Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm

@zeynepazrabayrak

Merhaba sevgili okularım,

Maceraya kaldığımız yerden devam...

Yukarıdaki müziği dinlemeyi unutmayalım.

 

 

2.BÖLÜM

 

 

“Bazı anılar unutulmaya mahkumdu.”

16 sene önce...

Göz kapaklarımı yavaşça araladığımda bembeyaz bir odada olduğumu fark ettim. Birkaç saniye hareket etmeden gözlerim açık öylece kalakaldım. İlk başta her şey bir silüet gibi görünmüş ve zamanla netleşmişti.

Değişmeyen tek şey gözlerimi alan beyazlıktı. Nerede olduğumun farkına varamamıştım daha. Ne yapacağımı bilmiyordum. Zaten bir şey yapacak gücüm de yoktu. Minik bedenim kaskatı kesilmişti. Sanki biri beni tutuyor, hareket etmemi engelliyordu. Zihnim bomboştu hiçbir şey hatırlayamıyordum.

"Anne." Dedim. Sesim beklediğimin aksine mırıldanır gibi çıkmıştı. Gelen giden yoktu. Birkaç dakika öylece yattım. Korkmaya başlamıştım. Annem neredeydi? Ve ben neden buradaydım. Neden annemin yanında değildim. Kapının açılma sesiyle ne yapacağımı bilemeyip gözlerimi kapattım. Ve sadece dinlemeye başladım. İlk önce bir kadın sesi duydum:

"Doktor Bey ne zaman uyanacak? Bir an önce uyanıp olanları anlatmalı."

"Sakin olun Didem Hanım. Yakında uyanacak inşallah. Ama uyanır uyanmaz ona bu olayı anlattırmalı mıyız bilemiyorum. Bence bu doğru değil."

"Ne sakinliği Doktor Bey üç gündür uyuyor bu kız. Ayrıca her şeyi anlatmak zorunda. Kızıma ve torunuma kim bunları yaptı bilmek zorundayım. Bir an önce peşine düşülmeli ki adalet yerini bulsun. Kızıma hayatını zehir ettiler bari mezarında rahat uyusun."

Ne? Üç gündür uyuyor muydum? Annem neredeydi? Yoksa ona bir şey mi olmuştu?

"Anlıyorum Didem Hanım. Ama Beste daha annesinin vefatından bile haberdar değil."

Ama Beste daha annesinin vefatından bile haberdar değil. Daha annesinin vefatından bile haberdar değil... Haberdar değil... Beynimde yankılanan bu cümleler vücudumun buz kesmesine neden olurken gözyaşlarım sıcak sıcak akıyordu yanaklarımdan.

Ne diyorlardı bunlar? Ne olmuştu anneme. Annem beni hiç arkada bırakmazdı ki. Hep elimden tutardı. Şimdi neden elimi tutmuyordu. Neden önden gitmişti bu sefer? Şimdi neden sarılmıyordu bana. Şu an neden burada, yanımda değildi. Ben neden yalnızdım. Neden? Neden? Neden?..

"Anne neredesin? "Dedim gücümü toplayarak.

Gözlerimi daha da sıkı yummuştum. Çünkü onları açtığımda annemi bir daha göremeyeceğimi hissediyordum. Gözlerim kapalı olduğu sürece o yanımdaydı. Bana şefkatle bakıyordu. Ama gözlerimi açtığım anda yok olacaktı. Biliyordum.

Doktor ve az önce konuşan kadın "Beste" diyerek yanıma gelmişlerdi. Hafifçe omuzlarımda gezinen bir el vardı ve uyanmamı söyleyen sesler...

"Beste. Kızım, hadi uyan! " Diyordu kadın. Ağlamaklı bir sesi vardı.

" Anne yanımdasın değil mi?" Dedim mırıldanarak. Sesler kesildi. Artık sadece ağlama sesleri geliyordu. Anladım. Uyandığım için o kadar mutluydu ki kafasını sallamakla yetinebilmişti. Yoksa yanımdaydı biliyordum.

"Anne konuşursan gözlerimi açacağım." dedim gülümseyerek. Kimse konuşmuyordu. Hâlâ ağlayan birileri vardı. Hâlâ ses yoktu. Bu minik kalbimi biraz yaralamıştı.

"Olsun anne. Ben seni beklerim. Konuşunca açacağım gözlerimi" Dedim çaresizlik içinde. Emin olmam gerekiyordu onun burada, tam yanımda olduğuna dair kesin bir kanıt olmalıydı elimde. Sesi yoksa o da yoktu çünkü. Biliyordum. Çırpınışlarım bundandı.

"Besteciğim lütfen aç gözlerini." Dedi Doktor.

" Olmaz annem konuşana kadar açmayacağım." Dedim. Ya açtığımda onu göremezsem... Olmazdı.

"Beste, bal peteğim. Gözlerini açarsan seni annene götüreceğim. Olur mu?" Dedi kadın yorgun bir ses tonuyla.

Bal peteğim mi? Bana sadece annem bal peteğim derdi. Bu kadın beni anneme götürebileceğini söylüyordu. Bana bal peteğim demişti. Sanırım ona güvenmeliydim. Tuzlu sudan yanmış gözlerimi açıp birkaç kere kırpıştırdım.

"Söz mü?" Dedim bal rengi gözlerimle ona masum bir bakış atarak. Bu kadın tanıdık gelmişti gözüme. Onu nerede görmüştüm? Düşündüm. Aynı annem ve benimkiler gibi bal rengi gözleri ve dalgalı kumral saçları vardı. Bana annemi anımsatıyordu. Tam o sırada hatırladım onu. Annemin gösterdiği resimlerde vardı. Bu kadın sanırım annemin annesiydi. O zaman benim de anneannem mi oluyordu?

"Söz." Dedi bana şefkatle bakarak. Ardından aceleyle gözyaşlarını sildi ve elimi tuttu.

"Önce senden bir şey rica edebilir miyim?" Dedi. Ses tonu biraz endişeliydi.

"Olur, sonra anneme gidelim" Dedim büyük bir hevesle. Onu çok özlemiştim. Sözlerimle yüzü biraz daha solmuştu.

"Beste o gece neler oldu?"

" Hangi gece?" Dedim sözlerine anlam veremezken. O da benim cevabıma anlam veremiyormuş gibi yüzüme baktı ve devam etti:

"Sizi buraya getirmeden önce... En son ne oldu? Ne hatırlıyorsun Besteciğim? Annenle birlikte evdeydiniz sonra ne oldu?"

"Ben..." Dedim. " Şey... Biraz piyano çaldık."

"Sonra?" Dedi merak ve endişeyle bakarken gözlerime.

"Hatırlamıyorum." Dedim kısık bir sesle.

"Hatırlamıyor musun?" Dedi sesi fark etmeden yükselirken. "Nasıl yani? Nasıl hatırlamazsın? Daha dikkatli düşün tatlım. Piyano çaldınız. Sonra ne oldu?"

Düşünmeye çalıştım. Ne olmuştu? Zihnimde bana yöneltilen sorunun cevabını aramaya başladım ama bulamadım. Boştu... Hiçbir şey yoktu. Bir tek annem vardı ve parça parça olmuş birkaç anı... Bu nasıl bir durumdu?

Hiçbir şey hatırlamıyordum. Sanırım biri anılarımı çalmıştı. Bir hırsız olmalıydı. Yoksa anılarım neden yok olsundu. Annem hırsızların kötü olduğunu söylerdi. Hırsız gördüğümüzde polisi aramalıymışız.

"1...5...5..."

Bu gizli bir şifreydi. Annem, ben ve polis amcalar biliyordu sadece. Bu sihirli rakamların üzerine bastığımda polis amcalar gelip beni anneme götürebilirlerdi. Hem de anılarımı çalan hırsızı şikayet edecektim onlara.

İşte ne olduysa o günden sonra oldu. Bir telefon istedim, polisi aradım ve onlara bir hırsızın anılarımı çaldığını söyledim. Daha altı yaşına yeni basmış küçücük bir çocuktum. Ne olduğunu anlayamadığım bir durumun içine düşüverdim.

Anneannem o gün sinir krizi geçirdi. Doktor amca ve hemşireler onu zar zor odadan çıkardılar. Bayılmadan önce söylediği sözler hâlâ zihnimin bir köşesinde duruyor.

" Kızımı koruyamadım. Ne babandan ne de senden... Kızımı siz öldürdünüz. Sizden nefret ediyorum." Demişti. Onu anlamıyordum. Çünkü babamı nikah resimleri ve bebeklik resimlerim dışında hiç görmemiştim. Annemin dediğine göre bize bakmak için çok çalışıyordu. Eve geldiği zamanlarda ben uyuyor oluyormuşum.

Birkaç gece onu görmek için uyumadan nöbet tuttuğumu hatırlıyordum. O zaman da annem bir işi çıktığı için gelemeyeceğini söyler ve beni yatırırdı. Hem zaten ölüm neydi ki? Annem ölmüş olamazdı.

Hastanede birkaç gün daha kaldım. Sonra beni bir yere getirdiler. Burası yeni evin dediler."Benim zaten bir evim var." Dedim, dinletemedim. Ölüm ne miydi? Daha altı yaşındayken ölümün ne olduğunu düşündüm ve bir cevap buldum kendimce. Ölüm yokluktu. Annen öldü dediler ve o günden sonra annemi hiç göremedim, sesini duyamadım, kokusunu alamadım. Annem hayatımdan yok olup gitti. Her şey bu kadar basitti. O yok olmuştu. Evet, benim altı yaşındayken ölüm nedir sorusuna cevabım yokluk olmuştu.

O ilk gece... Yetimhanedeki ilk gecemdi. Yapayalnız ilk gecemdi. Annemsiz ilk gecemdi. Ölümün farkına vardığım ilk gecemdi.

Gecenin koynunda hüzün, hüznün koynunda gözyaşlarına sarılan küçük bir kız çocuğunun hıçkırıklarıydı bu acımasız karanlığın melodileri.

Ben yalnızdım. Sen değilsin. Biliyorum şu an bu hikayenin içinde bir yerlerdesin. Pencereye, balkona ya da dışarıya çık. Hâlâ oturuyor musun yoksa? Kalk hemen. Gökyüzüne bak. Gördüğün yıldızlar biziz. Ben ve bu hikayedeki diğerleri, yanında olmak istediğin kişileriz. Sen de bizim yanımızdasın.

Dikkatli bak. En çok parlayan yıldızı görüyor musun? İşte o sensin. Sen sönük ve yalnız değilsin. Sen en parlak yıldızsın ve bir gün gökyüzünün milyonlarca parlayan yıldızla dolması için ayağa kalkmalısın. Sen parla ve diğerlerinin de parlayabileceğini göster onlara.

Çünkü biz, hepimiz parlayabiliriz. Bizimle misin?

Günümüz...

Yaklaşık on dakikadır kliniğin bekleme odasında oturmuş sıramın gelmesini bekliyordum. Bir yandan da zihnimi kuşatan düşüncelerle bir mücadele halindeydim. Ne demek istemişti?

Bu nasıl ilk karşılaşmamız olmazdı. On beş gün önce o bankta onu dinlemeye başladığım gün müydü ilk karşılaşmamız. Bu muydu bahsettiği ilk karşılaşma? Yoksa benim hiç farkında bile olmadığım sadece onun beni gördüğü bir ilk karşılaşmadan mı bahsediyordu. Ya da ben unutmuş muydum?

Son ihtimal canımı sıkarken Lale abla sıramın geldiğini söyleyerek beni çağırınca toparlanıp ayağa kalktım. Derin bir nefes alıp odaya girdim.

Aylin Hanım beni her zaman ki gibi gülümseyerek karşıladı. Gerçekten bir gülümseme bile insanın ruh halini değiştirebiliyordu. Kendimi daha iyi hissettiğime emindim. Aylin Hanım kahvesinden bir yudum alıp söze başladı:

" Öncelikle hoş geldin Besteciğim. Bugün nasılsın bakalım?"

"Hoş buldum. Sanırım biraz uykusuzum ve stresli."

" Anlatmak ister misin? "

" On beş gün önce ev arkadaşımın babası rahatsızlandı. Yozgat'a ailesinin yanına gitti. Sanırım geri dönemeyecek. Babası kanserin ikinci evresindeymiş. Onların yanında kalıp destek olmak istiyor. Zaten doğru olan şey bu . Ona kızamıyorum bu nedenle. Evde yalnız kalamıyorum biliyorsunuz. Korkuyorum. Hele geceleri daha çok korkuyorum. Gündüzleri dışarı çıkıyorum bir şekilde kaçıyorum ama geceleri dönmek zorundayım. Uyuyamıyorum sabaha kadar oturduğum yerden bile kıpırdayamıyorum. Evde olduğum her an benim için bir zulüm oldu anlayacağınız. En kısa zamanda yeni bir ev arkadaşı bulmam lazım yoksa kafayı yiyeceğim sanırım."

"Anlıyorum canım. Peki bu hafta unuttuğun bir şeyler oldu mu?"

"Sadece iki şey... " Dedim. Yaramazlık yapıp kendini affettirmeye çalışan bir çocuk gibiydim.

"Açıklar mısın?" Dedi gülümseyerek. Beni rahatlatmaya çalışıyordu, anlayabiliyordum. Uzun süredir buraya geliyordum ve çözmüştüm onu artık biraz. Ona unuttuğum şeyleri anlattım ve bir süre daha konuştuk. Evde yalnız kalmam konusunda kendimi rahatlatabilmem için birkaç yol önerdi. Ve unuttuğum şeyler konusunda konuşmaya başladı:

"Besteciğim, biliyorsun ki uzun zamandır buraya geliyorsun, konuşuyoruz. Senin için elimizden geleni yapıyoruz. Annenin ölümünden sonra o anı ve çocukluğunun büyük bir bölümünü hafızan silmiş. Sen geçmişinde büyük bir boşlukla yaşamaya ve kendine yeni bir gelecek oluşturmaya çalışıyorsun. Ama son zamanlara bir şeyler unutmaya başladın. Normal bir insan da bir şeyler unutabilir bunu biliyoruz ama seninkiler öyle değil maalesef. Normal bir insan bir senedir yaşadığı evin adresini unutmaz. Bunu beş dakikalığına olsa da yaşadığını söylemiştin. Ve daha başkaları da var. Bunlar senin fark ettiklerin. Fark etmediğin ama unuttuğun başka şeyler de olabilir ve bu unutuşlar giderek artıyor farkındasındır. Bu konuda sana yardımcı olamıyorum maalesef ama bu yaşadıkların hakkında bir teorim var. Geçmişindeki büyük boşluk gelecekteki anılarını da senin elinden alıyor olabilir. Yani her şeyin başlangıcına geri dönmelisin. O gün neler olduğunu annenin nasıl öldüğünü hatırlarsan eğer yani o boşluğu doldurabilirsen gelecekteki anılarını da kaybetmeyeceğini düşünüyorum. Şu an bu unutuşlarının tek çaresi geçmişi hatırlaman olacak. Kesin bir çözüm yolu olduğunu söyleyemem çünkü senin yaşadığın durumla daha önce karşılaşmadım. Ama şu an en mantıklı çözüm yolu bu. Yoksa tüm anılarını yavaş yavaş kaybedebilirsin. Bir süre sonra bu senin için daha tehlikeli bir duruma dönüşebilir."

Şu an duyduklarım aslında bu zamana kadar yaşadıklarımın gözlerimin önünden bir film şeridi gibi akıp gitmesiydi resmen. Anlık bir farkındalık yaşamıştım sanki. İnsan bir başkasından duyunca daha iyi anlıyordu sanırım bazen tek çözümün kendisi olduğunu. Demiştim ya hani insan bir tek kendinden kaçamıyor diye aynen öyleydi. Bende kendi gölgeme yakalanmıştım.

"Başka bir seçenek yok mu?" Dedim çaresizce.

" Maalesef. Ya bir gün kendi sularında kaybolup gideceksin. Ya da yüzmeyi öğreneceksin Beste. Benimle her zaman konuşabilirsin. Ama iş sen de ve senin geçmişinde bitiyor. Tek çözüm yolu sensin."

Klinikten çıktığımda yağmur çiselemeye başlamıştı. Düşüncelerim beynimi ele geçirmeden kulaklıklarımı takıp rastgele bir şarkı açtım. Gülümsemeye çalıştım. Her şeye rağmen gülümseyebileceğimi düşünen ben, gülümseyemiyordum şimdi. Sanki kaskatı kesilmişti yüzüm.

Tokamı çıkarıp dalgalı saçlarımı özgür bıraktım. Ve kalabalık sokakta yürümeye başladım. Sokak kalabalıktı. Ama ben tek başıma ıssız bir sokakta yürüyormuş gibi hissediyordum. İnsanlar birbirleriyle konuşuyor, şakalaşıyorlardı.

Benim ruhum yalnızdı. Yalnız bir ruh kalabalığın arasında da boş bir sokakta da aynıydı. Hep yalnız...

Şarkıda da dediği gibi umut şimdi hiç görmeyen birine gökkuşağını anlatmak kadar zor ve imkansızdı.

Saat dörtten yediye kadar sokaklarda sağanak yağmurun altında dolaşmıştım. Sadece bedenim değil zihnim de oldukça yorulmuştu bu sürede. Ben ne yapabilirdim? Tek başınaydım. Onu geçtim bir gün hatırlarsam öğreneceklerimi kaldırabilir miydim? Ne yapacaktım? Sadece bu kalabalığın arasında kaybolup gitmeli miydim yoksa.

Küçükken gözyaşlarıma sarılırdım. Büyümek bana Allah'a sarılmayı öğretti. Her şeyden öte Allah vardı. O bana yeterdi. Ne zaman yalnız ve çaresiz hissetsem Allah'a sığındım. Ben güçlü olmayı bu şekilde öğrendim.

Yalnızlık da ne, derdim kendi kendime. Benim yanımda tüm evreni yaratan Allah var. Bunu her hatırladığımda utanırdım. Yine öyle oldu. Neden kendime zehir ediyordum hayatı. Ben bu zamana kadar nasıl güçlü durduysam yine öyle dururdum inşallah. Ben doğru yolda ilerlersem Rabbi'm yardım ederdi.

Ne demişti Yüce Yaratıcı Bakara suresinde:

"Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir."

Olduğum yerde durdum, silkelendim ve kendime geldim. Kendime yeni bir başlangıç yapacaktım. Her şeyi hatırladığım anılarıma sarıldığım bir başlangıç...

Sokağın başına geldiğimde ister istemez Yağız'ın orada olup olmadığını kontrol ettim. Oradaydı, bankımda oturuyordu. Öne doğru eğilmiş kollarını dizlerine dayamış öylece yere bakıyordu. Sonra telefonu çaldı. Açıp kulağına dayadı.

Hava kararmaya başladığı için insanlar yavaş yavaş evlerine gidiyorlardı. Sokak biraz daha sakindi. Tam yürümeye devam edecektim ki karşıma bir çocuk çıktı. "Sen." Dedim şaşkınlık içinde. Bu bana kırmızı battaniyeyi verip ortadan kaybolan çocuktu. Ben daha ne diyeceğimi bilemeden eliyle eğilmemi işaret etti. Yanına diz çöktüm. Bu sefer de eliyle Yağız'ın olduğu yeri işaret edip "Ona yardım etmelisin." Dedi.

" Neden?" Dedim merakla.

"Bu bir sırdı ama senin kulağına söyleyeceğim. Kimseye söyleme sakın olur mu?"

Ne olduğunu anlamamış ama merakla kafamı "Evet." Anlamında sallamıştım.

" Çünkü o sen üşüme diye sana kırmızı battaniyeyi vermemi söylemişti. Bak şimdi o da üzgün duruyor. Sen de ona yardım etmelisin."

Çocuğun söyledikleri ben de günün ikinci şok etkisini oluştururken düşündüm. Bu kemancı zihnimi karıştırmayı nasıl bu kadar iyi başarıyordu? Duyduklarım ister istemez içimin ona karşı biraz daha ısınmasını sağlamıştı.

Düşüncesiz ve biraz soğuk dursa da aslında temiz bir kalbi vardı. Demek beni düşünmüştü. Uzun zaman sonra birisi benim için bir şey yapmıştı. Ne olduğu mühim değildi. Önemli olan düşünülmekti.

Küçük çocuğun ismini öğrenip ona teşekkür ederek kaldırımda onu bekleyen annesinin yanına yolladım. Kendi kadar tatlı bir ismi vardı:

"Umut"

"İyi ki geldin Umut. Her şeyinle bana iyi geldin." Dedim içimden. "Seni unutmayacağım." Ve kafamı bankıma doğru çevirdim. Yağız hâlâ telefonda konuşuyordu. Onun yanına gidip en azından teşekkür etmeliydim. Kararlı adımlarla bankın arkasındaki yolda yürümeye başladım.

Banka birkaç adım kalmıştı ki durdum. Hâlâ telefonla konuşuyordu. Ve ben sanırım istemsizce bu duruma kulak misafiri olacaktım. Pek de istemsizce sayılmazdı aslında ama olsun ne yapayım. Sessizce birkaç adım gerileyip dinlemeye başladım.

"Ben de üzgünüm Meriç ama içime sinen birileriyle çalışmak istiyorum. Bir sen varsın bir de ben. Grubun en az dört kişilik olması gerekiyor biliyorsun. Sanırım vazgeçmeliyiz. Ufaklık için parayı başka bir şekilde de bulabiliriz. Zaten bir kısmını babam ödeyecek. Biraz da teyzem verecekti. Biz de geri kalanı halledersek tedavi masrafları çıkar."

Onlar konuşmaya devam ederken ben de yeni düşüncelere dalmıştım. Bahsettiği şey yarışmaydı sanırım ama ufaklık... Bu yarışmaya birisine yardım etmek için mi katılmak istiyordu? Anladığım kadarıyla bu bir çocuktu. Onun hakkında fazla mı kötü düşünmüştüm acaba. O kadar da umursamaz bir insan değilmiş. Telefonu kapatıp kalkmak için arkasına döndüğünde beni fark etmişti. Bir an onu dinlerken yakalandığım için paniğe kapıldım.

Bana anlamsız bakışlar atarken bir günün içerisinde ne kadar çok şey yaşadığımı düşünüyordum. Günüme basit bir kemancıyla başlamış daha sonra o kadar da basit olmadığını ve egoist bir gıcık olduğunu düşünmüştüm. Günün sonundaysa... Neyse daha günün sonu gelmiş sayılmazdı.

" Telefon konuşmamı mı dinliyordun?"Dedi imalı bir ses tonuyla.

"Ne münasebet."

Kesin öyledir Beste. Senin şu kendini açıklamalarına bayılıyorum vallaha.

Canım iç sesim bile verdiğim ani tepkiye böyle bir karşılık verirken kim bilir Yağız'ın aklından neler geçmişti.

"Peki ne yapıyordun o zaman orada?" Dedi bana hâlâ imalı gelen bir ses tonuyla.

Düşündüm. Gerçekten çok hızlı bir şekilde günümün analizini yaptım ve kararımı verdim. Sanırım şu an hayatımın en büyük adımlarından birini atacaktım. Belki de bu adım hayatımı değiştirecekti. Belki de hayatımın bir değişime ihtiyacı vardı. İlk defa ani bir kararla hayata meydan okuyordum ve bunun geri dönüşü yoktu.

" Seninle konuşmak için geldim. Sana bir teklifim var."

Söylediğim bu sözler yüzünde kısa bir şaşkınlık anı oluştursa da hemen kendini toparladı.

"Dinliyorum." Dedi ellerini ceketinin cebine sokarak.

" Sen bana yardım edersen ben de seninle müzik yarışmasına katılacağım."

Birkaç saniye olayı tam olarak idrak edememişti. Sonrasındaysa:

"Peki ya kazanamazsak..." Dedi merakla yüzüme bakarak.

Evet, böyle bir seçenek de vardı ve ben zaten mahvolan hayatımın biraz daha mahvolmasına göz yumabilirdim.

" Ne istersen onu yapacağım. Eğer kazanamazsak ne istersen yapacağım. Tabii bu şey belirli sınırları kapsıyor. Saçma sapan şeyler isteyemezsin."

"Güzelmiş.", Dedi hafifçe gülümserken. "Peki kazanırsak ve ben sana yardım edememiş olursam..."

Ah! Ne kadar da acınası bir durumdu bu. Eğer öyle bir şey olursa zaten her şeyi unutmuş olabilirdim. Benim için yapabileceği pek bir şey kalmayacaktı yani. Ne olursa olsun fark etmezdi. Sahi bir gün her şeyi unutacak kadar kötü bir duruma gelirsem ne isterdim? Sanırım sadece korunmak isterdim. Kötü insanlardan, kötü durumlardan, kötü her şeyden... Farkında olmadan bir felaketin ortasına düşmekten...

"Eğer bana yardım edemezsen... Bir felakete sürüklenmediğime emin ol yeter."

Bu hikayedeki sönük yıldız elbet bir gün parlayacak ve bir gün kayıp gidecekti birilerinin hayatlarından... Kalabalık bir sokağın ortasından yalnız bir ruh olarak sonsuzluğa karışacaktı.

Zaman geçmişimin en acı hatırasını çalmıştı benden. Her şeyimi aldığını düşünmüştüm. Ama o öyle düşünmüyordu belli ki. Daha fazlası için geri dönmüştü. Bu defa tek seferde değil yavaş yavaş halledecekti işini. Ruhumdan yavaş yavaş çalacaktı. Ve bir gün ruhumdan kalan son parça rüzgara karışarak başıboş dolaşacaktı etrafta. Belki birisi derin bir nefes alırken onu da çekecekti içine. O kişiye yazıktı. Varlık ve yokluk arasında kaybolan o parçam bile ona kötü şans getirebilirdi çünkü öyle bir bahtsızlık vardı ki üzerimde...

Kimseyi hayatıma almamalıydım ve kimsenin hayatına girmemeliydim. Kimseyi üzmeye hakkım yoktu. Ben unuturdum ama onlar unutmazdı. Birilerinin kalbinde yaralara neden olmak istemiyordum. Yalnızlık benim kaderime yazılmış yazılardan biriydi.

Ama ben bugün tam burada, biricik bankımın yanında, daha bugün tanıştığım kemancı

bir adamla kaderime meydan okudum.

...

Bölümü nasıl buldunuz ?

Bir sonraki bölümle birlikte maceramız daha da kalabalıklaşacak ve daha heyecanlı bir hal alacak.

Beste'nin annesinin çözülememiş gizemli ölümünü merak ediyor musunuz?

Peki Beste her şeyi unutacak mı ? Yoksa bu gizemi çözebilecekler mi?

Yeni bölümde kimler aramıza katılacak?

Siz yazın ben okumak için sabırsızlanıyorum. Oylarınızı ve yorumlarınızı merakla bekliyorum.

Sizleri çoook seviyorum BUM okurları.

O zaman yeni bölümde görüşmek üzere.

Sağlıkla kalın gökyüzünün en parlak yıldızları!

Not:

Bölümün şarkı önerisi: Herkes gider mi?/ Cem Adrian

 

Loading...
0%