Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm

@zeybik_yz

 

Yorum yapmazsanız ölüyor muşum 🥺

Alparslan'ın ağzından

 

Nefesinin dar gelipte ciğerlerinin yırtılacakmış gibi acıdığı geceleri anlatamazsın. Belki birkaç dal sigara yakarsın ama anlatamazsın.

 

Nazım Hikmet'in "insan insana iyi gelmeli. Gelmeyecekse hiç gelmemeli" sözü kafamın içinde dönüp duruyordu. Ben ona geldim geleli acı getirmiştim. En amansız acıları çektiği zamanlarda ben efsuna yetişememiştim. Ona ilk geç kalışım annemin bizi yatakta görüp efsunu ailesine şikayet etmesiyle efsunun babasından gördüğü fiziksel ve psikolojik şiddetti.

 

Üzerinden aylar geçen bu durumu daha atlatamadığının, her ne kadar zarar gören kendi de olsa ailesini fazlasıyla özlediğinin bilincindeydim. Ben efsuna yar olmaya çalışırken bana en ihtiyacı olduğu zamanda ona geç kalarak ikinci kez yara olmuştum. Sevdiği kadına yar olmaya çalışıp yara olan adamdım ben.

 

Ona ilk geç kalışım babasının elinden yüzü gözü kan içinde aldığım gündü. Kahretsin ki ikinci kez ona geç kalmıştım. Efsuna ve kızıma yetişmek için varımı yoğumu ortaya koymuş yine de geç kalmıştım. Sahi geç kalınmışlık neydi?

 

Darağacında çoktan ayağındaki sandalyesi çekilmiş kişinin boynundaki ipi çıkarmak mıydı geç kalmak? Ya da uçurumdan düşmek üzere olan birisine yardım için uzattığınız elinizin boşluğa düşmesi miydi?

 

Efsuna ve dide'ye, hem bedenlerine hem yüreklerine açılan yaraları durdurmayacak kadar geç kalmıştım ben. Sekiz saatten kısa bir sürede onları bulmuş lakin yine de geç kalmıştım.

 

İçimdeki his öyle boğucuydu ki, başedemiyordum. Bir hafta geçmişti efsunun taburcu oluşunun üzerinden. Öyle tükenmiş bir haldeydi ki. Dide küçük olduğu için olan bitenin farkında değildi. Minik kızım efsunun yanına hiçbir erkeği yaklaştırmıyor arada bir beni bile itiyor izin vermiyordu ona dokunmama. Onda kalan bir diğer travma ise bıçak görünce ağlamaya başlıyordu. O günden sonra ikiside sessizleşmişti.

 

Dide'm, miniğimin yalnızca efsunun yanında güldüğünü görüyordum. Efsunun üzgün olduğunun farkındaydı. Daha bir buçuk yaşında olmasına rağmen efsunun yanında ona şirinlik yaparak türlü şaklabanlıklarla onu gülümsetmeye çalışıyordu. Onun dışında oldukça içine kapanmıştı.

 

Onları toparlamam gerekiyordu. Benim yüzümden aldıkları yaraları sarmam gerekiyordu. Lakin yaşadıkları telafiyi bırakın teselli edilecek şeyler dahi değildi. Günlerdir kendimi suçluyordum. Daha dikkatli olsaydım bunlar olmasaydı ya da daha hızlı olabilseydim ve karım ve kızım yaralara bulanmadan onları kurtarabilseydim diye.

 

Güçlü durmalıydım. Ben güçlü olmalıydım ki onları ayakta tutabileyim. Kendimi suçlamakla bir yere varamıyordum. Bir paradoksun içindeydim sanki ama çıkmam gerekiyordu.

 

Karıma ve kızıma zarar verenlerin, kılına dokunanların dahi sonunu getirmiştim lakin neyden sonra...

 

Düşündükçe kafayı yiyordum. Elimdeki bitmiş sigarayı söndürdüm. Kafamdaki düşüncelere set çekip efsunu uyandırmak için odaya döndüm. İlaç saati gelmişti ve kahvaltı yapıp ilacını alması gerekiyordu. Kahvaltıyı hazırlamıştım. Zar zor yediriyordum ona.

 

Yavaşça ona seslenip saçlarını okşayarak uyandırmaya çalıştım. Onu korkutmamaya özen gösteriyordum. Uyanık olduğu zamanda da ani hareketlere karşı tepki gösterip kendini korumaya alıyordu. Bu durum o kadar canımı yakıyordu ki. Hele ki buna benim sebep olduğumu bilmek ölesiye berbat bir histi.

 

"Efsun hadi uyan güzelim. Efsuun hadi güzel karım uyan"

 

Gözlerini çekingenlikle açıp önce korku dolu gözlerle etrafını izledi ve güvende olduğuna kanaat getirdiğinde ise tuttuğu nefesini dışarı verip yorunca yorganı üzerinden attı. Sessizce banyoya girip işlerini halletti ve benimle birlikte kahvaltıya indi. Konuşmuyordu. Gerek duymadıkça konuşmuyordu. Annesi babası hatta benim annem bile her gün kapıya gelip efsunu görmek belki ona iyi gelir belki umuduyla onunla zaman geçirmek istiyorlardı.

 

Onları efsunun yakınında istemesemde belki annesine ihtiyaç duyar, yüreği anne şefkatiyle sarıp sarmalanmak ister diye kararı efsuna bırakmıştım ve dediğim gibi olmuştu. Babasıyla katiyen görüşmek istemiyordu. Ona sadece kırgın gözlerle bakıp gözleriyle onu istemediğini belirtmişti. Kezaa anneme de öyle. Gül teyze, yani annesineyse ne git ne kal demişti ama ona ihtiyacı olduğu bariz belliydi.

 

Savaş, esra ve tuğrulda benim gibi efsun ve dide'nin etraflarında dört dönüyorlardı. Onları iyi edebilmek adına. Efsun reddettiği için ben bir doktorla görüşüp nasıl bir yol izlememiz gerektiği hakkında bilgi almıştım. Ona göre ilerlemeye çalışıyorduk.

 

Bebeklerimiz. Şefaatçi minik meleklerimiz. Ölüm Allahın emriydi evet ama henüz varlıklarından haberimiz dahi yokken, minik bebeklerimizin kaybına geç kalarak ben sebebiyet vermiştim. Bu yük öyle ağırdı ki ağırlığını üzerimden atamıyordum. İlk öğrendiğimden beri içimde miniklerimize karşı öyle bir merhamet yükselmişti ki. İçimi dağılıyordu. Bu his kelimelere ifade edilecek gibi değildi.

 

Efsun'un da bu durumdan fazlasıyla etkilendiğini elbette biliyorum. O benim bir suçum olmadığını söylüyor sürekli ama içten içe beni suçladığın biliyorum. Çünkü hatalıyım çünkü geç kaldım. Bana soğuk davranıyor. Hatalı olsam da bunu istemiyorum. Bana karşı boş bakan gözlerini görmek beni kor ateşlere atıyor. Öyle ya ben ona yar olmaya çalışırken yara olan adamım.

 

Tam bu anda cemal süreyya'nın şu dizesi düşüyor aklıma.

 

"sen bana soğuk davrandığında ne kadar üşüdüğümü bir bilsen, kalbimi ceketinle örterdin"

 

Haddim olmadığı halde bana soğuk bakmasın, beni kendinden itmesin istiyorum.

 

... 

 

İki hafta daha geçti taburcu oluşumuzun üzerinden. Dün doktor tavsiyesiyle efsunu ve dide'yi dışarı çıkarmıştım. Zorla da olsa. Doğayla iç içe ve özellikle sessiz bir yer seçmiştim. Orada çok kısa kaldık. Ne efsun ne ben yiyeceklere dokunmadık. Efsun sadece dide'ye kahvaltısını yaptırdı ve alışveriş yapmak istediğini söyleyerek onu bir avm ye götürmemi istedi. İstediği gibi bir avm'ye geldik ama benim dışarıda beklememi isteyerek kucağındaki dide'yle içeri girdi.

 

Dinlemedim onu ve sessizce arkasından gittim. Bebek eşyalarından ibaret olan bir mağazaya girdi. O kadar tedirgin duruyordu ki. Arada etrafını kolluyordu.

 

Elini yenidoğan kıyafetlerinde dolandırdı ve bir şeyler mırıldandı. Duyamıyordum onu. Biraz daha yaklaştım. O arada biraz ileri gidip eline üzerinde iki yaş yazan standtan bir kıyafet aldı ve tekrar yerine döndü. Elindeki kıyafeti dide'ye gösterirken buruk bir heyecan ve hüzün aynı anda belirdi yüzünde.

 

"Annecim bak bunu senin için alıyorum." hemen karşıda askıda duran yenidoğan alt üst takımındanda iki tane aldı ve onları da dide'ye gösterdi ardından bağrına basar gibi göğsüne yasladı. Kendi kendine mırıldanıyordu.

 

"bunlarda sizin için. Bilmiyorum ki cinsiyetinizi beyaz aldım o yüzden. Size annelik yapacak kadar tutamadımda sizi. Kızmayın bana olur mu. Bilsem... Bilsem sizi, haberim olsa daha çok direnirdim. Bana kızmayın, o minik kalplerinizi hayatta tutamadığım için."

 

Durdu. Göz yaşları akarken bir süre öylece durdu ve daha sessiz bir tonda konuştu.

 

" babanıza da kızmayın. Oda böyle olsun istemezdi. Onu her yalnız gördüğümde elinde sigarasıyla ağlıyor. Onu o şekilde görmek daha çok üzüyor beni. Ben ona kızgınım ama siz kızmayın. Elinde olsa şu anda bu durumda olmamıza müsaade etmezdi biliyorum. Biz sizi koruyamadık ama siz bize kızmayın "

 

Dide efsun'un ağladığını fark edip efsun'un omzundaki elini yüzüne koydu ve yavaşça okşadı.

 

" Anniim ağyamaa"

 

Tam gözünün üzerine de bir öpücük kondurunca efsun onu göğsüne bastırıp kokusunu içine çekerek öptü.

 

"ağlamak yok annecim ağlamıyorum ki"

 

Daha sonra dayanamayıp efsun kasaya gidecekken peşinden gidip geldiğimi belli ettim. Aldığı üç takım kıyafeti ödeyip poşetini elime aldım ve sessizce eve döndük. Sanki aramızda bir anlaşma varmış gibi ikimizde konuşmadık.

 

Efsun evde dide hariç hiç birimizle doğru düzgün iletişime geçmeyip sessizce geçiriyor günlerini.

 

Onunla konuşmaya çalışıyorum ama ya kısa cevaplar veriyor ya da bakışlarıyla iletişime kapalı olduğunu anlatıp iç dünyasına dönüyor yine. Öyle yakıyor ki içimi bu savunmasız hali. Sanki yeni doğmuş bir bebeğin masumluğu var yüzünde. Öyle saf öyle masum öyle korunmaya muhtaç duruyor ki. Ciğerim parçalanıyor onu öyle boynu bükük görünce.

 

Şu sıralar güle eğlene sohbetler ettiğimiz evimizin köşesinde birlikte susuyoruz. Susuyoruz ama alsında çok şey anlatıyoruz birbirimize.

 

Bu sabah gün doğumunda uyandı ve yaklaşık üç buçuk saat boyunca dışarıyı seyrederek sustu, sustuk. Bana dokunmaya bile imtina ettiği şu iki hafta sonunda bugün ilk kez bana yaklaştı ve yatakta dizlerimin üzerine başını koydu. Ben onunla yeniden bir etkileşim kurmanın şaşkınlığıyla kalırken elimi alıp o ipek gibi yumuşacık saçlarına koydu ve

 

'saçlarımı okşasana alparslan. Saçlarımın teline kadar kırdılar beni. Sen hep bana iyi gelirsinya, lütfen alparslan al içimdeki bu yangını. Ben dayanamıyorum artık '

 

Yavaş yavaş saçlarını okşamaya başlarken ikimizde ağlıyorduk.

 

"efsunum, efsunkarım özür dilerim. Sana, kızıma, doğmamış yavrularımıza bunları yaşattığım için özür dilerim. Size yetişemediğim için..."

 

Yerinden kıpırdamadan başlayarak susturdu beni.

 

"Ağlama alparslan. Bazı acılara ağlamaklar yetmez ki ağlama. Ben seni suçlamıyorum gerçekten. Sadece kızıyorum sana biraz. Daha erken gelseydi diyorum. Yetişseydi. Hiç yaşanmasaydı kötü şeyler. Dide yara almasaydı, bebeklerimizi kaybetmeseydik ve ben... Ben katil olmasaydım. Deme şimdi katil değilsin diye. Ben her şeyin farkındayım. Kızgınım sana ama sende suçlama kendini. Ben kendimi suçluyorum koruyamadım bebeklerimizi diye. Berbat bir his, sen suçlama sakın . Biliyorum sende bizim kılımıza zarar gelsin istemezdin. Ama geldi alparslan. Biz kaybettik. "

 

Onu bölmeden dinlemek istiyordum çünkü iki haftadır doğru dürüst içini açtığı ilk andı. Her sözü bir bıçak gibi tenimi yakıp geçiyor, yüreğimi delik deşik ediyordu. Yine de araya girmeden içini döksün istedim.

 

" bu içimde ki boğuştuğum hisler öyle amansız öyle bir delhizki. Bu öyle bir yara ki... Yarayı açık bırakırsın, acır. Kapatırsın izi kalır. İp geçmez, iğne dikmez. Bazı insanlar seni bazı anılarla yaşamaya mecbur bırakır."

 

Yavaşça göz yaşlarını silip yüzünü bana çevirerek oturdu. Ah benim efsunum, efsunkarım. Binlerce kez özür dilerim size yetişemediğim için. Seni bu halde görmek bilsen nasıl yerle yeksan ediyor yüreğimi...

 

Gözlerimiz birbirini bulduğunda akan yaşlarımı silmek için elini kaldırdı. Bir yandan yaşlarımı silerken bende yataktan inerek onun önünde diz çöküp onu kendime çevirdim ve ellerimi dizlerine koyup ellerini ellerine aldım.

 

"alparslan çok kızgınım sana, bize bunu yaşatanlara çok kızgınım alparslan. Hiç bitmeyecek gibi bu his. İçim içime sığmıyor nefeslerim boğazımda kalıyor sanki."

 

Belki ben derimde yara bere almamıştım. Ama onların yaşadıkları ruhumun her yerinde derin çürükler bırakmıştı.

 

" sana, kızıma karşı özürlerim hiç bitmeyecek. Sadece bil ki kahroluyorum efsun. Sana karşı edecek tek sözüm yok. Allah kahretsin ki geç kaldım size. Sana, dide'ye bunları yaşattım. Affet demeye yüzüm yok. Zaten affetme de beni. Ama izin ver iyi olman için elimden geleni yapayım. Sen sadece sen değilsin bensin, bendensin, benimsin efsun. Belki uzaklaşmak istersin, görmek dahi istemezsin beni ama bilki yapamam efsun. Kovsanda gitmem, gidemem. Uzaksın şimdi bana ama yalvarırım izin ver sana ulaşabileyim. Susmak... Susmak çok tehlikeli bir zaman dilimi efsun ve ben seni suskun bıraktım. Susma yalvarırım. Bütün bunlara ben sebep olmuşken sana yine yalvarıyorum efsun.

Sen beni görmezden geliyorsun farkındayım. Yok saymak çok zarif bir intikamdır efsun. Beni yok sayarak cezalandırma. İzin ver beraber kalkalım efsun. Sana yar olmak isterken yara oldum ama izin ver sana ulaşabileyim"

 

Elleri elimde önünde diz çöküp ondan af dileyerek ağlarken tek temennim beni itmemesiydi.

 

" acıdan başka bir şey değilim sanki alparslan. Nasıl yoluna koyarız bazı şeyleri bilmiyorum ama istiyorum. Aklımı kaybedecek gibiyim. Kendi içimde kaç cephede savaşıyorum bilemezsin. Sana kızmak bağırmak çağırmak seni suçlayıp rahatlamak istiyorum lakin olmuyor. Ben yenildim alparslan. Bazen savaşmak yerine yenilmek gerekir. Huzurlu olabilmek için. "

 

Sen ol da, ister yar ol, ister yara.

Lütfen da başım üstüne kahrın da diyor şems-i tebrizi. Yarenin güzelliği yar'a sunduğu cefakarlığından değil midir zaten. Hayat beklenmedik anlarda bizi çıkmaz sokaklara sokar. Önemli olan girdiğin çıkmazda yolunu kaybetsen de yoldaşını kaybetmemektir.

 

... 

 

Bölüm pek içime sinmedi ama Bayadır bölüm atamıyordum ve sonunda yazabilince hemen atıyorum.

 

Bölüm hakkındaki görüşlerinizi alayıım.

 

Bu bölümü alparslanın ağzından yazmak istedim. Ona da çok üzülüyorum ben ya çok yüklenmeyin ona da🥺

 

Finale çok az kaldıı.

 

 

Loading...
0%