@zeyneepaslann
|
Usolion Diyarı yaratıldığından beri her krallık barış ve huzur içinde yönetilmekteydi. Krallıklar tarih boyunca birbiriyle hiç savaşmamış, her zaman dostça ilişkiler geliştirmişlerdi. İnsanlığın var olduğu her yerde olduğu gibi bu evrende bu huzuru bozmak isteyen isyancılar tabii ki olmuştu. Ancak bu çabaları her seferinde boşa düşmüştü. Barış ortamını bozmak isteyen kral olsa dahi affedilmezdi. Yüz yıllar önce savaş çıkartmayı hedefleyen Kral Andrew, planlarının açığa çıkması sonucunda bizzat kendi oğlu tarafından infaz edilmişti. Bu diyarın kuralları netti.
Her şey yolunda gibi görünüyordu. Ta ki o kara bulutlar gökyüzünü kaplayana kadar...
Zartos bütün öfkesiyle gelmişti. Kimsenin onu istemiyor oluşunu kabullenmesi mümkün değildi. O Kutsal'dı, herkes ona itaat etmek zorundaydı. Hatta Ruhlar bile... Öyle kızgındı, öyle kin doluydu ki... Bakışını gören herkesin kanı donardı. Sadece bakışıyla bile can alacak kadar güçlü ve kudretliydi. Nefret ve kinle parlayan gözleri yıllarca kabuslarımın ana konusu oldu. Her şeyi unutabilirdim ama o gözleri asla.
Kimsenin ön göremediği bu büyük savaş, onlarca insanın canına mal oldu. Zatos'a karşılık vermek çok zordu. Kimseye hissettirmeden, gizlice kurduğu büyük ordusuyla acımasızca saldırıyordu. Gözleri ne kadınları gördü, ne çocukları. Ne yaşlılara acıdılar, ne hamile kadınlara. Silahlı silahsız ayırt etmeden, kundaktaki bebeklere kadar katlettiler. Öyle bir kan bürümüştü ki gözlerini yaşayan her şeyi öldürmeye yemin ettiler.
Ormanları yaktılar, hayvanlara saldırdılar. Öldürdükleri canlıları herkesin gözü önünde çiğ çiğ yediler. Vermek istedikleri mesaj basitti. Barbarlıkları ve acımasızlıklarıyla anılmak istiyorlardı. Arzuları herkesin onlardan korkmasıydı. Ölmemek için onlara yalvaran insanların hallerinden ne kadar zevk aldıklarını görebilmek için kahin olmaya gerek yoktu.
O kadar çok kan dökülmüştü ki savaşın sonunda, sokaktan kanları temizlemek, ölenleri gömmek günler, haftalar sürdü...
En sonunda halimize acıyan Kutsal Ruhlar yeryüzüne inmek zorunda kaldılar. Taptıkları ruhları karşısında gören insanların şaşırmaya bile hali kalmamıştı. Herkes perişan bir haldeydi. Öyle ki daha önce müdahale etmedikleri için inanmayı bırakan insanlar olmuştu. Her birimiz o kadar bağlıydık ki kendi Kutsal Ruhumuza, onların bizi bu şekilde ölüme terk etmelerini kabullenemiyorduk. İnsanlar öfkelerini ve kırgınlıklarını bu şekilde yansıtmayı seçmişti. İnanmayı bırakarak... Peki, onlara haksız diyebilir miyiz ki?
Ruhların müdahalesi ile, Zartos'un ordusunu yok edilse de asıl tehlike kaçmayı başarabilmişti. O zamana kadar askeri alana yeterli özeni göstermeyen krallar ne kadar büyük bir hata yaptıklarını fark etmişlerdi. Bu hatanın bedeli ise çok ağır olmuştu.
Dediğim gibi yüzyıllarca barış içinde yaşanılan bu evrende, askeri alanda güçlenmeyi gereksiz bulmuşlardı. Her krallık az sayıda asker yetiştiriyordu. Üstelik bu askerlere verilen eğitimde oldukça yetersizdi.
Savaştan sonra 5 krallık birleşerek Daxerra Akademisi'ni kurdular. Sonrasında ise tamamen bağımsız bir meclise teslim ettiler. Bu Akademi'de herkes eşit şartlar altında eğitim görecekti. Hiçbir krallığa özel muamele yapılmayacaktı. 20 yaşına basan herkes eğitim almak zorundaydı.
Herkes toparlanmaya, üstlerinden savaşın etkisini atmaya çalışıyordu ki, bütün kahinler aynı anda bir görü gördüler. 5 Kutsal Ruh kararlarını bu şekilde iletmeyi uygun görmüşlerdi. Kendi ruhlarından bir parçayı ayırarak her yüzyılda bir birer kişi seçerek armağan edeceklerdi. Amaçları savaşın tekrar başlaması durumunda bu kadar savunmasız kalmamızı önlemekti. Zartos'u bizim öldürmemizi istiyorlardı. Kendi kaderimizi kendimiz çizmeliydik. 5 Kutsal Ruh ve 5 Seçilmiş...
Okuduğum günlüğü kapatarak yanımda duran komodinin üzerine bıraktım. Günlük büyükannem Emma'ya aitti. İlk Işık Varisi, Daxerra Akademisi'nin ilk öğrencileri olmuşlardı aynı zamanda. Ailemden bana geriye kalan çok az sayıda eşyadan biri bu günlüktü. Ailem ben henüz 4 yaşındayken canice öldürülmüştü.
Aklımda kalan yüzleri dahi ilk zamanlar ki netliğini yitirmiş, buğulanmıştı. Elimde annemin kolyesi, babamın doğum günümde hediye ettiği bir bileklik ve gizlice aşırıp incelemek istediğim bu günlük dışında hiçbir şey kalmamıştı. Hatıralarım bile her geçen gün karanlık sisler arasına gömülerek beni yalnız bırakıyordu. Oysa hayatımda, zihnimde olan hatıralarından daha önemli hiçbir şey yoktu.
Ailem öldürüldükten sonra evimizi ateşe vermişlerdi. Ben odamda uyurken yangın üst kata sıçramış neredeyse odama kadar gelmişti. Nefesimin kesilmesiyle uyanıp dışarı çıkmak istediğimde alevleri görmüştüm. Anneme ve babama ne kadar seslensem de gelen olmamıştı. Onların çoktan hayata gözlerini yumduğundan bir haber, yine onlardan yardım istiyordum. Gelmemişlerdi. Gelememişlerdi...
Komodinimin yanına çöküp korku içinde ağlarken uyku arkadaşımı bulmak için elimi uzattığımda gelen deftere sarılmıştım çaresizce. Sanki beni alevlerden koruyabilecekmiş gibi...
Ben ağlamaya devam ederken duvara çarpan kapı boğazımdan bir çığlığın firar etmesine neden olmuştu. Dehşet içinde kapıya döndüğümde karşımda dayımı görmüştüm. Koşarak yanıma gelip beni kucağına aldı. Büyüsünü kullanarak bizi evden çıkarırken bir daha ailemi asla göremeyeceğimin farkında değildim. Eğer bilseydim ne olursa olsun görmek için elimden geleni yapardım. Aileme son kez sarılma, hatta görme fırsatım bile olmamıştı.
Aradan geçen yıllar ne onlara olan sevgimin azalmasına neden olmuştu, ne de gidişleriyle içimde oluşan büyük boşluğun kapanmasına. Onlar benim kahramanlarımdı. Anne babasına aşık büyüyen bir kız çocuğunun elinden bütün dünyasını almışlardı. O gece, o evden iki ceset çıktı ama eksikti. Kimse bilmiyordu ama o gece küçük bir kız çocuğunun ruhunuda katletmişlerdi.
Annem Malasal (Büyü) Krallığının prensesiydi. Reddedilen prenses. Çünkü babamla evlenmeyi tercih etmişti. Burası her ne kadar barış içinde yönetiliyor olsada kurallar oldukça katıydı. Kraliyet soyundan gelen kimse, farklı krallıktan biriyle evlenemezdi. Kraliyet soyu kirlenemezdi. Ben kirli kandım. Çünkü babam bir Işık kullanıcısıydı.
Annem bir kahindi. Hemde oldukça yetenekli bir kahin. Ölümünün ardından yıllar geçse bile adı hala hatırlanıyordu. Kahin Prenses Megan Bennet. Babam Yuvia (Işık) Krallığının generaliydi. Çok gözü kara ve cesur bir asker, yetenekli bir Işık kullanıcısıydı. Herkes onu cesaretiyle anmaya devam ediyordu. Cesur general Jackson Bennet.
Malasal Krallığının kralı, öz dayım anneme öylesine kızgındı ki beni sarayda istememişti. Kirli kanın onun sarayında işi yoktu. Böyle söylemişti. Beni kurtaran ve büyüten ise diğer dayım Daniel'dı. Annemi silmemiş, beni korumaya yemin etmişti. Ben onun tek ailesiydim.
Hiçbir zaman sevgi dolu bir ortamda büyümemiştim. Ama mutsuz değildim, hayır. Dayım sert mizaçlı bir adam olsada bana kendimi kötü hissettirecek hiçbir davranışta bulunmamıştı. Benim için bütün imkanları sağlamıştı. Hatta abisiyle benim yüzümden tartıştığına bile tanık olmuştum.
Çocukluğumda uğradığım zorbalıkları bile ben anlatmadan fark etmişti. Çocuklar benim kirli kan olduğumu söyleyerek beni aşağılamaya çalışıyorlardı. Her geçen gün benim için bir zulüm haline gelmişti. Öyle ki yemek yiyemez olmuş, hızla kilo vermiştim. Gözümün parlaklığı yerini her bakanın görebileceği derin bir hüzüne bırakmıştı.
Olanlardan şüphelenen dayım beni karşısına almış, ne olduğunu ona anlatana kadar kalkmama izin vermemişti. Onları anlatırken gözümden süzülen damlalara hakim olamamıştım. Yaptığımız konuşma hala dün gibi aklımdaydı.
"Bana kirli kan diyorlar dayı. Benimle oynamak istemiyorlar. Hep kaçıyorlar benden. Ben sadece onlarla arkadaş olmak istemiştim. Ama hiçbiri benimle arkadaş olmak istemiyor. Yetimmişim ben, öyle dediler. Beni kral bile kabul etmiyormuş çünkü kirliymişim. Kimsesiz olduğun için bana böyle yapıyorlar. Annem babam olsaydı kimse bana böyle şeyler söyleyemezdi." Cümlemi bitirdiğimde boğazımdan firar eden hıçkırığa engel olamadım.
Dayım çatık kaşlarıyla bir kaç saniye beni izledikten sonra konuştu. "Şimdi beni iyi dinle, Alyssa. Sen kirli değilsin. Kimsesiz hiç değilsin. Ben senin dayınım ve sen benim ailemsin. Yanlış mı biliyorum? Sen beni ailen olarak görmüyor musun yoksa?" diye sorduğunda hızla başımı salladım.
"Sen bir prensesin kızısın. Bu gerçeği hiçbir güç değiştiremez. Sen onlardan üstünsün. Onlar seni ezemezler. Sen onları ezebilirsin. Sen benim yeğenimsin. Kimsenin söylediği seni üzemez. Şimdi son kez ağlayacaksın. Bu odadan çıktığında bir daha gözünde yaş görmek istemiyorum. Benim yeğenim gibi davranacak ve dimdik duracaksın, Alyssa. Seni ezmeye çalışanı, sen ezeceksin. Sana vurmaya cüret edeni, gerekirse sen döveceksin. Ama güçsüz görünmeyeceksin. Ben senin her zaman yanında olacağım. Sana kimse zarar veremeyecek. Şimdi kucağıma gel."
Koşarak gidip kucağına tırmandım. Kollarını bana sardığında başımı göğsüne yaslayarak ağlamaya devam ettim. Ne kadar süre öyle kaldık bilmiyorum ama kalktığımda dayımın gömleği benim göz yaşlarımla sırılsıklam olmuştu. Bana dönerek konuştu.
"Unutma bu odadan çıktıktan sonra ağlamak yok. Sen Megan'ın kızısın. Sen bir soylusun Alyssa. Ona göre davran." Başımı sallayarak bu sözlerini onayladım. Ben Prenses Megan'ın kızıydım. Kimse benimle o şekilde konuşamazdı. Kimse bana zarar veremezdi.
Bir sonraki gün öğrenmiştim ki, dayım bana yapılanların cezasını çocukların ailelerine kesmişti. Bazılarının babalarını zindana attırmış, bazılarının mal varlıklarına el koymuştu. Daha sonra soluğu eğitim alanında almış, bütün çocukları önümde diz çöktürerek özür diletmişti.
Dayımın yaptıklarından sonra herkes korkmuştu. O günden sonra kimse bana herhangi bir şey söylemeye cesaret edememişti. Ben ise yalnızlığa mahkum olmuştum. İnsanlar mümkün olduğunca benden uzak duruyorlardı. Zaten arkadaş bulmakta zorlanırken, dayımın yaptıkları bunu tamamen imkansız hale getirmişti.
Soylularla eğitim görmeme rağmen Kralın kızı Serena ile sadece bir kaç kez karşılaşma fırsatım olmuştu. Onu benden mümkün olduğunca uzak tutmak istiyorlardı. Çünkü tanıştığımızda birbirimizi çok sevmiştik. Samimiyetimiz ise, Kralın hiç hoşuna gitmemişti. Serena'yı benden uzaklaştırmışlardı. Dayım her ne kadar buna engel olmak istesede hiçbir işe yaramamıştı.
Daniel dayım... Onu gerçekten çok seviyordum. Nasıl sevmezdim ki? O benim tek ailemdi. Her ne kadar 'acımasız' olarak anılsada, bana her zaman ilgiyle yaklaşmıştı. O geceden sonra gördüğüm kabuslar bir süre peşimi bırakmamıştı. Ne zaman kabus görsem, soluğu dayımın odasında alıyordum. Onunla uyumak bütün kabuslarımı kovuyordu.
Hiçbir zaman bu duruma tepki göstermemiş, aksine her zaman beni kabul etmişti. Üstelik tüm yoğunluğuna rağmen değişmeyen bir kural vardı ki, yemek saatleri. Ne kadar işi olursa olsun sofraya her zaman benimle birlikte otururdu. Kahvaltıyı beraber eder, gün sonunda akşam yemeğini beraber yerdik. Evet, çok fazla konuşmazdık ana yanımda olması bana yetiyordu. Onun gibi bir adamdan daha fazlasını bekleyemezdim. Sözünü tutmuş her zaman yanımda olmuştu.
15 yaşıma bastığımda, her zaman kaçtığım o soruyu sormaya cesaret edebilmiştim sonunda. 'Ailemin katili kim?" Ama aldığım cevap hiçbir işe yaramamıştı. Çünkü kimse bilmiyordu. Ailemin katili bulunamamıştı.
Dayım ölümlerine, annemin gördüğü bir görünün neden olduğunu düşünüyordu. Ona göre; annem görmemesi gerek bir görü görmüştü. Işık Kralı Michael ise bunu anladığı anda onları infaz ettirmişti. Ama bana mantıklı gelmiyordu.
Işık Kralı, annemin gördüğü görüyü nasıl öğrenmişti? Ve neden çareyi infaz ettirmekte bulmuştu? Babam onun generaliydi. Neden generalini öldürtmüştü? Her şey eksikti. Ama dayım bu şekilde olduğuna emindi. Kafamdaki soru işaretleri asla azalmıyor, aksine düşündükçe artıyordu. Bunları dayımla paylaşamıyordum, çünkü iletişime tamamen kapalıydı. Onun söylediklerine inanmamı ve sorgulamamamı istiyordu. Ben ise zihnimle tek başıma boğuşmak zorunda kalıyor, onunla bu konular hakkında konuşmuyordum.
Bugün ise 19 yaşımın son günüydü. Yarın sabah Daxerra Akademisi'ne gitmek için yola çıkacaktım. Bir yandan heyecan hissetsemde korkum galip geliyor, heyecanımı baskılıyordu. Henüz gücüm belli değildi. Herkes gücünü Akademiye gittiğinde öğrenirdi. Çünkü 20 yaşına gelmeden güçler aktifleşmiyordu. Varisler haricinde tabii.
Varisler 5 yaşına bastıklarında vücutlarında oluşan dövme ile yeni varis seçildiklerini anlıyorlardı. Güçleri aktifleşmiyor olsa bile, asıl varisler tarafından çocuk yaşta eğitime başlıyorlardı.
Asıl varisler 85 yaşlarına geldiklerinde, yeni seçilmişler belli oluyordu. Sonraki 15 yılda görevleri yeni varisleri eğitmekti. Varislerin kimlikleri ise sır gibi saklanıyordu. Kral, kraliçe ve eğitimini vereceği varis dışında hiç kimse kimliğini bilmiyordu.
Sadece ortada dolaşan bir dedikodu vardı ki benim kulağıma bile gelmişti. İnsanlar Işık Varisinin belli olmadığını söylüyorlardı. Bana kalırsa bu mümkün değildi. Asılsız bir dedikodudan ibaretti. Çünkü bildiğim kadarıyla Işık Kralı bu konu hakkındaki sessizliğini koruyordu.
Odamın kapısının çalınmasıyla düşüncelerimden sıyrılarak, kapıdaki kişiyi içeri davet ettim. Kapı açıldığında Daniel dayım karşımda duruyordu. Kapıyı kapatarak bana doğru geldi. Yatağıma oturduktan sonra, konuştu.
"Alyssa, nasılsın? Bugün konuşmaya fırsatımız olmadı. Yarın akademiye gideceksin. Eşyaların hazır mı?" Düz bir tonda konuşurken ne hissettiğini anlamak mümkün değildi. Eğer tanımasam ben bile dayımın duyguları olmadığını düşünebilirdim.
"Her şey hazır, dayı. Sabah yola çıkmak için hazırım." Konuşmam bittiğinde elindeki şişeyi bana doğru uzattı.
"Bu senin için. Kabusların hala devam ediyor biliyorum. Üstelik artık bende yanında olamayacağım. Senin için hazırladım bu karışımı. Her gün aksatmadan içmeni istiyorum, Alyssa. Kabus görmeyi bıraksan bile bu iksirden içmeye devam edeceksin eğer bırakırsan bir daha aynı etkiyi alamazsın. Tamam mı?"
Uzanıp elinde duran şişeyi aldım. "Tamam, dayı. Merak etme. Beni düşündüğün için teşekkür ederim." diyerek sarıldım. Anlık bir duraksama sonrası hızla karşılık verdi.
Ayrıldığımızda konuştu. "Benim yeğenim olduğunu unutma, Alyssa. Orada ona göre davran." Başımı sallayarak onayladım. Vedalaşarak odamdan çıktığında yalnız kalmıştım.
Doğum günüm hiç kutlanmamıştı. Dayım böyle şeylerden hoşlanmaz, önemsemezdi. Ben ise kendimi önemli olmadığına ikna etmeye çalışsamda, içimde oluşan o burukluğa engel olamıyordum.
Başımı yastığa koyduğumda, zihnimde dolaşan düşünceleri susturmak için büyük bir çaba sarfetmem gerekti. İçimdeki garip hislerle uykuya daldım. Yarın yeni hayatımın ilk günü olacaktı. Beni nelerin beklediğini ise tahmin bile edemezdim.
|
0% |