@zeyneepaslann
|
Hellooo ben yine geldimmm uzatmadan bölüme geçelim
Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayalım.
Yorumlarda buluşalım🩷
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Gözlerimi açtığımda rahatsız zeminde yatıyordum. Yerde yatmama rağmen tabiri caizse ölü gibi uyumuştum. Vücudum çektiğim acıdan, zihnim ise ucu bucağı görünmeyen düşüncelerden yorgun düşmüştü. Elimde olsa iki üç ay hiç uyanmak istemezdim. Biraz daha kendime geldiğimde yanımda yatan Aaron'a baktım. O hâlâ derin uykudaydı.
Tanıştığımız ilk günden beri enerjimiz hiç uymamıştı. Gerek egoistliği gerek bakışları ve davranışlarıyla sinirlerimi aşırı derecede zorluyordu. Öyle ki daha ilk konuşmamızda benim için kara listeye girmeyi başarmıştı. Sadece bana ettiği yardım için içimde azda olsa bir minnet duygusu oluşmuştu. Astral seyahatin tehlikeli olması ve bunu benim yüzümden yapıyor olması içimde ki vicdanı dürtmüştü. Belki düşündüğüm kadar katlanılmaz biri olmayabilirdi.
Gözlerimi ondan çekerek doğruldum. Bunu düşünmenin bir anlamı yoktu. Onu henüz tam olarak tanımıyordum. Nasıl biri olacağını ise zaman gösterecekti. İyice gerinip sert zeminde yatmaktan uyuşan kaslarımı esnettim. Resmen tutulmak üzereydim. Gözlerimi açtığımda beni izleyen Olrian ile göz göze geldim.
"Günaydın. Bir an şu tiksinç yaratığı izlemeyi hiç bırakmayacaksın sandım."
Uyandığım anda gelen atakla şaşkınlık içinde ejderhama baktım.
"Onu izlemiyordum. Sadece uyanıp uyanmadığını kontrol ettim."
Kendimi açıklama çabamın karşısında sadece bir homurtu alabilmiştim. Aaron'dan gerçekten hoşlanmıyordu. İnsan sevmeyen ejderhamın konu Aaron olunca kini hepten artıyordu.
"On dakika boyunca mı? Aptal yalanlarını kendine sakla, insan. Resmen şunu izledin. Anlayamıyorum, bu çirkin yaratıkta ne buluyorsun?"
Uyanır uyanmaz beni sinir etmeyi başarmıştı. "Sen beni delirteceksin! Onu izlemiyordum. Sadece ne durumda olduğunu merak ettim. Tehlikeli olduğunu sen söyledin, huysuz ejderha. Ayrıca kendisinden haz etmiyor olabilirim ancak bu yakışıklı bir adam olduğu gerçeğini değiştirmez. Neden bir fareden bahsediyormuş gibi konuşuyorsun?"
Meşhur homurtusu tekrar yükseldi. "Farelerin bile sevimli bir yanı var. Şunun aksine."
Olrian resmen beni kıskanıyordu! "Acaba sen beni kıskanıyor olabilir misin?"
"Seni aciz insan! Ne diye seni kıskanacakmışım?"
Tam cevap verecektimki Aaron'un aniden doğrulmasıyla ona döndüm.
"Gereken her şeyi öğrendim." dediğinde içimi büyük bir heyecan kapladı. İşte şimdi gerçekleri öğrenme zamanıydı. Hangi sonucun beni daha mutlu edeceğini bilmiyordum. Varis olmam mı daha iyiydi yoksa olmamam mı? Seçim şansım yoktu. Kaderimde yazılı olan ne ise o olacaktı. Kendimi boş yere sıkmayı bırakmalıydım.
"Nasıl yapacağız?" diye sorduğumda bir kaç saniye bana bakarak düşündü.
"Bazı malzemelere ihtiyacımız var. Yere beyaz bir örtü sereceğiz. 7 tane sarı ve beyaz renklerindeki mumları daire şeklinde dizeceğiz. Bir kase suyun içerisine güneş taşı koyarak bu çemberin ortasına koyacağız. Yanında ise gümüş yaprak tütsüsü yanacak. Alyssa çemberin içine gireceksin. Mumları teker teker yakarken 'ışığın aydınlığıyla içindeki gücü açığa çıkarıyorum' diyeceksin. Sonra meditasyon yapacaksın."
"Peki, dövmem neden ortaya çıkmamış? Bu konu hakkında hiçbir şey söylemedi mi?"
"Sordum. Kendi ruhun yabancı bir ruh parçasını kabul etmiyor, savaşıyor olabilirmiş. Büyüyle engellenmiş olmasıda bir ihtimal. Ama daha senin bile haberin yokken bir varis olduğunu kim öğrenmiş olabilir ki?"
Söylediği soruya verecek bir cevabım yoktu ne yazık ki. Henüz dövmem oluşmamışken bunu birinin bilme ihtimali yoktu. Zira dövme oluşana kadar varislerde herhangi bir farklılık, ayırt edilebilecek bir özellik olmazdı.
Söylediği şeyleri aklımda değerlendirdim. En olası ihtimal ruhumun reddetmesiydi. Buna inanmıştım. Diğer seçenek zihnimdeki sorulara cevap olmayacak, aksine yenilerini ekleyecekti. Yeni sorular ise ihtiyacım olan son şey bile değildi. Hayatım şu an bile yeterince zordu. Gerçekler er ya da geç ortaya çıkacaktı.
Ritüel ise oldukça kolay görünüyordu ancak en son yaptığım o kolay ritüelin bir felaketle sonuçlandığını unutmamak gerekiyordu. Heyecan ve gerginlik bir sis gibi bütün vücudumu kaplamıştı.
Bir anda ortada beliren malzemelere şok içinde bakakaldım. Aaron'da benden farksız değildi. İkimizin bakışları aynı anda Olrian'a döndüğünde bizi gram umursamamıştı. Resmen bana trip atıyordu. Asırlardır yaşayan bilge bir ejderha ile mi yoksa beş yaşlarında küçük bir çocukla mı uğraşıyordum? Kararsızdım. En son bakışlarımızdan rahatsız olacak ki cevap verme zahmetine girmişti.
"Bana bakmayı kesin, insanlar. Ben bir zihin kontrolcüsüyüm ve beni önemseyen dostlara sahibim."
Hafif bir ima sezmiş olsamda görmezden gelmeye karar verdim. Bunu daha müsait bir zamanda uzun uzun tartışabilirdik. Aaron'un yanında bir ritüel yapmayacağımız bir zamanda mesela. Tekrar yönümü malzemelere çevirdim. Her şey olması gerektiği gibi dizilmişti. Geriye kalan tek şey benim ritüeli başlatmamdı. Terleyen avuçlarımı üzerime sildikten sonra derin bir nefes alarak çembere ilerledim. Bir kaç saniye dışında kendimi sakinleştirmek için çabaladıktan sonra son kez arkamı dönüp beni izleyen Aaron ve Olrian'a baktım. Daha fazla uzatmadan çemberin içerisine girdim.
Dizlerimiz üzerine çöktükten sonra yerde duran uzun kibrite uzandım. İlk önce tütsüyü yaktıktan sonra mumlara döndüm.
"Işığın aydınlığıyla, içimdeki gücü dışarı çıkarıyorum." Her mumu yakarken bu cümleyi tekrarladım. Sonunda bütün mumlar yandığında yere oturup meditasyon pozisyonu aldım. Zihnimi düşüncelerden arındırmak ve rahatlamak tahmin ettiğimden çok daha uzun sürmüştü.
Sonunda tamamen odaklanmayı başarabildiğimde tekrar zihnimin karanlığına hapsolmuştum. Etrafımda dönüp bir ışık arasamda ne yazık ki yoktu. Yürümeye başladığımda hangi yöne gittiğimi bile göremiyordum. Etraf zifiri karanlıktı. Ne kadar süre yürümeye devam ettiğimi kestiremesem de sonunda uzaklarda bir yerde ufak bir kıvılcım görüyordum. Koşar adımlarla o kıvılcıma doğru ilerledim. Sonunda önünde durduğumda karşımdaki manzaraya bakakaldım.
Simsiyah yapışkan bir balçıkla kaplanmış bir küre vardı karşımda. O siyah balçığın içerisinden cılız bir ışık sızıyordu. Elimi küreye doğru yaklaştırıp dokundum. Balçığın elime bulaşmasını umursamayarak kucağıma aldım ve kürenin etrafındaki balçığı temizlemeye çalıştım. Bu yapışkan şeyi temizlemek oldukça zor olsada sonunda başarmıştım.
Tam inceleyeceğim sırada kürenin patlamasıyla geriye doğru savruldum. İçinden insanı kör edecek düzeyde bir ışık saçıyordu. Az önce zifiri karanlığın hakim olduğu zihnimi tamamen aydınlatmıştı. Yerden kalkamayı denerken gelen ikinci patlamayla tekrar savruldum. Sanki damarlarımda kan yerine lav akıyordu. Tam kalbimin üstüne müthiş bir sıcaklık vardı. Sırtım ise tekrar karıncalanmaya başlamıştı. Hissettiğim korkuyla gözlerimi açtığımda bir kaç saniye hiçbir şey göremedim. Az önce küreden çıkan ışık şimdi göğsümden çıkıyordu.
Şok içinde çıkan ışığa bakakaldığımda arkamdan gelen sesler ile kendime geldim. O kadar güzel bir andı ki bana vücudumda hissettiğim acıları bile unutturmuştu. Ta ki Aaron arkamdan bağırana dek.
"Alyssa bizi kör etmek istemiyorsan odaklan ve şu ışığını geri çek, hemen!"
Bir kaç saniye denesemde bir sonuç alamayınca iyice paniklemiştim. Nasıl yapacağımı bilmiyordum ki! Panik bütün vücudumu ele geçirirken zihnimde Olrian'ın sesini duydum.
"Alyssa, sakinleş. Işık senin bir parçan. O sana ait. Geri çekilmesini emret, sana itaat edecektir. Ama duygularını bastırman gerekiyor. Şu an ışığı duygularınla besliyorsun."
Dediklerini yaparak sakinleşmeye çalıştım. Geçen bir kaç dakikanın ardından ışık yavaşça azalarak kaybolmuştu. Tam rahatlayacağım esnada sırtıma giren acıyla bir çığlık attım. İşte yine başlıyorduk! Bu acıyı son kez çekiyor olsam çok iyi olurdu çünkü dayanma gücüm gittikçe azalıyordu. Bu acı beni içten içe sömürüyordu. Aaron ve Olrian hızla yanıma geldiler. Aaron beni kucağına alarak kaldırdı. İleride beliren yatağı gördüğümüzde hızla ilerleyerek beni üstüne yatırdı. Yumuşak yatağa değen sırtım o şekilde yatmama izin vermemiş inleyerek yüz üstü yatacak şekilde dönmüştüm.
Aaron üzerimde duran gömleği sıyırarak sırtımı açığa çıkartmıştı. Bir süre inceledikten sonra konuştu.
"Dövme oluşuyor. Bir kaç saat daha sürecek bu acı ama sonra bitecek. Alyssa sen Işık varisisin."
Sözleriyle beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Hayır, varis olmak bir sonra ki sorunumdu. "Ne demek bir kaç saat sürecek?" çığlık atarcasına sorduğum soruyla Aaron yüzünü buruşturdu.
"Hemen oluşmasını beklemiyordum, herhalde. Bir kaç saat dayanman gerekiyor. Biz bunu henüz beş yaşındayken yaşadık. Öldürmüyor, merak etme."
"Ukala pislik. Şu an seninle kavga edebilecek durumda değilim. Bittiğinde hatırlat."
Ufak kahkahasını duyduğumda umursayamayacak kadar acı içindeydim. "Kesinlikle hatırlatacağım."
Olrian'ın sesi zihnimde yankılandı. "Biraz daha dayan varis. Dostum senin için bir iksir hazırlıyor. Acını hafifletecek ama hazır olana kadar sabretmelisin. Ben senin yanındayım."
Kurduğu cümlelerle içimin ısındığını hissettim. 'Ben senin yanındayım.' Bu cümleyi duymaya o kadar çok ihtiyacım vardı ki. Her zaman, her şartta yanımda olacağını bildiğim birine ihtiyacım vardı. Beni seven birine ihtiyacım vardı. Beni teselli edecek birine ihtiyacım vardı. En önemlisi bu içime işleyen yalnızlığı benden söküp atabilecek birine ihtiyacım vardı.
Size nankörlük gibi gelebilirdi. Sonuçta bir şatonun içinde güvende yaşamıştım. Üstelik dayım vardı. Evet, ona minnettardım, onu seviyordum ama aramızdaki şeyler her zaman eksikti. Bu dayımın karakteriyle alakalıydı. O soğuktu, sert mizaçlıydı. Bana bakıyordu, sıcak bir yuva, karnımı doyuracak güzel yemekler hatta pahalı kıyafetler sunuyordu bana. Benim ise tek ihtiyacım olan sevgi ve ilgiydi. Benim ona gösterdiğim sevgiye karşı çıkmıyordu, beni itmiyordu ama karşılıkta vermiyordu.
Oysa ben dört yaşıma kadar sevgi dolu bir ailede büyümüştüm. Bir gece içinde ise sahip olduğum her şey yok olmuştu. Artık her sabah özenle saçlarımı tarayan, benimle oyunlar oynayan, her fırsatta sarılıp öpen bir annem yoktu. İşten geldiğinde beni kollarının arasına alıp ne kadar özlediğini anlatan, her gece uyumadan önce bana masallar anlatan kahramanım yoktu. Benim artık bir evim yoktu. Sorun sokakta kalmak değildi. Sokakta bile yaşanırdı. Ancak kimsesiz yaşanmıyordu.
Benim evim yoktu çünkü annem ve babam ölmüştü. Onları benden koparan, evimden geriye gri küller bırakan o yangın onaltı yıldır benim içimde yanıyordu. Beni ne öldürmüştü ne de yaşatmıştı. O yangın beni asla dinmeyecek bir acının kollarına bırakmıştı. Annemin masum gülümsemesinin yerini yerini alaycı gülüşler, beni koruyan kahramanımın yerini ise yaralayıcı kelimeler almıştı. Onların sıcak ve sevgi dolu kolları gitmiş yerine yalnızlığın soğuk ve karanlık kolları gelmişti. Benim evim artık ne o külleri kalan harabe ne de dayımın karanlık şatosuydu. Benim evim artık yanyana duran iki mezar taşının tam ortasıydı.
Kimsesiz olmak, büyük bir çiçek bahçesinde kimsenin koklamak istemediği, gözünü bile değdirmediği, üstüne basıp geçmekten ise hiç çekinmediği o solmuş, kurumuş lavinia çiçeği olmaktan farksızdı. İnsanlar, kimsesiz bir çocuğun yüzündeki tebessüm olmak yerine, gözünden akan yaşların sebebi olmayı seçiyorlardı. Kimsesizlik benim bir kusurummuşçasına yüzüme çarpıldığında anlamıştım. Çocukların benim en büyük acılarımı kahkaha atarak birbirlerine anlattığında anlamıştım. Düştüğünde kaldıran kimse olmazdı ama herkes çelme takmaya hazırdı. Kusurunu kapatan kimse olmazdı ama aşağılamak için herkes hazırda beklerdi. Bu düzen böyle işliyordu. Güçsüzsen, önemsizsin.
Ama ben artık güçsüz değildim. Artık herkesin alay ettiği, kirli kan diye yaftaladığı o küçük çocuk değildim. Beni aşağılık bir insan olarak gören herkesin yaşamak için bana ihtiyacı vardı. Bana kirli kan diye seslenenlerin damarlarındaki o asil kanı koruyabilmek için bana ihtiyaçları vardı. Nefes alabilmek için bana ihtiyaçları vardı.
Olrian’ın konuşmasıyla aklımdan geçen her şeyi duyduğunu fark ettim.
“Zorunda değilsin, Alyssa. Sana acı çektiren o aciz varlıkları kurtarmak zorunda değilsin. Burada benimle kalabilirsin. Sana söz veriyorum, seni incitmek için gelen, bunu aklından geçirmeye cüret eden herkesin kalbini sökeceğim. Sen artık benim ruhumun bir parçasının.”
Sözleriyle gülümsedim. “Eğer senin arkana saklanıp herkesi ölüme terk edersem, benim onlardan ne farkım kalır, Olrian? Ya ben burada kalmayı tercih ettiğim için başka çocuklarda kimsesiz kalırsa?”
Zihnimin içine homurtusu yankılandı. “Onların değersiz hayatları umrumda değil. Benim umursadığım tek şey, sensin. Eğer seni üzmeye devam ederlerse, Zartos’tan önce benim gazabımla karşılaşırlar.”
“Teşekkür ederim, Olrian. Benim için bunları yapmana gerek yok. Varlığın yeterli.”
Konuşmamız Aaron’un sesiyle kesilmişti. “İlaç geldi. Sırtına süreyim, sen yapamazsın.”
Eski acılarıma o kadar dalmıştım ki sırtımdaki acı bile o anıların ağırlığı karşısında önemini yitirmişti. İnsana cehennemi yaşatan bedeninde açılan herhangi bir yara değildi. Beden iyileşirdi. Lakin yaralı bir ruhu iyileştirmek o kadar kolay değildi.
Aaron yatağa, yanıma oturdu. Zaten sıyırmış olduğu gömleğimi iyice yukarı kaldırdı. Bir kaç saniye sonra parmaklarını ve merhemin soğukluğunu sırtımda hissettim. Yavaş ve hafif dokunuşlarla ilacı sırtıma sürüyordu. İçeriğini bilmiyordum ancak ya bedenim uyuşuyordu ya da ilaç daha şimdiden işe yaramaya başlamıştı. Aaron işini bitirdiğinde ilacı yere bıraktı.
Bir süre kimse sesini çıkarmadı. Ben zihnimin tozlu raflarından çıkan anıların ağırlığından dolayı konuşamıyordum. Olrian’ın da aynı şeyleri düşündüğünden emindim. Benim yaşadıklarım onu üzmüş ve öfkelendirmişti. Onun duygularını kalbimde hissediyordum. Bu bize bağımızın bir getirisiydi. Aaron ise muhtemelen Oliran ile konuştuğumu düşündüğü için sessiz kalıyordu. Ancak canı sıkılmış olacak ki daha fazla dayanamayıp konuştu.
“Sana diğer varisleri tanıtmamı ister misin?”
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Ayy Aly’nin varis olduğu ortaya çıktı bakalım bizi ilerleyen günlerde neler bekliyor?
Lütfen düşüncelerinizi benimle paylaşın.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, öpüldünüz🩷 |
0% |