o okula giderdi çünkü neredeyse lisenin devamı gibiydi. Bütün takımlar aynı şekilde oraya geçiyordu. Benim planlarım şehir dışındaydı çünkü bu şehirde yeterince kalmıştım. Daha fazla durmak beni öldürürdü. Her köşesinde anım olan şehir beni içten fethedilen bir kale gibi çürütüyordu.

“Tamam, teşekkür ederim.”

“Ne demek. Görüşürüz, dikkat edin.”

“Görüşürüz, Lahza’m.” Telefonu kapatıp kenara koydum. “Planın ne?” Reha’nın her zaman bir planı olurdu. Bunu geçirdiğimiz bir haftada fazlasıyla anlamıştım. “Planım... anlatsam anlar mısın?”

“Evet.”

“Bu adamı biraz takip edeceğim, rutinini öğrendikten sonra Karel ile adamı sıkıştırıp sorguya çekeceğiz. Adamın gezisi falan olursa planı değiştireceğim tabii. Geziye çıkarsa o gezideyken diğer çocuğu sorguya çekeceğim. Bir şekilde adama ulaşmamasını sağlayacağım. Sonra adamı sorguya çekeceğim. İşim bitince ne yaparlarsa yapsınlar.” Anlamışçasına başımı salladım. Telefondan bir şeyler yaptıktan sonra telefonu kapatıp ayak ucuna fırlattı. “Şaşkınlıkla yaptığını anlamlandırmaya çalışırken dibine kadar girdiğimi fark ettim. Biraz yılışmış gibi görünüyordum. Elleriyle yüzünü kapattığında mırıldanmaya başladı. “Her şeyden nefret ediyorum.” Cevap vermedim.

“Mahi,”

“Efendim?”

“Bir kere sarılayım mı?” Şaşkınlıkla ona baktığımda ellerini yüzünden çekmişti. “Sarıl.” Kolları bedenimi sardığında ben de ona sarılmıştım. Cüssesini, omzuna çarpmamam için bana doğru çevirmişti. Yüzü boynuma gömülmüştü ve burnu boynuma değiyordu. “Çok kısasın.” Güldüm. “Ben kısa değilim, sen uzunsun.”

“Altı üstü bir doksanım, abartma.” Tırnaklarımı sırtına geçirdiğimde kıkırdadı. Yüzünü boynuma daha da bastırdı. “Ne olacak bizim bu halimiz, Mahi?”

Halimiz gerçekten ne olacaktı? Reha yaralıydı, tiyatroya çalışamıyorduk. Önümüzde üniversite sınavı vardı. Onlarca düşmanımız ve belamız vardı. Tiyatro camiasının bu denli karışık olacağını hiç hayal etmemiştim. Herkesin potansiyeli, dünyadaki yaşıt tiyatrocularla yarışacak kadar yüksekti. Belki de bunca bela, bu yeteneğin bedeliydi. Derin bir nefes verdim. “Bilmiyorum, Reha. Bilmiyorum.”

“Bu saçmalıklardan uzaklaşmak istiyorum. Akşama kadar telefonlara bakmasak olur mu?” Artık kendi gibi değil, küçük bir çocukmuş gibi mırıldanıyordu ve bu dehşet ötesi bir şekilde hoşuma gitmişti.

“Ne yapalım istersin?” diye sordum, bir anne edasıyla.

“Bilmem. Senin hep bir fikrin vardır.” Düşündüm. Aklıma bir fikir gelmiyordu. On sekiz yaşında iki genç, telefonsuz ne yapabilirdi?

Hâlâ sarılıyorduk. Yorulduğum için onun bana yaptığı gibi ben de yükümü ona bırakmaya niyetlendiğimde ikimiz de ağırlığımızı birbirimize bırakmıştık, yani teoride öyleydi. Reha benden kat kat daha ağır olduğu için arkaya doğru devrilmeye başlamıştık. Ona tutunsam da bir işe yaramıyordu çünkü Reha’nın dik durma gibi bir çabası yoktu. “Ben buldum galiba,” Gülümsedim. Kendimi toparlayarak yatakta düzgün bir pozisyon aldıktan sonra Reha’nın bana sarılmasına izin vererek sıcak öğlenin uykusunu bedenime çekmeye çalıştım ama Reha’nın kalbimin ritmini bozması, bunu engelliyordu.

Ellerim saçlarına ilerliyordu. Saçları çok yumuşaktı. Her zamanki gibi odamı argan kokusu donatmıştı. Yastığım bile artık argan kokuyordu. Saçlarını okşarken bana daha da sokulduğunu hissettim. Bu yakınlık ne kadar kalbime ağır gelse de içimdeki hisler, bunun doğru olduğunu söylüyordu.

Yaralıydı, dinlenmeye ihtiyacı vardı. Bunun için en güvenli yer benim göğsüm olmasa da dinlenmesi içimi rahatlatıyordu. Derin nefesler çektiğimde ellerini belime daha çok sardı. Devrildiğimizde karnıma başını koyabilmek için aşağı kaymıştı.

Huzur etrafımı kuşatırken gözlerimi kapattım. Birkaç saate uyanacak ve bunlar hiç olmamış gibi davranacaktık. En önemlisi de buydu.

*** 

Gözlerimi açtığımda saat akşam üç ya da dörde geliyordu. Emin değildim. Telefonumun nerede olduğunu da bilmiyordum. Büyük ihtimalle Reha’nın telefonu gibi yatağın içinde sürünüyordu.

Uyurken nasıl olduysa imkânsız bir şekilde pozisyon değiştirmiştik ve rolleri değişircesine ben onun göğsünde yatar olmuştum ve tanrım, Reha’dan daha sıcak bir insan varsa cehennemden kaçmış olma ihtimali değerlendirilmeliydi. Resmen sıcaktan boncuk, boncuk terliyordum. Birkaç saniye Reha’dan uzaklaşıp kendimi yellediğimde Reha pozisyon değiştirirken beni tekrar kendine çekti ve bedenim tekrar o sıcak göğsü buldu.

Gözlerimi yüzüne dikip incelemeye başladığımda gözleri bir anda açıldı. Yüzüne her zamanki keskin gülümsemesi yayıldı. “Günaydın,”

“Günaydın.” O gülümserken ben gülümsememeyi tercih ettim. “Senin içinde soba falan mı var?” Önce kaşlarını çattı, sonra gür bir kahkaha patlattı. “Hayır, sıcak mıyım?” Eli hâlâ belimdeydi ve o bunun farkında değildi. Rahatsız değildim. En azından kalbime kadar olan hiçbir parçam bundan rahatsız değildi.

“Güneşten bile daha sıcaksın.”

“Desene, beni sen yönetiyorsun.” Kaşlarım çatıldı.

“Ne alaka?”

“Güneşi gün batımı tanrıçasının yönettiğini ne çabuk unuttun.” Çatık kaşlarım gevşediğinde gülümsememi gizlemek için başımı eğdiğimde Reha’nın gülme sesini duydum. “Tanrıçamız utandı sanırım.” Cevap vermedim ama gülmem kesilmemişti. Bana böyle hitap etmesi deli gibi hoşuma gidiyordu. “Sen lakabında memnunsun tabii.”

“Çünkü bana bu ismi partnerim değil, beni izleyen insanlar verdi.” Başımı kaldırdığımda gülümsedi. “Kötü mü, seni insanlara direk böyle tanıtır geçerim. Ne gerek var uzun uzun Hazan Mahi Piyale’ye. Ya Mahi’sin ya da Gün Batımı Tanrıçası.” Gülerek göz devirdiğimde kalkmaya niyetlendim ama belimdeki eli beni bırakmadı. “Nereye? Daha konuşmam bitmedi.”

“Gören konak ağası sanır.”

“Tiyatro konağının ağasıyım ben, çok konuşma.” Kıkırdadım. Konuşmamız iyice saçma bir hal alsa da ikimiz de eğleniyorduk. Göz devirerek tekrar göğsüne çenemi koyduğumda kolum ağırlık yaptığı için üstünden atlattım ve elim beline gelecek şekilde yerleştirdim. Beli sıyrılmıştı. Elim istemsizce beline değdiğinde orta parmağımla o boşlukta daireler çizmeye başladım. “Lafımı dinlemeyi planlıyor musun?”

“Hangileri?”

“Kunter ile ilgili söylediklerim. Ayrıca sana dün o saçmalıkları bire bin katarak anlatan çocuğa da yaklaşma. Ne bok olduğu belli zaten.” Göz devirdim. “Fazla kasıyorsun, Reha...” dedim, adını uzatarak. “Kasmıyorum, Mahi. İnsanların neyin nesi olduğunu bilerek konuşuyorum ben burada. Şuna bak, seni kontrol etmek için geldiğim yerde bıçaklanırken sence sana keyif âlâ laflar edecek biri gibi mi duruyorum?” Haklıydı. Reha böyle konularda boş konuşmazdı. Reha çoğu konuda fazlasıyla ciddiydi aslında. Çenemi yana çevirerek yanağımı göğsüne yasladığımda elleri saçlarıma gitmişti.

Aramızda hiçbir özel kalmışa benzemiyordu. Dün, bugün birlikte uyuyacağımızı söyleselerdi sadece gülerdim ama bugün bütün tabu, temas ve ne varsa yıkıp, kırıp parçalamıştık. Elimde kalan tek şey kavramlardı.

“Yaptığım tek şey, lafımı dinlememenin cezasını çekmek, Mahi.” Başımı yüzüne doğru kaldırdım.

“Hangi lafını dinlemedim, Reha?” Hangisini dinledin ki Mahi?

“Tiyatrodan ayrılman ile ilgili olanı...” Göz devirdim. “Bacağın kopsa bile tiyatrodan ayrılmam, Reha. Sok bunu o kafana.” Bunu derken Reha’ya daha çok sokuldum ve yanağımı tekrar göğsüne yasladım.

Benden yüzsüzü varsa karşıma çıkmalıydı.

Zil çaldığında ikimiz de kaskatı kesilmiştik çünkü annemin Reha’dan haberi yoktu. “Sakın buradan ayrılma.”

“Sanki imkânım var.” Göz devirerek aşağı inmek için kalktığımda kalbim boğazımda atıyordu. Stres mideme vurmuştu. Aklım aynı anda hem milyon tane senaryo üretirken hem de milyon tane bahane ve plan üretiyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Ellerim titriyordu. Stresin beni ele geçirmesini engellemeyi amaçlayarak dikkatli bir şekilde merdivenlerden indim ve kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda annem yorgun bir şekilde elindeki poşetlerle içeri girdi. “Hoş geldin anne.”

“Hoş buldum, kızım.” Annem içeri geçti ve tezgâha eşyaları bıraktıktan sonra üstünü değiştirmek üzere yukarı doğru çıkarken ondan önce davranıp yukarı fırladım. Annem her zaman böyle olduğum için bir şeyi sorgulamazken ben odama kaçıp kapıyı örttüm. Reha bana şaşkınlıkla bakarken ben ona sus işareti yaptım. Telefonumu aldım ve çıkarken kapıyı çektim. Reha hâlâ şaşkın bakışlarını üzerimden ayırmıyordu.

Bahane, bahane, bahane...

Aklıma sevgilim olduğu bahanesi dışında hiçbir şey gelmiyordu ve bu bahanenin başımıza neler getireceğinden bihaberdim. Bunun da üstüne, Reha’nın bacağındaki kesiği nasıl açıklayacaktım? En iyisinin, annem fark edince doğruyu söylemek olduğuna karar verdim ama içimdeki stres dalgası dağılmıyordu. En yakın zamanda psikoloğa gitmeli ve stres için ilaç takviyesi almalıydım. En azından psikolojik olarak iyi hissetmek için vitamin falan yazabilirdi.

Annemin yanına gittiğimde ona yardım etmeye başladım. “Okul nasıldı?” Yalan yükleniyor...

“İyiydi...”

“Sen bunları yerleştiredur, ben geliyorum.” Yukarı doğru ilerlemeye başladığında korkuyla ona baktım. Umarım kendi odasına gider. Umarım kendi odasına gider. Umarım kendi odasına gider.

Önce banyoya girdi ve eline bir sepet aldı. Hemen ardından benim odama bodoslama bir giriş yaptığında kapıda şaşkınlıkla kalmıştı. Reha’ya daha fazla stres yaşatmamak adına koşarak odama ilerledim. “Anne... açıklayabiliriz...”

Loading...
0%