Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. BÖLÜM: SİNEMA

@zeusuyratlmamshera

-3 Hafta Sonra-

“Bir şeyin olmadığına emin misin?” Elimdeki, odada rastgele atılmış bir şekilde bulduğum son kıyafetleri de sepete koyduktan sonra sepeti banyoya doğru götürmeye başladım. Bir elimde sepet, diğer elimde ise hoparlöre aldığım telefonum vardı. “İyiyim diyorum, Mahi. Neden inanmıyorsun?”

“Çünkü hiç inandırıcı konuşmuyorsun.” Telefonun arkasında göz devirdiğini hissedebiliyordum. Onu zorlamama sinir olsa da beni, bizde kaldığı süreç boyunca yeterince sinir etmişti. Banyoya girdim ve telefonu aynanın önündeki rafa koyduktan sonra sepetteki çamaşırları makineye doldurdum. “İyiyim, Mahi. Yaramın yeterince iyileştiğini sen de biliyorsun. Dinlenmene bak sen. Haftalarca yeterince yoruldun.” Onun gidişinden beri iş yaptığımdan haberi var mıydı acaba?

“Herhangi bir ağrın veya acın olduğunda beni ara.”

“Ararım...” Dedi, son harfini bolca uzatarak. “Kapatıyorum o zaman, denetimin bittiyse.”

“Görüşürüz.” Telefonu kapattığında, ekranın kapanıp kapanmadığını kontrol ettim ve hemen ardından derin bir nefes verdim. Çamaşırların hepsini makineye doldurduktan sonra deterjan ve yumuşatıcıyı makinenin onlar için ayırdığı kısmına döktüm ve o bölümü kapatıp makineyi çalıştırdım. Telefonumu elime aldım ve banyodan çıkmak üzere kapıya yöneldim.

Dün sabah Reha, üç haftadır yatışı verildiği ‘Piyale Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’nden’ Taburcu olmuştu. İlgi alanı yarasından çok benim sinirlerim olmuş olacak ki, üç haftada sinir hastası kesilmiştim. Yarası sadece bir bahaneydi. Üç hafta boyunca yarası ikinci bir hasar almamıştı. Bu en rahatlatıcı bilgiydi.

Evin bütün işlerinin bittiğini fark ettiğimde içimde bir rahatlama ısısı yayıldı. Üç haftanın sonunda rahat bir şekilde dinlenebilmek o kadar güzel bir şeydi ki...

Merdivenlerden aşağı indim ve salona girdim. Salona girer girmez kendimi koltuklardan birine attım ve kemiklerimin rahatlamasının keyfini çıkardım.

Yarın okula dönecektik ve herkes derin bir nefes alacaktı. İkimiz de üç haftalık ev hapsimizde çokça bunalmıştık ve artık dışarı çıkmaya ihtiyacımız vardı. Bizim yokluğumuzda Karel ve Lahza’nın ne yaptığını da bilmiyorduk. Haftada iki, üç kere ziyarete gelmişlerdi. Her seferinde de aynı anda burada oluyorlardı. Demek ki konuşuyor olmalılardı. Peki benim neden bundan haberim yoktu?

Haberim olmayan tek şey de bu değildi. Karel, Reha’yı bıçaklayanları bulmak için durmadan çalışıyordu. Bazen Lahza olmadan eve geliyor ve Reha’ya bir şeyler sorarken aynı zamanda bir şeyler anlatıyordu. Günün sonunda ikisi de vedalaşıyor ve Karel evine dönüyordu.

Elimize ne geçtiği ise büyük bir muammaydı.

Feris Hoca bizi üç hafta boyunca arayıp durmuştu. Sürekli nasıl olduğumuzu ve çalışıp çalışmadığımızı soruyordu. Kunter’den ise ses yoktu. Kunter kadar en az Reha’yı bıçaklayanlar da sessizdi. Sessiz olmalarına seviniyordum ama onlar hakkında hiçbir şey öğrenememek beni deli ediyordu. Önümüzdeki hafta saldırabilme ihtimalleri yüzünden tetikte gezecektim ve bu insanı sinir bozucuydu.

Telefonumu kurcalayarak kemiklerimi dinlendirirken ısrarcı bir şekilde çalan kapıyla homurdanmaya başladım. İki dakika dinlenmeme bile izin yoktu. Kim gelmiş olabilirdi? Büyük ihtimalle Reha yine yarasını falan kanatmayı başarmıştı veya bizde eşyası kalmıştı. Şarj aletini unutmuş olmalıydı. Bizde kaldığı üç hafta boyunca en çok o şarj aletinden çekmiştim. Hiçbir şekilde bıraktığımız yerde olmuyordu ve Reha bütün suçu bana atıyordu. İllet çocuk.

Ayaklanıp kapıyı açmamla yüzünü bile göremeden içeri dalan Lahza’nın asla kesilmeyen konuşmasını duymam bir oldu. Taramalı gibi konuşan arkadaşım belli ki üç haftada fazlasıyla dolmuştu. Söylediği onca cümle arasından çekip çıkarabildiğim tek bir cümle vardı. “Bugün dışarı çıkmamız gerek.” Kapıyı örttüm ve arkama döndüm. Lahza eşyalarını koltuğun üzerine bırakıyordu.

“Ben de öyle düşünmüştüm!” diye parladım bir anda. Şu zamanlarda kafamı en çok rahatlatacak şeylerden biri şu lanet olası evden çıkmak olacaktı. Reha’nın yüzünü görmediğim bir gün o kadar mükemmel geçerdi ki, resmen zihnim arınmış bir şekilde yarına çıkardım.

Beni süzüp sadece bir eşofman ve tişörtle olduğumu fark edince “E- hazırlan o zaman.” dedi. Arkamı döndüm ve hızlı bir şekilde merdivenlerden çıkmaya başladım. O da benim peşimden geliyordu. Evin topluluğu beni zevklendirirken odama girdik. Gardırobumu açtım ve kıyafet seçmek için dolabı gözümle taradım. “Kuşlar bana bir şeyler getirdi.” Kaşları çatıldı. “Ne getirdi yine?”

“Karel’le bir naneler yiyormuşsunuz gibi birtakım muhabbetler getirdiler.” Gözlerini kaçırdı. Ben tebessüm ederek altıma mavi bir kot pantolon, üstüme ise beyaz bir kazak çıkardım. Hava güneşli ve sıcaktı fakat bu sıcağa aldanmamak gerekirdi. Akşama kalabilirdik ve akşamları çok soğuk oluyordu. Bu yüzden çantama kalın bir ceket koymak en iyisiydi. Ceketi de askıdan aldıktan sonra dolabın kapağını kapattım.

Önce kıyafetlerimi sonra yeni aldığım kahverengi, topuklu botlarımı giydim ve şifonyerimin önüne oturarak makyajımı yapmaya koyuldum. Ben bunları yaparken Lahza elbette ki bir şeyler anlatmayı bırakmamıştı. “Karel ve ben... çok karmaşığız. İkimiz de aynı fakülteyi istiyoruz ve bu aralar deli gibi çalışıyoruz -bunu derse katılmasından ve onu sürekli okulun kütüphanesinde görmemden anladım- ama sonucun ne olacağı hakkında hiçbir fikrimiz yok. Ayrıca...” Derin bir nefes verdi. “Uzun zamandır sana bir şeyler anlatmıyorum ve bazı şeyleri unutmuş olabilirim fakat Karel beni deli ediyor gibi hissediyorum. Çok sık görüşmüyoruz hatta muhabbetimiz bile yok. Sevgili zaten değiliz ve asla olmayacağız fakat... içimdeki elektriklenmeye engel olamıyorum.” Lahza fazlasıyla dolmuştu. İçinde biriktirdiklerinin bu kadar olmadığı açık bir şekilde belliydi. Üstelemek istemiyordum çünkü içindekileri zamanı geldiğinde zaten anlatıyordu. Zamanı gelmeyen şeyleri zorlamanın bir anlamı yoktu.

“Hazır mısın?” Makyajımın bittiğini fark edince yönelttiği soru, dikkatinin dağınık olduğunu anlamama sebep olmuştu. “Sayılır.” Tek omzuma taktığım çantaya ceketimi ve gerekli malzemelerimi koyduktan sonra “Hadi çıkalım.” diyerek anahtarımı elime aldım. “Sen araba ile mi geldin? Arabasız geldiysen benimkini alalım.”

“Arabayla geldim.” Başımı salladım. “Önce yemek yiyelim, sonra sinemaya girelim. Nasıl olur?” Verdiği fikir düşününce hiç de mantıksız gelmedi. Vizyona giren güzel filmler vardı ve iyi zaman geçirebileceğimiz pek çok mağaza bizi bekliyordu.

“Çok iyi fikir.” Odadan çıkıp aşağı indik.

Evden çıktığımızda kapıyı kilitledim ve Lahza’nın arabasına bindik. “Siz Karel ile ne zaman tanıştınız?” Aklımda dönüp duran sorular vardı. Bu soruların cevaplarının yarısı Karel’de saklıydı. Eğer Lahza Karel ile yakınlaşırsa ben de yakınlaşmış olurdum ve sorularımın çoğuna cevap bulabilirdim. Reha’ya sorsam söylemezdi. Benim iyiliğim için olduğunu söylerdi. Aslında bir yandan da haklıydı. Her saniye tetikte olarak gezmek gerçekten insanı delirtirdi ama bilmem gerekiyordu. Eğer ikimize yapılan bir şeyin intikamını sadece Reha alıyorsa gerçekten sıkıntı çıkarırdım. Kendime yapılan yanlışlara, başkası örttü diye göz yumacak değildim.

“Dokuzuncu sınıfta. Tiyatro takımına katılmıştı. Reha’nın arkadaşı olduğu için az çok tanışıyorduk ama pek muhatabımız yoktu. Zamanla Reha kaptan oldu ama Karel ilgi alanını değiştirerek futbola geçti.” Anlamışçasına başımı salladım. “Peki... ona hislerin var mı?”

“Herkese hislerimiz var, Hazan.” Kıvırma çabası beni ne kadar mest etse de bunu kendine itiraf etmesi, aralarındaki bağı sağlamlaştırabilir ya da kırabilirdi. İki insan arasındaki bağ her zaman kalpten bağlanmazdı. Bazı insanlar bütün bedenleriyle bağlanırlardı. Bazıları sadece zihinsel olarak bağlanırlardı. Bazı ilişkilerde ise insanlar birbirlerine ayaklarından bağlanırdı. Birbirlerine ayak bağı olan insanların en basit gösterimi buydu. Bu bağların illa romantik olmasına gerek yoktu. Arkadaşlar da bağlanırdı. Kardeşler de bağlanırdı. Dünyanın diğer ucundaki insanlardan birine, adını bile bilmediğiniz bir insana veya ölmüş birine ölümünden sonra dahi bağlanabilirdiniz. Önemli olan kişinin içinde karşı tarafa ait hisler barındırmasıydı. Her şey bundan ibaretti.

“Kastettiğimin o olmadığını çok iyi biliyorsun. Kıvırma.”

“Bilmiyorum, Hazan. Onu gördüğümde kalbim sadece bir kere onun için atıyor. Onu gördüğüm andan görüş açımdan çıkana kadar olan bütün kalp atışlarımdan sadece biri ona ait gibi hissediyorum ama ne hangisinin ona ait olduğunu ne de neden sadece bir atışın ona ait olduğunu biliyorum. Bazen gurur yapıyorum ve haftalarca yüzüne bakmıyorum. Hiçbirinde de yadırgamadan devam edebiliyor ama o bana aynısını yaptığında ben böyle devam edemiyorum.” Tek atış... Son kalp atışı... Karel’in, ölmeden önce gördüğü son kişiymiş gibi hissettirdiğini söylemeye çalışıyordu ama dili gitmiyordu bunları söylemeye. Tebessüm ettim. Hislerinin neye benzediğini çok iyi biliyordum. Reha da bana aynı hisleri bahşediyordu, bu hissin beni öldürdüğünü bilmeden. O anlar anlıyordum, insanı öldüren asıl şeyin hisler olduğunu. İnsan nefesi kesilene kadar hislerin ne denli büyük çukurlar olduğunu kavrayamıyordu.

“Sık konuşuyor musunuz?”

Arabayı sürerken anlatmak ona iyi geliyordu, bu gözle görülür bir gerçekti. “Çok nadiren. En fazla bir ya da iki defa konuşmuşuzdur. Size gelirken nasıl bu denli denk geldiğimizi anlamıyorum. Aynı üniversitede aynı bölümü hedeflediğimizi de denk geldiğimiz derslerden birinde öğrendim. Her şey çok saçma ilerliyor. Mezuniyetten sonra hiçbir alakamız kalmayacak muhtemelen.” Mezuniyet... Mezun olurken Reha’yla nasıl bir durum içerisinde olacaktık? Tiyatrolar nasıl ilerleyecekti? Neredeyse Aralık ayındaydık ve yedi ay kalmıştı. Yedi ay içinde neler yaşayacağımızı çok merak ediyordum.

“Sen neden tiyatrodan vazgeçtin?”

“Ailemin isteği ile tiyatroya atılmıştım ama asıl isteğimin bu olmadığına karar verdim.” Anlamışçasına başımı salladım. Ben bir anlık hevesle girmiş gibi görünsem de yapabileceğim başka iş yoktu. Tiyatro dışında daha çok sevdiğim hiçbir alan yoktu. Oyunculuk bile tiyatroculuk kadar bana hitap etmiyordu. Üniversitede de tiyatro okuyacağımı tahmin ediyordum.

Biraz daha konuşarak ilerledikten sonra alışveriş merkezine varmıştık. Önce yemek yiyecek sonra ise sinemaya girecektik. Sinemadan sonra yemeğin tadı kalmayacağı için önce yemeyi planlamıştık. Yemekten sonra mağazaları gezer, birkaç parça kıyafet alırken konuşur sonra çıkardık.

Lahza arabayı, alışveriş merkezinin en üst katındaki otoparka park ettikten sonra arabadan indik ve alışveriş merkezinin giriş kapısına doğru yürüdük. Yiyeceğimiz şeyleri planlarken aşağıya, yemek katına indik. Boş yer ararken aynı zamanda dükkanlara göz gezdirdik. Lahza’nın “Sen otur, ben siparişleri veririm.” demesi üzerine kredi kartımı ona verdim. Beklerken telefonumda sosyal medyada gezinme kararı aldım.

Anasayfada rastgele gezinirken Reha’nın gönderileri karşıma çıktığında kaşlarım çatıldı.

Reha ve Karel buradaydı.

Dik dururken yavaşça görülmemek adına başımı eğdim. Kambur benzeri bir pozisyona girerken tek derdim Reha’yla Karel’in beni görmemesini sağlamaktı. Birkaç dakika sonra Lahza yanıma gelip oturduğunda “Ne oldu?” diye sordu.

“Reha ve Karel. Buradalar.” Kaşlarını çatmasının üzerine başını kaldırıp etrafta gezdirdi ama bir şey bulamayınca tekrar bana döndü. “Neden saklanıyoruz?”

“Çünkü Reha’yı bir günlük tatilimde dahi görmeye tahammülüm yok.”

“O zaman onu istemediğini söyleyebilirsin?” Bunu yapamazdım. Reha ne kadar beni sinir ediyor olsa da onu bu denli sert bir ithamla incitemezdim. O benim için bıçaklanmıştı, üç hafta boyunca beni sinir etse de aynı zamanda mutlu etmeye de çalışmıştı ve hiçbirinde de beni kırabilecek tek bir hareketi dahi olmamıştı. “Yapamam.”

“O zaman söylenmeyeceksin ciğerim.” Lahza’nın değişik hitapları beni her zaman güldürürdü ama şu an hiç gülecek halim yoktu. Canımın derdindeydim. Bir süre yemeklerimiz için numaramızın seslenilmesini bekledik. Bu sırada pek bir şey olmamıştı. İkisini de görmemiştim. Onların bizi görüp görmediğini ise bilmiyordum. Görmediklerini ve görmemelerini umarak beklemeye devam ettik.

Bir süre sonra numaralarımızın sesini duyduğumuzda yemeklerimizi almaya gittik. Geri döndüğümüzde böyle devam edemeyeceğimizi anladım ve en sonunda başımı kaldırmaya karar verdim. Lahza ile yemeklerimizi yemeye başladığımızda içimde bir hareketlilik hissettim. Sanki bir koku almış da kokuya tepki gösteriyormuşum gibi bir histi.

Koku. 

Reha’nın kokusu.

Başımı solumuzdaki masaya çevirdim.

Karel ve Reha tam yanımızdaki masada oturuyorlardı. Reha’nın dudağının kenarı kıvrılmıştı ve gözleri üzerimdeydi. Üstünde gri bir tişört, altında siyah bir kargo pantolon vardı. Karel’i incelemeye fırsatım bile olmamıştı çünkü Reha’nın gözleri, gözlerimi çoktan esir almıştı. Lahza bana bir şeyler anlatırken dikkatimin dağıldığını anlamamıştı. Birkaç saniye sonra gözlerimi bir taraftan alamadığımı fark edince gözlerini baktığım yöne doğru çevirdi. Reha’yı gördüğünde bakışlarına ne yerleştiğini dahi göremedim çünkü gerçekten gözlerimi çekemiyordum. Kaslarım resmen çalışmıyordu. Reha’nın yüz ifadesi değişip ciddileştiğinde ve gözlerini gözlerimden çektiğinde esaretim sona erdi. Lanet olsun ki onun benim varlığımda, kendi üzerinde kontrolü vardı ama böyle bir şey benim için söz konusu değildi. Eğer Reha varsa benim kontrolüm yoktu. Bütün hücrelerim ona göre hareket ediyordu. Bunu değiştirmeliydim. Bunu düzeltmeliydim. Bu kadar kontrolsüz değildim.

Gözlerimi Lahza’ya çevirdiğimde Karel’e baktığını gördüm. Onun bakışları, benim Reha’ya olan bakışlarım gibi değildi çünkü Karel ona bakmıyordu. Karel’in gözleri onun üzerinde değildi. Lahza’nın gözlerinde sadece kırgınlık vardı.

Karel ne kadar canlı biri olsa da canlı olduğu kadar da soğuktu. Bize canlı tarafını gösterirken Lahza’ya en soğuk kışını gösteriyordu. Sebebi belliydi. Kapılmaktan korkuyordu. Karel en az gökyüzü kadar soğuktu. Gökyüzünü yönetecek kadar soğuk...

Lahza neredeyse hiç konuşmadıklarını söylemişti ama üç hafta boyunca neredeyse aynı anlarda gelmişlerdi.

Demek ki Karel, Lahza’yı takip ediyordu.

Karel ve Reha’nın karmaşıklıklarının birbirine bu kadar benzemesi normal miydi? Lahza’yla ikimiz de aynı işkenceyi çekiyor değildik ve bu yüzden halime şükrediyordum ama Karel’in ona böyle davranması haksızlıktı. Lahza kesinlikle bu muameleyi hak etmiyordu.

Reha bana böyle davransa...

Daha fazla düşünmeyecektim.

Reha’nın Lahza ve Karel’e olan bakışı sorgulayıcıydı. Bana dönüp ‘Nesi var bunların?’ Dercesine bir jest yaptı. Bilmediğimi ifade edercesine yaptığım bir mimiğin ardından ona elimde ‘Gel’ işareti yaptım. Bu ikisinin arasını bizden başka kimse düzeltemezdi. Gerçi araları bozuk da değildi. İkisinin arası bir uçurum kadar geniş bir boşluktu.

Reha ayaklandı ve tepsisini bir eline alırken diğer eliyle Karel’i çekiştirerek kaldırdı ve yanımıza getirdi. Sandalyelerini de çektiler ve yanımıza oturdular. “N’aber?” Karel resmen burnundan soluyordu. Buradan çıktıklarında Reha’na çeşitli işkence ve sorgular yapacağına emindim ama dert etmedim. “İyi, siz?”

Reha, Karel’in sinirine rağmen istifini bozmadı. “İyi biz de. Sinemaya gelmiştik. Güzel bir korku filmi varmış sanırım.” Gerçek telepati böyle yapılırdı. “Ciddi misin? Biz de sinemaya gelmiştik. Aynı filme girmeyi planlıyorduk.” Böyle bir şey planlamış mıydık? Eğer planladıysak da ben bunu hatırlamıyordum ama umarım planlamışızdır.

“E- birlikte girelim o zaman?” Gülümsedim. Reha’nın aklımı okuması hoşuma gidiyordu. “Olur bence.”

Bir süre yemek yerken aynı zamanda sohbet ettik. İkimiz de bir yandan Karel’le Lahza’yı yokluyorduk ama ikisinden de tepki yoktu. Yemekleriyle de oynuyorlardı. Sanırım iştahları kapanmıştı. Reha ile ne yapacağımızı bilmeden konuşurken Karel’in Lahza’ya bir bakış attığını gördüm. Bakışında sert ama aynı zamanda daha farklı bir ifade vardı. İğrenti değildi, rahatsızlıkla alakalı pek bir şey yok gibiydi. Sadece...

Lahza’ya baktığında acı çekiyormuş gibiydi.

Hışımla ayağa kalktığında sandalyesi arkaya düştü. Etraftaki bütün gözler önce ona, sonra bize dönerken Karel, katın tuvaletine doğru ilerliyordu. Korkuyla Reha’ya baktığımda ayaklanırken aynı zamanda bana, elini masanın üzerine doğru indiren ‘sakin ol’ dercesine bir hareket yaptı. Karel’in peşinden koşarken ben ise sadece arkasından bakakaldım.

Lahza’ya döndüğümde gözlerinde şaşkınlık vardı. Masaya dalmıştı. Hareket etmiyordu. “Benden nefret ediyor.”

“Ne? Hayır. Senden nefret etmiyor.” Karel’in durumunu açıklamak için kelimeler seçmeye çalışırken Lahza bana korktuğum soruyu sordu. “O zaman sorunu ne? Neden bana böyle davranıyor?”

Derin bir nefes verdim ve tepsimi biraz ileri kaydırarak dirseklerimi masanın üzerine koydum ve parmaklarımı birbirine geçirdim. “Bak, neden böyle olduğunu veya tam olarak nasıl olduğunu bilmiyorum ama senden nefret etmiyor.” Belki de nefret ediyordu. Ne yaşamışlardı da Karel Lahza’dan bu denli nefret etmeye başlamıştı?

Bir sinema şarttı.

“Hiç öyle bakmıyor ama.” Gözleri sulandı. “Sanki... gözlerinde bıçaklar veya şimşekler varmış gibi bakıyor. İlk baktığımda bıçakların keskinliğinin sesini duyuyorum. İkinci kez baktığımda ise gözlerinde şimşekler çakıyor, fırtınalar kopuyor, hortumlar beni içine hapsediyor.” Anlamlandırmaya çalışırken gözyaşı yanağından süzülerek düştü ve ölüm sessizliğine gömülmeden önceki son sözlerini mırıldandı:

“Hazan... Karel beni öldürüyor.”

~Reha Vuslat Mahidar~

Bir gün ikimizin de diri diri yanmasına sebep olacak olan arkadaşımın yanına doğru ilerlerken aynı zamanda ‘Mahi’ye bir şey olur mu?’endişeleri ve buna benzer milyon tane soru da aklıma aynı anda doluşmaya başladı. Karel’le Lahza arasında her ne varsa ya bir an önce başlamalı ya da bir an önce son bulmalıydı çünkü onların etrafını saran siyah dumanlar, onların yüreklerine bir zehir gibi süzülüyor ve birbirlerini öldürmelerine sebep oluyorlardı.

Tuvalete girdiğimde Karel’i lavabonun kenarlarına elleri yaslı, başı aşağı eğik bir şekilde aynaya bakarken buldum. Yüzünü yıkamış ve kurulama zahmetine bile girmemişti. Lahza ona ne yapıyordu?

“Ölüyorum sanırım.”

“Görebiliyorum.” Gözlerini kapatarak birkaç derin nefes daha verdikten sonra arkasını döndü ve kalçasını lavaboya yasladı. Bütün lavabolar birleşikti ve eşya konulabilecek alanları vardı.

“Beni öldürdüğünü de görüyorsun.”

“Sanırım evet.”

“O zaman neden bir şey yapmıyorsun?”

“Çünkü senin ilişkine karışamam.” Kaşları çatıldı. “Ortada bir ilişki yok ki.” diye sitem etti. “Yardım etsen ölür müsün?”

“Sen bana iki ay önce yardım etseydin ölürdüm.” Anlamlandırmaya çalışırken sessiz kaldı. “Neden böyle oluyor? Neden o diğerlerinden farklı? Siyah saçları resmen boğazıma bir halat gibi dolanıyor ve bazen ölmememe gerçekten çok şaşırıyorum.” başını arkaya attı. “Yakınında durdukça beni daha çok tüketiyor.”

“Onu buraya gelirken takip eden sen değil miydin? Ne değişti de şimdi bir saniye dahi yanında durmak istemiyorsun?” Başını geri kaldırdı ve yüzüme acınası bir ifadeyle baktı. “Güvende olmasını sağlarken gelip içimdeki hisleri düşünecek değilim.” Gözlerindeki çaresizliği açık bir şekilde görebiliyordum. Nefesi kesiliyordu. Aşktan nefesi kesiliyordu. “Üniversitede ayrılacağız ve onu mezuniyetten sonra asla göremeyeceğim. İçimdeki dolup taşan hislere engel olamıyorum. Aşk değil ama bir şey beni tüketiyor, anlıyor musun? Beni içten içe çürüten bir şey var.”

Başımı iki yana salladım. “Senin tümöründür, aşkındır, onu bunu bilmem ama şimdi masaya dönmezsek bir şeyler olabileceğinden korkuyorum.” Gözlerimin içine baktı ve bir küfür savurdu.

Hışımla beni ittirip kapıyı açtı ve tuvaletten çıktığında sırıttım. Benziyorduk ve ikimizin de ağır bir otoritesi vardı ama onda benden fazla olarak birazcık saflık vardı.

Rahatlıkla tuvaletten çıktığımda sallanarak yerimize doğru ilerledim.

~Hazan Mahi Piyale~

On dakikadır Reha ve Karel’in masaya dönmesini bekliyorduk. Lahza tek kelime dahi etmemişti ve edeceğini de sanmıyordum. Birkaç saniye sonra tuvaletin olduğu taraftan hışımla gelen Karel’i gördüğümde kaşlarımı çattım. Koşarak giden çocuğu koşarak getiren sebep ne olabilirdi?

Bizi gördüğünde hızını yavaşlattı ve daha kasıntı bir şekilde (?) yürümeye başladı. Bu çocuğu anlayamıyordum, tıpkı Reha’yı anlayamadığım gibi.

Lahza’nın arkası, Karel’in geldiği yöne dönük olduğu için Lahza onu fark etmedi. Karel gelip sakince yerine oturduğunda Lahza irkilerek gözyaşlarını sildi. Karel’in fark etmemesini umduğu gözyaşlarının Karel’in hafızasına kazındığından bihaber bir şekilde kafasını Karel’in yüzünün zıttı yöne çevirdi. Karel ise ona öylece bakakaldı. Ağladığını fark etmişti ve bu onun içinde bir şeyler uyandırmış gibi görünüyordu ama ne olduğunu anlayamamıştım.

Karel buradayken Reha’nın görünürde bile olmaması ise ayrı bir muammaydı. Gözlerimi etrafta gezdiriyordum ama hiçbir şekilde onu göremiyordum. Sonra bir anda oturduğum sandalyenin sırt kısmını iki el kavradı ve kendini yönlendirerek yanıma oturan bir cüsse belirdi. Reha aniden arkamdan çıkmıştı fakat Karel ile birlikte tuvalete gitmişlerdi ve tuvalet benim tam karşı tarafımdaydı. Yoksa tuvalete gitmemiş miydi?

“Biletleri aldım. Hadi şunları bitirip markete gidelim de yiyecek bir şeyler alalım.” Üçümüz de şaşkınlıkla ona bakıyorduk. Lahza. Ve. Karel. Aynı. Anda. Sinemaya. Girmek. Yan. Yana.

Ben cümleyi ögelerine ayırarak şaşırırken Karel ve Lahza çoktan ayaklanmıştı. Reha bana, girmem için kolunu uzattığında göz devirerek yanından geçtim. “Hadi ama ya.” göremeyeceği bir şekilde güldüm ve markete doğru ilerlemeye başladık. Yemeklerimiz biraz da olsa artmıştı fakat Karel ve Lahza hızlıca kalktıkları için kalan yemekleri umursamaya zamanımız olmamıştı. “Umarım doğru filme almışsındır.”

Hızlı bir şekilde markete girdiğimizde reyonların arasında gezindik. Reha ile, Karel ve Lahza’nın yanından ayrılmayı başardığımızda tedirginlikle birbirimize baktık. “Ne olacak bunların hali?”

“Hiç bilmiyorum ama canım şu an dehşet Milka çekiyor.”

“Milka mı?” Kahkaha attım. Reha’nın içinde az da olsa tatlılık olduğunu biliyordum fakat bu tatlılığın Milka’dan fırladığını hiç düşünmemiştim. “Ne? Sanki sen hiç çikolata yemiyormuşsun gibi gülüyorsun bir de.” yaklaşıp saçlarımı karıştırdığında gözlerimi ateş bürüdü. “Saçlarıma. Dokunma.” diyerek onu tehdit ettiğimde bir adım geri çekildi. Ellerini teslim olurcasına kaldırdı. “Tamam, şampiyon. Dokunmadık.” Gülerek onun saçlarını karıştırıp kaçtığımda ve arka reyona, Lahza ve Karel’in olduğu kısma geldiğimde arkamdan kovalayan Reha, Lahza ve Karel’i görür görmez yavaşladı ve sanki iki saniye önce birbirimizin saçlarını yolmak veya karıştırmak için koşuşturmuyormuşuz gibi bir olgunluğa büründü.

Tam önümde Milka tabletleri vardı. Elime üç çeşit çikolata aldım ve cipslerin olduğu kısma yöneldim. İki çeşit patates cipsi aldım ve Reha’nın peşimden geldiğini fark edince elimdeki her şeyi eline tutuşturdum.

Biraz daha ilerleyip dolapların olduğu kısma geldiğimizde iki tane şeftali aromalı soğuk çay aldım. Reha’nın elleri dolu olduğu için bu sefer kendim taşımaya karar verdim. Alabileceğimiz başka bir şey var mı diye düşünürken ikimiz de arka reyonlardan birinden bir ses duyduk ve kaskatı kesildik. Bu kesinlikle beklemediğimiz bir şeydi. “Benden neden nefret ediyorsun?” Güzel arkadaşım, arkadaşlığımızda ve ilişkilerinde baskın ve güçlü taraf olabilirdi fakat sesindeki titreklik, çaresizliğini açık bir şekilde belli ediyordu. Reha’ya tedirgin bir bakış attığımda o da bana korkarak baktı. İkimiz de onların birbirlerini kırmasından korkuyorduk. Gerçi Lahza’nın Karel’i kırmasındansa Karel’in Lahza’yı kırma ihtimali daha yüksekti fakat Lahza aniden bir sinir krizi geçirirse -ki şu an kızgın değil kırgındı- marketin ürünlerinin yarısını almamız gerekeceğinden emindim.

“Ben sana bir şey yapmadım.” Karel hâlâ susuyordu. Reha ile birlikte ne kadar bir şeyler demesini beklesek de öyle bir şey olmadı. Beklemek hataydı, Karel kışında boğulurken Lahza’ya nasıl cevap verebilirdi?

“Cevap ver bana.” Lahza’nın sesi sertleştiğinde korkmaya başladım. “Neden benden nefret ediyorsun?” Sesinin titremesinden ağladığını anlayabiliyordum. “Cevap ver bana!” diye bağırdığında etraftaki bakışlar onlara döndü. Hem ağlamasından hem de bağırmasından ötürü sesi kısıldı. “Ne yaptım ben sana? Kızdım mı, kırdım mı, üzdüm mü? Ne yaptım?” Ağlaması şiddetlendiğinde sinirinin arttığını hissedebiliyordum. “Ne yaptım ben sana?” diyerek sesini az da olsa yükseltti ve tekrar tekrar bunu söylemeye başladığında sinir krizi geçirmeye başladığını fark ettim. Reyonları aşıp koridorun kenarından onlara baktığımda Lahza, Karel’in göğsüne vuruyordu. “Ne zararım var benim? Ne istiyorsun benden? Amacın ne? Öldürmek mi istiyorsun beni?” Lahza tekrar tekrar Karel’in göğsüne vururken Karel milim dahi hareket etmiyordu. En sonunda kollarını açıp Lahza’yı sardığında Reha ile birbirimize şaşkınlıkla bakıyorduk. Yavaşça yere çökerken Lahza biraz daha debelenmeye devam etse de en sonunda kendini Karel’in kollarına teslim etti.

Karel, Lahza’ya ne yaptığını gayet farkındaydı. İsteyerek mi yoksa bilmeden mi yaptığını bilmiyordum. Peki Lahza ona bir şey yapıyor muydu?

İkisi de yere çökmüş bir şekilde sarılıyorlardı. Gerçi sarılıyorlardı demek yanlıştı. Lahza’nın kolları öylece ortalıkta dururken Karel’in kolları onu sarıyordu.

Gözlerimi Reha’ya çevirdiğimde onu, bana gülümserken buldum. Tebessüm ettim. “Hadi şunları ödeyelim.” Elimizdeki yiyeceklerle kasaya giderken arkama son bir bakış attım. Ayağa kalkıyorlardı. “Umarım sinemada sorun yaşamazlar.”

Reha minik bir kahkaha patlattı. “Onlara hazırladığım sürprizden bihaberler.” Kaşlarım çatıldı. Reha’nın yemeğe neden geç geldiği belli olmuştu. Biletleri almaya gitmişti ve eminim ki dördümüzü de iki grup halinde ayırmıştı. “Ne yaptın yine?”

“Aklından geçen şeyi.” anlamışçasına başımı salladım. Kasada sıra bekliyorduk. Bir süre öylece etrafa bakındık. Sıra bize geldiğinde aldığımız her şeyi kasaya koyduk. Poşet istemeyi de ihmal etmedik. Bunca yiyeceği elimizi kolumuzu sallaya sallaya sinemaya sokacak değildik. Daha cipsleri sındırarak çantaya koyması vardı.

Yiyecekleri ödememizin ardından elimizde poşetlerle Lahza’yla Karel’i beklemeye başladık. Rafların aralarına dikkatle baksam da onları göremiyordum. Nereye gitmişlerdi?

Bir anda arkamızda belirdiklerinde ellerinde poşetler vardı. Karel derin bir soğuklukla “Hadi gidelim.” diyerek arkasını döndü ve yürümeye başladı. Biz de arkasından ilerledik. Sinema salonlarına doğru gidiyorduk. Reha elindeki poşetten cipsi çıkardı ve ağzını açıp havasını sındırarak çantama koydu. Kalan her şeyi poşetle birlikte öylece çantaya koyduk ve çantanın fermuarını kapattık.

Salonların olduğu karanlık kısma girdik ve salon numaramızı bulup salona doğru ilerledik. Kapıdaki görevliye fişlerimizi verdiğimizde “Biri şurada, diğeri şurada.” diyerek iki farklı bölümü işaret ettiğinde kaşlarımız çatıldı. Reha’ya baktığımda hiç taviz vermeden elimi tutup görevlinin işaret ettiği yerlerden birine yürüdük. Arkamıza baktığımda Karel’le Lahza şok içinde bize bakıyordu. Şokun bir tarafı Reha elimi tuttuğu için, bir tarafı Karel ile yalnız başına oturacağı için, diğer tarafı ise bizden çok uzakta oturacakları içindi. Reha ile biraz kafa dinlemek güzel olabilirdi.

Ne kadar üç hafta boyunca onunla aynı eve tıkılmak boğucu gelse de Reha ile dışarıda takılmak sandığımdan kat kat daha eğlenceliydi. Lahza ile Karel’in arasındaki çekim olmasaydı belki daha çok eğlenebilirdik ama gerginlikleri bize kadar yansımıştı.

Karel ve Lahza’nın yüzündeki agresif ifadeye bakarken aynı zamanda oturacağımız yere doğru ilerliyorduk.

El ele.

“Bu ne Reha?” Gözlerini bana doğru çevirdi. “Ne ne?”

“Bu.” diyerek gözümle ellerimizi işaret ettim. “El, Mahi. İnsanın organı.”

“Hadi, canım.” diyerek dalga geçtim. Elimi daha sıkı tuttu ama oturacağımız sıraya geldiğimizde elimi diğer eline alıp beni etrafından dolaştırarak önüne geçirdi. Parmaklarımız birbirine geçmişti ve elimin içi arkaya dönüktü. Reha’nın elinin içi de benim elimin dış tarafıyla aynı yöndeydi. Kısaca arka arkaya ilerliyor ama ikimiz de sol elimizin parmakları birbirine kenetlenmiş bir şekilde ilerliyorduk.

Salak çocuk.

Oturacağımız yere geçtiğimizde fark ettiğim ilk şey, yanımızdaki koltuklarla aramızda kolçak varken bizim aramızda kolçak yoktu.

Alnımın ortasında koskoca bir soru işareti vardı. Yerlerimize yerleşirken salonun sessizliği az da olsa kafamın içini dinlendirmişti. “Burası tiyatro salonuna benziyor.” Reha yerine yerleşince etrafı inceledi. “Öyle.” Gülümsedi. “Şu ön kısım çok güzele benziyor aslında.” Gözlerimi o yöne çevirdim. Sinema perdesinin ön kısmı tamamen boştu. “Biraz yüksek olsa daha güzel olurmuş.” Cevap vermedi. Birkaç dakika telefonlarımızla ilgilendikten sonra reklamlar başladı. Arkamı dönüp Lahza ile Karel’e göz gezdirdiğimde pek de anormal bir şey göremedim. Sanki birbirini tanımayan iki yabancı gibi oturuyorlardı.

“Ne olacak bunların hali?” Reha arkaya baktığımı fark edince “Bilmiyorum.” diyerek yanıt verdi. Hemen ardından iç çekti. “Onlar hakkında hiçbir fikrim yok. İkisi de içten içe birbirini çürütüyor ama ikisi de bunun farkında değil.” Gözlerimi gözlerine diktim. “Sonra aniden sanki kendileri bunu yapmıyormuş gibi hislerini birbirlerinden bilmeye başlıyorlar.” Her şey çok saçmaydı. “Nereden böyle duygulara kapıldılar, anlayamıyorum.”

“Ben de öyle.” Reklamlar gelip geçerken cipsleri ve içecekleri çıkardık. “Milka’yı da çıkarsana.” Gülümsedim ve çıkardığım paketin ağzını açarak tabletten bir parça böldüm ve Reha’ya uzattım. Reha eline almaya dahi tenezzül etmeden parçayı bütünüyle ağzına aldı. Gülerek göz devirdim. Film başladığında gözlerim Karel, Lahza ve Reha arasında dönüyordu. Reha halinden memnundu ama Karel ile Lahza için aynı şeyi söyleyemezdim.

Film boyunca sakince yiyeceklerimizi yerken arada bir birbirimizle konuştuk. Bir ara Reha bana kolunu atmıştı. Ben de bütün yükümü onun üstüne vermiştim ve o bundan fazlasıyla memnun gibiydi. “Yaran iyileşti mi?”

“Fazlasıyla iyi. Şu yara mevzusunu kapatabilir miyiz?”

“Kapatamayız. Seni bıçaklayanları buldunuz mu?” Başını sağa sola sallayarak gözlerini kaçırdı. “Bulursam diri bırakmayacağım zaten.”

“Öyle bir şey yapma.” Reha’yı karakol köşelerinden toplamaya çalışmak pek de akıl kârı bir hareket gibi görünmüyordu.

Gözleri alevlendi ve gözlerimi tekrar buldu. “Ne yapması Mahi? Adamlar seni sapık gibi gözetliyordu resmen. Kontrole geliyorum resmen bacağımdan oluyorum. Üç hafta boyunca sana yük oldum, sence bunu acısını çıkarmaz mıyım?” Gözlerimi kaçırdım. Kolu hâlâ boynumdan geçirilmiş bir şekilde omzumdaydı. “Seni karakol köşelerinden toplayamam.” Çok klişe bir replik olsa da fazlasıyla doğruydu.

Reha’nın kavgacı ruhunun sinirsel sıkıntılarından geldiğini biliyordum. Bu sinirini ne kadar bana hiç yansıtmamış olsa da o sinir içinde vardı. Bunu Karel ile Kunter’in kavgasında kavgayı ayırmak yerine kavgaya girmesinden açık bir şekilde anlayabiliyordum. Bir gün başına iş açacak olan –ki belki de çoktan açmıştı- bu hastalığı düzeltmeliydik.

“Beni karakol köşelerinden toplamana izin vermem zaten.” Anlamamışçasına kaşlarını çattı. “Karakola düşmem yani diyorum.” Anlamışçasına kaşlarımı havaya kaldırdım. “Bilemeyiz.”

“Gayet iyi biliriz.”

“Bir bakmışsın parmaklıklar arasındasın.” İkimiz de sessiz kaldık. Düşüncesi bile çok kötüydü. Reha’yı o parmaklıklar arasında düşünmek... Gerçekten sinir bozucuydu.

Filme döndüğümüzde Lahza ve Karel’i kontrol etmek için arkamı döndüm.

Gitmişlerdi.

“Reha...” Reha bana döndü. Başka bir yere baktığımı fark edince gözlerini baktığım yere çevirdi. O da gittiklerini fark etmişti. “Bir şey olmaz.”

“Ne demek bir şey olmaz.”

“Bir kenarda sevişiyorlardır.” Dehşet ifadesiyle kaşlarımı çattım. “İki saniye önce birbirlerine bir santim dahi yakın olamayan Karel ve Lahza’dan bahsediyoruz, öyle değil mi?”

“Kesinlikle.” Hiç istifini bozmadan cipsi yemeye devam etti. “Nerede?”

“Büyük ihtimalle Karel’in arabasındadırlar.” Dehşet ifadem gitgide sertleşiyordu. Reha bana sorgularcasına baktı. “Ne? Hiç mi arabada sevişen insan görmedin?”

“Hayır!” diyerek sitem ettim. Konu bir an önce kapanmazsa çok farklı yerlere kayacaktı.

Karel ve Lahza, son görüşümden sonra bir daha ortalıkta görünmediler. Lahza eşyalarını da aldığı için içim rahattı en azından.

Veya ikisi de reşit olduğu için.

Tamam, birbirlerine törpülenmiş bir nefretle bakan iki insanın iki saniye sonra sevişmeye başlamasını kaldırabilirdim.

Film bittiğinde ayaklandık ve eşyalarımızı toparlayarak çıkışa doğru ilerledik. Hava kararmışa benziyordu. Soğumuş da olmalıydı. “Eğer birlikte geldiyseniz seni ben bırakabilirim.” diye bir teklif sundum.

“Evet, birlikte gelmiştik.” Başımı salladım. “Yarın okula dönüyoruz.” dedi, neşeli bir sesle. “Yarın senin ve Feris’in laflarını çekmek zorundayım.”

“Çok gelmem üstüne.” diyerek sırıttı.

“Zahmet olur.” Sinirle göz devirdim ve adımlarımı hızlandırarak çıkışa doğru ilerledim. Reha hiç zorlanmadan yanımda ilerleyebiliyordu. Ben ise onu geçebilmek için neredeyse koşmak üzereydim.

“Disiplin kolay iş değil.”

“Bana bağırmasan da rolü yapma şeklimi değiştirebilirim.”

“Böyle daha etkili oluyor.” Göz devirdim. Reha’nın sahnede gözü dönüyordu. Kimin kim olduğunu umursamadan azarlıyor, bağırıyor, çağırıyordu. Niyeti kötü olmasa da bu kadar agresif olmasa daha iyi olurdu.

Dışarı çıktığımızda havanın soğuk olduğunu fark ederek yanıma aldığım ceketi üstüme geçirdim. Reha ise bu sırada çantamı tuttu. Ben ceketi giyerken arabaya doğru ilerliyorduk.

Arabaya bindiğimizde Reha evini tarif ederken ben yola odaklıydım. Kafamı boşaltmaya ihtiyacım vardı. Hava karanlık ve çok güzeldi fakat dışarıda durulamayacak kadar soğuktu.

Reha’nın evinin önüne vardığımızda onun inmesini bekledim fakat o inmedi. Bana öylece bakıyordu. “Ne oldu?”

“Teşekkür ederim.”

“Ne için?”

“Karşıma çıktığın için.” Tebessüm ettim. O ise arabadan indi ve evine girdi. Evi apartman dairesiydi. Apartman ise çok güzel, eski tasarım bir evdi. Ev fazlasıyla yeniydi fakat eski evlerden ilham alınarak tasarlanmış olmalıydı. Daha fazla düşünmeden kendi evime doğru sürdüm.

Eve vardım ve kapıyı açtım. Annem gelmişti. “Hoş geldin, Hazan.”

“Hoş buldum, anne.” hızlıca yukarı çıktım, banyoya ve üstümdekilerden kurtuldum. Kendimi suyun altına attığımda kemiklerimin rahatladığını hissettim. Saçımı yıkayıp banyodan çıktıktan sonra pijamalarımı giydim ve saçımı havluya sardım. Telefonumu alarak kendimi Reha gibi kokan yatağıma attım. Umarım koku yastığıma kalıcı olarak sinmiştir.

Telefonumu açtığımda bildirim geldiğini gördüm. Reha’dan mesaj vardı.

Reha: Delireceğim sanırım.

Mesajına cevap vermek üzere parmaklarımı klavyenin üzerinde gezdirdim.

Mahi: Ne oldu?

Hızlıca çevrimiçi oldu. Yazmaya başladı.

Reha: Karel fotoğraf atmış.

Gözlerim fal taşı gibi açıldı.

Reha: fotoğraf

Korkarak fotoğrafı açtım. Çok şükür ki fotoğrafta sadece birbirlerine düşmanca bakan biri siyah, diğeri beyaz kediler vardı.

Mahi: Karel’in attığına emin misin?

Reha: Bize daha çok benziyor.

Kahkaha attım. Bize benzemesi kesinlikle en doğru kısımdı.

Reha: Günün beyaz kedisi sensin sanırım.

Reha: Bugün de kötü şans getiriyoruz.

Mahi: Saçmalama.

Mahi: Bağ Bozumu Tanrısı kötü şans getirmez.

Mahi: Anca tanrısal güzellikler getirir.

 

 

 

Loading...
0%