Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.Bölüm

@zeynepazrabayrak

Merhaba sevgili okurlarım,

Şuraya başladığınız tarih ve saati yazın bakalım yeni bir maceraya ilk adımımızı atalım. Yukarıdaki müziği dinlemeyi unutmayalım.

 

 

1.BÖLÜM

 

“Geceden gelir gözyaşlarım.”

Bugün yalnızlığımın on beşinci günüydü. Yine güneş ışıklarının camdan süzülüp gözlerime girmesiyle uyanamıyordum. Sabah alarmımı susturamadığım için sinirlenerek de uyanamıyordum. Ya da annem içeriden seslenmiyordu bana ”Hadi güzel kızım, uyan artık.” diyerek. Kendi kendime hiçbir şey olmaksızın da uyanamıyordum.

Hiç güzel bir uykudan sonra uyanmayı özlediniz mi? Ben özledim. Ne uyuyabiliyordum ne de uyanabiliyordum. On beş gündür odamın penceresinin yanındaki küçük mavi koltuğuma oturup korku ve tedirginlik içerisinde geceden gündüze kadar gökyüzünü izliyordum. Küçücük bir çıtırdıda kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu üstelik.

Aynaya baktım.Yüzüm solgun, iki haftada dört kilo veren ve iyice çelimsizleşen bedenimle birlikte yaşayan bir ölü gibi görünüyordum yine ama bunların hiçbiri gülümsememe engel değildi.

Hızlı bir şekilde giyinip sırt çantamı hazırladım ve aynanın karşısına son bir defa geçip gülümsedim. Yanındaki onlarca nota göz gezdirdim ve kapıyı kilitleyip çıktım binadan. Serin esen rüzgarın yüzüme çarpışıyla ilk önce ürpersem de gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım.İçimden tekrarladım her zaman ki gibi:

“UNUTMA! Bugün okul yok. Saat ikide Aylin Hanımla randevun var.Aylin hanım senin psikoloğun.Adresi unuttuysan pembe not defterinin beşinci sayfasında.”

Günlük rutinlerime o kadar alışmıştım ki farkında olmadan bugünün cumartesi olduğu aklımdan çıkıvermişti. Evden çıktığıma pişman değildim. Zaten bir süredir tek başına durmak zorunda kaldığım evimin bana faydasından çok zararı dokunuyordu. Ne olur ne olmaz diye zihnimi yokladım. Neyse ki adresi hatırlıyordum.

Bununla birlikte yüzümdeki gülümseme daha da genişledi ve on beş gündür okuldan çıktıktan sonra oturduğum ve bazen akşamın geç saatlerine kadar kalkmadığım bankıma gitmeye karar verdim. Ne kadar insanlar yoldan geçerlerken baktıklarında onu bir dinlenme aracı olarak görseler de özellikle şu son zamanlarda benim dert ortağım olmuş değerli bir eşyaydı o. Zaten şu son on beş gündür mesken tuttuğum bankımı artık pek de dinlenmek için kullanamıyor olabilirlerdi çünkü ben hiç kalkmıyordum.

Bazen uykusuz gecelerimin acısını çıkarıyor orada uyuyakalıyordum ve akşam sekiz civarında uyanıyordum. Nedense bu saatlerim pek şaşmıyordu. Sanki birisi beni uyandırıyor gibi geliyordu ama uyandığımda yanımda kimse olmuyordu.

Yoldan gelip geçenler ise her gün sokağın ortasında bir bankta başını dizlerine gömüp ölü gibi uyuyakalan bu kızın yani benim cesaretimi sorguluyor olmalılardı. Neyse ki bu zamana kadar bir sorunla karşılaşmamıştım.

Bu sokaktan bir sürü insan gelip geçerdi ama adı üstüne gelip geçerlerdi. Yerlileri ise müşteriyle dolup taşan mağazaları, tatlı dilli esnafları, biricik bankımın yanında her gün keman çalan benim gibi üniversiteli olduğunu tahmin ettiğim genç bir adam ve bendim.

Onu benim dışımda pek kimsenin takıp dinlediğini düşünmesem de ben her gün gelir dinlerdim kemancı genci. İnsanlar bir sokak ötede gitar çalıp şarkı söyleyen bir grup öğrencinin torbalarını ağzına kadar dolduruyorlardı. Oysa bu gencin önünün onların yarısı kadar dolduğunu bile görmemiştim. Buna rağmen bir gün bile çalmadığını görmedim.

Bunu bir hobi olarak yapıyor olmalıydı çünkü gördüğüm kadarıyla pek bir kazancı yoktu ama gerçekten çok güzel çalıyordu. Neyse ki benim gibi sürekli bir takipçisi var dedim içimden gülerek.

Ah! Belki merak etmişsinizdir. Evet on beş gündür buradayım ama onunla sözlü bir iletişime geçemedik daha. O sessiz ben de sessiz. Herkes kendi dertleriyle ilgileniyor. Ben ağlıyorum o çalıyor. Gülüyorum çalıyor. Uyuyorum çalıyor. Uyanıyorum yine çalıyor. Ben oradayken onun orada olmadığı bir ana denk gelemedim henüz ama olsun içimden bir ses iyi bir insan olduğunu söylüyor. Tabii içimdeki ses ne kadar güvenilirdir orasını bilemiyorum. Pek bir değişkendir kendisi.

Ve böylece burada oturup düşündüğüm onca zaman sonunda insanların sözlü müziklere daha çok ilgili olduklarını fark etmiştim. Sanki sözler onları daha çok neşelendiren ya da hüzünlendiren bir aracı oluyordu müzikte. Herkes sözsüz müzik sevmeyebilirdi sonuçta. Zevkler ve renkler insandan insana farklılık gösterirdi.

Bunları düşünmeyi bir kenara bırakıp bankın ucundaki kırmızı polar battaniyeyi dizlerime örttüm. Yaklaşık bir buçuk hafta önce burada ilk uyuyakalışımın ertesi günü küçük bir erkek çocuğu bunu bana vermişti. Teşekkür edip geri verecektim aslında ama o sırada gözüm kavga eden iki gence takılmış kafamı çevirdiğimdeyse çocuk ortadan kaybolmuştu. Sanırsınız buhar olup uçmuştu.

Yaşadıklarıma bir anlam veremezken belki çocuğu tekrar görürüm umuduyla battaniyeyi saklamıştım. Bir süre sonra geri dönmeyeceğini kabullenip battaniyeyi iyice sahiplenmiştim. Yine de onu bir kere daha görüp teşekkür etmek iisterdim.

Nedendir bilmiyorum ama içimde bir yerlerde saklanan hüznü ortaya çıkarmıştı sanki bu battaniye. Belki komik ve saçma gelecek ama ona her baktığımda boğazımda bir şeyler düğümleniyor.

Gökyüzünü izlemeye başladım. Tanıdık bir parçanın melodisi doldu kulaklarıma sonra ve birden şarkının sözleri dökülüverdi dudaklarımdan. İlk önce biraz tereddüt etsem de başlamıştım bir kere. Şarkıyı yarım bırakamazdım. Gözlerim gökyüzünde... Zihnimde dolaşan sözleri yavaşça özgür bıraktım:

“Yıllar geçse de üstünden.

Bu kalp seni unutur mu?

Kader bile istemeden.

Bu kalp seni unutur mu?”

Etrafın kalabalıklaştığını hissetmiş ve gerilmiştim. Bir anlık merakla etrafıma baktığımda çevremizde küçük bir daire oluştuğunu fark ettim. Herkesin bana bakıyor olması heyecanlanmama sebep olmuştu. Sonra kemancı gence baktım. Gözlerimiz buluştuğunda bana öyle bakıyordu ki sanki ruhumun derinliklerini görüyormuş gibi hissettim. Gözlerimi gözlerinden ayıramadım. Farklı bir şeyler sezmiştim onda.

“Bir hasretlik yüzün vardı.

İçinde bir hüzün vardı.

Söyleyecek sözüm vardı.

Bu kalp seni unutur mu?

Bu kalp seni unutur mu?

Bu kalp seni unutur mu?”

Kalbim acıyordu. Nedenini bilmiyordum ama şu an tam burada oturup bu şarkıyı hiç tanımadığım bir adamın gözlerine bakarak söylerken tarif edebileceğim tek duygu acıydı. Kaybettiği oyuncağını bulamayan küçük bir çocuğun buğulanan gzöleri gibiydi gözlerim. Netliğini yitiriyordu yavaşça.

“Anlamı yok tüm sözlerin.

Sensiz geçen gecelerin.

Yaşanacak senelerin.

Bu kalp seni unutur mu?”

Bakışları bir süre sonra kalabalığa döndü. Ben de gözlerimi kapattım ve şarkıya öyle devam ettim. Yanaklarımda bir ıslaklık hissettiğimde ağladığımı fark ettim.Gözlerimi daha da sıkı kapattım ve şarkıyı bitirdim.

“Bambaşka bir halin vardı.

Fark etmeden beni sardı.

Benliğimi benden aldı.

Bu kalp seni unutur mu?

Bu kalp seni unutur mu?

Kalbim seni unutur mu?”

Şarkı bitince etrafımız alkış sesleriyle dolmuştu. Ben hissettiklerime ve hala gözlerimden akan yaşlara bir anlam veremiyordum. Boğazımda düğümlenen bir şey vardı sanki.

Birden kalkıp kalabalığın arasından sıyrılarak sokakta ilerlemeye başladım. Arkama dönüp bakacak cesaretim yoktu. Utanmamıştım ama garip duygu değişimlerime de bir anlam verememiştim.

Kaçtığım şey insanlar değildi, biliyordum. Kaçtığım şey bendim. En zoru da buydu zaten. İnsan başkalarından kaçabilirdi belki ama kendinden kaçamazdı. Ruhunda saklayamazsan gölgene gizlenirdi ve her güneşli günde ansızın ortaya çıkar, seni takip ederdi. Gölgenden kaçamazdın.

Bir duvarın dibine çöktüm, dizlerimi kendime çekip oturdum. Sakin olmalıydım. En başından ne olduğunu düşünmeye başladım. Farkında olmadan kemancı gencin şarkısına eşlik etmeye başlamıştım. Fark ettiğimdeyse çok geç olmuştu.

Annem küçükken hiçbir şarkı yarım bırakılmamalı derdi. “Şarkılar hayatın notalarıdır. Hiç hayat yarım bırakılır mı?” Hayal meyal hatırlıyorum o zamanları. Zaten annemle ilgili hatırladığım çok bir şey de yok.

Her neyse sonra etrafıma baktım insanların kalabalıklaştığını görünce biraz utanıp kafamı çevirdim. Kemancı gençle göz göze geldik. Olan farklı bir şey yoktu aslında. Şarkı beni hüzünlendirmişti ve nedense onun bakışlarında farklı bir şeyler hissetmiştim. İstemsiz olarak farkında bile olmadan ağlamıştım.

Ah! Gerçekten niye herkesin içinden kaçıp buraya geldiysem... Sadece şarkının sözleri beni hüzünlendirmişti. Bu çok normal bir şeydi. Herkes böyle şeyler yaşayabilir. Tabii bu normal bir şey olabilir ama ben normal değilim. Bu gidişle kişilik bozukluğum olduğundan şüphelenecek insanlar.

Neyse Beste kendine gel ve geri dön. Ya da dönme. Bir dakika çantam... Olamaz ya... Bankta kaldı. Balodan kaçan külkedisi gibi hissetmeye başlamıştım. Ama çantamı alıp beni ev ev arayacak bir prense sahip değildim. Zaten öyle bir şey olmasındı. Çantam yerinde duruyor olsun lütfen.

Oturduğum yerden kalkıp üstümü başımı düzelttim. Soğuktan üşüyen ellerimi ceplerime sokup yürümeye başladım. Bankım ve kemancı genç göründüğünde adımlarımı yavaşlattım. Biraz utanmıştım.

Derin bir nefes alıp banka doğru ilerledim. Çantamı alıp gitmenin hoş olmayacağını düşünerek oturdum. Şu an keman çalmıyordu, kağıtlarına bakıyordu. Pek bir şeyden etkilenmiş gibi durmuyordu. Bu ilk başta rahatlatsa da sonradan istemsizce sinir etmişti beni. İnsan bir merak eder, peşimden gelirdi. Kafasını kağıtlardan kaldırmadan:

"Düşündüğümden daha erken geldin." Dedi. Düşündün yani. Bravo! Bu nasıl bir tavır ya böyle."

"Ne kadar da düşüncelisiniz." Derken sesim biraz sinirli çıkmış olabilirdi.

"Teşekkür ederim. Umarım siz de benim kadar düşüncelisinizdir. Çünkü yeni bir kulaklığa ihtiyacım olacak." Bir yandan da elinde tuttuğu iki parçaya ayrılmış mavi kulaklığı sallıyordu.

"Anlamadım." Dedim ona boş bakışlar atarak.

"Şöyle anlatayım. Külkedisi balodan kaçarken kulaklığının üstüne bastığı için prensin yeni bir kulaklığa ihtiyacı olacak."

Beynim hata veriyordu resmen. Öyle mi yapmışım. Hiçte fark etmedim ya. Kulaklıkta pahalı bir şeye benziyor. Belki de ben yapmamıştım. Etraf kalabalıktı sonuçta. Evet buradan yürürsem kendimi kurtarabilirdim bir ihtimal. Tavrımı hiç bozmadım:

"Öncelikle ne ben külkedisiyim ne de siz prenssiniz. Biz bir baloda da değiliz. Ortalıkta beni suçlayabileceğiniz bir kanıtınız var mı acaba?"

" Haklısınız, dedi sakin bir şekilde."

"Haklıyım tabii." Dedim tam olarak davranışlarına bir anlam veremesem de. Fırsat bu fırsat diyerek çantamı sırtıma takıp gitmeye hazırlandım. Tam gidecektim ki duyduğum sözlerle olduğum yerde kalakaldım.

"Ne külkedisi sizin kadar sakar, ne de prens benim kadar yakışıklıydı." Dedi yüz ifadesini hiç bozmadan. Bu nasıl bir ego diye düşünmeden edemedim. Ayrıca bana sakar demesi de sinirlerimi bozmuştu. Bir de bunları söylerken hâlâ ciddi duran yüz ifadesi...

Hem benimle alay ediyor hem de bunu gayet profesyonel bir şekilde yapıyordu. Ona ateş saçan gözlerimle baktığımda ufak bir gülümseme yakalamıştım yüzünde. En azından mimiklerini kaybetmemiş diye düşündüm.

"Pekala, siz kendinizi böyle teselli etmeye devam edin. Ben kulaklığınızı kırmadığıma inanıyorum. Eğer bir kanıtınız yoksa gitmem gereken bir yer var. O yüzden son defa soruyorum. Bir kanıtınız var mı?"

Ben ona laf anlatmaya çalışırken o telefonunda bir şeyler yapıyordu. Gerçekten harika. Beni takmıyor bile. Neyse hazır çok umurunda gibi değilken ben gitsem iyi olacak.

"Sanırım yok. O zaman iyi günler." Dedim.

"Bir yanlışlık oldu sanırım. Kendin sordun kendin cevapladın." Dedi çok sakin bir şekilde. Sinirlerim iyice bozulmuştu. Neden doğru düzgün cevap vermiyordu bu çocuk.

" O zaman kanıtınız var. Görebilir miyim acaba?"

Elindeki telefonu bana doğru uzattı. Bir video oynamaya başladı. Bu videoyu izleyenlerden biri çekmişti sanırım ve sonunu izlediğimde hayal kırıklığına uğramıştım. Nasıl böyle bir dikkatsizlik yapmıştım. Bozuntuya vermemeye çalıştım.

"Madem böyle bir yanlışlık olmuş. Zararınızı karşılayayım ben. Ne kadar acaba?" Dedim gülümsemeye çalışarak. Ayın sonlarındaydık ve fazla param kalmamıştı. Umarım çok pahalı bir şey çıkmazdı.

"Bin iki yüz doksan dokuz lira." Dediğinde başımın döndüğünü hissettim. Şaka mı yapıyordu. Bu fiyattaki bir kulaklığı nasıl herkesin basabileceği bir yere koyardı. Benim olsa ona özel kutu yaptırır, kutuya da kendimi siper falan ederdim herhalde. Bir kulaklığa bu fiyatı veren bu çocuğun sorunu neydi ki sokakta keman çalıyordu. Eminim gayette iyi parası vardı.

İlk şokumu atlattığımda hayıflanmayı bir kenara bırakıp çantamdan cüzdanımı çıkardım. Kimseye borçlu kalamazdım. Cüzdanımı açıp içini kurcaladığımda toplam dört yüz elli lira olduğunu gördüm. Altı lira da bozukluk vardı ve harçlığımı almama daha beş gün vardı. Yüzüme biraz daha tatlı ve masum bir ifade takınarak sordum.

"Taksit yapabiliyor muyuz acaba?"

Dudaklarının kıvrıldığını fark ettim. Resmen gülüyordu. Benimle dalga geçiyor olmalıydı. Nerden çattım sabah sabah ona ki. Sen niye o ağzına sahip çıkamıyorsun acaba. Bir şarkı yüzünden geldiğim hallere bak.

" Şöyle yapalım o zaman ben size numaramı vereyim. Şimdilik iki yüz lira da vereyim. Gerisini de en kısa zamanda ödeyeceğim inşallah. Olur mu?"

Telefonunu uzattı, numaramı yazıp kaydettim. Kendimi çaldırdım ve bende onun numarasını kaydettim. Telefonunu ona geri verdim. Bir telefona baktı bir bana. Sonra elimden alıp cebine attı.

"Kabul etmiyorum." Dedi yine sakince.

"Neden ki?" Dedim çaresizce. Niye bu kadar inatçıydı sanki. " Kusura bakma ama sana şu anda o parayı nakit veremem."

Birkaç saniye düşünceli bir şekilde bana baktı. Sonra telefonu çaldı. Eliyle bir dakika bekle diye işaret edip telefonu açtı. Çok kısa bir süre konuşup kapattı. Ne hakkında olduğunu anlayamamıştım çünkü " tamam, evet" gibi basit sözcüklerden başka bir şey çıkmamıştı ağzından. Birde " buldum " demişti sanırım konuşmasını bitirmeden evvel. Telefonu tekrardan cebine koyup bana döndü.

"Beni dikkatli dinle. Sana bir teklifim var sakar kız. İki ay sonra bir müzik festivali var. Genç müzik grupları arasında bir yarışma yapılacak. Eğer benimle birlikte katılırsan ve kazanırsak borcunu silebilirim."

Birden gelen bu teklif karşısında donakalmıştım. Bu da neydi şimdi? Ne ara böyle bir durumun içine düşmüştüm ben.

"Katılmak istemezsem..?" Dedim merakla.

" O zaman borcunu lütfen tek seferde ver. Hiç taksit işiyle uğraşamayacağım."

Ben mi bu çocuğun iyi biri olduğunu düşünmüştüm. Kesinlikle insanların dış görünüşlerine kanmamak lazım. İçinden buz gibi küstah bir adam çıkıverdi.İkinci seçeneği yapamayacağımı düşünüyor olmalıydı ki yapamazdım ama böyle bir gıcıklığa da tahammül edemiyordum.

Sunduğu teklif o kadar da kötü sayılmazdı. Sorun şu ki tavrı yanlıştı. Beni mecbur bırakıyordu. Benden bir şey rica etmiyordu. Bu da beni kışkırtmaya yetmişti. Birileri bu çocuğa bir ders vermeliydi ve o kişi ben olacaktım.

Montumun cebinden telefonumu çıkardım. Ekran açıldığında gördüğüm mesajla fırsat ayağıma gelmişti.

 Batu: 

"Nerdesin güzellik? An itibariyle Nevşehir'den döndüm. Seni en sevdiğin pastaneye götüreceğim. Hemen konum at."

Kemancı çocuğa dönüp "İkinci seçenek, lütfen oturalım." Dedim. Bana anlam veremediği belli olan bakışlar atarken ona dil çıkarmamak için kendimi zor tuttum ve bankıma oturdum. O da oturdu. Rehbere girip Batu'yu aradım.

" Ooo! Dayanamadın mı hasretime bal arısı? Zaten alacaktım seni." Derken sesi gayet neşeliydi.

" Batu, gelirken yanında biraz para getirebilir misin? Yanlışlıkla birinin kulaklığını kırdım. Biz seninle sonra hallederiz olmaz mı? Dedim sevimli olmaya çalışarak.

" Yahu kızım bela paratoneri misin? Yanından ayrılmaya gelmiyor. İyi misin? Sana bir şey olmadı ya?"

"İyiyim, başka bir sorun yok merak etme." Dedim mahçup bir şekilde.

" Tamam, iyiysen sorun yok. Söyle bakalım ne kadar getireyim?" Benim canım ya. Hemen de yumuşadı.

"Şey, sen sekiz yüz getirsen yeter. Gerisini ben veririm."

" Sekiz yüz mü? Bir de gerisini sen ödeyeceksin. Kulaklık altından falan mıydı acaba ya da antika? İlla bir belaya bulaşacaksan bir dahakine daha ucuz belalar aç başına bal arısı. Sen şunun tam fiyatını söyle bana."

"Ama..."

"Ne ama? Hadi söyle."

"Bin iki yüz doksan dokuz lira."

"Tamam bal arısı. Geliyorum bekle beni. Senin sayende kendimi süper kahraman gibi hissetmeye başladım."

"Zaten süper kahramansın. Hadi gel de kurtar beni kahramanım." Derken bir yandan da kemancı çocuğa bakıyordum. Sırf gıcık olsun diye söylediğim bu sözler amacına ulaşmıştı. Çok belli etmemeye çalışsa da biraz bozulmuş duruyordu. Hiç kusura bakmasın. Eğer biraz daha nazik olsaydı belki teklifini kabul edebilirdim ama sinirlerimle oynamıştı.

"Bu konuşmalar, bu övgüler... Sen de bir şeyler var ama neyse."

Batu telefonu kapattığında kemancı çocuğa döndüm.

" On beş yirmi dakikaya borcumu ödeyeceğim merak etmeyin" Dedim gülümseyerek.

İlk önce bir şey demedi. Bana bakmaya devam etti.

"Teklifim bu kadar kötü müydü?" Diye sordu.

"Sizinki bir teklif değildi. Siz beni mecbur bırakmaya çalıştınız. Doğru yerde ve doğru şekilde edilmemiş bir teklifti."

Yaklaşık 15 dakika bir sessizlikten sonra kırmızı bir motorsiklet son süratle gelip önümüzde durduğunda kalbimde bir burukluk hissetmiştim. Kemancı çocuğun hiçbir şey söylemeyişi miydi buna sebep olan yoksa biraz olsun kırıldığını hissetmem miydi bilmiyorum kafam karışıktı. Batuyla para işini hallettikten sonra sonra yanına gidip elimi uzattım.

"Ben Beste. İlk tanışmamız biraz olaylı oldu. Kulaklığın için kusura bakma." Dedim tebessüm ederek. Ne kadar başta gıcık olsam da dostça ayrılmak en iyisiydi. Kimse kırılmasın, üzülmesindi. Elimi tuttu.

"Yağız." Dedi kısa ve net bir şekilde. Sonra biraz yaklaştı ve kulağıma doğru fısıldadı.

"Ve bu ilk karşılaşmamız değildi sakar kız."

Bazı anlar vardır. Bir tanıdık koku, bir tanıdık ses, bir tanıdık his kaplar tüm vücudunuzu. Hüznü her zerrenizle hissedersiniz. Bana ne tanıdık gelse ben onda hüznü tattım. Hatırlamadığım çocukluğum bir hazan mevsimiydi sanki. Yağmur gibi yağdı gözyaşlarım. İçime içime akıp gitti. Ağaçların yapraklarını toprağa bıraktıkları gibi ben de anılarımı geçmişe terk ettim. Bilmeden, istemeden, anlamadan...

Ben gökyüzündeki binlerce yıldız arasında sönük bir yıldızdım. Ne kimse benim farkımdaydı. Ne de ben parlayabileceğimin...

...

İlk bölümü nasıl buldunuz bakalım?

Gelcek bölümü merak ediyor musunuz?

Siz yazın ben okumak için sabırsızlanıyorum. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.

Sizleri çoook seviyorum BUM okurları. Yeni bölümde görüşmek üzere.

Sağlıkla kalın gökyüzünün en parlak yıldızları!

Not:

Bölümün şarkı önerisi: Bu kalp seni unutur mu?/Fikret Kızılok

Loading...
0%