@zeybik_yz
|
Arkadaşlar sizin yorumlarınız beni yazmaya teşvik eden. Benimle düşüncelerinizi paylaşın🎀
Kadın, gülmeyi öğrendi ağlayarak. Ve hiç ağlatmadan. Adam, ağlatmayı öğrendi, hiç ağlamadan.
Beni öyle bir ateşe atmışlardı ki, küllerim dahi cayır cayır yanıyordu.
Hemde öyle bir yaktılar ki beni, olimposun sönmeyen ateşi yanartaş gibi bir ömür sürecek bir ateşle yaktılar
Hani bazı anlar vardır ya, insan deli gibi koşmak istediği yere adım dahi atamaz. Odamızın camından koca avluda çalan davul zurna eşliğinde yeni karısını almaya giden kocamı seyrediyordum. İşte tam şu anda deli gibi koşmak istediğim yere adım dahi atamıyordum.
Çok dil dökmüş, çok yalvarmıştım berzana. Bizi bitirmesin, dönüşü olmayan yollara sokmasın diye. Ama nafileydi.
Boşa kürek çektiğimi iliklerime kadar hissettiğim an civan ağanın yanağıma tokadı basıp bembeyaz tenimde beş parmağının izini çıkardığı gündü.
kocam parmağında başka kadının yüzüğünü taşıyarak bizden çoktan vazgeçmişken. Ben habersizce evliliğim için karşılarına dikilip karşı çıktığımda yediğim tokatla aklım başıma gelmişti.
Allah aşkına ben ne için çabalıyordum ki?
Ne yazık ki kolay değildi. Hiç kimse için boşanmak kolay değildir evet. Ama benim gibi dönecek bir baba evin, çalacak tek bir kapın dahi yoksa. Ne bir yol ne bir iz bilmiyorsan daha zordu. Ben bu konaktan çıktığım an sudan çıkmış balığa dönecektim. Ama gidecektim.
Nereye gider, gecemi gündüzümü nerede geçirirdim bilmiyordum. Aklımda tek bir söz vardı;
Rızkı veren hüda'dır, kula minnet eylemem.
Elbet yiyecek bir kuru ekmek, başımı sokacak bir çatı bulurdum.
Bir haftadır berzana beni boşaması için tabiri caizse yalvarıyordum. Zaten resmi olarak evli değildik. Berzan benimle evlenmek istediğinde ailesi kesinlikle karşı çıkmış ancak şehnaz hanım tek bir şartla benim bu eve gelin gelmemi kabul etmiş.
Resmi nikah kıymayacaksın sadece dini nikahı olacak demiş. Berzanda kabul etmiş. Benim karşı çıkma şansım yoktu. Ben beni istemeye geleceklerini bile isteme gününün sabahında kahvaltı sofrasında öğrenmiştim.
Amcam bana 'hazırlan, akşama seni istemeye gelecekler. Yağlı bir kapı buldum sana, ağa gelini olacaksın ağa. Yat kalk dua et benim gibi bir amcam olduğuna' demişti. İstemediğimi, evlenmeyeceğimi söylediğimde ise temiz bir dayak yemiş üzerine birde pavyona satılmakla tehdit edilmiştim.
O günü dün gibi hatırlıyordum. Akşama gelecekleri için yüzüme dokunmamış ama bedenimde derin çürükler, morluklar oluşturmuştu.
Onlara karşı çıktığımda beni hep seni pavyona, geneleve satarım diye tehdit ediyordu. Biliyorum ki yapardı da. O yüzden sessiz sedasız olacakları beklemiştim. Resmi nikah istemediklerinde amcam sorun etmediği için bana da söz hakkı düşmüyordu yani.
Velhasıl kelam üç kez boş ol demesi beni prangalarımdan kurtaracaktı. Bir haftadır bu evden gitmek için o kadar dil dökmüştüm ki en son gerekirse bu evden kaçarım deyince beni bu eve hapsetmekle tehdit etmişti.
Gitgide çirkinleşiyor, sevdiğim adam sıfatından sıyrılıyordu. Ben düşüncelere dalmışken avludan içeriye giren gelin alayıyla aldığım nefes boğazımda kaldı. Şehnaz hanım kapının dışındaki bembeyaz gelinlik içerisinde duvağı örtülü olan yeni gelinin eline testiyi verdi.
Doğru ya adettendi. Halbuki benim düğünüm bile olmamış beyaz bir elbiseyle amcamın evinden bu konağa getirilmiştim. Benim dini nikahım kıyılırken suratı sirke satarak ortalıkta dolaşan kaynanamın şuan ağzı kulaklarına varıyordu.
Yeni gelin testiyi yere atıp kırdığında içindeki para ve şekerleri toplamak için etraflarını çocuklar sardı. O kadın berzana tutundu, koluna girdi. Zılgıtlar eşliğinde girdiler avludan içeriye.
İçimde öyle büyük bir yangın vardı ki beni halden helekten düşürüyordu. Halsiz hissediyordum öyle ki kılımı kıpırdatacak halim yoktu. Başım dönüyor aynı zamanda midem bulanıyordu. Bir elimi midemin üzerine koyup yavaşça bastırdım.
Tam o anda berzanla gözlerimiz birbirine değdi. Ben camın kenarına tünemiş soğuktan titreyen bir serçe misali perişan halimle ona bakarken kocam olacak! O kadının yanında çakı gibi damatlığıyla duruyordu.
Mahcup bakıyordu gözleri. Beni affet dedi. Dudaklarının hareketinden anladım. Son bir hafta da o kadar çok söylemişti ki bu cümleyi, mecburum affet demişti. Edemezdim. Etmeyecektim.
Gözlerinin içine baka baka gözümden akan yaşları sildim. Gelinin duvağını açması için kocama işaret verdiklerinde gözlerini çekti gözümden. Ve duvağı açtı. Açtığı duvakla yüreğime ikinci darbeyi indirdi.
Beyazlar içindeki gelin, kocamın gelini, kumam olacak o kadın dilan'dı! Çocukluğumuzun birlikte geçtiği her derdimi bilen, her derdini bildiğim dilan.
Nasıl olurdu böyle bir şey aklım almıyordu. Daha birkaç ay önce kapımızı çalmış, evimize misafir olmuştu bu kadın. Benim ona yaptığım kahveyi afiyetle içmiş benimle sohbet etmişti. Birlikte eski günleri yad edip gülüp söyleşmiştik.
Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı böyle mi oluyordu sahi?
Dilan, ağa kızıydı. Dilan büyük bir aşiret ağasının kızıydı. Demem oydu ki ona kuma gömleğini giydirecek kişi kendisinden başkası değildi.
Eskiler kumalık için ölüm elbisesi derlerdi. Sahi güle oynaya üzerime kuma gelen bu kadın da giymiş miydi ölüm elbisesini?
Karşımda beyazlar içinde elini kocamın elinde gördüğüm bu kadınla benim yıllarım geçmişti.
Midem bulanıyor başım dönüyordu. Tam perdeyi kapatıp camdan çekileceğim sıra da onunla da göz göze geldik. Beni görünce gözleri şaşkınlıkla açıldı.
Öyle bir surat ifadesiyle bakıyordu ki sanki ben ona kuma gelmiştim de şaşkın olan oydu. Onunda bakışlarında mahçupluk vardı. Kafamı hayır dercesine yavaşça iki yana sallayıp perdeyi kapattım.
Dizlerim beni taşımıyordu. Güç bela yatağa gelip oturduğumda oflayarak başımı ellerimin arasına aldım.
Neden, neden, neden? Aklım almıyordu. Dilan bu yolu bile isteye seçmişti eminim. Peki neden?
Ben evlendikten sonra dilanla defalarca kez bu evde görüşmüştük. Çünkü şehnaz hanım konaktan çıkmama izin vermezdi. Ya kesinlikle ailecek katılmamız gereken bir düğün dernek ya da binde bir şehnaz hanımın altın günlerine giderdim onunla birlikte. Bunların da hepsini toplasam üç yılda iki elimin parmaklarını geçmezdi. Onun dışında arada berzanla üst baş almaya çıkar oradan da bir yemek yerdik.
Sebebini merak ederdim. Sadece bir kez sormuştum neden diye ona da cevap alamamıştım. Biliyordum ki ne kadar zorlarsam da nafileydi. Lakin şans eseri öğrenmiştim.
Berzanın halası zana hanım ailesiyle birlikte konağa yemeğe gelmişti. Akşam yemekten sonra şehnaz hanımla birlikte genelde küçük divana geçer ikisi birlikte sohbet ederlerdi. Zana hala henüz bekarken şehnaz hanımda konakta hizmetçiymiş. O zamanlardan kalma sağlam arkadaşlıkları vardı. Abla kardeş gibiydiler. Hatta kaynanama civan ağadan sonra sözünü geçirebilen tek insandı.
Ben onlara kahve yapmış divandan içeri girecekken zana hala'nın sözleriyle kulak kabartmıştım. 'Yanlış yapıyorsun şehnaz, günahına giriyorsun yetim kızın. O daha cahil, açmamış gonca gül. Bırak yaşasın hayatını. Kızcağızı konağa hapsetmişsin. Davar oğlu davarda ses etmiyor. Yazık günahtır.'
Normalde bu durumu sorun etmeyen, yeter ki kocamla mutlu, huzurlu olayım diyen ben yıllar sonra bana arka çıkan birini görmekten ya da hayatım üzerinde benden başka herkesin söz hakkı olmasından mı bilemem günlerce ağladım duyduklarıma.
Şehnaz hanımda zana hala'ya karşılık bozuk Türkçesiyle ' Berzan da biliyor çünkü haklıyım! Çok güzel abla, bir bakan dönüp bir daha bakıyor,görmüyor musun.Çıksın dolaşsın dışarı da ne olacak! Adım başı peşine bir it bir kopuk takılacak. Ben malımı bilirim böylesi herkes için en iyisi. Ne yapayım oğlumun başını mı yakayım! ' demişti.
Eskilerden. Çok eskilerden; Güzelin şansı yoktur, çirkinin şansı boldur.
Velhasıl kelam dile kolay üç yıldır zaruri bir sebep olmadığı sürece bu konaktan çıkamamamın nedeni güzelliğimmiş. Güzellik başa bela derlerdi de inanmazdım!
Yerin dibine batsındı böyle güzellik!
Dilan, çalhanoğlu konağının kızıydı. Kendimi bildim bileli bende o konaktaydım. Bekarken amcam beni evlere temizliğe gönderir para alırdı. Haftanın birçok gününü çalhanoğlu konağında geçirir kalanında da başka evlere temizliğe giderdim.
Dilanla da sürekli oraya gide gele arkadaş olmuştuk. Ben amcamın evinde sabah erkenden kahvaltıyı hazır edip evi temizler hemen çalhanoğlu konağına geçerdim. Orada da kahvaltıya temizliğe koşturup aç acına öğleni edince halsiz düşer yığılıp kalacak hale gelirdim.
Diyabetim vardı. Şeker hastasıydım ben. İğnemi vurup yemekte yemeyince elim ayağım titrer yığılıp kalırdım bazen. Dilan bildiği için bana mutfaktan bir şeyler aşırır getirirdi. Konağın arka bahçesinde birlikte bölüşür yerdik.
Dostuz sanırdım. Hele ki evlendikten sonra ben çıkamadığım için beni ziyarete gelmeyi de bırakmayınca kardeşten öte bilirdim onu. Meğer amacı başkaymış. Bu eve girmiş çıkmışta - evim diyemiyordum çünkü bu evi hiçbir zaman benimseyememiş evim olarak görmemiştim. Sadece yaşadığım yerdi - Kocama göz dikmişti. Artık ona kocam demekte gelmiyordu içimden.
Nasıl yüzleşecektim ben bu durumla, iki ihaneti birden şu harabe yüreğim nasıl kaldıracaktı?
Tek bildiğim gitmem gerektiğiydi. Gidecektim. Tam şu anda gidecektim. Kocamın, kumamın üzerine gelinlik diye giydirdiği beyazın benim kefenim olduğunu göstererek gidecektim.
Bir elimle göz yaşlarımı silerken diğeriyle de dolabı açıp beyaz saten elbisemi aldım. Oysa ne çok severdim bu elbisemi. Davulsuz, zurnasız sade beyaz bir elbiseyle gelin gelmiştim ben bu konağa.
Öylece sessiz sedasız...
Gelin gelirken giyip berzanın nikahına girdiğim bu elbiseyi birde boşanmak isterken giyecektim.

(ELBİSEMİZ)
Üzerimdekileri çıkarıp yumuşacık sateni bedenime geçirdim. Aynanın karşısına geçtiğimde yazıklanarak keder içerisinde kendime bakıyordum.
İnce belimi sarıp üzerime oturan satenin içinde bedenim fazla güzel duruyordu. Her bir yanıma dağılmış saçlarım, ağlamaktan şişmiş gözlerim, dudaklarım ve kızarmış burnuma ve yanaklarıma rağmen güzelliğimden bir şey kaybetmemiştim.
Yüce bir armağan olan bu güzellik, donuk bir ruhla kirletildikten sonra neye yarar?
Güzeldim güzel olmasına ama mutluluğu, kaçışı elinden alınmış bir güzellik neye yarardı?
Gözümden akan yaşları silip aynada son kez kendime baktım.
Güzelliğime de yazıklar olsundu! Beni berzana sevdiren o değil miydi.
Aynanın karşısından çekilip yavaşça açtığım kapıdan avluya inen merdivenlerin başına geldim. Stresten her an bayılabilirdim. Bu sabahta insülinimi vurulmadığım için kendime lanet ettim. Hissediyordum, bir fenalık gelecekti başıma. Fenalıktan da güzellik doğar mıydı?
Bazen hissedersin ve bu bilmekten öte bir şeydir.
Terleyen avuçlarımı gergince eteklerime sildim. Merdivenlerin başında durup avluda ki düğünü izliyordum. Kimse beni fark etmiyordu. Hoş ben bu ailenin içinde ne zaman fark edilmiştim ki.
Ah feraye, varlığı yokluğu bir feraye.
Tüm cesaretimi toplayıp berzana seslendim. Duymadı. Bir adam döndü sesime. Avluda ki onca kalabalıkta tek bir kişi bir adam duydu sesimi.
Çok tanıdık geliyordu yüzü. Onu es geçip çalan davul zurnaya rağmen yeni karısıyla halayda olan kocama seslendim tekrar.
"Berzan!"
Yine duymadı. Zaten o artık beni duymuyordu ki. Ona ulaşamıyordum artık. Oysa ki eskiden hep duyardı. Sadece o duyardı.
Yenilmişlikle kafamı eğeceğim sıra o adamı gördüm tekrar. Gözlerini dahi kırpmadan izliyordu hala beni. Çok tanıdıktı bakışları. Eski bir dostu andırıyordu. Heybetli bedeni dimdik duruyordu.
Tekrar nefesimi topalyıp berzana seslendim. O arada tek bir el hareketiyle orkestrayı susturan adamı da görmüştüm. Onun hareketiyle kaybolan davul zurna seslerinin yerini benim ağzımdan bir haykırış misali çıkan isim aldı.
Berzan
Bu sefer duymuştu. Beni görünce panikle girdiği karısının parmağından çıkmış bana bakıyordu. Sadece onun değil tüm herkesin gözü bendeydi. Şimdi herkesin gözü önünde gidecektim bu evden. Gitmeliydim. |
0% |