Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. BÖLÜM: BAĞ BOZUMU UYKUSU

@zeusuyratlmamshera

Mideme vuran stresle başa çıkmaya çalışırken gözlerim annem ve Reha arasında mekik dokuyordu. Bir ses vardı içimde. Doğruyu söylememi söylüyordu. Eğer doğruyu söylersem annem durumumuzu anlayacak ve bize yardım edecek gibi hissediyordum.

“Sevgilin olduğunu bana söylememiştin,” Ah, Reha ile beni sevgili sanmıştı... Sanmayan kalmamıştı gerçi, Reha’nın bana temas etmeden duramaması, herkesin sevgili olduğumuzu düşünmesine sebep oluyordu. Bundan da öte, bu kadar kısa sürede sevgili olabileceğimizi düşündüren şey neydi, anlamıyordum.

Annem kaşlarını çattı. Gözleri Reha’nın bacağındaki bandajı buldu. “Yaralı bir şekilde odanda sakladığını da.” Gözleri anlayışlı bir şekilde bana döndüğünde içimdeki stres bulutu dağıldı ve derin bir nefes verdim. Hızlı bir şekilde olanları anlatmazsam çevirdiğimiz bir şeyler olduğunu düşünecekti. “Anne, bu Reha. Arkadaşım. Reha, bu da annem.” Reha gülümseyerek başını salladı. Reha’nın stres dalgalarını hissedebiliyordum. Aramızda gözle görülür bir şekilde his alışverişi vardı. Bizi birbirimize bağlayan altın sarısı ipler tıpkı güneşe tutulan bir ayna gibi parlıyordu. “Memnun oldum, oğlum.”

“Ben de memnun oldum.” Reha her zamanki gibi diken üzerindeydi. Çekinerek verdiği cevap bunu açık bir şekilde belli ediyordu.

“Anne, Reha benim tiyatro partnerim.” Annem buna gülümsemişti. Nasıl şeylerle uğraştığımıza dair tek bir fikri bile yoktu. Psikopat insanların içinde, acılı bir aşk hikayesini anlatmak ne kolaydı oysa. Asıl zor olan şey insanların aşk hikayesini yorumlama şekli olacaktı. Belki övgüler alacaktık, belki de gömülecektik. Kişiden kişiye göre değişebilirdi ama değişmeyecek tek şey, karakterlerin ölümünün seyircide bırakacağı etki olacaktı.

Yutkundum. Annemi dehşete sokabilecek o olayı anlatmaya başladım. Annemin kalbine indirmek istemesem de bu olayı anlatmam gerekiyordu. Yalan söylersem elbet bir gün ortaya çıkacaktı çünkü olay basit bir olay değildi. “Benim dikizlendiğimi fark edince beni kontrol etmeye gelmiş. O sırada... bıçaklandı.” Annemin gözleri fal taşı gibi açıldı. Her gün bıçaklanan gençlerle uğraşmıyordu tabii, şaşırması normaldi. “Ee- niye polise gitmediniz?” Reha, çaresizce yerinde oturuyor ve aramızdaki konuşmayı dinliyordu. Her an ağzımdan yanlış bir şey kaçıracağım diye korkuyor gibiydi. Tek sıkıntı, ağzımdan kaçırmıyor, direk söylüyordum.

“Reha’nın vukuatları buna izin vermediği için yapamıyoruz maalesef.” Annemin kaşları çatıldı. “Ne vukuatı?”

“Reha kavga etmeyi sever de.” Annemin gözleri Reha’ya döndü. Reha ise mahcup bir şekilde dudaklarını birbirine bastırdı ve başını öne eğdi. Vukuatlarının ne kadar büyükler tarafından öğrenilmesini istemiyor olsa da annemin bunu öğrenmesine mecbur kalmıştık. Zaten onca kavgaya neye güvenerek giriyordu, anlamıyordum. “Ah çocuğum, heba edip bir kenara atıyorsun güzelim hayatını.” Reha’ya doğru ilerledi ve yarasına doğru uzanıp bandajı çıkardı. Reha, annem bandajı çıkarırken görünür bir şekilde dişlerini sıktı. Normalde de acı çekiyordu ama sesini bile çıkarmıyordu. Annem gittikten sonra ona ağrı kesici getirmeyi aklımın bir köşesine yazmıştım.

“Bandajı dört saatte bir değiştir, Hazan. Yara mikrop kapmaya çok müsait görünüyor.”

“Yara değil, Reha mikrop kapmaya çok müsait. Geçen kavgada yumruk atmaktan eli yaralandığında elini sarmıştım, ertesi gün mikrop kapmıştı.” Annem birkaç saniye düşündükten sonra Reha’ya döndü. “Eğer yaran yanmaya başlarsa Hazan’a söyle. Hazan ne yapması gerektiğini biliyor.” Reha gülümsedi. “Teşekkür ederim,”

“Asıl biz teşekkür ederiz, kızımı koruyorsun. Daha ne isterim?” Ayaklandı ve hiçbir şey demeden odadan çıktı. Benim bakışlarım ise Reha’ya dönmüştü. Tedirgin bir şekilde bakıyordu. Konuşmak için annemin yeterince uzaklaşmasını bekliyordum fakat annem uzaklaşınca da söyleyecek bir şeyim olup olmadığını bilmiyordum. Reha Vuslat Mahidar ile kriz anından sonra ne konuşulurdu?

Kulak kesildiğimde annemin mutfağa girdiğini, gelen takırtılardan anladım. Reha’nın gözleri gözlerimdeydi. Bunu fark ettiğimde gözlerimi kaçırdım. Kontrolsüz bir şekilde gözlerine dalmıştım.

“Sanırım artık sırrım, sırrın oldu.” Kadife sesi kulaklarımı doldurdu. Gözlerimi gözlerine kaldırdım. Gözlerinde minik bir tebessüm olsa da mimikleri dümdüzdü. “Galiba öyle.”

“Omuzlarına bindirdiğim yük için özür dilerim, Mahi.” Bu hem özür hem de bir tehditti. Eğer bir sır, omuzlara bindirilen bir yüke dönüştüyse o sır hiçbir şekilde kimsenin bilmemesi gereken bir sırdı ve Reha bu cümleyi kurarken aynı zamanda bana, bunu kimseye söylememem konusunda tehditler savuruyordu.

“Ağzım sıkıdır, bilirsin.” Dudağının kenarı kıvrıldı. “Bilmez miyim?” Kastettiğimiz şey aslında Lahza ile olan konuşmalarımızdı. Hepsini bildiğine adım kadar emindim. Bir yerden bir şekilde öğreniyor ve hesabını sormayı başarıyordu. Reha hakkında en çok merak ettiğim şey, söylediğim ve yaptığım her şeyi benim dışımda kimden öğrendiğiydi. Eli her yere uzanıyordu. Ben ise bunu şaşkınlıkla izliyordum.

Yapacak bir şey bulamadığımda koltuğuma oturdum ve öylece odamı incelemeye başladım. Telefonuma bakmak istemiyordum çünkü kendimi boğuluyormuş gibi hissediyordum. Sahneye çıkmak istiyordum fakat Reha buradaydı ve Reha olmadan bunu yapamazdım. Son zamanlarda psikolojik olarak iyi değildim ve beni sahneye çıkmadan önce eski halime döndüren Reha’ydı.

Bir an, onunla derste gülmeyi özlediğimi fark ettim. Yüzümde minik bir tebessüm oluştu. Reha ile olan en güzel anılarımızdan biri oydu sanırım. Reha ile çok fazla anım vardı, gözlerimin önündeki film şeridi akıp giderken benim aklımdaki tek şey onun sesiydi.

“Neye gülüyorsun yine, Küçük Balık?” Bakışlarımı daldığım yerden Reha’ya çevirdim. Yüzünde merhametli bir tebessüm vardı.

Reha ve Merhamet... buna alışmam zaman alacaktı.

“Hiç...” Ona gülümsediğimde gülerek kaşlarını az da olsa çattı. “Emin misin?”

“Evet,” Artık sırıtıyordum ama gülümsememi arttıran şey aklıma düşen anılardan çok Reha’nın tepkileriydi. Tek kaşını kaldırdı. Bana cevap vermeden elindeki telefona döndüğünde göz devirdim.

Birkaç saniye sonra annem odaya elinde bir tepsi ile girdiğinde kaşlarım çatıldı. Tepsiyi Reha’nın yanına, yatağın üstüne doğru indirip yerleştirdiğinde çorba getirdiğini anladım. Kokusu burnuma dolmuştu. Annem yine ben hastayken yaptığı çorbayı getirmişti.

“Bak bu adamı hızlı toparlayan bir çorba. Birkaç güne hiçbir şeyin kalmaz.” Gülümsedim. Annemin Reha’yla bu denli ilgilenmesi hoşuma gitmişti. Duvarımda asılı olan saate baktığımda birlikte uyumamızdan önce bandajı değiştirmemin üzerinden neredeyse dört saat geçtiğini fark ettim. Annem çıkınca bandajı değiştirmeli ve kremi sürmeliydim.

Annem Reha’ya bir şeyler daha anlattı. Benim algılarım kapanmıştı tabii, annemi duysam da anlamıyordum. Etrafa dalıp, dalıp duruyordum çünkü aklım Reha ile uyumamızda kalmıştı.

Göğsüne tekrar yatmak isterdim.

Hayır, istemezdik.

Annem odadan çıktığında gözlerimi Reha’ya diktim. İştahlı bir şekilde çorbayı yiyordu. Aç mı bırakmıştım ben bu çocuğu?

“Afiyet olsun,” dedim, imalı bir şekilde. Bana yandan baktığında yüzünde bir tebessüm oluştu ama bunu yaparken ne yemeyi bırakmış ne de cevap vermişti. Gülerek göz devirdim. Ayağa kalktım ve keyfinin bozulması namına bandajı ve kremi alarak yatağa doğru yaklaştım. Reha elimde krem ve bandajdan çok kolum kadar iğne varmışçasına gözlerini büyüttü. “Şimdi değil. İstediğin zaman ama şimdi olmaz. Çorbanın tadının bozmana izin veremem.” Şeytani bir sırıtışla bacağını yakaladım. Lazere gidiyor olmalıydı. Bacağında tek bir tüy kökü dahi yoktu. Reha bacağını kurtarma çabası göstermese de yüzüme acı bir ifade ile baktı. Yüzü resmen ‘Yapmasan olmaz mı?’ diye bağırıyordu fakat bu mimikler bana işlemezdi.

Sargısını açarken tepsinin düşmemesi için tepsiyi tuttu. Sargıyı tamamen çıkardığımda yarayı inceledim. Yara yavaş yavaş iyileşmeye başlamıştı. Kremi elime sıkıp yaraya sürdüm. Reha’nın tıslamalarını duyuyordum ama takmadan sürmeye devam ettim. Sonra temiz sargı bezini aldım ve yarayı sardım. Gözlerimi Reha’ya çevirdim. Gözlerini var olduğundan beri hiç üzerimden ayırmamışçasına bedenimde gezdiriyordu. Acı emareleri sezdim gözlerinde. Ağrı kesici getirmeliydim. Ayağa kalktım ve çantamdan ağrı kesici ilacı çıkardım. Mutfağa indim ve bir bardak su alıp odaya döndüm. Önce ilacı sonra bardağı ona uzattım. Sessiz bir şekilde ilacı içmesini bekledim. Bunca kriz anına rağmen her şey hâlâ çok tazeydi. Reha daha dün gece bıçaklanmıştı ama dün geceden bu yana iki kere uykuya daldığım için böyle bir şey çok önceden olmuş gibi hissediyordum. Odaya döndüğümde, annemin duymaması gereken şeyleri konuşma ihtimalimize karşın kapıyı kapatmıştım. “Tekrar gelecek mi?” Kimi kastettiğimi anlamıştı.

“Karel benim yerime kontrol edecek. Yalnız olmayacak. Büyük ihtimalle Karel’den sonra gelmeye cesaret edemez veya edemezler.” Anlamışçasına başımı salladım. Bir şeyler söylemem gerekiyormuş gibi hissediyordum.

“Öğretmene haber vermeliyiz.”

“Aman eksik kalsın o kadın. Sırf yakınlaşalım diye boşu boşuna zaman kaybettirdi bize.” Gözlerimi gözlerine çevirdim. Amacım onu sınamaktı. “Benimle geçirdiğin zaman boş muydu, Reha?” Ne yapmaya çalıştığımı anlamışçasına bıyık altından gülümsedi. “Zorla yaptırılan hiçbir şey, istekle yapılan kadar verimli olmaz. Eğer başka bir zaman isteyerek buluşsaydık daha güzel şeyler yapabilirdik.” Gözlerim kısıldı. “Ne gibi şeyler?”

“Sen iyi bilirsin.” Telefonunu çıkardı ve birkaç el hareketinden sonra telefonu kulağına tuttu. Birini arıyordu. Telefon birkaç saniye sonra açılmış olmalı ki konuşmaya başladı. “Hocam, biz Mahi ile birkaç gün okula gelemeyeceğiz.” Feris Hoca ile konuşuyordu ve Feris Hoca’nın hiddetli bağırmalarını duyabiliyordum. “Özel durumlardan ötürü.” Feris Hoca bir şeyler daha söyledi ama anlamadım. “İyi dersler, hocam.” Telefonu kapattı. “Diyorum sana, boş ver şu kadını. Kendi kendimize hallederdik.” Güldüm. Reha, Feris Hoca’yı gerçekten sevmiyordu çünkü ikimize de çok baskı yapıyordu. Haklı buluyordum çünkü ana karakterleri oynuyorduk. Hatta bu devamsızlığımızın haberi onu dehşete düşürmüş olmalıydı. Bağırışları bunu yeterince kanıtlamıştı.

“Bence evime gitmeliyim.” İçimdeki neşe söndü ve öfkeye dönüşerek gözlerime yansımasıyla bakışlarımı Reha’ya çevirdim. “Ne saçmalıyorsun yine?” Normalde ona doğru böyle kaba bir üslup kullanmazdım fakat benim yüzümden yaralanmışken gözümün önünde olmama ihtimali delirircesine öfkelenmeme sebep oluyordu. Üslubumun bir diğer nedeni ise Reha’nın aklından bu düşünceyi tamamen silip atma isteğiydi.

Reha’nın kaşları gevşedi ve gözlerine farklı bir duygu yüklendi. Korku muydu bu? Yoksa şaşkınlık mıydı? “Tamam, Mahi. Bir yere gitmiyorum, sakin ol.” Gözlerimi kaçırdım. Annemin bana seslendiğini duydum. “Mahi!” Derin bir nefes vererek ayaklandım ve aşağı indim. “Kızım sen şunları yerleştir, ben anneannenlere gideceğim. Ekmek falan yapacaklarmış. Reha’ya iyi bak.” Bana göz kırptı. “Anne,” diyerek isyan ettim. Reha duymasın diye sesimi kıstım. “Aramızda öyle bir şey yok.”

“Ben anlarım kızımın bakışlarını.” Çantasını ve diğer eşyalarını alıp evden çıktığında aniden basılmamak için kapıyı kilitledim. Eşyaları yerleştirip üst kata tekrar çıktığımda Reha ayakta, çantasının önünde bir şeyler yapıyordu. “Ne oldu?”

“Şarj aleti alıyordum.” Ayağa kalktığında düşecek gibi oldu. Tam onu tutmak için ona doğru koşmuştum ki sırtımı yerde, Reha’yı ise üstümde buldum.

Acıyla inlediğimde bozuk zihniyetime düşen cümleler dehşete düşmeme sebep oldu. Şu an Reha’nın altında inliyordum.

Kalıpların dışında fiziksel olarak çıkmak böyle bir şeydi sanırım.

“Mahi, ben... özür dilerim. İyi misin?” Reha’nın telaşlı sesi yüzümü yüzüne çevirmeme sebep oldu. Fakat dikkat etmediğim bir ayrıntı vardı. Burnum, Reha’nın burnuna bile değil, elmacık kemiklerine değiyordu. Herhangi bir konuşmam dudaklarımızın değmesine sebep olabilirdi ve bu kıyametti.

Reha ellerine dayanarak kalkmak için yeltense de dudaklarının dudaklarıma bu kadar yakın olduğunu fark ettiğinde durdu. Nefeslerini hissedebiliyordum. Aynı şekilde benim nefeslerim de onun dudaklarına vuruyordu. İstemeye istemeye de olsa kollarına dayandı ve üstümden kalktı. Nefes nefese kalmıştım ve Reha’nın ne kadar sıcak olduğunu fark ettim. Sanki cehennemi içinde taşıyordu. Yüzüne baktığımda üzgün gibi bir ifadesi vardı. Bir şeyleri sorguluyor gibiydi. Sanki onu neden öpmediğimi sorguluyordu.

Reha üstümden kalktığında hızla ayaklandım ve Reha’yı kaldırıp koltuğa oturttum. Sorgularcasına kaşlarını çattı. Ne yapacağımı merak etmişti. Yatağın altındaki ikinci yatağı açtım ve battaniye, yastık ve çarşafı serdikten sonra Reha’ya döndüm. “Yukarı mı aşağı mı?”

“Sen hangisinde yatmak istersen onu seç,” Yaralı olduğu için daha konforlu olması amacıyla onu üst yatağa yatırdım. Aşağıdakine de ben geçtim. İkimiz de telefonlarımızı elimize alıp kurcalamaya başladığımızda bu sefer telefonu dikizlenen Reha değil, bendim.

Telefonu Reha’nın kucağına, açık bir şekilde bırakıp sırtımı ona döndüm. Oturup sadece olanları düşünmek istiyordum. Başka bir arzum yoktu.

“İyi misin?” Elini omzumda hissettim. Destek verir gibiydi. Kendime, düşünmek için zaman ayırdığım anlar olurdu ve bu anları kaçırdığımda kafamın gerçekten dolu olduğunu hissederdim. Düşünmek benim için düşündüğüm şeyi kafamdan atmak demekti. Bir kere düşünür ve hatırlamamak üzere rafa kaldırırdım.

Onaylarcasına başımı salladım. “Emin misin?” Ani ruh hali değişimlerime alışık değildi. Onun beni tanıdığı kadarı, sadece sahnede ve şok anlarında kriz geçirdiğim anlardı. Gerçek yüzümü o anlarda görmüştü.

“Evet, sadece düşünmeye ihtiyacım var.” Bir şey demedi. O ikimizden birinin telefonuyla bir şeyler yaparken ben ise sadece aklımdaki düşüncelerle boğuşuyordum.

Kim olabilirdi? Lahza’nın eski sevgilisinin benimle bir derdi olabilir miydi? Lahza güzel bir kızdı ama o çocuk, Lahza’yı takıntı yapacak kadar sevmiyordu. Bu hem davranışlarından hem de mesajlarındaki konuşma şeklinden fazlasıyla belliydi. Belki de ben anlayamamıştım ama beni öldürmeye niyetlenecek kadar büyük bir şey yaptığım kimse yoktu.

“Bana diğer okulları anlatsana.” Yüz üstü olacak şekilde yatakta döndüğümde Reha’nın bakışları yüzüme çevrildi. Elinde kendi telefonu vardı ve benim telefonumu yatağa, benim tarafımdaki bacağının yanına koymuştu. Derin bir nefes vererek telefonu kapattı ve diğer bacağının yanına koydu. “Hangilerinden başlayayım?”

“İlk beşten başla.” Başını salladı. “Tiyatroda en iyi okul Ehvenişer Koleji. Bizim aksimize onlar yetenekten sonra paraya da bakıyorlar. Kendilerini ‘Kötü okulların arasındaki en iyi okul’ veya ‘karanlıkta parlayan yıldız’ olarak tanımlarlar genelde çünkü ehvenişer kötülerin arasındaki en iyi demek.” Öfkeyle soludu. “Onlardan ayrı nefret ediyorum. Genelde başıma belayı açan onlar olur çünkü okuldan atılma gibi bir riskleri yok. Bir grup şımarık çocuğun teki.” Derin bir nefes verdi. “Ama yetenekliler ve dünyaca ünlü bir senaristle iş birliği yapıyorlar. Kim bilir kaç milyon ödüyorlardır.” Göz devirdi. Onlardan ne kadar nefret ettiği belliydi.

O an anladığım tek şey, Reha’nın nefretten var olduğuydu. Her bir hücresi nefret doluydu. Her şeyiyle nefret ediyordu ve bunun sebebini az da olsa anlayabiliyordum. Kaybedebilecek hiçbir şeyi kalmamıştı.

“İkinci okul Prehnite Lisesi. Neredeyse üç yüz yıllık olan bu okul, dönemin kraliçesi tarafından yaptırılmış ve duvarları prehnite taşıyla kaplatılmış. Öğrencileri çok soğuktur. Okulun içinde neler döndüğünü kimse bilmez genelde. Hakkında en az bilgim olan okul. Çok fazla çabaladım ama bir türlü hiçbir şey öğrenemedim.” Gözlerini odamın duvarlarında gezdirdi. “Üç biziz. Dördüncü lise ise Rüçhan Lisesi. Dönemin belediye başkanının anısına yapıldı. Öğrencileri genelde sıkıntılı tiplerdir. Kaynağı belirsiz bir felaket genelde bu okulun öğrencilerinin başının altından çıkar.” Dudağını ısırarak halıya baktığında bütün dikkatim yerle bir oldu.

Dikkatimi çok kolay bir şekilde dağıtabiliyordu. Okula dönmek istiyordum. Böyle giderse Reha beni içten içe öldürecekti.

“Beşinci lise Wonderlust Koleji. Alman bir iş adamı tarafından yapıldı ve bizden kat ve kat daha donanımlı. Daha çok derslere odaklandıkları için tiyatroda bizi istedikleri kadar geçemediler fakat tiyatroya odaklandıklarında birinci sıraya çok hızlı bir şekilde yükselecek kadar yetenekli ve donanımlılar.” Yüz hatları gerildi. “Bu tiyatro bizi birinci sıraya bile taşıyabilir ve biz şu an burada benim yaramın iyileşmesini bekliyoruz.” Onu fazlasıyla iyi anlıyordum çünkü her zaman bu denli ağır yaralanan biri değildi ve bu kadar önemli bir tiyatronun provalarının engellenemez bir hasardan dolayı ertelenmesi ikimizin de sinirlerini bozuyordu. “İlk beş bu kadar işte.” Başımı salladım. Gözlerimi odada gezdirdim. Söyleyecek veya yapacak bir şey arıyordum çünkü sessizdik ve Reha ile yaşadığımız sessizlikler bana zaman kaybı gibi geliyordu.

“Bu ilaç uyku mu getiriyor?” Esneyerek kurduğu cümleye gülümsedim. “Birkaç yan etkisi var elbette.” bedenimi onun tarafına doğru çevirdim. “Ne uyku bilmez adammışım.” Tebessüm ettim. “Uykuyla yeni tanışıyorsun, değil mi?”

“Edward’dan hallice hayatımda beş saatten fazla uyumazdım. Senin yanına gelince kalbim durana kadar uyumak istiyorum.” Gülümsemem büyüdü. Uyku huzur demekti. Reha bu cümleleri kurarken yanımda huzurlu hissettiğini söylüyordu ve ben bu düşünceyle sabaha kadar uyanık kalabilirdim.

Onu ve geçmişini düşündükçe uzun uzun düşünmek istediğim konulardan bir diğeri de ölen çocukların öldükten sonra büyümeyi bırakmasıydı.

Reha’nın ağabeyi ölmüştü ve şu an on dört yaşındaydı.

Reha’nın ağabeyi öldüğünde de on dört yaşındaydı.

Reha’nın ağabeyi yüz yıl sonra da on dört yaşında olacaktı.

Zihnim bunu sindiremiyordu. Benden önce doğan birinin benden küçük olmasını sindiremiyordum. Çok saçmaydı. Her yönünden saçmaydı ve benim zihnim, benden önce doğan birinin benden küçük olmasını sindiremiyordu.

“Ya uyanamazsan, Reha?” Kaşları çatıldı. Ne dediğimi anlamamıştı. “Ya seni öldürürsem?” Kastettiğim şeyin fiziksel ölüm olmadığının farkındaydı. Anlamışçasına kaşları gevşedi. “Ben zaten ölüyüm, Mahi.” Bunun herkes farkındaydı. Reha’yı tanıyan herkes onun sadece fiziksel olarak yaşadığını bilirdi.

“Şuna bak, bugüne kadar sana ne yararım dokundu da beni evinde iyileştiriyorsun ki?” Buna verebileceğim binlerce cevabım vardı.

“Şu halime bak, seni korumayı bile beceremeyen aptal herifin tekiyim. Beni neden bu evde tuttuğunu söyle, Mahi. Beni sokağa bırakmak yerine beni neden bu evde tuttuğunu söyle. Sence evde tutulmaya değer bir halim mi var?” Sinir krizi geçirmeye başlamıştı. “Ben annemi korumayı bile sekiz yıl önce öğrenmiş biriyim, sence sana bir yararım dokunacak mı?” Artık bağırıyordu. Bütün nefretini atmak istercesine bağırıyordu ama bilmediği bir şey vardı, üstünden atmaya çalıştığı duygu, onu var eden duyguydu. “Ben ağabeyimi korumayı bile beceremedim. Aptal bir hastalık aldı götürdü onu. Sen hâlâ bir hastalığa bile karşı koyamayan bir adamı iyileştirmeye çalışıyorsun. Hastayı iyileştirmek için hastalık yapıcı maddeleri öldürmen gerekir ama ben hastalık yapıcı maddeyim, Mahi. Beni iyileştirmeye çalışırsan öldürürsün.” Bağırmayı kesmişti ama gözleri kızarmış ve yaşlar akıtmaya başlamıştı. Onu sakinleştirme içgüdümle ayağa kalktım ve yatağa, Reha’nın yanına oturdum. Elimi omzunun arkasından geçirdim ve ensesine yerleştirerek alnını alnıma dayamasını sağladım.

“Sen gördüğüm en güçlü insanlardan birisin, Reha.” Sen gördüğüm en zayıf insanlardan birisin, Reha ve ben senin yükünü de üstüme aldım...

“Kriz geçirdiğimde beni eski hâlime getiren sensin. Sana iftira attığımda bile benden nefret etmedin ve bir şekilde beni doğruya ulaştırdın. Bana en iyi şekilde destek oluyorsun. Görüp duyabileceğim en iyi partner sensin.” Zayıfsın, Reha. Güçsüz düşmüşsün ve tekrar toparlanmaya takatin yok. Bir şekilde seni toparlamamı bekliyorsun ve ben bunun için çabalarken seni yaşatmaya çalışıyorum.

“Yalan söylüyorsun, Mahi. Beni iyileştirmek için yalan söylüyorsun fakat ben her şeyin farkındayım.” Alnını alnıma yaslamak için eğildiğinden gözyaşları benim yanaklarıma doğru akıyordu.

Beni tanıyordu. Yalanımı yakalayacak kadar iyi tanıyordu ama ben bir yalanı, en iyi tiyatrocuya inandıracak kadar gözümü döndürmüştüm.

“Yalan falan söylemiyorum, Reha.” Elimi ensesinden yanağına doğru indirdim. “Sen Bağ Bozumu Tanrısı’sın. Uğruna tiyatrolar düzenlenen şarap tanrısısın.” Elime doğru gelen yaşları sildim. “Sence bu kadar güçsüz olsaydın sana bir tanrının adını lakap olarak verirler miydi?” Burnunu çekti. “Senin elindeki güç kimsede yok, Reha. Bunu o kafana sok.” Aniden ben de sinirlenmeye başlamıştım. Güldü. Hemen ardından elini yüzüme yerleştirdi. “Değerini anladığımda çok geç olacak.” Güldüm. İkimiz de sessiz kaldık fakat pozisyonumuzu bozmadık. Bir an dudaklarını dudaklarıma yaklaştırmaya başladığını hissedince nefesimi tuttum. Dudaklarının tam dudaklarıma değeceği an zilin çalma sesiyle sıçradım. Bu zil birinin geldiğini haber vermek için değil, insanı strese sokmak için vardı.

Derin bir nefes vererek ayağa kalktığımda kapıya doğru ilerledim. Odadan çıkmadan önce Reha’ya attığım son bakışıma göre Reha da bu durumdan memnun değildi. Aşağı indim ve kilitlediğim kapının önce kilidini sonra kapıyı açtım.

“Bana hemen olan her şeyi adam akıllı anlatıyorsunuz.” Gelen Lahza’ydı. Hışmına tebessüm ederek onu içeri aldım. Salona geçmesi için onu yönlendirmeme gerek yoktu çünkü evde neyin nerede olduğunu benden daha iyi biliyordu. “Sen bekle, ben Reha’yı getireyim.”

“Bir de utangaç bir Yunan tanrımız var, öyle mi?” Dalga geçtiği açık bir şekilde belliydi. Gülümsemekle yetindim ve yukarı doğru ilerledim. Odama çıktığımda “Lahza gelmiş, aşağı inmek ister misin?” diye sordum. Reha her zamanki gibi tereddütteydi. Gözyaşları hâlâ yerinde duruyordu. Tebessüm ederek yanına ilerledim ve sırtım bacağına dönecek şekilde yanına oturdum. İki elimi de yanaklarına koyarak gözyaşlarını sildim. Bir süre ona baktıktan sonra onu kendime yaklaştırıp sımsıkı sarıldım. Elleri belime dolandı. Boyun boşluğuna bir öpücük kondurduğumda gerildiğini hissettim. Tekrar tebessüm ettim. “Gidelim mi?” Kollarımı boynundan ayırdığımda onun elleri benim belimden ayrılmadı. Elimi saçlarına atıp karıştırdığımda güldü. “Gidelim.” Elini belimden çektiğinde önce ayağa kalktım, sonra bir şekilde onu ayağa kaldırdım ve ilerlemesine yardım ettim. Uzun uğraşlar sonunda aşağı indiğimizde Reha’yı koltuğa attım. “Hoş geldin, Lahza.”

“Asıl sen Hoş geldin, Reha.” Reha her zamanki gibi gülümsedi. “Şimdi bana neler çevirdiğinizi anlatın.” Gözleri Reha’nın bacağına kaydığında yüzünü buruşturdu. “Bıçağın bacağıma girdiğini hissedebiliyorum.” Gülerek göz devirdim. Lahza her zamanki gibi hem çok mesafeli hem de çok yakındı. İmalı konuşmaları beni güldürüyordu. Bu yüzden onunla arkadaştım. Tanıştığımız gün de sınıftakilere imalı laflarda bulunmuştu ve cesareti beni cezbetmişti. Tanıştığımızda imalı laflarının eski düşmanlarına olduğunu öğrenmiştim.

“Karel sana ne anlattıysa o kadar işte.”

“Senin Karel’e anlattıklarının ne kadar yarım olduğunu en iyi ben bilirim, Reha.” Lahza’ya dönerek tek kaşımı saldırdım. Bu sırada da dudağımın kenarı kıvrılmıştı. Lahza gözlerini kaçırdı. “Arhan’ın bu olayla alakası ne? Arhan neden Hazan’ın peşinden gelsin ki?” Onun aklındaki sorular da en az benimkiler kadardı. Eski sevgilisinin takıntılı olmasından korkuyordu. “İkiniz de erkek seçimlerinizi gözden geçirmelisiniz.” ‘Ciddi misin?’ bakışımı takınarak Reha’ya döndüm. “Ne?” diyerek isyan etti. “Yalan mı? Nerede sıkıntılı adam varsa onu buluyorsunuz.” Göz devirdim. “Yalansa yalan deyin.” diyerek kendinden eminliğini belirtti.

Lahza ile aynı anda “Yalan.” diyerek çemkirdik. Reha bize göz devirerek ne ara yanına aldığını anlamadığım telefonunu kurcalamaya başladı. “Şimdi sorularımı cevaplayacak mısınız yoksa siz evlenip torunlarınız olunca mı geleyim?” Reha ile aynı anda birbirimize baktığımızda bıyık altından gülüyor olsak da yüz ifadelerimiz düzdü. İkimiz de aramızda ne olduğunu bilmiyorduk. Yaptığımız tek şey birbirimizin yaralarını sarmaktı fakat aramızdaki ipler gözle görülür derecede belirgindi. “Ben Mahi’yi takip edenler olduğunu fark edince çatısına çıkıp etrafı kontrol etmeye başladım.” Derin bir nefes verdi. “Dün Mahi beni fark ettiğinde dikkatim dağıldı ve bıçaklandım.” Lahza şaşırmamıştı ama düz bir ifade ile de bakmıyordu. Olanları düşünüyor gibiydi. Analiz ediyor ve ne yapmamız gerektiğini saptamaya çalışıyordu.

“Arhan’ın bu konuyla alakası ne?” Belki eski sevgilisi için endişeleniyordu, belki de tam tersine eski sevgilisinin yapabileceği şeyler için endişeleniyordu. Arhan’ı bunu anlayabilecek kadar tanımıyordum ama ne Arhan benden ne de ben Arhan’dan hazzediyordum. Bu yüzden ikimiz de birbirimizden olabildiğince uzak durmuş ve tanımamaya özen göstermiştik. Bir gün başımda patlayacağını bilseydim içli dışlı bir araştırma yapabilirdim.

“Sıkıntılı okullardan birinin öğrencisi, senin eski sevgilin ile görülmüş. Bu çocuk daha önce olaylara karışmıştı ve bu olayın da onun başının altından çıkma ihtimalini düşünüyoruz.” Reha tıpkı bir dedektif gibi hareket ediyordu. En ince ayrıntısına kadar analiz ediyordu ve o bunu yaparken aynı beyindeymişiz gibi hissediyordum. Sanki onun yaptığı analizler benim kafamın içine de giriyordu. “Sen onun böyle bir şey yapmasına ihtimâl veriyor musun?” Reha’nın sorusuyla gözlerimi Lahza’ya çevirdim. Tedirgin bir şekilde gözlerini yere dikmişti. Belli ki düşünüyor ve bir şeyler hatırlamaya çalışıyordu. “O böyle bir şey yapabilecek kadar psikopat mı emin değilim ama çok kinci biri olduğunu hatırlıyorum. Biz ayrıldıktan sonra geri dönmem için çok yalvarmıştı ama reddedince Hazan’ın aklımın içine sızdığını söylemişti.” İhtimal gittikçe artıyordu. Lahza’nın her kelimesi bizi sonuca bir adım daha yaklaştırıyordu ve bu beni korkutuyordu çünkü Reha’nın bunu yapanları bulduğunda ne yapacağını bilmiyordum.

Reha derin bir nefes verdi ve yorgun bir şekilde gözlerini kapatıp açtı. “Ee, siz ne yapıyorsunuz?” Reha ile tekrar bakışlarımız buluştu. Sonra tekrar Lahza’ya dönerek “Bir şey yapmıyoruz. Yapacak bir şeyimiz olmadığı için boş boş telefon kurcalıyoruz.” dedim. Lahza göz devirdi. “Gerçekten, bir hafta boyunca ne yapmayı planlıyorsunuz? Böyle boş boş oturacak mısınız?”

Gözlerimi halıya indirdim. Reha Vuslat Mahidar ile bomboş bir evde bir hafta boyunca ne yapılırdı?

*** 

Lahza’yla olan uzun konuşmamız ve Reha’yı azarlamalarının ardından Lahza’yı uğurladıktan sonra Reha ile oturmuş, senaryoya çalışıyorduk. “Bak şurada daha farklı bir mimik kullan.” Karel, Reha’nın eşyalarının arasına senaryosunu da koymuştu. Eşyaların arasında onu arayıp bulduktan sonra tekrar aşağı inmiş ve kendimi zümrüt yeşili koltuklara atmıştım. Abajuru açmış, ışıkları kapatmıştık ve loş bir ortam oluşturmuştuk. Reha bana daha duygulu bir mimik gösterdikten sonra cümlesini tekrar etmişti. Ben, gösterdiği mimikle rolümü tekrarladığımda gülümsedi. “Mükemmelsin.” Gülümsedim. Derin bir nefes vererek senaryonun olduğu matbaadan çıkma spiralli kitap benzeri kâğıt topluluğunun kapağını kapattım ve bir kenara koydum. “Yarın devam edelim, bugün yeterince yoruldun.”

“Sen yorulmadın mı?” Sırıttı. “Ben uyumam.” Göz devirdim. “Ne yapacağız?”

“Film izleyebiliriz.” Bir süre ne izleyebileceğimizi düşündüm. “Açlık oyunları?” Yüzünü buruşturdu. “Ambiyansa hiç uymuyor. Alacakaranlık?” Reha’dan romantik bir film önerisi bekleyebileceğim bir şey değildi.

“Modası geçmedi mi?” Bana ters bir bakış attı. Hassas noktasından vurduğumu hissettim. Reha aslında sert biri değildi, sadece kendini koruma içgüdüsü onu böyle olmaya zorluyordu. Normalde çok duygusal ve yalanlara kanabilecek biriydi ama buna izin vermeyen bir tarafı vardı. Fakat bir tarafı da vardı ki, yalanlara kanmak istiyordu. Gerçekleri kabullenmek istemeyen bir tarafı vardı. Hassastı ve bu gerçekler ona ağır geliyordu.

“Alacakaranlık’ın modası geçmez.” İnsanları asla değişmeyeceğine inandırdığı, kesin fikirleri vardı. Sanki fikrin değişmesi için olağanüstü bir olay gerekiyordu ve Reha’nın kendinden emin olan cümleleri tıpatıp böyleydi. “Ben mısır patlatıyorum o zaman.” Ayaklandım ve mutfağa doğru ilerledim. Malzemeleri hazırlayıp tencerenin altını yaktım ve beklemeye başladım. Bu sırada telefonumu kurcalıyordum. Sosyal medyada Reha’nın postlarında ve postların yorumlarında gezmek son zamanlarda alışkanlık olmuştu. “Her fırsatta hesaplarımda gezinmeyi ne zamana kadar devam ettirirsin?” Sırıttım. Profil görüntüleme bilgisi Reha’ya gitmiş olmalıydı. “Öne çıkarılanların bitmek bilmiyor, ne yapayım? Gezindi mi tam gezinmeliyim. Tamamını görmezsem tadı kalmaz.” Mısır patlamaya başladığında gözlerimi tencereye çevirdim. Birkaç dakika içinde tamamen patlamıştı. Tencerenin içindeki mısırın hepsini tabağa boşalttıktan sonra salona doğru ilerledim.

Televizyonun kumandasını elime aldım ve filmi açtım. Reha aç bir şekilde mısır yiyordu. Bazen bu çocuğu gerçekten aç bırakıp bırakmadığımı sorguluyordum. Hava kararmıştı ve yemeği filmden sonra hazırlayabilirdim. Gerçi annem dolaba yemek bırakmıştı, yemek hazırlamama bile gerek yoktu. Reha’nın sol tarafına geçtim ve mısırı kucağıma yerleştirdim. İkimiz de elimizdeki telefonları orta sehpaya bırakmış ve filme odaklanmıştık. Filmi daha önce izlememize rağmen tekrar izliyorduk ve ikimiz de çok dikkatliydik. Sanki olan her şeyi ilk defa görüyorduk.

Bir süre sonra başım, yorgun bir şekilde Reha’nın omzuna düştü. Gözlerim kayıyor gibiydi. Filmin ambiyansı ve salonun karanlığı beni daha çok içine çekiyordu ve bilincimin yavaş yavaş kapandığını hissediyordum. Uykuya tam geçeceğim sırada Reha birkaç kol hareketi ile başımı omzundan kucağına indirdiğinde irkildim. Daha önce sadece annemin kucağında uyumuşken bir günde iki defa aynı adamın bedeninin üstünde uyumak garip geliyordu.

Birkaç saniye sonra uyku beni, Reha’nın elleri ise saçlarımı esir aldı.

~Reha Vuslat Mahidar~

Ellerim titriyordu. Ellerim resmen ne yapacağımı bilmediğimi yüzüme vurmak için titriyordu. Onu nasıl koruyacağımı bilmiyordum. Kollarımın arasında uyuyan bedeni nasıl zarar görmeden yanımda kalabilirdi, bilmiyordum. Sanki başıma iki yandan baskı yapıyorlardı. Kafam patlayacak gibiydi.

Onu koruyamıyordum. Artık onu değil, kendimi de koruyamıyordum. İkimiz de zarar görüp duruyorduk. Aptal birkaç insan sürekli bize zarar veriyordu ve Mahi sözümü dinlememekte direttiği için daha çok zarar görüyordu.

Bir yandan sözümü dinlememesi hoşuma gitmiyor değildi ama ona olabilme ihtimali olan olaylar aklıma geldikçe gülümsemem soluyor ve olmam gereken kişiliğe geri dönüyordum. Mahi biliyordu. Mahi aslında böyle biri olmadığımı biliyordu. Kendimi güçlü gibi göstermeye çalışıyordum ama güçlü falan değildim. Yapmaya çalıştığım şey sadece gözdağı vermekti ve bunu başarıyordum da. Bir tahtım vardı, kimsenin eline kaptırmamakta inat ettiğim bir taht. O ise yanıma yeni bir taht kurmuştu. Artık kendi tahtımın yanında bir taht daha vardı ve bu taht, benim tahtımı yükseltmek bir yana dursun, kendi kendini parlatıyordu ve bu benim dehşet hoşuma gidiyordu.

Ellerim, kumral saçlarının arasında gezindi. Bütün gün yeşil gözlerine bakmak, hiçbir zaman alamayacağım bir zevki bana bahşediyordu. İnce ellerine dokunma imkânımın olması sanki cennete doğru ilerliyormuşum gibi hissettiriyor, saçlarına dokunmak göğe yükseldiğimi düşündürüyordu. Her haliyle cennetten düştüğünü düşündüğüm bu kadın bana hiçbir şekilde erişemeyeceğim şeylere erişebileceğime inandırıyordu ve ben ona inanmak istiyordum. Bir kere olsun onun yalanlarına inanmak istiyordum.

“Ellerin, Mahi. Sonum olacaklar.” Diye fısıldadım. “Saçlarında boğulacağım, nefesim yaşamaya yetmeyecek çünkü seni yaşatmaya çalışacağım.” Fısıltılarımı duymuyordu. Bilinci çoktan her şeyi kurduğu, planladığı ve bir şekilde kurduğunu oynamayı başardığı zihninde geziniyordu.

“Gözlerin... sonum olacaklar.” Fısıldamaya devam ediyordum çünkü bunları yüksek sesle itiraf etmeye cesaretim yoktu. Her şeye cesareti olan benim hislerimi itiraf etmeye cesaretim yoktu.

“Reha Vuslat Mahidar’ın sana cesareti yok, Hazan Mahi Piyale.” Derin bir nefes verdim. “Sen Bağ Bozumu Tanrısı’na fazlasın, Gün Batımı Tanrıçası.”

 

Loading...
0%