Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@zeyneepaslann

Gözlerimi açtığımda hala Aslan'ın göğsünde yatıyordum. Hafifçe doğrulup Aslan'a baktım. O da uyanmış beni izliyordu. Gülümseyerek saçımdan öptü.


"Günaydın, güzelim."


"Günaydın." 


"Hadi, hazırlan. Seni işe ben bırakırım, araban gelene kadar. Bir daha dünkü gibi bir olay yaşamanı istemiyorum." Onaylayarak kalktım, yataktan.


Eve geçtiğimde hazırlanırken düşünmeye devam ediyordum. Evet, onun olanlarda bir suçu yoktu. Ama çok kırılmıştım. Günlerin kırgınlığını bir gecede söküp atamıyordum içimden. Affetmek istiyordum. Onu seviyordum. Ama zamana ihtiyacım vardı.


Üstüme bej rengi kalın bir elbise giydim. Belime kahverengi bir kemer taktım. Saçlarımı sıkı bir şekilde atkuyruğu yaptıktan sonra makyaj yapmaya geçtim. Dün ağlamaktan iyice morarmış göz altlarımı kapattım. Eyeliner çekip, bolca rimel, allık ve aydınlatıcı sürdüm. Dudaklarımı çerçeveledikten sonra kahverengi tonlarında bir rujla tamamladım. Altın rengi takılarımıda taktıktan sonra hazırdım. Çantamı ve kabanımı alarak çıktım.


Aslan kapıda beni bekliyordu. Arabaya bindiğimizde bana döndü. "Elzem, beni hala affetmedin değil mi?" diye sordu.


"Aslan seni anlayabiliyorum. Ama benim biraz zamana ihtiyacım var. Kafamı toparlamalıyım. Anlattıklarını hala tam olarak yerine oturtamadım."


Başını sallayarak onayladı. "Sedef'i dün tutukladık. Artık hayatımızda olmayacak. Seni anlayabiliyorum, ne kadar kırıldığını biliyorum. Beni hemen affetmeni zaten beklemiyordum. Sadece bil istedim. Sana isteyerek acı vermediğimi, seni her kırdığımda ilk önce kendimi paramparça ettiğimi bil."


Diyecek bir şey bulamadım. O da çok acı çekmişti. Gözlerine baktığımda anlayabiliyordum. Kırdığı kadar kırılmıştı. Üzdüğü kadar üzülmüştü. Üstüne birde hiç sevmediği bir kadınla vakit geçirmek zorunda kalmıştı. Empati yapabiliyordum. Ama kendi hissettiklerimi bir kenara bırakamıyordum. Onu affetmeyi çok istiyordum ama şu an elimde değildi.


Şirketin önüne geldiğimizde teşekkür ederek arabadan indim. Hızla şirketten içeri girip, odama çıktım. Bilgisayarımı açarak işime odaklanmaya çalıştım. Ama çalan telefonumla bu mümkün olmadı. Efsun abla arıyordu. Çok iyi olmuştu. Çünkü birinden akıl almaya ihtiyacım vardı.


Telefonu açtığımda konuştu. "Canım, nasılsın?"


"İyiyim ablacım, sen nasılsın?"


"İyiyim bende güzelim. Ne diyeceğim sana, acaba bir süre evden mi çalışsan?"


Söyledikleriyle duraksadım. Neden evden çalışmamı istediğini anlayamadım.


"Evden mi? Neden ki?" diye sordum, şaşkın çıkan sesimle.


"Elzem, dün Melih geldi şirkete. Sürekli arıyordu, yazıyordu ama ben sana söylemiyordum. Zaten yeterince yıprattı seni, birde bunu kafaya takmanı istemedim. Ama karşımda gördüğümde işler değişti. Kızım bu çocuk, deli bakıyor. Senin yerini öğrendiğinden şüpheleniyorum."


Söyledikleriyle derin bir nefes aldım. Irmak'ta, Efsun ablada aynı şeyi söylüyordu. Delirmiş gibi. Benim için korktuklarını anlayabiliyordum ama nereye kadar kaçacaktım?


"Efsun abla nereye kadar saklanabilirim ki? Bir şekilde bulacak, hayatımın sonuna kadar ondan kaçamam ya."


"Elzem en azından bir süre güzelim. Sen karşındakini hala eskiden tanıdığın adam sanıyorsun ama değil. Irmak'la da konuştuk biz, o da benim gibi düşünüyor. Zaman geçtikçe unutur belki ama şu an senin için çok tehlikeli. Benim hatırım için?"


İç çektim. "Abla seni nasıl üzebilirim? Tamam, istediğini yapacağım. Bugün işlerimi halledeyim, yarın evden çalışmaya başlarım. Size bu korkuyu yaşattığım için çok üzgünüm."


"Üzülecek bir şey yok güzelim. Senin suçun değil. Bilemezdin, onun böyle biri olduğunu, daha fazla suçlama kendini. Hem anlat bakalım orada neler oluyor?"


Bunu sormasıyla döküldüm resmen. Dün olanları, geçirdiğim sinir krizini ve Aslan'ın görevi yüzünden olanları detaylıca anlattım. Efsun abla her zaman benim akıl hocam olmuştu. Onun fikirlerine çok önem verirdim.


"İşte böyle abla. Kafam o kadar karışık ki, ne yapacağımı bilemiyorum."


Efsun abla her zamanki gibi beni hiç kesmeden dinledi. Anlattığım her şey bittiğinde bir kaç saniye susup konuşmaya başladı.


"Abimi tanıyorsun. Bir gün yengemi kaçırdılar. Abim kahroldu, günlerce uyumadan aradı yengemi. Buldu en sonunda ama tuzak kurmuşlar. Yanyana iki ev. Ya yengemi kurtaracak ya da yandaki 10 çocuğu. Yengemi seçerse çocuklar, yanarak ölecek. Hepsi 2-7 yaş aralığında camdan abimi izliyorlar, bağırıyorlar onları kurtarsın diye. Üstlerinden emir geliyor, öncelik çocuklar. Abim dinlemiyor yengeme doğru birkaç adım atıyor, yengem başını olumsuzca sallıyor. Abimin onu kurtarmasını istemiyor. Her neyse çocukları kurtarıyorlar ama yengem kalbinden vuruluyor. Hastaneye zor yetiştiriyorlar. Kurtuluyor zorda olsa. Sordum neden diye, sonrasında o çocukların acısıyla ne ben yaşayabilirdim, ne abin dedi."


Konuşmasına ufak bir ara verdi. Benim ise gözyaşlarım bu kez onlar için akmaya başlamıştı.


"Yani kızım, senin sevdiğini söylediğin adam asker. Her şeyden önce düşünmek zorunda olduğu vatanı var. Bir görev verildiyse eğer 'istemiyorum' demek gibi bir lüksü yok. Şimdi otur düşün. Eğer dersen ki 'ben kabullenemem' başlamadan bitmesi en hayırlısı olur ikiniz içinde. Ama dersen ki 'ben onu mesleğiyle kabulleniyorum, öyle seviyorum' o zaman affet ikinizde daha fazla üzülmeyin. Zaman çabuk geçiyor Elzem. Her saniyenin kıymetini bil."


Söyleyecek bir şey bulamadım. Düşünmem gerekiyordu. Efsun abla bunu anlayıp vedalaşarak telefonu kapattı.


Aslan'ın mesleğini en başından beri biliyordum. O zaman hiç önemli gelmemişti gözüme. Göreve gittiğinde onu beklerken anlamaya başlamıştım, asker beklemenin ne anlama geldiğini. Şimdi ise bambaşka bir yüzüyle daha karşı karşıyaydım.


Her zaman vatansever bir insan olmuştum. Her şehit haberi geldiğinde içimiz yanardı. Biz de yas tutardık. Babam beni öyle yetiştirmişti. Ama şu an gerçekler daha sert çarpıyordu yüzüme. Benim yolum ölümle hiç kesişmemişti. Sevdiğim adam ise ölümle her gün birlikteydi.


Belki bir gün geleceklerdi kapıya, omuzlarında al bayraklı tabutla.


Belki bir gün çalacaktı telefon, gazi haberi gelecekti.


Belki bir gün çalacaktı telefon, birlikte masaya oturduğumuz insanlar eksilecekti.


Belki doğum günümde yanımda olamayacaktı, belki yıldönümümüzde. Belki ben hamileyken gidecekti göreve, belki doğum yaparken.


Belkiler böyle uzayıp giderdi. Düşündüm ben bunların hepsine göğüs gerebilir miyim? Al bayraklı tabutla kapıma dayandıklarında 'vatan sağ olsun' diyebilirim? Gazi haberini aldığımda hiç gocunmadan, aksine gururla onunla beraber olmaya devam edebilir miyim?


Bir süre düşünmeye devam etsemde cevap hiç değişmedi. Ben Aslan'ı her şekilde istiyordum. Birlikte olacağımız 1 saatimiz bile olsa, onu yanımda istiyordum. Fark edemeden ona öyle bağlanmıştım ki, biz artık kördüğüm olmuştuk.


Onun mesleğiyle gurur duyuyordum. Onunla gurur duyuyordum. Evet belki zor olacaktı. Ama en azından benimle olacaktı. Artık Aslan'dan başkası olamazdı benim için. İster aşk diye adlandırın, isterseniz kara sevda deyin. Ben o varsa vardım, o yoksa yoktum. Kararımı vermiştim. Affedecektim.


Elime telefonumu alarak mesaj attım. "Akşam müsait misin? Görüşelim mi?" yazıp yolladım.


Cevap bir kaç dakika içinde geldi. "Senin için her zaman müsaitim. 18.00'da alırım seni."


Gülümseyerek okudum mesajını. Gün boyu ise bu gülümseme yüzümden hiç silinmedi. Kafamda her şeyi oturtmak ve karar vermek üstümden inanılmaz bir yük kaldırmıştı. Beni en çok yoran şey belirsizlikti. Kötü bile olsa sonucu görmeyi tercih ederdim.


Aslan'ın 'geliyorum' mesajını görünce hazırlanıp aşağıya indim. Onu beklerken ismimin söylenmesiyle arkamı döndüm. Melih karşımdaydı.


Efsun ablanın ve Irmak'ın söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu, onu gördüğümde anladım. Abarttıklarını düşünmüştüm ama hayır, hiç abartmamışlardı. Melih gerçekten çok kötü görünüyordu.


Üstü başı kırışmış ve lekeliydi. Oysa görüntüsüne çok önem verirdi. Çok kilo vermişti. Çökmüş ve yaşlanmış görünüyordu. Göz altları mosmordu, gözlerinin akı ise kıpkırmızı. Ama korkutucu olan bunlar değildi. Gözlerinde ki o bakıştı. Tek kelimeyle özetlemem gerekirse 'deli' gibi baktığını söylerdim.


Elinde ki silahı ise sonradan gördüm. Korkuyla ona baktım. "Melih."


Üstüme doğru yürüdü sarsakça. "Elzem. Aylardır seni arıyorum. Sen ise burada saklanıyormuşsun. Ama bak buldum seni. Kavuşacağımızı söylemiştim sevgilim. Bak geldim sana." diyerek güldü. Sonra gülmesi soldu.


"Sana benden boşanamazsın demiştim. Beni bırakamazsın dedim. Sen ne yaptın? Beni dinlemedin ve benden ayrıldın. Üstelik senin suçundu! Şimdi yaptıklarının bedelini ödeyeceksin. Ama merak etme sevgilim. Ben de hemen arkandan geleceğim. Seni orada tek bırakmayacağım. Korkma sakın." diyerek silahı bana doğrulttu.


Korkuyla bir adım geri gittim. "Melih, yapma. Bak sakin ol, konuşalım olur mu?" diye konuştum.


Başını olumsuzca salladı. "Hayır. Konuşacak bir şey yok. İkimizde öleceğiz. Sonra cennette buluşacağız sevgilim. O zaman hiç ayrılmayacağız birbirimizden."


Tekrar konuşmaya fırsat bulamadan ilk önce kulaklarımı iki el silah sesi doldurdu. Sonra bedenimde ki yoğun acıyı hissettim. Daha önce başıma gelen hiçbir acıya benzemiyordu. Parçalanmış gibi hissettiriyordu. Elim acıyan yerlere gittiğinde bulaşan kanı gördüm. Dizlerimin üstüne çöktüm.


Sonra kulağımı bir el daha silah sesi doldurdu. Gözlerim tam karşıma döndüğünde Melih'i yerde başından kanlar akarken gördüm. Ölmüştü. Gözleri açıktı, bakışları ise boştu. Yana doğru devrildim. Gözlerim bulanık görmeye başladığında ismimin haykırıldığını duydum.


Aslan gelmişti. Ama bana geç kalmıştı. Biri bedenimi çevirdiğinde öksürdüm. Ağzımdan kan geliyordu. Kendimi zorlayarak benimle konuşmaya çalışan Aslan'a döndüm.


Bilincim kapanmaya çok yakındı, hissediyordum. Zaten bu acıya daha fazla direnemiyordum. Son nefesimi Aslan için harcadım. Kendimi zorlayarak konuştum.


"Aslan affettim." öksürmemle kesildi konuşmam. Biraz hafiflediğinde tekrar konuştum. "Seni affettim."


Sonrası ise karanlıktan ibaretti.


Loading...
0%