@zeynep_ezel
|
'’Eren sen sağ tarafı hallet, Yiğit sen de sol taraftasın. Ben ve kalan ekip geri kalanı alacağız. Hazır olun, üç deyince başlıyoruz.’’ Kulaklığımdan gelen komutanımın sesiyle bulunduğum büyük kayanın arkasından çıkmak için hazırlandım. Yeniden kulaklığımdan gelen ‘’Üç!’’ sesiyle hızlıca taş eve doğru inmeye başladım. Sağ tarafa ulaştığımda dışarıda iki kişi olduğunu gördüm. Hemen onları indirip eve girdim. Karşıma çıkanı vurup büyük evi dolaştım. En son odaya girdiğimde aradığımız adamı buldum. Adam beni görür görmez silahına yapıştı ama ondan önce davranıp silahı tutan eline bir tekme attım. Silah yere düşerken bende piyade tüfeğimi boynumda asılı bıraktım ve adamın ellerini kelepçeledim. Sonra kulaklığa konuştum. ‘’Komutanım sağ taraf temiz, aradığımız adamı buldum.’’ Kısa bir süre sonra Hakan komutanın sesini duydum. ‘’Tamamdır Eren, diğer taraflarda temiz. Adamı arka kapıdan çıkar. Herkes evin arkasına doğru gelsin.’’ Belimden tabancamı çıkarıp adamın kafasına dayadım ve yürütüp arka kapıdan dışarı çıkardım. Biraz sonra tüm tim buradaydı. Hüseyin karargâha operasyonun başarıyla tamamlandığı hakkında bilgi verdi. Birkaç dakikaya kadar bir helikopter gelecekti bizi almaya. Timimiz beş kişiden oluşuyordu. Tim komutanı Yüzbaşı Hakan Duymaz. Komutan yardımcısı bendim, yani Kıdemli Üsteğmen Eren Keskin. Benden sonrası ise şu şekildeydi. Teğmen Yiğit Çevik, Astsubay Kıdemli Başçavuş Hüseyin Öztürk, Astsubay Üstçavuş Zehra Balcı. Bizim için operasyon dışında adımızın önüne gelen rütbelerin önemi yoktu. Hepimiz birbirimizin kardeşiydik. Helikopter gelince hep beraber bindik ve karargaha kısa süre içinde vardık. Adamı üstlere teslim ettik ve herkes odalarına dağıldı. Bende hemen odama gidip kirli üniformamı çıkardım ve duşa girdim. Kısa bir duş alıp çıktım. Üstüme beyaz bir tişört, ince yeşil bir gömlek; altıma da lacivert bit kot pantolon giydim. Gömleğimin önünü açık bırakıp kollarımı da dirseklerime kadar katladım. Bahçeye çıkıp Hüseyin ve Zehra’yı beklemeye başladım. Üçümüz beraber yemeğe gidecektik. Hakan ve Yiğit evli oldukları için operasyonlardan sonra ailelerinin yanına gidiyorlardı. Biz üçümüz de saat çok geç değilse yemeğe gidiyorduk. Hava iki üç saate kararırdı. Biraz sonra Zehra ve Hüseyin de geldiler ve hep beraber Hüseyin’in arabasıyla yola çıktık. Arabaları sırayla kullanıyorduk ve sıra Hüseyin’deydi. Hüseyin’in yanına ben, arkaya da Zehra oturmuştu. Her zaman geldiğimiz yere gelip arabayı park ettik ve her zamanki masamıza oturduk. Yemek siparişleri gelince yemeye başladık. Hepimiz çok yorgun ve aç olduğumuzdan hiç konuşmamıştık. Hızla yediğimiz yemekler kısa bir süre sonra bitmişti. Biz de üç çay istedik. Çaylar gelince muhabbet etmeye başladık. Elbette ki konumuz kitaplardı. Önce Zehra konuştu. ‘’Geçen gün aldığımız kitabı bitirdim. Gerçekten de güzeldi. Bu hafta kim okuyor?’’ Hüseyin atladı söze. ‘’Bu hafta senin kitap bende. Benim aldığım kitabı da Eren sen oku. O da güzeldi.’’ Kafamı aşağı yukarı salladım. Zehra’ya dönüp. ‘’O zaman bendeki de sende. Hafta sonu yine dışarı çıkıp birkaç kitap daha alalım.’’ İkisi de beni onayladı. Biz şöyle bir düzen oturtmuştuk. Mesela bir hafta sonu dışarı çıkıp üç kitap alıyorduk. O hafta boyunca bir kitabı Zehra, bir kitabı Hüseyin, bir kitabı da ben okuyordum. Bir sonraki hafta kitapları değiştiriyorduk. Ve ondan sonraki hafta da yine değiştiriyorduk. Bu sayede üçümüzde bir kitap parasına üç kitap okumuş oluyorduk. Kitap fiyatlarının artışından sonra gerçekten de karlı oluyordu. Üçümüz de çaylarımızı bitirince ücreti ödeyip kalktık. Dışarı çıkıp Hüseyin’in arabaya doğru ilerledik. Tam sağ ön kapıyı açacakken göğsümde derin bir sancı hissettim. Dudaklarımdan bir inleme firar etti. Sağ elimi yavaşça kaldırıp kalbimin üzerine koydum ve elimde bir sıcaklık hissettim. O saniye için zaman durmuş gibiydi. Sanki tüm sesler susmuştu. Elimi kalbimden çekip gözlerimiz hizasına kaldırdığımda kırmızı bir sıvının yere damladığını gördüm. Vurulmuştum. Kalbimden. Tam o saniye yer ayaklarımın altından kaydı. Dizlerimin üstüne düştüğümü hissettim. Gözlerimin önü kararıyordu. Bu karanlıkta seçebildiğim son şey Hüseyin’in beni sarsması ve bir şeyler söylemesiydi. Sonra nasıl olduğunu anlamadan gökyüzüyle buluştu gözlerim. Ve en son karanlıkla.
* * *
Hüseyin, Eren’in bir anda düşmesiyle neye uğradığını şaşırmıştı. Hemen Eren’in yanına koşup boynunu tuttu ve yere düşmesini engellemeye çalıştı. O sırada bir şey dikkatini çekti. Eren’in üzerindeki beyaz tişört kıpkırmızı olmuştu. Hemen bağırdı. ‘’Zehra, Eren vurulmuş! Arabayı hazırla hemen!’’ Zehra hızlıca arabanın sürücü koltuğuna geçerken Hüseyin Eren’i kucağına alıp arka koltuğa oturttu. Diğer taraftan da kendisi bindiğinde araba hareket etmişti. Hemen kendi üzerindeki gömleği çıkarıp Eren’in yarasının üstüne bastırmaya başladı. Zehra bir yandan araba sürüp bir yandan da Hakan’ı aramaya çalışıyordu. Aramayı başardığında telefon üçüncü çalışta açıldı. Direksiyon hakimiyetine dikkat ederek telefona doğru bağırdı. ‘’Hakan abi Eren vuruldu. Merkez hastanesine gidiyoruz. Abi durumu hiç iyi değil. Kalbinden…’’ Bağırırken bir anda ağlamaya başladı. Gözlerindeki yaşlardan önündeki yol bulanıklaşınca gözyaşlarını sertçe sildi. Ağlamaması, güçlü olması gerekiyordu. Abi saydığı adamın yaşaması için güçlü olmaya çalışıyordu. Ağlamayı bırakıp telefona yeniden konuşmaya başladı. Bu sefer sesi sertti. ‘’Hakan abi merkez hastanesine gidiyoruz, sizde çabuk gelin.’’ Sağa döndüğünde önündeki trafiği görünce büyük bir küfür savurdu. Hemen dörtülerini yaktı ve camı açtı. Kafasını dışarı çıkarıp bağırmaya başladı. ‘’Arabada yaralı var yolu açın. Çok kan kaybediyor.’’ Trafik hiç beklenmeyecek bir hızlılıkla açılmıştı. Zehra yeniden gaza basıp ilerlemeye devam etti. Birkaç dakika sonra hastanenin önüne gelmişlerdi. Hemen arabadan inip arka kapıyı açarken bağırdı. ‘’Ağır yaralı var, acil sedye!’’ Sedye hızlıca gelmişti. Eren’i sedyeye bıraktıktan sonra Zehra ve Hüseyin’de sedyenin peşinde koşmaya başladılar. Ameliyathanenin önüne geldiklerinde mecburen durdular. Eren içeri girerken onlar dışarıda kaldılar. İkisi de olduğu yere çöktü. Aradan ne kadar geçtiğini bilmedikleri bir anda Hakan ve Yiğit aynı anda ameliyathanenin önündelerdi. Hemen peşlerinden ikisinin de eşleri gelmişti. Gelen dörtlü Hüseyin ve Zehra’nın yerde öylece çökmüş, bir noktaya daldıklarını görünce iyice endişelenmişlerdi. Erkekler Hüseyin’in yanına, kadınlar da Zehra’nın yanına geldiler. Önce Hakan’ın eşi Öykü çöktü Zehra’nın yanına. Sonra da Yiğit’in eşi Nil. Öykü bir abla edasıyla Zehra’nın saçlarını okşadı. ‘’Zehra, ne oldu ablam? Nasıl Eren?’’ Tim uzun yıllar önce kurulmuştu. Hepsi birbiriyle önce arkadaş sonra kardeş olmuşlardı. Hakan evlenmişti. Time bir yenge gelmişti. Operasyon sonraları arada onun evine giderlerdi. Yengeleri onlara kendi ailesiymiş gibi yemekler yapardı. Bir eksikleri olsa hemen yardımcı olurlardı. Sonra Yiğit evlenmişti. Time yeni bir yenge daha gelmişti. Nil de Öykü de bu beş kardeşe sanki abla olmuşlardı. Birbirleriyle de çok iyi anlaşmışlardı. Yedi kişilik kocaman bir aile olmuştu onlar. Birinden birinin canı yansa hepsinin canı yanardı. Zehra gözlerini Öykü’nün gözlerine kaldırdı. Çaresiz bir sesle yavaş yavaş konuşmaya başladı. O konuşmaya başlayınca herkes Zehra’ya baktı. ‘’Abla biz yemek yedik sonra tam arabaya binecekken bir baktık ki Eren’in sol yanından kanlar akıyor. Tam kalbinin olduğu yerden.’’ Zar zor anlattıktan sonra yeniden ağlamaya başladı. Bu sefer Öykü ve Nil’de sessiz sessiz ağlıyordu. Hakan’ın Öykü’sünden ve timinden başka kimsesi yoktu. Anne babası o çok küçükken ölmüş, hiçbir akrabası da bakmayı kabul etmemişti. Küçük yaşta sokaklara düşmüştü. Eren ile de o sokaklardan birinde tanışmıştı. O zamandan beri hep beraberlerdi. Eren’in de aile dediği kimse yoktu. O yüzden birbirlerine aile olmuşlardı. İkisi de birbirlerini çok seviyordu. Şimdi Eren’in başına gelenler, en çok Hakan’ın canını acıtıyordu. Duyduklarıyla beraber iyice sinirlenmişti. Bunu kimin yaptığını bulması gerekiyordu. Hızlı adımlarla hastanenin çıkışına ilerlerken arkasından bağıranları umursamadı. Hastaneden çıkıp arabasına doğru ilerledi ama binmedi. Şu anda yapabileceği bir şey yoktu. Aceleyle karar vermemeliydi. Hem kardeşini de yalnız bırakmamalıydı. Ama biraz dışarıda durmak istedi. Hastanenin bahçesindeki banklardan birine oturdu. Cebinden sigarasını çıkarıp dudaklarının arasına aldı. Öbür cebinden çakmağını çıkarıp sigarasını yaktı. Dumanı içine çekti. Sonra burun deliklerinden dışarı bıraktı. Gözleri hastanenin bahçesinde dolaştı. Koşarak acile giren insanlar, ambulanstan inen hastalar, hastane bahçesinde sevdiklerinden iyi bir haber bekleyen çaresiz adamlar. Sigarasını bitirip bu sefer yavaş adımlarla tekrar hastaneye doğru ilerledi. İçeri gidip ameliyathanenin önüne giderken adımları yavaştı. Etrafındaki insanları inceliyordu. İçerideki banklara oturmuş insanları, duvar dibine çökmüş insanları. Kimi kadınlar başlarında bir başörtüsü, ellerinde Kur’an, gözlerinde yaşlarla belki oğlu, belki eşi, belki babası, belki abisi, belki de bir yakını için sure okuyordu. Kimisi elindeki tespihle zikir çekiyordu. Kimisi ellerini yukarı kaldırmış Yaradan’a yalvarıyordu. Sonuçta ne demişti Cahit Zarifoğlu; Gerçek şu ki; otogarlar düğün salonlarından daha samimi sarılmalar görmüştür. Ve hastane duvarları da camii duvarlarından daha fazla inanan… Sonunda Eren’in bulunduğu ameliyathanenin önüne gelince herkesin banklara oturmuş olduğunu gördü. O da Öykü’nün yanında boş olan yere oturdu. Başını arkasındaki duvara yaslayıp gözlerini kapattı.
* * *
Ameliyathanenin kapısının açılmasıyla gözlerini açtı Hakan. İçeriden çıkan doktoru görünce hemen ayağa kalktı. Doktor herkesin önünde durup konuşmaya başladı. ‘’Eren Bey’in durumu iyi. Kurşun riskli yere denk gelmiş. Tam kalbine denk gelseydi, muhtemelen şu anda bu konuşmayı yapıyor olmazdık. Ameliyat çok zorlu geçti, çok kan kaybetti ama şu an iyi. Yarım saate normal odaya alınır. Geçmiş olsun.’’ Doktor koridorda ilerlemeye devam ederken herkes derin bir oh çekmişti. Herkes birbirine sarılıp bu sefer sevinçten gözyaşı dökerken Hakan saate baktı. Saat sabah altı otuz beşti. Biraz sonra Eren sedye ile beraber önlerinden geçti. Herkes sedyeyi takip ederken bir odaya girdi ama diğerleri dışarıda kaldı. Birkaç dakika sonra odadan çıkan hemşire ‘’Hastamızın durumu gayet iyi. Kısa bir süre sonra uyanır. İsterseniz görmek için girebilirsiniz.’’ dedi ve gitti. Herkes bir anda odaya daldı. Oda normalden geniş olduğu için sorun olmamıştı. Odaya girdiklerinde ortada bir yatakta yatan Eren’i gördüler. Gözleri kapalıydı. Sağ elinin üstünde bir sürü serum vardı. Herkes yatağın başına toplanmış Eren’e bakıyordu. Biraz sonra Eren’in gözleri aralandı. Tamamen uyanınca herkes yeniden rahatladı. Herkes odada bir yere oturdu.
* * *
Gözlerimi yavaşça araladığımda etrafımda bir çember vardı, insan çemberi. Gözlerimi iyice açtım ve bunların tim olduğunu gördüm. Gözlerimi açmamla herkes rahatlamıştı. Neler olduğu bir bir beynime düşünce birden başımın ağrıdığını hissettim. Vurulmuştum, kalbimden ama yaşıyordum. Bunun da tek bir açıklaması vardı. Ya beni vuran adam ıskalamıştı ya da yaşamam için bilerek yapmıştı. Düşüncelerimi bir kenara bırakıp odanın içindekilere odaklandım. Önce Öykü yenge konuşmuştu. ‘’Nasılsın yengem, iyi misin? Ağrın sızın var mı?’’ ‘’Yok yenge, iyiyim.’’ Bu sefer Nil yenge konuştu. ‘’Bir şey istiyor musun? Eve gidip yemek yapalım mı?’’ ‘’Sağ ol yenge iyiyim ben, valla.’’ Yiğit’in ‘’Yalan söylüyor, çarpılacak şimdi.’’ diye mırıldandığını duydum. Anladım ki sadece ben duymuşum. Evet, gerçekten de iyi değildim, sol yanım sızlıyordu. Başım ağrıyordu. Sol kolum da ayrı ağrıyordu. Bir de büyük ihtimalle rapor yazacaklardı, uzun süre mesleğimi yapamayacaktım. Bu yüzden iyi olmam gerekiyordu. Herkes konuşurken Hakan’ın bir köşede oturmuş, bana baktığını ve gözlerinin dolduğunu gördüm. Benim bakmamla herkes o tarafa bakmıştı ama Hakan’ın umurunda değil gibiydi. Herkes tek tek odayı boşaltınca yanımdaki koltuğu gösterdim gözlerime. Yavaşça gelip oturdu. Dirseklerini dizlerinin üstüne koyup başını ellerinin arasına gömdü. Birkaç dakika öylece oturdu. Sonra başını kaldırıp yeniden gözlerime baktı. ‘’Çok korktum lan. Sana bir şey olacak diye ödüm koptu.’’ Yeniden gözleri dolmuştu. ‘’Zehra vuruldu deyince, kalbinden deyince kaldım öylece. Ben hep kaybettim. Seni de kaybettim sandım. Tüm çocukluğumu da kaybettim sandım.’’ Hemen cevap verdim. ‘’Kaybetmedin ama Hakan. Bak buradayım, turp gibiyim. Daha yaşayacak günlerimiz var bizim evelallah.’’ Biraz daha toparlanmıştı. Ben dalgaya vurdukça o da vurdu. ‘’Gidemezsin zaten lan hiçbir yere. Daha senin düğünü yapacağız. Bul artık birini de evlen, sonra kalacaksın evde.’’ İkimiz de güldük. Biraz sohbetten sonra diğerleri de yeniden içeri gelmişti. O gün akşama kadar sohbet etmiştik. Akşam herkes evlerine dağılmıştı, yanımda da refakatçi olarak Hüseyin kalmıştı.
* * *
Sabah gözlerimi kalbimdeki derin sancıyla açtım. Gece boyu bu şekilde sürekli uyanıp durmuştum. Ama düne göre ağrım daha azdı. Bugün taburcu olacaktım. Kahvaltı gelince Hüseyin de uyanmıştı. Önüme masayı çekip yemeği de masaya koydu. Hiçbir şey yemek istemiyordum ama mecburen yemek zorundaydım. O yüzden yemeye başladım. Kısa süre içinde yemekler bitmişti. Sonra da hap ağrı kesicileri ve bazı ilaçları aldım. Yeniden uyumak istiyordum ama telefonum çalmaya başladı. Bir numaraydı. Telefonu açıp kulağıma götürdüm. Bir kadın sesi geldi telefonun ucundan. ''Merhaba Eren Bey. Ben Ankara Devlet Hastanesi'nden arıyorum sizi. 24/03/1997 tarihinde gerçkleşen doğumda bir karışıklık olduğunu öğrendik. Doğrulama için en kısa sürede hastanemize bekliyoruz. İyi günler dilerim.'' Ne yani, bana bunca acıyı çektiren insanlar gerçek ailem değil miydi? Peki, gerçek ailem kimdi?''
************ İlk bölümün sonuna gelmiş bulunmaktayız. Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarak ve bölümleri oylayarak bana destek olursanız çok sevinirim. Bir sönraki bölüme kadar sağlıcakla kalın.
|
0% |