Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@zeybik_yz

Yorum yapmayanı öperim kankişler yorum yapın ya. Sitem ediyorum artık siteem🥺🥳

 

 

Çocukluğumdan kalan bir anı geldi yer etti zihnimde. Beş, altı yaşında anca varımdır. Dışarı çıkıyorum oyun oynamak için ama fecii bir yağmur bastırıyor. Zaten oynayacak hiç arkadaşım da yok. Üstüm ıslanmış sırılsıklam olmuşum.

 

İçime bir korku saplanıyor, ıslağım eve gitsem yengem beni haşlayacak ıslandığım için. Kışa girmek üzereyiz ve sobaları henüz kurulmuş.

 

Biliyorum eve gitsem sobanın demirini kızdırıp ya koluma ya da vücudumun herhangi bir yerine bastırıp yakacak beni. Korkumdan gidemiyorumda eve.

 

Evin arka tarafında birkaç ev daha var, birinin merdivenleri çok uzun. Bende küçüğüm diye daha da büyük gözüküyordu galiba gözüme. Tam onun önünde korkuyla sinmiş bir şekilde yağmurun altında beklerken komşu çarpıyor gözüme.

 

O önünde durduğum evin sahibi. Çamaşırlarını asmış kadın, yağmurda bastırınca bir hayla topluyor. Titreye titreye onu izlerken işini bitirip yanıma geliyor.

 

"Hiih kız feraye ne işin var senin bu yağmurda, hasta olacaksın koş evine koş."

 

Elini üstüme getirip dokunuyor ve sırılsıklam olduğumu gördüğü gibi hissediyorda. Cık cık yapıyor kendi kendine.

 

"Ah yavrum ne hale sokar o kadın seni şimdi. Cimcim su olmuşsun. Koş, koş daha ıslanma"

 

Beni kolumdan ite kaka evin önüne getirip kapıyı çalıp yengeme teslim ediyor. Gerisi tahmin ettiğim gibi. Islandığım için sanki bir üst değişmek zormuşçasına yediğim dayak ve koluma değdirilen kızgın soba demiri.

 

Ve ben sadece altı yaşındayım...

 

Aklıma gelenlerle gerginlikle nefes verip akan yolu izlemeye koyuldum.

 

Ben kahvaltıyı toplayacakken demirhan kendi toplayacağını benim o sırada üzerimi değiştirmemi söylemişti. Sabah çantamla birlikte bana bir takımda kıyafet aldırmış.

 

Değişik geliyordu bana. Hayatında hiçbir yer etmediğim bir insanın bana bu denli yardımcı olup düşünmesi. Ya ben şimdiye kadar insanlıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan et yığınlarıyla zaman geçirmiştim. Ya da safi insanlık buydu.

 

Üzerimde omuz kısımlarında yakalığa benzer fiyonk detaylı ve belden aşağısı pliseli bir elbise vardı. Kırık beyaz tonu vardı. Demirhan özellikle beyaz istediğini bembeyaz bir sayfanın ilk satırın özel olduğunu söylemişti.

 

Dediğim gibi farklıydı ama hoştu.

 

"Sen biraz gergin misin sanki"

 

Demirhanın sesiyle ona döndüm. Nereden anlamıştı bilmiyorum çünkü dümdüz yola bakıyordum ama doğruydu.

 

"Evet biraz." dudaklarımı gerginlikle dileyip ellerimle oynarken konuştum.

 

"Yargılanmaktan ve yadırganmaktan korkuyorum galiba"

 

Güçlükle söylediğim sözlere karşın derin bir nefes verdi.

 

"Anlıyorum seni feraye. Bu yaşına kadar hep bu dogmalarla büyütüldün ama unutmaki seni bir tek sen yargılayabilirsin. Ha yadırganma işine gelirsekte benim yanımda kimse sana bunu hissettiremez, izin vermem."

 

Bahsettiğim şey bir günlük bir şey değildi. Ayrıca dediği gibi bir şey yapamazdı. Beni kötü hissettirmek isteyen insanın illa da zehirli dille bunu yapmasına gerek yoktu. Keza bakışlar da çok şey anlatırdı. Ama yine de ona bir şey demeyip teşekkür ettim.

 

Haklı olduğu şey beni benden başkasının yargılayamayacağıydı. Çok doğruydu. Karşıdan gelen yargılayıcı cümleler benim üzerimde etki yapmadığı sürece yani ben onları içselleştirip üzerime alınmadığım sürece sinek vızırtsından farksızdı.

 

Sonunda şehrin merkezinden uzakta görkemli bir konağın önünde durduğumuzda demirhan arabayı park edip indi. Ben henüz kendimi toparlamaya çalışıyordum ki açılan kapıyla demirhana baktım. Elini bana uzatmış çıkmam için güç veriyordu.

 

Elini tutup arabadan çıktığımda bıraktım geri. Yeşilleri içinde bir konakta. Hatta konaktan ziyade bir çiftlik gibi duruyordu.

 

Beni yönlendirmesiyle birlikte konağın kapısından içeri girdik.

Etrafta birkaç çalışan hazırlık yapıyorlardı.

 

Sanırım misafirleri vardı. Ben bunları düşünürken karşı odadan yanında bir kadınla sohbet ederek çıkan dilşad hanımı görmemle kalbim hızlandı.

 

Gerçekten özlemiştim onu ve bu denli hızlı kalp atışlarımın bir diğer sebebi ise alacağım tepkiden kaynaklıydı. Ya beni gördüğüne sevinmezse ve bana gelsem de gelmesem de onun için bir önemi yokmuş gibi hissettirirse?

 

Sanırım korktuğum şey buydu. Sevgisizlikle büyümüş olan ben yine sevgisizlikten korkuyordum.

 

Demirhan, dilşad hanıma seslendiğinde bize doğru dönüp demirhanı görmesiyle yüzünde kocaman bir gülümseme peydah oldu.

 

"Oğluum hoş geldin" yanındaki beni görünce de gözleri şaşkınlıkla açılırken gülümsemesi büyüdü ve hızla bize doğru ilerlemeye başladı.

 

"Gözlerim beni yanıltmıyor değil mi? Feraye, sensin."

 

Sakince kafamı hayır dercesine salladığımda bize doğru iyice yaklaşmış kollarını açmıştı. Ben demirhana sarılacağını düşündüğümden bir adım geri atmıştım ki kollarımdan çekilip o şefkatli kollarla sarmalanmamla kalbim bir kuş misali hafifledi.

 

" Ah feraye seni hangi rüzgar attı buralara güzel yavrum. Ay kadere bak yahu" kollarını benden çekip bana baktığında tekrar sardı kollarını bana.

 

"Hoş geldin kuzum hoş geldin. Nasılsın iyi misin"

 

Tekrar kollarını benden çektiğinde gözlerim dolmuştu aldığım sevgiden. Kısık ve mahsun bir sesle konuştum.

 

"Hoş buldum dilşad hanım, iyiyim siz nasılsınız"

 

Koluma girip bir elimi tutmasıyla birlikte ilerlemeye başladık. Demirhanı arkamızda bırakmış içeri doğru gidiyorduk.

 

"Seni gördüm daha iyi oldum kuzum vallahi inanamazsın nasıl sevindiğime. Aç mısınız feraye, demirhanla nasıl yolunuz kesişti ah dur dur bunları içeri geçince konuşalım gel hadi"

 

Beni içeri heyecanla sürüklemesiyle arkama dönüp demirhana bakıp şaşkınlığımı belli edercesine gülerek önüme döndüm.

 

Dilşad hanım isminin anlamını hakkıyla veriyordu. Adı gibi gönlü sevinçle doluydu. Dilşad hanım aslen bursalıydı. Annesi bursaya gelin gittiği için dilşad hanımda orada büyümüştü ve tam bir İstanbul hanımefendisiydi. Öyle yetişmişti çünkü.

 

Bildiğim kadarıyla annesiyle birlikte yazları buraya geldiklerinde hozan ağdayla birbirlerine aşık olmuş ve evlenmişlerdi. Hatta babası bu evliliği onaylamadığı için bağlarını koparmıştı. Buna rağmen evlenmişler lakin sonu kuma belasıyla biten mutsuz bir evlilikti.

 

Demem o ki o kadar kibar o kadar tatlı bir insandı ki şeker misaliydi.

 

İçeri geçip geniş salona oturduğumuzda dilşad hanım kahve istemişti. Gelen kahvelerle sohbet etmeye başlamıştık daha doğrusu ben başımdan geçenleri anlatmıştım ona. Benim için çok üzülmüş yazıklanmıştı.

 

"Ah yavrum neler yaşamışsın sen. İnan haberim olsa çeker alırdım seni o çukurdan."

 

"Düşünmeniz yeter dilşad hanım zaten oğlunuz yeterince yardımcı oldu Allah razı olsun"

 

"Olsun kuzum insanlık ölmediya. O konaktan benim çiftliğime tek bir haber dahi gelmez buradan da oraya gitmez. Aradaki tüm iletişimi kestim ah bilsem vallahi bırakmazdım seni o insan müsveddelerinin eline"

 

"Olacağı varmış dilşad hanım. Sonuç olarak kurtuldum artık onlardan"

 

Elimi avcunun içine alıp okşamaya başladı.

 

"Feraye, güzel kızım bana hanım deme rica ediyorum. Ne iyi ettin de geldin, inan birkaç gündür sürekli aklıma geliyordun demek nasibimizde karşılaşmak varmış"

 

"Hanım demesem dilşad da diyemem ki. Ne diyeyim ki dilşad hanım"

 

Sıkıntıyla birazda şakavari konuştuğumda hepimiz güldük ama benim sorum gerçekti.

 

"Yavrum belki hatırlarsın sen o zamanlar daha on altı, on yedi yaşlarındaydın sanıyorum. Hanım deme anne de bana demiştim ama kabul etmemiştin. Şimdi yine söylüyorum aynısını bana anne de kuzum. İnan bana ben o zamanlarda seni kendi kızım kadar severdim hala daha öyle "

 

Söyledikleriyle aklıma düştü o gün. Zozan hanım beni öksüz, yetim oluşumdan dolayı iyi yetiştirilmediğimi söyleyerek beni rencide ettiğinde bir köşede ağlarken dilşad hanımla aramızda böyle bir konuşma geçmişti. Ama ben o zamanlar bana verilen her sevgi kırıntısını korkuyla geri ittiğim için onu da itmiştim.

 

Aslında o kadar istiyordum ki ona anne demeyi. Çünkü bir anne şefkati vardı bakışlarında bile. Aslında bana özel değildi iyi olan herkese böyle yaklaşırdı.

 

Usulca kafamı salladım.

 

"Öyle hemen diyemem belki çünkü benim ağzımdan o kelime hiç çıkmadı birine karşı. Kolay değil benim için ama inanın çok isterim"

 

Oda kafa salladığında ikimizinde gözlerinden birer damla yaş aktı. Bir süre daha sohbet ettiğimizde demirhan da gelmişti.

 

"Ohoo kahveler içilmiş bile. Hani benim kahvem "

 

"Aliye teyzen mutfakta söyle sana da yapsın oğlum" ayağa kalkıp ikimizin kahve fincanlarını da demirhanın eline tutuşturduğunda devam etti "şunları da mutfağa bırakıver bizde geliyoruz"

 

Demirhanın eline iki fincan kahveyi verip gönderdiğinde şaşkındım. Götürmemek için itiraz etmemişti. Aklıma gelenle gülümsedim. Eskiden odasına bir şeyler istediğinde eğer mutfağa gelecekse boşları da getirirdi. Demekki annesinden böyle öğrendiği içindi.

 

Mutfağa geldiğimizde hummalı bir çalışma olduğu aşikardı. Sanırım gelecek misafirler içindi. Fazlalık gibi hissetmek istemediğim için gitmek istiyordum aslında ama yemeğe kalmam için ısrar edeceğinden de emindim. Yemekten sonra da demirhandan beni bir otele bırakmasını isteyebilirdim.

 

"Anne halam ayda bir gelir sana, bu ay üçüncüye geliyor hayırdır, ne iş"

 

"Hayırlı bir iş için geliyordu"

 

Demirhan vurgulu bir şekilde cevap verdi.

 

"Geliyor -DU derken annecim artık gelmiyor mu"

 

Dilşad hanım süzülüp omuz bükerek cevap verdi.

 

"Yine geliyor gelmesine de hayırlı iş geçmişte kaldı"

 

Dediklerinden pek bir şey anlamamıştım sanırım aralarında olan bir durumdu.

 

"Senin aklında yine binbir tilki halay çekiyor anne. Hadi hayırlısı"

 

Dilşad hanım ona bir şey demeden aliye dedikleri teyzeye döndü.

 

"Aliye sofrayı hazır edin. Şimdi gelirler sofraya alalım hemen"

 

"Tamam hanımım"

 

Sofra demesiyle aklıma iğnelerim geldi. Bunu nasıl düşünememiştim. Dün gece iğnemi de vurmamıştım bu sabah kahvaltı da vurmamıştım. Çünkü iğnem yoktu. Çantamda vardı ama dolaba koymayı unutmuştum. Buz dolabında saklanıyordu iğneler.

 

Konaktayken anlaşmalı olduğumuz bir eczane vardı. Sistemde kayıtlı olduğu için onlar bittikçe eve teslim ediyorlardı. Ama şimdi ne yapacağım hakkında fikrim yoktu. Ben yıllardır kendim çıkıp almamıştım. Nerede eczane var onu bile bilmiyordum ki.

 

Ayrıca kan şekerimi ölçmek için cihazımda yoktu. İnsülin iğnem olmadığı gibi dispossable iğne uçlarım da yoktu. Bugün buradan erken çıkmalıydım ki ihtiyaçlarımı alayım. Ama ne kadar tutacağını da bilmiyordum. Onun için belki altınlardan birini bozdurmam gerekebilirdi.

 

Stresle nefes verip dudaklarımı dişlerken demirhanın seslenmesiyle ortama döndüm.

 

"Bir sorun mu var feraye"

 

Hayır anlamında kafamı salladım iki yana. Demirhan bana biraz daha yaklaştı. Dilşad hanım koca mutfakta aliye hanımla öteki tarafa gitmiş bir şeyler konuşuyordu.

 

"Var bir şey belli. Bana söylemekten çekinme feraye... Halamlar gelecek diye rahatsız olduysan yarın tekrar geliriz isters-"

 

Hemen sözünü kesip cevap verdim. Ne hakkım vardı buna.

 

"Estağfurullah. Ben niye rahatsız olayım sizin eviniz. Bende misafirim burada sonuçta"

 

İşaret parmağını kanca gibi yapıp burnuma bir fiske vurdu.

 

"Ee ne demişler, misafir misafiri istemez"

 

Güldüm dediğine.

 

"Yalnız deyimin sonunda ev sahibi de hiçbirini istemiyor."

 

O da güldü benimle birlikte. Söyle dercesine kafasını eğip bana baktığında sıkıntıyla da olsa söyledim.

 

"Şeker ölçüm cihazım ve iğnelerim yok. Yemek öncesi vuruyorum normalde ve iki gündür vurmadımda. Almam gerekiyor yani ama yol bilmiyorum iz bilmiyorum."

 

Derin bir nefes verdi.

 

"Feraye dert ettiğin şeye bak. Alıp geleyim ben hemen."

 

"yok yok ben alırım. Sen beni görürsen ben alırım."

 

Elinin birini omzuma koyup konuştu.

 

"Sen yorulma tekrar. Hangileri olduğunu söyle bana ben alayım geleyim."

 

Yavaşça kafamı salladım sağa sola.

 

"şeker ölçüm cihazı. O zaten set halinde iğnesi falanda içinde yani. Flexpen insülin kalemleri birsi novorapid diğeri levemir olması lazım"

 

Ne diyordum adama ya, bunlar kalır mıydı ki aklında.

 

"Aklımda kalmayabilir isimleri ama sen bana mesaj at ya da ben gidince seni arayayım eczacıya söyle direk olur mu"

 

Tamam dercesine kafamı salladım.

 

"Olur olur. Sana da zahmet oldu kusura bakma"

 

Ayıplarcasına baktı. Ne zahmeti diyordu yani. Annesiyle ufak bi konuşup benim için iğne almaya gideceğini söylediğinde hep birlikte avluya çıktık. Demirhan yukarıdan arabanın anahtarını ve cüzdanını almaya çıktığında bizde bahçedeydik.

 

"Sen daha çiftliği gezmedin değil mi kızım"

 

Kaşlarım çatıldığında dilşad hanımda gülümsedi.

 

"Konağı bilerek şehirden uzakta istedim. Konağın arka bahçesinden itibaren aşağısı çiftlik yavrum. Atları çok severim ben hatırlarsın belki."

 

Evet hatırlıyordum. Hatta gülizar adında bir atı da vardı. Bembeyaz tüyleri vardı ve o kadar asil bir duruşu vardı ki akıllara zarar.

 

" Evet evet hatırlıyorum. Sanırım ismi de gülizardı "

 

Tekrar gülümsedi.

 

" Evet Gülizar. Yalnız kalmasın dedim birkaç arkadaşı da oldu şimdi. Birkaç tane de ineğimiz var. Her sabah taze süt içilir bu evde onlar sayesinde. E birde tavşanlarımız var"

 

Hayranlıkla dinliyordum onu. Ben hayvanları çok severdim. Çok korkardım dokunamazdım ama çokta severdim. Hepsini görmek istiyordum hepsini.

 

"Ne güzel. Küçük bi dünya yaratmışsınız yani burada"

 

Tekrar gülümsedi.

 

"Haşa kuzum yaratmak Allaha mahsustur. Ama dediğin gibi kendimce bir şeyler yaptım. Demirhan gidip gelsin iyice bir gezers-"

 

Sözü yarıda kaldı. Konağın kapısındaki aralıktan içeri girmiş bize bakan kediyi görünce yerinde hopladı.

 

"Amann geldi yine mendebur. Kızım çıkarın bu kediyi buradan yine sataşacak tavşanlarıma."

 

Kedinin üzerine doğru yürümesiyle kedi olduğu yerden kaçtı. İkisi peş peşe koşuyorlardı resmen. Bu görüntü oldukça komikti.

 

Ayağındaki terliği çıkarıp benim önümde duran kediye yavaşça atmasıyla kedide bende olduğumuz yerden kaçtık. Ben kediden korkuyordum biraz. Kediyse bunu bir oyun gibi algılayıp yerinde hopladı ve merdivenlerin oraya koşup durdu. Kuyruk sallıyordu birde.

 

"Feraye çıkar onu oradan indir çabuk. Ay yiyecek yine tavşanlarımı. Ona dolanıyor bu kara kedi"

 

Ama ben korkardım kediden dokunazdım ki.

 

"Terliği at feraye terliği at önünde ponpon var ona gelir"

 

Demirhan şaşkın şaşkın merdivenlerin başında durmuş aşağıdaki kedi ve bize bakarken ben birden ne yapacağımı bilemeyerek önümde ki az önce dilşad hanımın buraya attığı önünde pembe tüyden ponpon bulunan terliği merdivende duran kediye doğru yavaşça atayım ama ona gelmesin zarar vermesin diye biraz yükseye atayım derken biraz fazla güç kullanmış olmalıydım.

 

"Anne ne bu bağrış ne oluy-"

 

Attığım terliğin yanlış kediye isabet etmesiyle demirhanın sözü yarıda kaldı. Hay elimin ayarını seveyim yahu! Kara kediye değil demirhanın kediye denk getirmiştim.

 

Terlik demirhanın tam orasına değip yeri boyladığında ben gerginlikle dudağımı dişledim. Demirhanın küçük hırıltıyla karışık inlemesinden sonra kimseden çıt çıkmadı. Daha garip olansa o kara kedi bir demirhana birde bana bakıp kuyruğunu sallaya sallaya kapıdan çıktı gitti.

 

Kedinin gidişiyle dilşad hanım derin bir oh çekerken ben süt dökmüş kedi gibi demirhana bakıyordum. O arada açık kapıdan içeri beklenen misafirler girdi tekrar bir gürültü oldu avluda.

 

Demirhan yavaşça aşağı inmeye başladığında bende derince yutkunup suçluluk ve sükunetle dudaklarımı oynattım.

 

"Özür dilerim"

 

Alt dudağını dişleyip gülerken yanına geldiğinde burnuma bir fiske vurdu.

 

Yok bu adamın burnumla bir alıp veremediği vardı.

 

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp dudaklarını neredeyse kulağıma yapıştırdı. Cüssesi öyle heybetliydi ki önümde duran beden resmen karartı gibi çöktü üzerime.

 

"Aşk olsun feraye özüre gerek yok. Ama ödeşiriz bilesin"

 

Üzerimden çekilip göz kırptığında tam tuttuğum nefesi verecektim ki merakla bize bakan insanları ve bilmediğim bir kızın kırmızı görmüş boğa gibi bana bakmasıyla nefesimi de veremedim.

 

Allah kahretsin ki çok yanlış anlaşılmıştı. Hissediyordum yine bir araba dolusu yaftalar yapıştıracaklardı üzerime. Ama öyle gelip geçici değil ömür çürüten cinsten.

 

Ne de olsa ben daha yeni boşanmış bir kadındım ve bir erkekle hiç olmamam gereken bir mesafedeydim az önce. İnsanlara göre üzerime kuma getirilen bir kadınkende suçlu bendim. Ve boşandıktan hemen sonra bir adamın evinde birbirimize yakın durduğumuz içinde ben suçlanacaktım kesin.

 

Gerginlikle nefes verirken demirhanın hoşgeldiniz diyerek halasına sarılmasıyla o gergin an dağıldı. Ben bir köşede onları izliyordum.

 

İki kadın ve iki de kız gelmişti. Demirhanın halası yani avzem hanım ve kim olduklarını bilmediğim üç kişi daha vardı.

 

Demirhan o üçüne sadece hoş geldiniz deyip halasına sarıldı ve çıktı gitti.

 

"E hadi ayakta kaldık sofra hazır olur birazdan oturalım bir çay içelim"

 

Dilşad hanım onlara doğru konuştuğunda beni de çağırmak için arkasını döndüğünü anlamıştım. Ama şuan onların yanına gitmek istemediğini için kolonun arka tarafına doğru adomlayıp gitmelerini bekledim ve mutfağa girdim.

 

Hissediyordum. Bir parça huzur bulma umuduyla bir gün geçiririm diye geldiğim bu yerde de insanlat tarafından bir söz bir bakışla da olsa itilip kakılacaktım.

 

Düşündüm kendi kendime. Çok kısa sürdü aslında. Hani bazen bir iki saniye içinde aklınızdan binbir şey geçer ve taşlar yerine otururya. Öyle bir an yaşadım.

 

Neyden kaçıyordum ben?

Kimden kaçıyordum?

Daha da önemlisi bu insanlar kimdi ki benim hayatımda ne değerleri vardı ki beni üzmelerine izin verecektim.

 

Ben kimdim peki?

 

Ferayeydim ben. Gül yüzlü kara bahtlı feraye.

 

Daha dün gece eski korkak, her lafın altında kalan, yediği her kazıkta kendinde suç bulan, insanların örselediği o feraye olmayacağım diye kendime söz vermemiş miydim?

 

Öncelikle kendime verdiğim sözlerin arkasında duracaktım. Ben kendi kendimin arkasında duracaktım. Çünkü kendimden başka kimsem yoktu. İçimden vira bismillah dedim. Bu saatten sonra kim bana ne verirse misliyle alacaktı. Kaçmak yoktu, hayat bana ne verirse savaşmak vardı.

 

"Aliye hanım çayları ben götürebilir miyim"

 

İyi ki üzdüler dedim. İyi ki üzdüler beni. İnsanları tanıdım, bazı şeylerin farkına vardım. Şimdi olması gerektiği gibi davranacağım. Değiştin diyecekler. Değişirim, değişeceğim.

...

Bu bölüm kaos okuyalım dedim ama yok olmadı 😅 kısmet birdahaki bölümeymiş.

 

 

Loading...
0%