Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. BÖLÜM: GÜN BATIMI UYKUSU

@zeusuyratlmamshera

~Reha Vuslat Mahidar~

Ceplerinde cümleler saklayamazsın.

Boğazın düğümlenir ya, konuşamazsın.

Sen beni ölsen...

Son dize tamamlanamadan gözlerimi açmayı başarmıştım. Kafamın içinde çalan şarkı, zihnimin duvarlarında yankılanıyordu. Vücudum çok ağrıyordu. Sanki kolumu bile kaldıramayacak gibi hissediyordum. Göğüs kafesimde bir ağrı, bacağımın arkasında ise bir sızı vardı. Dikişimin yırtıldığını hatırlıyordum. Mahi’nin desteğiyle koltuğa yattığımda bilincim acıdan kapanmış olmalıydı.

Ne kadar da İronik.

Ağrım vardı fakat yırtıldığı ana bakarsak şu an neredeyse yok gibiydi.

Bir daha bıçaklanmamaya yemin ederek etrafı inceledim. Yanı başımda bir sandalye vardı ve Mahi o sandalyede oturuyordu. Başı karnımdaydı. Ellerini birbirine bağlamış, yüzünü karnıma gömmüş bir şekilde uyuyordu ve çok tatlı görünüyordu. Yüzünü gömdüğü kısımda tenim nefesinin sıcaklığından yanıyordu. Uyandırmayı düşünsem de bundan vazgeçerek onu kucaklayıp yukarı götürmeyi düşündüm.

Ona bakmaktan kendime bakamıyordum. Mahi bana çok kızıyordu, hissediyordum ama o da benim gibi kıyamıyordu. Onun en çok bu huyunu seviyordum. Herkese vahşi bir kurtken bana sevgiye aç bir kediydi ve bu çok hoşuma gidiyordu.

Ayaklanmaya çalışırken bacağımdaki ağrının hareketimle arttığını hissettim ama umursamadım. Önce Mahi’nin başını karnımdan indirdim. Ardından bacaklarımı koltuktan aşağı salladım ve ayağa kalktım.

Yaram acıyor ve ağrıyordu ama o kadar da kötü değildi.

Tamam, doğruyu söylemek gerekirse çok kötüydü.

Ama umursayacak halim yoktu.

Önce bacaklarının altından, sonra ise belinden kavrayarak kaldırmaya yeltendiğimde gözleri açıldı. Umursamadan kucaklayıp yürümeye başladığımda “Reha?” diyerek uykusundan ayılmaya çalıştı. “Ne yapıyorsun?” Cevap vermedim çünkü cevap verirsem bana kızacağını biliyordum. “Reha!” diyerek sesi yükselmeye başladığında gözlerimi gözlerine diktim. Bakışlarımı sertleştirdim, korkmayacağını bile bile. Gerçi korkması gibi bir amacım yoktu ama bir seferlik de olsa izin vermesini istedim. Bir kereliğine de olsa benden önce kendini düşünmesini istedim. “Reha, hemen indir beni.” dedi, sabrının son demlerinde olduğunu belli edercesine. “Olmaz.”

“Reha!” diyerek bağırdığında debelenmeye başladı. Onu indirmemek için daha sıkı tuttuğumda göğsüme yumruklar atmaya başladı.

Onu indirmemi istemesinin sebebi aslında kucağımda olması değil, yaralıyken onu taşımamdı. Bunu açık bir şekilde sezebiliyordum.

Pes etmek istemiyordum ama daha çok köpürürse daha kötü bir kavgaya tutuşacaktık. O yüzden emrini yerine getirerek onu yere indirdim. “Ya, sen manyak mısın? Daha bugün senin dikişlerin patlamadı mı? Amacın tekrar patlatmak mı?” Göz devirdim ve sabır dilenircesine nefes verdim. Elimi yüzüme götürüp yüzümü sıvazladım. Bir savunma bulmalıydım. Ne diyebilirdim? Hazan Mahi Piyale neye karşı koyamazdı?

“Bir şeyi amaçladığım yok, Mahi. Geçen gece de seni ben taşıdım ama yarama hiçbir şey olmadı. Bugün niye olsun ki? Altı üstü seni yukarı taşıyordum.” Öfkeyle soludu. “Altı üstü beni taşıyordun ha! Sen kendini bile zor taşırken, ayağa bile kalkmaman gerekirken üstüne bir de beni taşıyorsun ve ‘altı üstü seni taşıdım’ diyorsun, öyle mi?” Onu nasıl sakinleştireceğimi bilemiyordum çünkü Mahi’yi daha önce hiç bu kadar öfkeli görmemiştim. Çaresizce söyleyebileceğim şeyleri analiz ederken aklıma düşen fikirle zihnimdeki Reha gülümsedi. Hazan Mahi Piyale, bir özre dayanamazdı.

“Özür dilerim, Mahi. Artık uyumaya gidebilir miyiz?” Öfkeli gözleri yumuşasa da İçindeki ateş hâlâ sönmüş değildi. Gözleri yumuşamasına rağmen haykırdığı bir cümle vardı: ‘Bana da merhamet et, duygularıma da merhamet et.’

Gözlerini gözlerimden indirdi ve yüzünü başka bir yere çevirdi. “Geçiştirmek için söylediğin bir özür ne kadar etkili olabilir sence, Reha?” Gözleri titrek bir şekilde gözlerimi buldu. Gözlerindeki öfke gitmiş, yerine kırgınlık gelmişti. Kısık ve kırgın bir sesle kurduğu cümle, yüreğimin burkulmasına sebep olmuştu. Sanki ona değer vermediğimi anlatırcasına bir cümle kurmuştum. Oysa tüm duygularım, kurduğum cümleyi inkâr etmeye yeter de artardı.

Oysa ben onu çoktan kırmıştım.

Hazan Mahi Piyale benim yüzümden incinmişti.

“Geçiştirmek için söylemedim, uykum olduğu ve haklı olduğunu belirtmek için söyledim.” Bir kavganın fitilini söndüren şeylerden biri özürdü. Mahi ise hak ettiği özrü almasına rağmen benim kurma şeklim yüzünden hak ettiğini almış gibi hissetmemişti.

“Öyle bir söylüyorsun ki beni ciddiye almadığını düşünüyorum.” Sorgularcasına kaşlarımı çattım. Böyle bir şey mümkün bile değildi. Duygu durumumdan fiziksel durumuma kadar bedenimin yönetimini ele geçiren kadını ciddiye almamam imkânsızdı.

“Saçmalıyorsun, Mahi. Hangi cümleni ciddiye almadım? Söylediğin her kelime, kurduğun her cümle aklımdayken seni nasıl ciddiye almam?” Cevap vermedi çünkü biliyordu. Ona değer verdiğimi, ona değer vermesem burada bir saniye daha durmayacağımı biliyordu. Burada durmamın tek sebebi Mahi’nin bunu istemesiydi. Yoksa yaram umurumda değildi. Ben illa toparlanırdım ama Mahi’nin endişesi toparlanmazdı.

Sakin bir şekilde üst kata çıktık. “Bugün yukarıda sen yat.” dediğimde gözleri bana döndü. ‘Ciddi misin’ bakışı her zamanki yerini almıştı. “Rahat batıyor mu sana?”

“Senin rahat olmaman batıyor bana.”

“Benim rahat olmadığımı da nereden çıkardın?”

“Hissediyorum. Sana dair her şeyi hissediyorum.” Derin bir nefes vererek üst yatağa geçti. Ben de dikkatli bir şekilde alt yatağa yatıp battaniyeyi üstüme çektim. Son bir kez Mahi’yi kontrol ettikten sonra uykumu getirmesi için düşüncelere daldım.

Dönmemiz gerekiyordu. Bir an önce provalara dönmemiz, çalışmamız gerekiyordu. Bu sefer izin vermeyecektim. Bu sefer kimse mahvedemeyecekti.

Bir yandan tiyatro için bir yandan da Mahi için endişeleniyordum. Tiyatro mahvolmasına mahvolsundu ama Mahi’ye bir zarar gelirse o tiyatronun oynanacak sahnesini bile ortada bırakmazdım.

Korumam gereken şeylerin sayısı çoktu. İtibarım, sahnem, Mahi, çevremdekiler, tahtım...

Kendimi kaybetmeme çok az kalmıştı.

*** 

~Hazan Mahi Piyale~

Çığlık atma isteği ile gözlerimi beyaz duvara doğru açtım. Yüzüm yatağın yaslı olduğu duvara dönüktü ve sırtım odanın diğer tarafına veya Reha’ya dönüktü.

Çığlık atmak istiyordum. İçimde öyle bir sıkılmışlık hissi vardı ki, bedenim artık bana şiddet uygulamaya başlamıştı. Resmen dışarı çıkmazsam hazımsızlık çekeceğimle ilgili tehditler alıyordum ama Reha bu haldeyken kapı dışarı gidemezdim.

Reha senin onu umursadığın kadar kendini umursuyor mu acaba?

İç sesimi susturmaya çalışarak etrafa bakındım. Oda sessizdi. Reha uyanmış gibi durmuyordu. Arkam dönük olduğu için onu göremiyordum.

Ona hâlâ çok sinirliydim. Özrü gerginliğimi almış olabilirdi ama içimdeki öfke geçmiş değildi. Kendine önem vermemesine ayrı, beni düşünmemesine ayrı sinir oluyordum. Beni düşünmesi kısmı fiziksel falan değildi. Beni düşündüğünü belli etmek için yapması gereken tek şey kendine iyi bakmasıydı. Ondan istediğim başka bir şey yoktu.

“Kırk yıl düşünsem bunu dertleneceğim aklıma gelmezdi.” diye fısıldadım, kendi kendime.

“Benim de.” Odada bir başka fısıldama duyduğumda arkamı döndüm. Yüzümde minik bir tebessüm oluşsa da bunu gizlemeye çalıştım. “Sen uyumuyor muydun?” Vücudumu tamamen tersi yöne çevirdiğimde Reha da bedenini bana doğru çevirmişti. “Uyuyordum.”

“E nasıl duydun?”

“Ben seni hep duyarım.” Gülerek göz devirdim. Böyle söylemlerin hoşuma gittiğinin farkındaydı ve bile bile söylüyordu. “Yaranı kontrol edelim mi?” diye sordum. Avuç içlerimi birleştirdim ve başımla yastığın arasına sıkıştırdım. “Birazdan kontrol etsek olmaz mı?” Koluma uzandı ve başımın tarafındaki sol elimi çekiştirip başımın altından aldıktan sonra ellerimizi, parmaklarımız birbirine denk gelecek şekilde birleştirdi. Ellerimizi karşılaştırıyor gibi yapsa da ben amacının temas etmek olduğunu biliyordum. İkimizin elleri de alev alırcasına yanıyordu. Ten uyumumuz oldukça fazlaydı. O esmere dönük, buğday tene sahipken ben beyazdım. O siyah saçlıyken ben kumral saçlıydım. O kehribar gözlüyken ben yeşil gözlüydüm. Hiçbir şekilde birbirimize benzemiyorduk ve bunun daha nicesi fenotipimize yansımayan genlerimizde vardı.

Bir yandan da birbirimize dokundukça alev almamızın sebebi sadece ten çekimi değildi, birbirimize alışık olmamamızdı. Alışmaya çalışıyorduk ama her seferinde birbirine ilk defa dokunan iki insandan pek farkımız yoktu. Dün olanların üstüne bu heyecan pek iyi gelmemişti.

Yarası dün gece kötü bir şekilde yırtılmıştı ve Reha acısına dayanamayarak bayılmıştı. Ben ise dikişlerini kesip çıkarmış, yarasını temizlemiş ve tekrar dikmiştim. Bunun hemen ardından ise Reha’nın başında nöbet tutmaya başlamıştım. Hızlı iltihap kapan biriydi ve bu sefer ateşinin çıkmasından endişeleniyordum çünkü bayılmıştı ama çok şükür ki hiçbir şey olmamış, bunun da üstüne beni kucaklayıp yukarı çıkarmaya çalışmıştı. Normal bir durumda olsak bunu hiç dert etmezdim ama hiç normal bir durumda değildik.

İçim okul özlemi ile doluydu. Biraz uzak da olsa beş yıllık okulumdu ve orası benim yuvamdı. Sahnemi özlemiştim, Lahza’mı özleyememiştim çünkü buna fırsat vermemişti. Onu bu yüzden çok seviyordum. Ne yapıp ediyor bir şekilde buluşmamızı sağlıyordu. Beni asla yalnız bırakmıyordu ve ben onu uzun zamandır ihmal ediyordum. En yakın zamanda kız günü yapmamız gerekiyordu.

“Ya kanıyorsa?” Uzun sessizliğimizin ardından sorusuna cevap vermemle dağılan dikkatini toplamaya çalıştı ama başaramadı. “Ne kanıyorsa?”

“Ne kanayabilir?”

“Yüreğin kanayabilir.” Haklıydı. Yüreğim, yırtılan yarasından daha çok kanıyordu.

“Ama benim derdim yüreğim değil.”

“Öyle olmalı.” Kan ağlamak mıydı bunun adı? Yüreği kanayan birinin başkasını dert etmesi, kan ağlaması için yeterli miydi?

“Yaranı kontrol etmeliyiz, Reha.”

“Senin de yaranı kontrol etmeliyiz, Mahi.” Gözleri saçlarımla gözlerim arasında gidip geldi. “Yürek yaranı.”

Beni Reha’dan daha iyi çözebilmiş kimse yoktu. Ne hissettiğimi, ne düşündüğümü, ne istediğimi... hepsini açık bir şekilde anlayabiliyordu. Bazen şaşırıyordum ve ‘Acaba herkese mi böyle?’ diye düşünüyordum. Bunun cevabını hâlâ alamamıştım. Bütün cevaplar Reha’daydı ve Reha sır dolu bir sandıktı.

“Gerçekten, Reha.”

“Gerçekten, Mahi.” Göz devirerek ayağa kalktım ve Reha’nın yatağının yanına çöktüm. Yatak, çekmece yatak olduğu için biraz alçaktaydı ve ayaktayken yarasını kontrol edemezdim.

Üstündeki battaniyeyi çektim. Gözlerim direk yarasını buldu. Yarası kanıyordu ve kan bandajın dışına kadar çıkmıştı. “Benim yaram, değil mi Reha?” diyerek dalga geçtim.

“Senin yaran, Mahi.” Yarası bu denli kötü olmasına rağmen hâlâ beni düşünmesine hayran kalıyordum. Onu bencil biri sanıyordum ve yeri geldiğinde çok bencildi de fakat Reha’yı son zamanlarda değiştiren şey her ne ise o şeyin tarifini bana da vermeliydi.

Annemin gelmiş olmasını umarak ayağa kalktım. Annemde her zaman daha iyi bir şeyler vardı. Bu sefer de geçen verdiği ilaçtan daha güçlü bir ilaç vermesini umuyordum.

Odamdan çıktığımda korkuluğa dayanarak aşağı katı inceledim. Annem var gibi görünmüyordu. Sağa doğru ilerledim ve yatak odasına girdim. Annem yatakta huzurlu bir şekilde uyuyordu.

“Anne,” diyerek annemi dürttüm. Annem mırıldanmaya başladığında “Reha’nın yarasına daha güçlü bir krem verebilir misin?” diye sordum. Gözleri yavaş yavaş aralanmaya başladığında kaşları çatıldı. “Niye?”

“Dün gece dikişleri yırtıldı. Tekrar dikip sardım ama kanamaya devam ediyor.” gerinerek ayaklandı. Hızlı bir şekilde büyük ecza dolabımıza doğru ilerledi ve dolaptan bir krem çıkarıp bana uzattı. “Bunu sür.” Bir şey demeden arkamı döndüm ve odama ilerledim. Reha hâlâ aynı yerdeydi.

Bir insan bu kadar umarsız olamazdı.

Kremi Reha’nın göğsüne fırlattım ve aşağı kata inip sargı bezini getirdim. Odaya girip Reha’nın yatağının yanına çöktüğümde Reha irkildi. Telefona bakıyordu ve benim ne yaptığımı takip edememişti. “Ne yapacaksın?”

“Sargını değiştireceğim ve farklı bir krem süreceğim.”

“Yakar mı?” Histerik bir kahkaha attım. Reha ise bu halime deli görmüş gibi baktı. Gülmem sakinlediğinde göz devirdim. Yan tarafta annemin olduğunu hatırlayarak sesimi kıstım. “Reha, sen daha bu gece beni taşımaya kalkmadın mı, dikişlerin yırtıldıktan hemen sonra? Acıdan mı bahsediyorsun gerçekten?” Gözlerini kaçırdı. Ben de tekrar göz devirerek sargısını çıkarmaya başladım. Bir gün, Reha’ya göz devirmekten gözlerim yuvalarından çıkacaktı.

Dikkatli bir şekilde sargıyı çıkardıktan sonra yarayı temizledim ve kremi sürdüm. Dikişleri çok şükür ki sağlamdı. Bir yırtık vakasıyla daha baş etmeye sabrım yetmezdi.

Yarayı yeni bir sargı bezi ile sardıktan sonra malzemeleri yerine götürdüm. “Bir şeyler yemek ister misin?” Dalgın gözleri etraftan üzerime çevrildi. “Bilmem...” Yine bir şeyleri sorguluyormuş gibi bakıyordu. Kendi hakkında bir şeyleri sorguluyormuş gibi.

“İyi misin?” Sorum henüz kulaklarına ulaşmadan cevap verdi. “Evet.” Dudaklarım düz bir çizgi halini aldı. Arkamı dönmeden önce onaylarcasına başımı salladım. Odadan çıktım ve kahvaltıyı hazırlamak üzere aşağı indim.

İçinde dert ettiği büyük şeyler vardı ve o bunun farkında mıydı, emin değildim. Eğer farkında olup dert etmeye devam ediyorsa sıkıntıydı, farkında olmadan dert etmeye devam ediyorsa daha büyük sıkıntıydı. Neyi sıkıntı ettiğini bilmiyordum. Belki burada kalmasını, belki yaralarını sarmamı, belki de aklımın ucundan dahi geçmeyecek şeyleri... Reha Vuslat Mahidar’ın zihninin içi çok karışıktı ve ümit etmekten başka elimden bir şey gelmiyordu.

Derin nefeslerime ortak olan pişme sesleri ile yemeği hazırlamaya devam ettim.

*** 

Yemekten sonra annem işe gitmişti. Reha ile ben ise salona geçmiştik ve düşüncelerimiz boynumuza bir halat gibi dolanmıştı. Kalbim sıkışıyor ve ciğerlerime kramp giriyordu. Gereksiz bir şeyleri önemseyerek stres yapmaya başlamıştım ama neyi?

Reha yere dalmıştı, gözleri bomboş bakıyordu. “Kalbinin atışlarını duyabiliyorum.” dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu pek mümkün bir şey gibi görünmüyordu. Ben onun düşüncelerini bile duyamazken onun benim kalbimin sesini duyması haksızlıktı. “Nasıl?”

“Burada.” Diyerek elini kalbinin üzerine götürdüğünde tebessüm ettim. “Bir şekilde ne hissediyorsan bana da hissettirmeyi başarıyorsun ve bir anda kalbim kalbinin ritmi ve düşüncelerimle doluyor.” Elini kalbinin üzerinden çekmedi, tek bir mimiği dahi hareket etmedi. “Kalbinle kalbim yer değiştirmiş sanki. Her kalp atışımda bana bir nefesten daha yakın olduğunu hissediyorum.”

“Kalp aldatır, Reha. İnsanı insandan çok sadece kalp aldatır.” Elini kalbinden indirdi ve gözlerini yüzüme çevirdi. Kederle gülümsedim. “Kalp yalanlara aynadır. Sana İstediğin şeyi gösterir fakat istediğin şey hiçbir zaman oluruna ulaşmaz.” İç çekerek gözlerini yüzümden indirdi. “Biliyorum, Mahi. Biliyorum.” Başını bana arkası dönecek şekilde ters çevirdi. Dudağını ısırdığından emindim. “Ama bazen istiyorum, tamam mı? Bazen en güzeli başıma gelsin istiyorum. Bazen bazı şeyler benim çabam dışında var olsun istiyorum. Mesela canımız çıkana kadar prova yapmadan gösteri mükemmel olsun istiyorum. Evet, bu bize bağlı ama öyle anlar oluyor ki hiçbir şey bizim elimizde olmuyor ve o zaman da emeklerimizin hiçbir anlamı kalmıyor. Bir sefer de kader bize ayak uydursun istiyorum.” Başını bana doğru çevirdiğinde dişleri dudaklarını kemiriyordu. Tahminimin doğru çıkması ile gülümsedim.

“Emek harcadığımız şey bozulmazsa başımıza daha kötü şeyler gelecektir oysa.” Kaşları çatıldı. “Ne?”

“Ben hep böyle düşünürüm. Mesela eğer bir araba kazasından sağ çıktıysak, eğer o kaza olmasaydı daha kötü şeylere maruz kalacağımızı düşünürüm.” Gözlerini yere diktiğinde başını salladı. “Çok mantıklı.” diye parladı aniden. Yüzüne bir gülümseme yerleşti. “Hiç bu açıdan düşünmemiştim.”

“Sen hiçbir zaman benim açımdan düşünmemiştin ki.” Gözlerini gözlerime çevirdiğinde yüzündeki gülümseme buruklaştı. Gözlerini kaçırdı. “Doğru.” Ortamın havasını dağıtmak amacıyla konuyu değiştirdim. “Yaran nasıl?”

“Biraz ağrıyor ama önemli değil.” Saat dörde geliyordu. Reha halsiz gibiydi. Ben de ruh yorgunuydum. Bedenim, okula dönmemizi söylercesine uyarılar veriyordu. Başımı geriye atarak koltuğun yastığına ensemi yasladım. Gözlerimi kapattım ve az da olsa dinlenmeye çalıştım. Bir hareketlilik duysam da umursamadım, Reha pozisyon değiştirmiş olmalıydı. Oturduğum koltukta ağırlık ve yanımdaki alanda göçme hissettiğimde irkilerek gözlerimi açtım. Reha yanımdaydı ve başı dizime doğru gelecek şekilde pozisyon alıyordu. Şaşkınlıkla onu izlerken bir anda bacaklarımın üzerinde başını, belimin etrafında da kollarını buldum.

Bana sarılıyordu. Gözleri kapalıydı. Yüzü karnıma gömülüydü ve yüzünün her bir ayrıntısını karnımda hissediyordum. Garip bir histi. Midemde kelebekler yaratan bir histi. Ne gariptir ki, midemde oluşan kelebeklerin bütün aksiyonları Reha’yaydı. Onun bir eylemi olmadan her şey sakindi. Issız bir şehirden farksız olan duygularım, Reha gelince bir metropole dönüyordu. Saçmaydı. Her şey çok saçmaydı.

Elim saçlarına gittiğinde elim titriyordu. Saçlarına dokunduğumda hissettiğim tek şey, babamın saçlarına dokunduğumda hissettiklerimdi.

Bir insan sizde yara açtıysa, onunla ilgili olan her şey yaranın içindeki deri parçalarına dönüşürdü. Dokununca yakardı, varlığını hatırladığınızda yine canınız yanardı. Babam da benim için bir yaraydı. Onunla ilgili hiçbir şey hatırlamak istemiyordum.

Annemle babam boşanalı altı yıl oluyordu. Altı yıl önce babam şehir dışına çıkmıştı. Evlenmiş miydi, çocukları olmuş muydu veya ne iş yapıyordu, hiçbirini bilmiyordum. Ne öğrenmek gibi bir çabam ne de onu görmek gibi bir arzum vardı. Annemle bana yaptığı psikolojik baskının ardından yüzüne bakmak bir yana dursun, yanından bile geçmezdim artık. Gördüğüm yerde de bir kaşık suda boğacak kadar nefret ediyordum ondan.

Reha biraz mırıldansa da hareket etmedi. Ellerimi saçlarından çekmeden saçlarını okşamaya devam ettim. Siyah saçları, camlardan içeri giren güneş ışığında parlıyordu.

Çok kusursuz yaratılmıştı. Bir insan nasıl bu kadar kusursuz yaratılırdı?

Kehribar gözleri, gözlerimin önüne geldiğinde tebessüm ettim. Bir gezegenden parça gibilerdi. Siyah saçları tıpkı uzayın derinliklerinden bir karadelik, buğday teni ise çöl kumlarından bir tutam gibiydi. Evrende ne varsa Reha hepsinden bir parça almıştı. Sanki diğer insanlardan ayrıca, ekstra özenerek yaratılmış gibiydi.

Aklıma dolanan şarkı sözlerine gülümsedim. Reha cehennemdi. Reha cehennemin en derinlerinden bir kıvılcımdı.

Mırıldanmalarında sezdiğim cümleyle kaşlarım çatıldı. Sürekli aynı şeyi mırıldansa da en sonunda cümleyle birleştirdiği kelime, sonunda anlam kazanmıştı ve ben bu anlamı kavrayabildiğimde gerçekten tutulmuştum.

“Lisyantus gibisin, Mahi.” O kitabı Reha koymuştu. O çiçeği içine bilerek bırakmıştı. O kafeye bilerek götürmüştü. Her şey kontrol dahilindeydi.

İnanmadım. Hiçbirine inanmak istemedim. Reha’nın benden daha ağır hisler taşımasını kabullenmek istemedim.

O ise mırıldanmaya devam ederek bana en ağır işkencelerde bulundu. Sıcak nefesi karnımı ısıttı. Elleri belimi sardı, asla bırakmayacağının sözünü verircesine. Oysa ben, o ellerin beni bir gün bırakması gerekeceğinin farkındaydım.

*** 

Sıkıntıdan telefonu bırakıp uyumamın üstünden üç saat geçmişti. Gece düzgünce uyuyamadığım için yorulmuştum. Annemin gelişini bildiren kapı sesi beni uykumdan uyandırdığında irkilerek toparlanmaya çalışsam da Reha kucağımda uyuduğu için hareket edemedim. Annem ise bir yandan bizi süzerken bir yandan da montunu askıya asıyordu. Sesini çıkarmadı. “Hoş geldin.” dediğimde ağzını dahi açmadı. Reha’da da hareketlilik yoktu. Montunu astıktan sonra yanıma geldi ve Reha’nın baş ucuna oturdu. “Bak kızım, her kararının arkasında olduğumu biliyorsun. Aranızda bir şey varsa... bana söyleyebilirsin.” Kaşlarımı çattığımda içimde oluşan stres topunu dizginleyerek “Aramızda bir şey yok.” dedim ama annem bana inanmamış olacak ki tek kaşını kaldırarak Reha’ya baktı. Gülmemek için zor durdum. Şu pozisyondayken kim bize inanırdı. “Olsaydı söylerdim.” Reha’nın uyandığına emindim. Şu durumda ben de uyuyor olsam uyandığımı fark ettirmezdim. “Öyle olsun, bakalım.” Yanımdan kalkıp üst kata çıktı ve banyoya girdi. Annem banyonun kapısını örter örtmez Reha’yı sarsmaya başladım ama Reha zaten uyanık olduğunu belli edercesine beni tersledi. “Kızım, manyak mısın? Hasta adamım ben. Ne diye eve başımıza yıkılıyormuş gibi sarsıyorsun?” Sinirle gözlerimi üzerine diktim. “Kalk, Geri zekâlı. Geldin çöktün karnımın üstüne öküz ölüsü gibi, annem gördü bizi. Ölümüz çıkacak senin yüzünden bu evden.”

“Kızım, senin annen pamuk gibi kadın değil mi? Niye ölümüz çıksın evden?”

“Sence annem mi öldürecek bizi yoksa utançtan mı öleceğiz?”

“Utançtan niye ölüyoruz?”

“Nasıl bir pozisyonda yakalandığımızın farkına varırsan anlarsın.” Reha’yı ittirerek kalkmaya yeltenirken Reha beni geri oturttu ve kollarını belime bağlayarak yüzünü tekrar karnıma gömdü. “Ben hasta adamım, konfor alanımda kalmalıyım.”

“Konfor alanını sokacağım sana, kalk şuradan.” İttirerek zor zekât da olsa Reha’nın cüssesinin altından kalkmayı başardığımda annem banyodan çıkmıştı, bize attığı kaçamak bir bakışın ardından yatak odasına girdi. “Rüyanda ne gördün?” Reha hemen yanımda, oturur pozisyona geçmişti. Gözleri gözlerimi bulduğunda uzun zamandır görmediğim keskin bakışlarını gördüm. “Öğrenmek istemezsin.” Kaskatı kesildim.

Tamam, uzun bir süre boyunca Reha’nın da ergenliğin sonlarında olan bir erkek olduğunun farkında değildim. Aklımın içinde onu çok farklı bir şekilde kodlamıştım. Benim gözümde Reha, diğer erkekler gibi her fırsatta cinsellik aramayan bir erkekti ama sonuçta o da bir erkekti, erkekten de önce o da bir insandı, ne kadar tanrısal bir dış görünüşe sahip olsa da.

Yüzüne, ömrümün sonu gelse dahi söyleyemeyeceğim gerçeği içimde zikredip durmam aptallıktı ama ben daha önce hiçbir insanın dış görünüşüne bu denli kapılmamıştım.

Başımı sallamakla yetindiğimde Reha’dan histerik bir kahkaha ile karşılık aldım. Kaşlarımı çatarak onu inceledim ama o bana bakmadan mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Sanırım lafımı dinlemesi için iyileştiğinde onu bir güzel benzetmem falan gerekiyordu. Ne de olsa bu onun taktiğiydi, değil mi?

“Yaranı kontrol etmem gerek.” Duraksayarak bana döndüğünde dudak büzse de yanıma geldi ve koltuğa yattı. Bandajı açtım ve yanı başımızdaki yeni bandajla değiştirdim. Kremleri sürekli getirip götürsem de bandaj artık hep yanımdaydı. Krem günde iki defa sürülmesi gerekirken bandajın sık sık değişmesi gerekiyordu.

“İşte oldu.” Doğruldu ve gözlerini mutfağa dikti. Niyeti belliydi. Yarım kalan keki kontrol edecekti ama ben, o gece uyurken çoktan mutfağı toparlamıştım. Kekin karışımı ise beklemekten bozulduğu için dökmüştüm. Yenisini yapmaya bol bol fırsatımız olacaktı. Mutfağı toplu görünce gözlerinin ışığı söndü. Nadiren ortaya çıkan içindeki çocuğu üzmüş olmanın verdiği buruklukla elimi koluna koydum. “Yenisini yaparız. Hatta tam şimdi.” Ayağa kalktım ve elinden tutarak çekiştirdim. “Ama oturacaksın.” Gülerek göz devirse de ayağa kalktı ve peşimden gelmeye başladı. Daha birkaç saat önce dikişleri yırtıldığı için yürürken zorlandığını açık bir şekilde görebiliyordum. Ne kadar belli etmemeye çalışsa da açık bir şekilde fark ediliyordu.

Mutfağa gittiğimizde Reha yardımımla bar sandalyelerinden birine, ada tezgâhın yanına oturdu. Kendini kötü hissetmemesi için ona da birkaç iş vermem gerekiyordu. Ne yapabilirdi ki?

Malzemeleri hazırladıktan sonra karıştırmaya başladım. Reha da bu sırada beni izliyordu. Eli aniden elimdeki kaba gittiğinde kabı ona verdim. O sakin bir şekilde karışımı karıştırırken ben ise onu izliyordum. “Kahve?”

Gülümsedim. Bu kekin yanına anca kahve giderdi. Havuçlu ve tarçınlı kek yapıyorduk ama onun bundan haberi var mıydı, bilmiyordum. Havuç rendelediğimi görmüştü, büyük ihtimalle haberi vardı.

“Keki fırına atınca hazırlarız.” Başını salladığında elindeki karışımı elinden aldım ve tepsiye dökmek üzere tezgâha yöneldim. Karışımı düzgün bir şekilde tepsiye dökmemin ardından tepsiyi fırına koydum ve pişmesi için beklemeye başladık.

“Bu aralar hiçbir şeyin tadı yok.” Çok haklıydı. Hiçbir olayımız yoktu. Öylece boş boş evin içinde dolanıyor, yara kontrolü yapıyor ve yatmaya devam ediyorduk. “Okula döner dönmez Feris’i bizi geri çağırdığına pişman edeceğim.” Güldüm. “O kadın da seni bıçaklandığına pişman eder.” Tebessüm etti. “Biliyorum.” Üzerine düşünmemiz gereken şeyler bile aklıma gelmiyordu. Zihnimin içinde sanki bembeyaz bir alan vardı ve o beyaz alanda bir şeyler arıyormuş gibi hissediyordum. Hiçbir şey yoktu aslında. Aradığım şeyi istesem de bulamayacaktım. “Belki döndüğümüzde tiyatronun şerefine bir parti düzenleriz.”

“Her yolunda giden tiyatronun şerefine bir parti düzenleriz. Organizasyonu hep ben devralırım. Eğer bu da yolunda giderse çok büyük bir parti verebiliriz.” Tebessüm ettim. Reha’nın bir şeylere olan hevesi insanı gülümsetiyordu.

Zihnimde silik silik olan birikimler az da olsa belirginleşmeye başlamıştı. Döndüğümüzde Reha’nın uğraşması gereken bir grup saldırgan olacaktı. Nefret etmesi gereken bir Kunter, ayrılığın acısını çıkarması gereken bir Karel ve daha nice insanlarla hasret gidermesi gerekiyordu. Reha çok ironik bir çocuktu. Daha dün ondan nefret ediyorken nefretimi aşmayı nasıl başarmıştım, akıl sır erdiremiyordum ama bildiğim bir şey vardı ki, o da sahneye döndüğümüzde nefretimizin tekrar alevleneceğiydi.

Uzun bir beklemenin ardından Fırından, kekin piştiğine dair bir bildirim sesi geldi. Elime fırın eldivenini geçirip keki kontrol ettiğimde kekin pişmiş olduğuna kanaat getirdim ve tepsiyi fırından çıkardım. Hızlı soğuması için keki hızla kestim ve sıranın kahveye geldiğini fark ederek önce cezveye su koydum. Hemen ardından kahveleri hazırlıyordum ki, belimde hissettiğim elle kaskatı kesildim.

Reha’nın eli belimde, başı omzumdaydı. Dokunduğu yerdeki her bir hücremde cehennem yeniden var oluyordu. Yanan tenime çare bulamamanın yanı sıra, çarpmaktan güçsüz düşmek üzere olan kalbime de çare bulamıyordum. Annem gelebilirdi ve bizi böyle görürse yalan söylediğimi düşünmeye devam edebilirdi.

Belki de yalan söylüyordun.

Böyle bir şey yoktu. Bizim aramızda hiçbir şey yoktu ve olamazdı da. Ellerim terlerken Reha’nın kulağıma fısıldadığı kelimeleri anlamakta zorlandım. “Rüyamda gördüğüm sendin, Mahi. Rüyalarımda bile güneşini söndürmeyen tek tanrıça sensin.” Reha beni Gün Batımı Tanrıçası olarak görüyordu, hiç bıkmadan, yılmadan. Oysa ben biliyordum ki, Dionysos ve Afrodit hiçbir mitolojide aynı sahnede oynamazdı.

 

Loading...
0%