@zeynep_813
|
MÜBREM☀
Bir akşamüzeri hüzünlü bir müzikle dolduruyorum kulaklarımı ve isyan ediyorum her saniye doğduğum güne. Böyle de kendimi mi kandırmış oluyorum bilmiyorum ama olaylarla böyle başa çıkabiliyorum. Ben Arya Sancakoğlu. Üç buçuk yaşında kaybolmuş ruhumun karanlık tarafıyım... Annemin yokluğunun büyüttüğü bir kız çocuğunun karanlık haliyim. Babam iki yıl önce başka bir kadınla evlendi. Birbirlerini çok seviyorlar ama üvey annemin olma fikri her zaman bana garip geliyordu. Hala da garip hissettiriyor... Kabullenmek istemiyorum bazı şeyleri fakat hayatım beni buna hep mecbur bıraktı. Mecburiyetler olmasa hayat olmazdı belki de, sebepler ve sonuçlar olmasa yaşanmazdı bu dünya. Müziğin sesi artık kulak zarımı patlatacak derecede yüksekti ve odamın içinde deli gibi dans edip duruyordum. Çalan kapımın sesini bile duymamıştım ki kapı çoktan açılmıştı... Hafif bir tebessümle yüzüme bakan babam usulca odaya girdi ve kapıyı kapatıp kollarını göğsünde birleştirdi. Müziği dinlemeyi bırakmamı bekliyordu. Bende müziği kapatıp kulaklıklarımı çıkardım. "Ne oldu baba?" derin bir iç çekti ve yatağımın ucuna oturup gözlerime baktı, benimde oturmam için işaret ettikten sonra gözlerimi devirip yatağın ucuna oturmaya karar verdim. "Sözü fazla uzatmayacağım Arya, biz Tülay'la Antalya'daki bir otele gideceğiz, biliyorsun otelin yeni sahipleri senin yakın arkadaşın ve ailesi. Onlara destek olmalıyız... Sende bu süreçte evde kalıp okuluna hazırlanmalısın" babam şuan tamamen saçmalıyordu. Tülay dediği kadın benim üvey annem ve onunla beraber Antalya'ya gidiyor fakat beni götürmüyorlar! Bu nasıl bir karar böyle... Hemde en yakın arkadaşımda orada olacak. Tabii ki kabul edemezdim. "Bu fikri tabii ki kabul etmiyorum baba, o kadınla gidiyorsun ve beni götürmüyorsunuz öyle mi? Hemde en yakın arkadaşım da orada olacakken... Kusura bakma bende geleceğim." babamın kaşları çatılmıştı, dudaklarını araladı ve gözlerini üzerime dikti. "Bu bir aile ortamı Arya, arkadaşın da yanımızda olmayacaktır. Bu kadar abartma hem kapıdaki güvenlikleri uyardım evden her çıktığında haberim olacak ve peşinde adamlar olacak çünkü biz yokken başına bir iş gelmesini istemiyorum anlaşıldı mı?" adama bak ya olmadı karakola bıraksaydı biz gelene kadar kızımızı nezarethanede barındırabilir misiniz diye... "Yok ya olmadı karakola bıraksaydınız baba, gideceğim yerlere benimle adamlarının da gelmesini istemiyorum o kadar da değil." babam son raddeye gelmiş görünüyordu. Derin bir nefes aldı ve gözlerini iyice belerterek söze girdi. "Senin güvenliğin için, başına bir iş gelmemesi için böyle olması gerekiyor ve bu konuda burada kapanıyor." ayağa kalktı, kapıya doğru yönelip açarken öfkeyle yatağımdan kalkıp ellerimi sıkıca yumruk yaptım ve sakinleşmeye çalışırcasına gözlerimi yumdum. Dudaklarım hafifçe aralanırken o sözleri sıraladım. "Sen benim güvenliğim için değil, bana güvenmediğin için bunu yapıyorsun baba." bu sözlerim karşısında babam omuzlarını dikleştirdi ve burnunu çekti. Kapıyı da hızla çekip gitti. Ondan korkuyordum... Korkuyordum çünkü babamla benim aramda kimsenin bilmediği bir sır var. Bu sırrı anlatmaya çalışmak bile benim için oldukça zor... Babamı sevmiyorum, ona asla güvenmiyorum. Annemin ölümü onu mahvetti, adam kafayı sıyırdı ve sağlıklı düşünemiyor. Bir gün... Bir gün eve sarhoş geldiğinde her yeri yıktı, mutfak dolaplarını açıp bütün bardak, tabak, tencere ne varsa yerlere fırlatıp kırdı. Bense o sırada odamda uyumaya çalışıyordum ama o sesleri duyduktan sonra koşarak mutfağa yöneldim. Babamın elleri ve bilekleri kan içindeydi, o anlar asla gözümün önünden gitmiyordu. Gidemezdi de... On yaşımda falandım ve küçücük bir kız çocuğuydum. Ne günahım olabilirdi ki... Babamın yanına gidip ona sarılmak istedim, onu durdurmak istedim fakat o beni kendinden uzak tutmak için yanında duran bir bıçakla beni korkutmaya çalıştı. Bıçağı gördükten sonra ağlamaya başlayan o küçük kız çocuğu işte o zaman babasını da kaybettiğini anlamıştı. Ağlamalarım durmayınca babam bana bağırmaya başlamıştı, korkudan elimi ağzıma götürüp susmak için çabalamıştım. Tam o anda kapı hızla açılınca içeriye teyzem ve polisler gelmişti. O günden sonra birkaç gün teyzemde kalmış daha sonra babam beni almıştı. Bu süreçte asla psikolojik tedavi görmeyi kabul etmedi ve eve bile sadece uyumaya gelmeye başladı. Evde tek başıma değildim, hizmetlimiz Gülay abla da benimleydi. Ama onun yokluğunu hep hissediyordum, hala hissediyorum. Sonra o kadınla tanıştı işte... Nasıl oldu bilmiyorum ama evleneceğini söyledi. Başlarda asla kabul etmedim ama sonra mecbur kaldım. Çünkü babam eğer o kadınla evlenirse evde kalmaya başlardı ve bende onu daha çok görmüş olurdum. Bugün babamdan ne kadar nefret etsem de... Ona karşı hep bir hayranlığım vardı. Sebebi bilinmez ama o hayranlığım nefretimle eş değerdi. Geçmişimin izleri buydu işte, şimdi ayağa kalkmalı ve onlar gittikten sonra bu evden kaçmanın bir yolunu bulup Antalya'ya gitmem gerekiyordu. Ben buyum Arya Sancakoğlu. Her zaman her yerde ne yapmam gerektiğini bilir ve kendimi ona göre ayarlarım... Çünkü hayat beni her zaman buna mecbur bırakır. Her neyse... Uyumak için yatağıma girdim ve gözlerimi kapatıp hemen sabah olması için uykuya daldım.
Sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanan odam gözlerimin açılmasını sağlamıştı, uyku bedenimi serbest bırakırken ruhum hala uykunun etkisinde gibi sarhoştu. Gözlerimi ovuşturup olduğum yerde doğruldum ve bahçeden bir ses geldi kulaklarıma. Yataktan fırlayıp hızla pencereye yöneldim, babam ve üvey annem arabayla gidiyorlardı bile. Onlar gittikten hemen sonra yatağımı topladım ve üzerimi değiştirdim. Telefonumu alıp direkt Dicle'ye yani yakın arkadaşıma mesaj attım. O ise mesajımı anında görüp beni aradı. Heyecanla telefonu bile açamadım... "Alo Dicle!" o da teleaşlıydı. "Arya! Sakın bana gelemiyorum deme." tahmin etmesi kimse için güç değildi tabii ki gitmiyordum. "Off gelemiyorum Dicle ama geleceğim merak etme." şaşırmıştı sesinden belliydi "Ne nasıl geleceksin kızım?" Yüzüme hafif bir tebessüm yerleşirken duruşumu dikleştirdim ve "Sen orasını bana bırak." diyerek telefonu kapattım. Dicle'nin yüzüne kapatmış gibi olduğumdan whatsapp'a girip mesaj yazdım "Akşama görüşürüz ;)" akşama kadar odamda durup kaçış planları yapıp pencereden güvenlikleri kontrol ettim. Daha sonra Hemen dolabımdan siyah yırtık bir dar paça pantolon ve beyaz bir crop giyerek kıvırcık saçlarımı da at kuyruğu yaptım, beyaz spor ayakkabılarımı giyip siyah sırt çantamı aldığım gibi tekrardan pencereye yöneldim. Artık tamamen hazırdım. Güvenlikler kapıdaydı ve evin girişinde de siyah bir minübüs bekliyordu. Kesinlikle babam beni takip etmeleri için evin önünde beklemelerini istemişti. Bende hemen odadan çıkıp babamın odasına girdim ve oradaki pencereden kaçmaya karar verdim çünkü orası evin arka tarafına bakıyordu. Penceren çıkıp direkt çatıya çıktığım gibi dizlerimin üstüne çöküp ilerledim ve çatıdan aşağı kadar uzanan boruya doğru giderek boruyu tuttuğum gibi aşağı kaydırdım kendimi. Aşağı indikten sonra bahçenin demirlerinden atlamam gerekiyordu fakat çok uzun bir duvardı. Bende çantamdan salıncak yaptığım halatı çıkarıp bir ucunu yanımda ki ağacın dalına bağladım, diğer ucunu da kendi belime dolayarak kendimi ağaca doğru çekip destek alarak duvarın demirlerine kadar ilerlemeye başladım. Tam çıkarken birden ayağımı bastığım dal kırılınca çığlık attım ve güvenlikler harekete geçmeye, beni bulmaya çalıştılar. En son buraya geldiklerini fark edince hemen diğer dala tırmandım ve demirlerin üzerinden geçip belimde ki halatı çözdüm, diğer ucu ağaca bağlı olan halttan destek alarak uzun duvardan aşağı inmeyi başardım. Derin bir nefes aldıktan sonra koşar adımlarla en yakın taksi durağına ilerledim. Bu sırada adamlarda eve girmeye çalışıyordu. Ben durağa giderken aniden bir taksi önümden geçerken el işareti yaparak taksiye bindim. Arkama baktığımda siyah minübüs çoktan peşimdeydi. Taksiciye dönerek telaşla söylenmeye başladım. "Hadi be abiciğim biraz daha hızlı bak yakalatacaksın beni." taksici kaşlarını çatarak dikiz aynasından arkamızdaki minübüse odaklandı "Siz arkadaki arabadan mı kaçıyorsunuz?" gözlerimi devirerek söylenmeye başladım. "Oradan bakınca pamuk prenses gibi mi görünüyorum?!" adam da içinden "Çattık ya..." diye sıralarken saat epey bir geç olmuştu ve hava aydınlanmaya bile başlıyordu. En son taksiciye "Ben burada ineceğim teşekkür ederim abiciğim." dedim ve parayı uzattım o ise şaşırmış bir ifadeyle "Burada mı? Burası otoban gibi bir yer, otobüs falan geçmez bacım emin misin?" off amma da uzatmıştı. "Eminim abiciğim hadi al sen şu parayı görüşürüz kendine dikkat et." diyerek hızla taksiden indim ve yola odaklandım. Araba seslerini duyabiliyordum... Hatta uzaktan siyah bir minübüs geliyordu bile. İçimden bir küfür savururken etraftaki ağaçlardan birine tırmanmaya başladım. Ağacın büyük yapraklarının olması işime gelmişti... Aralarına girerek kendimi kamufle edebilmeyi başarmıştım yani en azından öyle düşünüyordum. Ben ağaçtayken siyah minübüs hızla geçip gitmişti ve içimden "yes!" diyerek ağacın tepesinde derin bir oh çektim. En son birkaç dakika sonra bir araba sesi daha geliyordu kulaklarıma. Koyu lacivert lüks bir araba tamda yol kenarında durdu ve şoför kapısı açıldı. Olduğum yerde arabaya odaklanmıştım... İçinden güneş gözlüklü, beyaz tişörtüyle yapılı vücutlu, siyah bir kot ve siyah deri ceketli esmer bir çocuk indi. Arabasının kapısını kapatıp buraya, ağaçlıkların olduğu yere doğru ilerledi. Cebinden çıkardığı telefonuyla uğraşırken söylenmeye başladım yine. "Kim lan bu kas yığını." o ise telefonuna bakarken dudaklarını araladı "Oradan görünmediğini mi sanıyorsun?" gözlerim aniden kocaman açılırken nefes alışverişlerim de hızlanmaya başlıyordu. Ağacın arkasından seslendim "Ben burada yokum..." sesim titrek çıkmıştı. O da kafasını kaldırıp güneş gözlüğünü çıkardı ve iğrenircesine bakmaya başladı bana. "Nesin sen çocuk falan mı?" dediğinde kafamı uzatıp gözlerine baktım. Çok değişik bir çocuktu, Yakışıklı ve farkındaydı. "Evet lan çocuğum ayrıca nereden gördün beni?" sırıtarak cevapladı "Çocuklara zaafım var diyelim. Görünce dayanamıyorum." gözlerimi devirerek umursamazca sırıtıttım "Hıh, nesin sen espri makinesi mi?" bana iğrenircesine bakmaya devam ederken susmayı tercih etmişti. Telefonuyla uğraşmayı bıraktıktan sonra cebine koyduğu gibi arabasına yöneledi ve gitmeye hazırlanıyordu. Hemen seslendim "Hey! Dur beni burada mı bırakacaksın." önce etrafa daha sonra da bana baktı ve tepkisiz bir ifadeyle "Evet yani ne yapabilirim." ona muhtaçmışım gibi görünmemek adına mimiksiz bir ifadeye büründüm "Arabam yok bir otele gideceğim yardım edersen..." sözümü kesti "Buraya kadar nasıl geldiysen öyle git." oflayarak kollarımı göğsümde birleştirdim. "Lütfen bak yalvartma hadi çok önemli diyorum." gözlerini devirdi ve arabanın kapısını hızla kapatarak ağacın dibine geldi. Ellerini beline koydu ve "İn hadi." diye söylendi. Ağzım bir metre açık kaldı yani. "Yardım etmeyecek misin öküz!" kaşlarını şaşırmış bir ifadeyle kaldırırken "Ya sen ne kadar kabasın nasıl çıktıysan öyle in beni bekletme işim gücüm var." gözlerimi kısarak onu baştan aşağı süzdükten sonra "Tamam be!" diye bağırdım ve ağacın dallarından tutunarak sırayla inmeye başladım. Ben inmeye çalışırken bekleyen kas yığının da telefonu çaldı. O telefonla konuşurken ayağım birden bir dala takıldı ve dengemi kaybedip aşağı düşmeme sebep oluyordu ki o çocuk bunu fark edince tek eliyle belimden kavrayarak beni kendine doğru çekti. Bu sırada hala telefonla konuşmaya devam ediyordu ve usulca beni yere indirdi. Telefonu kapattıktan sonra gözlerime uzun uzun baktı. Bende ona bakarken hızla kendimi geri çektim ve nefes nefese üzerimi çırpmaya başladım. "İyi misin?" diye sordu bende başımı kaldırıp ona odaklandım. "İyiyim, düşüyordum yardım etseydin düşmezdim." başını hafifçe büktü "Düşmeseydin yardıma ihtiyacın olmazdı. Hadi bin arabaya." bu nasıl bir özgüven patlamasıydı böyle! Bu çocuk kendini ne sanıyordu şimdi. Başka yapacak bir çarem olmadığından ona iyi davranmak zorundaydım. O yüzden ağzımı bile açmadım ve arabaya bindim.
|
0% |