Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.Bölüm

@zeynepazrabayrak

Merhaba sevgili okurlarım,

Maceraya kaldığımız yerden devam...

Yukarıdaki müziği dinlemeyi unutmayalım.

 

 

4.BÖLÜM

 

 

“İki kişinin sözleşmesi altı kişinin birleşmesi olmuştu.”

Dilay;

Bir yandan yavaş yavaş yürüyor diğer yandan da Beste'ye mesaj atıyordum. Nasıl da özlemiştim onu. Stajyerlik yapmak düşündüğüm kadar kolay değildi ve bu da beni yoğun bir çalışmaya sürüklemişti.

Girdiğim merkezde sadece üç kişi kalıcı olarak alınacaktı ve bu deneme süreci benim için fazlasıyla önemliydi. Yedi kişinin arasından sıyrılıp ilk üçe girmeliydim.

Bu da her şeye haber gözüyle bakmama sebep oluyordu. Bu stajyerlik işiyle birlikte maceradan maceraya koşuyordum resmen. Başımdan bela eksik olmuyordu.

Neyse ki bir boşluk bulup kaçmıştım. Biricik dostuma güzel bir sürpriz yapacaktım. Her zamanki pastanemizden en sevdiğimiz makaronlardan aldım.

En sevdiğimiz dediğime bakmayın siz, tatlı olan hemen her şeyi severdik biz çünkü. Düşüncelerimi dağıtmak için etrafa bakınırken bazı tartışma sesleri duyunca köşeden dönmeyip gizlice seslerin geldiği tarafa doğru baktım.

Büyük bir restoranın arka tarafında üniformasından orada çalıştıklarını düşündüğüm iki genç adam ve onlardan çok daha büyük duran saçları yer yer aklaşmış yaşlı bir adam duruyordu. Hemen muhabir iç güdülerimle telefonumu çıkarıp kamerayı açtım.

Kayda değer bir şey çıkmazsa videoyu silerdim. Yaşlı adam "Oğlum siz ne yapıyorsunuz?" diye bağırdığında ürkmedim desem yalan olur. Siz bir de bizim gençleri düşünün...

"Tayfun Bey, tarihi geçmiş etleri atmaya çıkmıştık?" dedi daha çelimsiz duran genç.

"Oğlum sen salak mısın? Hepi topu iki gün oldu tarihleri geçeli. Ben sana bir hafta olmadan atılmayacak demedim mi?"

Ne diyordu bu adam ya... İnsanların canına kastı falan mı vardı.

"Dediniz efendim ama geçen gün müşterilerden biri rahatsızlandı. Bizde daha fazla şikayet gelmesin diye..."

"Vallaha siz bana kafayı yedirteceksiniz. Batıracaksınız restoranı. Et ne kadar pahalı sizin haberiniz var mı? Bir kişi için beni ne kadar masrafa sokacaksınız. Yürüyün onları soğuk depoya geri götürün. Yoksa elimden bir kaza çıkacak."

Gençlerden biri itiraz edecekti ki yanındaki yavaşça koluna dokunarak onu susturdu. Onlar içeriye geri girerlerken yaşlı adam hâlâ bağırıyordu. "Bir daha görmeyeyim. Yoksa kovarım sizi bakın."

Sinirlerim acayip bozulmuştu, videoyu kaydederken bir yandan da ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Bu adam göz göre göre insanların sağlığını tehlikeye atıyordu.

Ayrıca yanında çalışan gençlere de resmen hakaret etmişti. Normalde şu an kendimi tutamaz ve gidip o adama haddini bildirirdim ama bu işi daha güzel bir şekilde halledecektim. Batıracaktım bu adamı.

Ben tam böyle düşünürken birinin kolumu tutmasıyla irkildim. Kafamı çevirdiğimde hiç tanımadığım iri yarı bir adamın yanıma geldiğini fark ettim. Gözü elimdeki telefona takılmıştı ki dikkatini dağıtmak amacıyla konuşmaya başladım.

"Buyurun beyefendi. Bir şey mi isteyecektiniz? Tabii ilk önce kolumu bırakırsanız sevinirim."derken bir yandan da çaktırmadan telefonumu çantama attım.

Şu an bulunduğum yerin oldukça sessiz ve sakin olması da bir kere daha şansımın yaver gitmeyeceğine delildi. Adamın bakışlarından hiç hoşlanmamıştım. Bir yandan düşünüyor bir yandan da dua ediyordum.

Ben böyle kendimi düşüncelere adamışken adam beni hiç muhatap almadan hâlâ restoranın arka kapısında duran ve şimdi de telefonla konuşmaya başlamış yaşlı adamın yanına doğru beni resmen sürüklemeye başladığında bağırmak ve bağırmamak arasında kalmıştım. Yakalanmıştım işte.

Bu adam restoranın koruması falan olmalıydı ya da şu insanları zehirlemeye çalışan yaşlı adamın bir tanıdığı... Ne olursa olsun sona yaklaştığımı hissediyordum.

Bir anda aklım başıma gelmiş olmalı ki "İmdat. Kurtarın beni." Diye bir çığlık atarak kendimi bu birdenbire ortaya çıkan ve başıma bela olan adamın elinden kurtarmaya çalıştım.

Tabii bunca sesin üzerine diğer adam da bizi fark etmiş telefonunu kapatıp neler olduğunu anlayamadığı her halinden belli olan bakışlarla bize doğru yürüyerek gelmeye başladı.

Kendimi tutamayıp kahkahalara boğulurken düşündüm. Bu adamın böyle bir durumda bize yavaş yavaş yürüyerek gelmesi mi tuhaf yoksa benim şu durumda kahkahalara boğulmam mı? Bence ikisi de...

Birkaç saniye dikkatlice incelediğimde yanımdaki koruma kılıklı adamın beni sadece montumun kapüşonundan tuttuğunu fark ettim ve kendimi kaçmaya hazırladım. Beni ne zannetmişlerdi. Boynuma asılı çantamı sağlama alıp içimden saymaya başladım.

"Üç deyince Dilay...1...2...3..."

Vücudumu hızlı bir şekilde montumun içinden çıkarıp arkama bakmadan koşmaya başladım ki tam köşeyi dönecekken karşıma çıkan başka bir koruma kılıklı adamla durmak zorunda kaldığımda bana şu rezilliği yaşatan kaderime şöyle bir saydırdım.

Adam belinden çıkardığı silahını kafama doğru tutup "Nereye gidiyordunuz küçük hanım?" Dediğinde vücudumda dolaşan adrenalini hissedebiliyordum.

Aklımdan sabahtan şimdiye kadar yaşadıklarım geçerken annemle olan telefon konuşmamızı hatırladım. "Allah'a emanet ol güzel kızım." Demişti annem. Doğru ya ben Allah'a emanettim. Rabbi'min bir "Ol." Emrine bakardı her şey.

Kendimi rahatlatmaya çalışırken bir yandan da buradan nasıl kurtulabileceğimi düşünüyordum. Belki de telefondaki görüntüleri gözleri önünde silersem beni bırakırlardı.

Mantığımı kullanmalıydım. Canım şu an o videodan daha önemliydi sonra bu durumu halledebilirdim.

Bir kere daha bağırsaydım biri sesimi duyabilir miydi? Gerçi duysa bile bu adam anında beni vururdu. Biraz düşününce o kadar da ıssız bir yerde değildik buna cesaret edemezdi herhalde. Bağırmalı mıydım yoksa direkt görüntülerden mi konuya girmeliydim?

Üzerinde pek durmadan en tehlikeli olanını seçtim. Bağırabildiğim kadar çok bağırdım ve olduğum yerde hızlı bir şekilde diz çöktüm. Kafamı dizlerimin arasına gömdüm. Kulaklarım her an bir silah sesi duymayı beklerken bakışlarım yere odaklanmıştı.

Sonra çok garip bir şekilde bir "Ah." Sesi duydum ve bana silah doğrultan adam gözlerimin önünde yere serildi.

Ben ne olduğunu anlamamış halde kafamı yavaşça kaldırırken genç bir adam elindeki sopayla yere serdiği adama bakıyordu. O andan sonra tek hatırladığım bir çift gri gözün gözlerimi buluşu ve elini uzatmasıydı.

Şimdiyse peşimizde bir restoranın hiç de tekin olmayan korumaları kalabalık bir caddede peşimiz sıra koşuyorlardı. Ben de hâlâ ismini bilmediğim ama beni kurtardığı için minnettar olduğum gri gözlü çocuğun elini tutmuş ciğerlerim yırtılacakmış gibi nefes nefese koşuyordum.

Düşünün şimdi. Kalabalık bir cadde... El ele insanlara çarpa çarpa koşan iki genç ve arkalarında onları kovalayan iki belalı adam. Sizler de nefes nefese kaldığınızı hissetmiyor musunuz?

Hâlâ arkamıza bakmadan koşarken nefesimi düzene sokmayı bir anlığına başarıp sordum."Daha ne kadar koşacağız? Her an düşüp bayılabilirim."

Arkasına dönüp bir bakış attıktan sonra "Hala peşimizdeler. İzimizi kaybettirmenin bir yolunu bulmalıyız."Dedi koşmaya devam ederken.

İzimizi kaybettirmek mi? Bu iş tam bana göreydi.

"İsmin ne?" Diye sordum ona bakarak. Sözcükler ağzımdan kesik kesik çıkıyordu.

"Batu."Dedi.

"Bende Dilay. Bana güvenir misin Batu?"

"Az önce seni silahlı adamların elinden kurtardım. Bilemiyorum yani." Dedi imalı bir sesle.

"O zaman şansına küs." Dedim ve elini daha sıkı tutarak ilk gördüğüm mağazaya onu da peşim sıra sürükledim. Hızlı bir şekilde üstümüzdekilere tamamen zıt birkaç parça eşya alıp onu kabinlere gönderdim. Altıma buz mavisi tüllü eteği üstüne de aynı renk kazağı giydim.

Tokamı çıkartıp kumral saçlarımı özgür bıraktım. Çantamda her zaman taşıdığım camsız yuvarlak gözlüklerimi takıp başıma beyaz örgü bir bere geçirdikten sonra kasaya aldıklarımı ödedim son anda bulduğu atkıyı da boynuma güzelce bağlayıp yüzümü de biraz kapattım.

Montumu giyip giymemek konusunda ikilemde kalmıştım. Riske girmek istemiyordum ama dışarısı çok soğuktu ve zaten boş yere harcadığım onca paradan sonra bir de monta para veremezdim. Mağaza görevlisinden rica edip montumu daha sonra gelip almak üzere ona emanet ettim.

Bu benim için tehlikeli bir durumdu ama zaten başka bir tehlikeli durumun içindeydim. Silahlı adamlar beni soğuk alerjimden daha çok korkutuyordu ve onları atlatıp hızlı bir şekilde Beste'nin yanına gitmeliydim. Orada ısınabilirdim.

Birkaç dakika içinde Batu da yanıma gelmişti. Mavi bir kot pantolon beyaz bir kazak ve kot bir ceket giymişti. Kendi beremi aldığım yerden sütlü kahve renginde bir erkek beresi alıp kafasına geçirdim. Yüzü çok açıkta kalıyordu.

Benim gözlüğüm vardı, saçlarımda açıktı. Tanınmam belki birazcık daha zor olurdu ama onun yüzünü görseler tanırlardı. Ani bir kararla atkımı çıkarttım. "Biraz eğilebilir misin?" Derken aramızdaki boy farkına içimden saydırıyordum.

Bana anlamsızca baktığında "Yüzünü kapatmamız lazım, hadi çabuk ol." Dedim aceleyle. Atkıyı boynuna dolayıp yüzünü biraz kapattım. Şimdi idare ederdi işte.

"Tamamdır, hadi çıkalım." Dedim.

"Böyle donarsın, montunu giy." Derken bir yandan da etrafı yokluyordu gözleriyle.

"Risk alamayız. Ve ben de yeni bir monta para ödeyecek durumda değilim.Hem üşümem ben..." Dedim hafif sinirli bir ses tonuyla.

"O zaman ben öderim" Diyerek mağazayı hızlıca turlayıp kısa, lacivert, içi yünlü bir ceketle geri dönüp bana uzattı. Kasaya parayı öderken kulağına fısıldadım.

"Beni gıcık ediyorsun ama teşekkür ederim."

"Bunu bir iltifat olarak algılıyorum. Rica ederim." Dedi bakışları benden girişe doğru kayarken. Gözlerinin kocaman açılmasıyla bir terslik olduğunu anlayıp onun baktığı tarafa doğru baktım. Adamlar... Gelmişlerdi. Ben bir an donup kalırken Batu elimi tutup " Hemen çıkalım buradan." Dediğinde hala kendime gelebilmiş değildik. Şüphe çekmemek için yavaş yavaş mağazadan çıktık. Bir daha yakalanmak istemiyordum.

"Koşalım."Dedim Batu'ya dönüp. "Yakında arkadaşımın evi var. Hemen uzaklaşalım buradan."

Yaklaşık beş dakika son hızla koştuktan sonra Beste'nin apartmanının önüne gelmiştik. Batu bir bana bir apartmana bakıyordu. Şaşkınlığını anlayamamıştım.

"Arkadaşının ismi ne?" Derken onu hala anlayamıyordum.

"Beste. Ne oldu ki?"

"Sanırım arkadaşın benim de arkadaşım." Dediğinde ben de şaşırmıştım. Yaşadıklarım hakkında pek düşünmeme fırsat kalmadan sokağın ilerisinde koşarak gelen iki adamı gördüğümde Batu'yu içeri sürükledim.

Asansör şansımıza bozuktu ve hemen hemen bir saattir yaptığımız gibi yine koşarak üç kat merdivenleri çıkmaya başladık. Artık nefes alamadığımı hissediyordum. Ayrıca alerjim yine kendini göstermeye başlamıştı, tüm vücudum kaşınıyordu.

Kapının önüne geldiğimizde başka bir şokla karşı karşıya kaldık. Kapının önünde bekleyen daha önce görmediğim üç kişi daha vardı ve Beste de şaşkın bir şekilde onlara bakıyordu.

Bizde kapının önünde soluk aldığımızda gözleri daha da açılmış resmen donakalmıştı. O kadar yorulmuştum ve kaşınıyordum ki sabırsızlıkla atıldım:

"Beste bizi içeriye almayacak mısın? Vallaha şu anki durumu ben de pek anlayamadım ama bunu içeride konuşsak olmaz mı?"

Sözlerimle birlikte tüm bakışlar bana döndüğünde azıcık yüzüm kızarmış olabilir. Beste de kendine gelip "Buyurun içeri gelin lütfen." Dediğinde kimseyi beklemeyip hemen içeri daldım. Diğerleri de peşimden gelirken kendimi salondaki kanepeye attım.

Herkes oturduğunda Beste hepimize birer bardak kahve getirip pencerenin yanındaki tekli koltuğa oturdu.

"Şimdi ilk önce ben kendi açımdan durumu şöyle bir açıklayayım. Alvina benim yeni ev arkadaşım. Yani öyle olmasını umuyorum. Bu sabah telefonda konuştuk. Sonra Batu aradı. Batu da abim gibidir, liseden beri tanışıyoruz. Onun da canı çikolatalı kek istemiş."Ben geliyorum." Dedi. Benim cevabımı da pek beklemedi, telefonu yüzüme kapattı. Bir şey diyemedim o yüzden. Sonra Yağız mesaj attı. "Müsaitsen geleyim Meriç'le mi?" Dedi. Ben yanlışlıkla tamam yazdım. Otomatik düzeltmenin gazabına uğradım." Dedi mahçup bir yüz ifadesiyle.

Sonra bana baktı. "Ama senden haberim yoktu Dilay." Dediğinde bozulmuş gibi bir ifade takındım.

"Mesaj attım ya sana. Telefonuna neden bakmıyorsun balım?" Dedim yeşil gözlerimle sitemli bir bakış atarken.

"Kusura bakma canım, görmemişim." Dedi yüzüne daha sevimli bir ifade takınarak.

"Ama gerçekten hepinizin aynı anda geleceğini düşünmemiştim." Dediğinde etrafa bir göz gezdirdim.

Hadi Alvina'yı anlamıştım da Yağız ve Meriç'te kimdi? Hele Batu... Bu nasıl bir tesadüftü böyle. Alvina'yı gözlerimle şöyle bir süzdüm. Siyah saçlarını tepeden topuz yapmıştı. Çok koyu kahve rengi gözleri vardı.

Uzaktan bakan birisi siyah olduğunu düşünebilirdi. Siyah bir pantolon, siyah bir kazak... Kısacası siyahlara bürünmüştü. Onun hakkındaki ilk izlenimim güzeldi. İçim ısınmıştı.

Meriç olduğunu öğrendiğim çocuğun da Alvina gibi siyah saçları ve Koyu kahverengi gözleri vardı. Görünüş olarak birbirlerine yakışıyorlardı. Yağız ise kahverengi saçlara kehribar rengi gözlere sahipti. Sonra yanımda oturan Batu'ya baktım çaktırmadan.

Onun da çok güzel gri gözleri ve açık kahverengi saçları vardı. Yeni tanıdığım insanları incelemeyi bir kenara bırakırken kollarımı ve bacaklarımı kaşımamak için dayanmaya çalışıyordum.

Daha sonraki beş dakika içinde Beste, Yağız ve Meriç'le bir müzik yarışmasına katılacaklarını anlatmıştı. Daha sonra Alvina ve Yağız'ın kuzen olduğunu öğrenmiştik ki buna Beste dahil ben de şaşırmıştım.

İster istemez iyice kaşındığımı farkettiğimde kazağımın kollarını hafifçe yukarı kaldırıp çaktırmadan baktım. Kollarım kıpkırmızı olmuş kabarmaya başlamıştı. Beste de farketmiş olacak ki bana dönüp "Hayırdır size ne oldu? Nefes nefese geldiniz?"

Bir an içimden yaşadıklarımızı düşünüp durumu özetledim:

"Kısaca özetleyecek olursam muhabirlik iç güdülerim başıma yine bela açtı. Az daha canımdan oluyordum. Sağolsun Batu beni kurtardı. Sonra da birkaç cadde boyunca peşimizrdeki belalı adamlardan kaçtık. Öyle bir şeyler işte."

Beste şaşırmış bir halde "Neden kaçtınız ki Batu dövüş sanatları biliyor. Adamların etkisiz hale getirmek onun için çok basit bir şey." Dediğinde ben de şaşkın gözlerle Batu'ya döndüm."Bana hiç öyle bir şeyden bahsetmedi. Ciğerlerimiz patlayana kadar koştuk." Derken soran gözlerle ona bakmaya devam ettim.

Çok kötü yakalanmıştı ki bunun farkındaydı. Bu yüzden masum bir ifade takınıp savunmaya geçti. "Şöyle... Şimdi kaçabilecekken neden dövüşeyim ki. Başımızı daha fazla belaya sokmak istemedim sadece."

Ona çok kötü bakışlar atıp önüme döndüm. Bir yandan da kaşınmaya devam ediyordum. Beste bu sefer bana bakıp bir daha konuşmaya başladı:

" Dilay dışarısı çok mu soğuktu? Senin alerjin tutmuş yine anlaşılan..."

Tam cevap verecektim ki Batu benden önce davrandı:

"Ne alerjisi..?"

"Dilay'ın soğuğa alerjisi var. Yine kaşınmaya başlamış o yüzden sorayım dedim. Ne oldu ki?"

Bu sefer Batu bana sorgulayıcı bakışlarla atarken ben de "Ne var?" dercesine omuz silktim.

"Hiç... Dilay bugünün dondurucu soğuğunda montsuz dışarı çıkacaktı da. Hangi cesaretle yaptığını düşünüyordum."

Nedense kendimi çok saçma bir şekilde suçlu hissetmiştim. Bir yandan da Batu'ya gıcık olmuştum. Kollarımın sıcağın ve kaşımamın etkisiyle yanmaya başladığını hissettiğimde en azından biraz krem sürüp yatıştırmak için Beste'ye "Mutfağa gidelim." bakışları attım. Halimden hemen anlayan canım arkadaşım ayağa kalkıp "Ben Dilay'a bir krem vereyim en iyisi. Siz keyfinize bakın." Dediğinde herkesten aldığı onaylar bakışlarla adımlarını mutfağa doğru yönlendirirken ben de kalkıp peşinden gittim.

Beyazın hâkim olduğu mutfakta sarı çiçekli perdeler küçük beyaz bir masa ve beyaz sandalyeler vardı. Her zaman olduğu gibi masanın üstündeki küçük vazo papatyalarla doluydu. Bir dolabın kapağını açıp ilaç kutusunu çıkarırken Beste'nin buraya ilk taşındığı zaman aklıma gelmişti. Ben mutfağı sarıya boyarken o da salonu maviye boyuyordu. Rengarenk bir ev yapma peşindeydik. Hayallerimiz gibi rengarenk... Her şey ne kadar da güzeldi. Gerçi hâlâ öyle...

Beste'nin verdiği kremi kollarıma sürerken birden aklıma yeni aldığım dinleme cihazı geldi, ona çok para vermiştim ve koşuşturma içerisinde umarım hâlâ sağlamdı. Hemen koşup çantamı alıp mutfağa geri geldiğimde Beste de sandalyelerden birine oturmuş bekliyordu. Ben de diğer sandalyeye oturup çantamı kurcalarken meraklı gözlerle bana baktığını hissedebiliyordum.

"Ne arıyorsun Dilay?" diye sorduğunda tam da aradığım şeyi görmüştüm. Dinleme cihazını çantamdan çıkarırken açıklamaya başladım.

" Geçen hafta bir dinleme cihazı sipariş etmiştim ya hani... O dün geldi, çantama koymuştum. Az önceki koşuşturmadan sonra sağlam olup olmadığını merak ettim."

"Şu heyecanla beklediğin cihaz mı? Sağlam mı peki?"

Evet. Sağlam çok şükür."

O sırada telefonuna gelen mesaja bakan Beste'ye "Şunu masanın altına takıp bir denesem mi balım?" diye sorduğumda beni pek de duymamıştı. Tekrardan sorduğumda çok dikkat etmeden "Tamam." Dedi. Bu kızın aklı neredeydi Allah aşkına?

Cihazı açıp telefonuma bağladığımda içeriye Yağız girdi. Neden burada olduğunu düşünürken su almak için geldiğini söylediğinde Beste'nin bakışlarının değiştiğini fark ettim. Sanki birazcık endişe sezmiştim. Niyeyse onları yalnız bırakmam gerektiği gibi bir hisse kapılmıştım. "En iyisi ben gideyim, içeridekiler yalnız kalmasınlar." Diyerek çantamı alıp hızlı adımlarla mutfaktan çıktım. Çantamı askılığa asıp salona geçtim ve Batu'nun yanına oturdum.

Telefonumdan gelen sesle aklım başıma geldiğinde gözlerimin kocaman açılmasına engel olamamıştım. Dinleme cihazını mutfakta unutmuştum. Cihaz telefonuma bağlıydı ve şimdi Beste ve Yağız'ın konuşmalarına hepimiz şahit oluyorduk. Herkes benim kadar şaşkındı hatta benden daha şaşkındılar çünkü olanlara bir anlam veremiyorlardı. İster istemez hepimiz dinlemeye başlamıştık. İlk önce Yağız'ın sesi duyuldu:

"Onlara her şeyi anlatmayacak mıyız? Bu olay o kadar basit değil biliyorsun Beste. Bize yardım edebilirler. Yine de son kararı sana bırakıyorum. Ben sana bir söz verdim biliyorsun. Yani sana her türlü yardım edeceğim ama hep birlikte daha kolay halledebiliriz."

Ben Yağız'ın sözlerine bir anlam veremezken Beste cevap verdi:

"Haklı olabilirsin Yağız. Ama zaten seni de bu işin içine sürüklediğim için suçluluk duyuyorum. Ya tehlikeli bir şeyler olursa onları da riske atamam. Ben en fazla her şeyi unuturum. Ama onlara bir şey olursa kendimi affedemem. Nasıl bir işin içine girdiğimi bilmiyorum. Ben hiçbir şey bilmiyorum. Zaten Batu'yla Dilay'ın hiçbir şeyden haberleri yok. Duyarlarsa hem çok üzülürler hem de bu işten uzak durmazlar. Biz ikimiz halledelim olur mu? Kimseyi karıştırmayalım."

Beste'nin sözleri üzerimde şok etkisi bırakmış kulaklarımda yankılanmaya devam ediyordu. Yağız konuşmaya devam etti:

"Sen bilirsin. Kararına saygı duyuyorum. Hadi içeri gidelim o zaman. Bu işi daha sonra ikimiz konuşuruz."

" Olur. Düşünsene Yağız. Şu an burada seninle konuşuyoruz ve ben belki gelecek sene bugün burada seninle konuştuğumuzla ilgili hiçbir şey hatırlamayacağım. Ne kadar tuhaf bir his."

Beste'nin sözleri zihnimde hâlâ bir anlam bulamazken istemsizce göz pınarlarımdan birer damla yaş süzüldü.

" At kafandan böyle düşünceleri. Her şey çözülecek. Ve sana söz veriyorum gelecek sene bugün burada seninle konuştuğumuz her şeyi hatırlayıp güleceksin. Hatta belki beraber güleriz. Hadi içeri geçelim artık kimse bir şeyden şüphelenmesin." dedi Yağız.

İkisi birlikte salona geldiklerinde hepimiz sorgulayıcı bakışlarla onlara bakıyorduk. Bugün ne kadar da garip bir gündü böyle. Konuşmaya çalıştım, başaramadım. Şarkıda da dediği gibi...

"İşte bazen öyle bir sükuta mahkumum dilinde prangalar..."

Benim ağzımdan dökülemeyen o sözleri Batu söyledi:

"Siz bizden ne saklıyorsunuz Beste?"

"Ben..."

Beste'nin gözleri gözlerimle buluştuğunda ona hiç konuşmadan sadece bakışlarımla doğruyu anlatmasını söyledim. Biz birbirimiz hiç yalan söylememiştik ve bundan sonra da böyle bir şey olmasını istemiyordum. Meriç ve Alvina merakla, Batu'ysa her zamankinin aksine ciddi bir duruş ve dolu gözlerle ona bakıyordu.

Ve o her şeyi anlattı.

Hiç beklenmeyen anlarda öğrenilen gerçekler vardır. Sanki üstüne bir kova buzlu su dökülmüşçesine yüreği ürperten...Bu ilk şok etkisidir. Daha soğuğa alışamadan bir ateş düşüverir. Alaz alaz yakar kavurur ruhunu. Boğazların, içinde bir alev topu saklıymışçasına düğümlenir, yutkunamazsın. Duman gözlerini yaşartır, ağlayamazsın. Ateş gerçeklerin verdiği acıdır. Gözyaşları kabulleniş... O yüzden ağlayamazsın. Çünkü bir damla gözyaşının içinde bir ruhun yardım çığlıklar gizlidir ve yardım kabullenişin çırpınışlarıdır.

Ben de gözyaşlarımı kendime sakladım. Beste şu an güçlü bir şekilde karşımda duruyorsa benim daha güçlü olup onun yanında olmam lazımdı. Benim gözümden akan tek bir yaş onun gözünden de bir damla yaşın düşmesine sebep olabilirdi.

Bizim hikayemiz soğuk bir kış günü buz mavisi duvarların arasında hüzün kokan kar taneleriyle başladı. Yılın ilk karı bizim hikayemizin başlangıcı oldu ve ben gelecek senenin ilk karında bu buz mavisi duvarların arasında her şeyin çözülmesini diledim.

...

Beste kırmızı not defterinin ilk sayfasını lacivert renkli kalemiyle doldurmaya başladı:

18 Ocak 2021

Herkesin her şeyi öğrendiği gün...

Yılın ilk karının yağdığı gün...

Ve ruhumun yalnızlığının sınırlarını zorlamaya başladığı gün...

...

Umarım keyifle okuduğunuz bir bölüm olmuştur. Artık hikayemiz yavaş yavaş hareketlenmeye başladı. Çözülmesi gereken sırlar, aşılması gereken duygular var. Sizler de neler olacağını merak etmiyor musunuz?

Öyleyse gelecek bölümde görüşelim. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.

Sizleri seviyorum BUM okurları. Bizimle kalın.

Sağlıkla kalın gökyüzünün en parlak yıldızları!

Not:

Bölümün şarkı önerisi: Sevemezsin/Pera

 

Loading...
0%