Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm: 4

@zeynephafsacan

Bölüm: 4

 

23.04.2016

Yazarın Anlatımıyla

Asel, kırmızı dantelli eteğini bacaklarından yukarıya doğru çekti. Olabildiğince hızlı bir şekilde hazırlanmaya çalışıyordu. Kıyafetini düzenledikten sonra eline tokasını aldı; hızla annesinin yanına koştu. İlsu, Aref’in papyonunu düzeltmekle meşguldü. Yarım saat içersinde okulda olmaları gerekiyordu. Normalde daha erken uyanacaklardı fakat İlsu’nun alarmı çalmamıştı. Peyda’nın onu araması sonucu uyanmıştı.

Asel hızla annesine tokasını ve tarağını uzatırken; İlsu, Aref’in saçına göz attı. Telaşla seslendi. “Oğlum, hemen babanın yanına git, saçını bir tarasın.”

Aref elleriyle gözünü ovuşturup babasının yanına doğru koştu. İlsu hızla Asel’in saçlarını tararken, Aktan Aref’in saçlarını düzenleyip telefonunda Baha’yla konuşuyordu. Bugün çoğu kişiye tatilken, onların çalışması gerekiyordu. Maalesef ki çocuklarının gösterisini izleyemeyecekti…

Peydalar ise İlsuların aksine erkenden uyanmışlardı. Arel hızlıca kırmızı pantolonunu ve beyaz gömleğini giymiş; saçını düzenlemişti. Mutfağa, annesinin yanına gittiğinde ise Peyda İlsu ile konuşuyordu. Arel, masadan kendine bir bardak su aldığında Peyda ona döndü. “İlsu teyzenler uyanamamış,” diye seslendi. “Şimdi ben arayınca uyandılar.”

“Geç kalmazlar mı,” diye sordu kolundaki saatine bakarak. “Öğretmenimiz saat dokuz buçukta okulda olun demişti.”

“Umarım geç kalmazlar,” deyip Arel’e gülümsedi. “Heyecanlı mısın?”

Arel başını iki yana sallayıp sandalyeye oturdu. Annesinin hazırladığı kahvaltıya bakarken seslendi. “Ben o gösteriye Berra’yla katılmak istemiyordum.” Peyda sıkıntıyla şakaklarını ovuştururken Arel devam etti. “Berra’yı sevmiyorum ben.”

Öğretmenleri, Asel ve Arel çok şımarık davranmaya başladıkları için ceza olarak onları gösteride ayırmıştı. Partnerleri değişmişti ve ikisi de bu durumdan memnun değildi. İlsu ve Peyda defalarca öğretmenleri ile bu konuyu konuşmuştu fakat hiçbir işe yaramamıştı.

“Sadece bir gösteri Arel,” dedi. “Gösterinizi güzelce yapın. Berra’yı sevmiyor olabilirsin ama bu gösteride siz partnersiniz. Kısa bir süre birbirinize uyum sağlayın.”

Arel ekmeğine patates kızartmasından koyarken homurdanmaya başladı. “Ama Berra’yı ben sevmiyorum ve sevmediğim biriyle dans etmek istemiyorum.”

“Yapma ama Arel, bunu daha öncede seninle konuştuk. Söylesene; kimi seviyorsun o zaman?”

“Söyleyemem.”

“Neden?”

“Ne yapacaksın ki?”

“Merak ettim.”

“Sanki bilmiyorsun.”

“Neyi?”

“Kimi sevdiğimi.”

“Kimi seviyorsun ki?”

“Ya anne,” diye bağırdı Arel. Tek istediği o an Berra yerine Asel ile gösteriye katılmaktı. Berra onun çok sinirini bozuyordu fakat Asel hiç öyle değildi. Asel’i gerçekten çok seviyordu…

***

İlsu, hızla Aref’in ayakkabısını giydirmeye yardım ederken; Asel çoktan ayakkabısını giymişti. Çok stresli hissediyordu. Birkaç gündür heyecanla bugünü bekliyordu ve geç kalma düşüncesi bile onu rahatsız ediyordu. İlsu ayaklanıp Aref’in elini tutunca, Asel hızla kapıya koşup geçmeleri için açtı. Hızlı olmaları için elinden geleni yapıyordu. Önden koşarak arabanın arka koltuğuna oturdu ve onlara baktı. İlsu hızlı adımlarla yürüyor, Aref ise resmen sürünüyordu.

İlsu, Aref’in oturmasına yardım ettikten sonra kapılarını kapatıp ön koltuğa geçti. Kemerini takarken seslendi. “Sizde kemerlerinizi takın.”

Asel kendi kemerini saniyeler içinde taktıktan sonra yanında oturan Aref’e baktı. Kemerini takmamıştı. Kollarını önünde birleştirmişti ve somurtuyordu. Asel kaşlarını çattı. “Aref, kemerini taksana!”

“Takmayacağım,” diye sızlanmaya devam etti Aref. “Karnım acıktı diyorum saatlerdir, umursamıyorsunuz. Bende kemeri umursamıyorum.”

“Aref delirtme beni, geç kalıyoruz zaten!”

“Ben çok acıktım ama!”

İlsu, dikiz aynasından Aref’e baktı. “Oğlum, çok geç kaldık ama. Söz, gösteriniz bitince ne istersen alacağım.”

Aref başını koltuğa vurup kemerini taktı. İlsu anahtarı çevirip arabayı çalıştırdığında, saat dokuzu kırk iki geçiyordu. Gerçekten çok geç kalmışlardı.

Okula vardıklarında İlsu arabayı hızla müsait bir yere park etti. Asel camdan dışarıya baktığında kendileri dışında hiçbir örenci göremedi. Tek geç kalan onlar olmalıydı. Ya da onlardan daha geç kalan da vardı. Bilmiyordu…

Arabadan indiklerinde İlsu, Aref’in elini tuttu. Okulun bahçesine doğru ilerlediler. Henüz daha ilk gösteri yapılıyordu, çok geç kalmamışlardı. Asel okula doğru koştuğunda İlsu ve Aref peşinden geliyordu. Sınıf arkadaşları bir köşede duruyor, heyecanla sohbet ediyorlardı. Asel’in gözleri ilk başta gösterisini beraber yapacak olduğu partneri Metin’i buldu. Kıyafeti diğer herkesle aynıydı. Sarı saçları çok özenle taranmıştı. Çoğu kişiye nazaran o, papyon yerine kravat tercih etmişti ya da annesi öyle istemişti. Ardından bakışları yan tarafa doğru kayınca onu gördü. Arel’i…

Asel’in yüzündeki gülümseme büyürken sanki hissetmiş gibi Arel’de ona doğru baktı. Önünde birleştirdiği kollarını yavaşça açıp kendisine koşan Asel’e doğru, onun gibi koştu. Adımları hep birbirlerini buluyordu. Ve onlar asla adım atmaktan çekinmiyordu.

Asel, Arel’in çoktan açmış olduğu kollarının arasına girdi. Arel’in elleri, onun belini sardığında o da ona çoktan sarılmıştı. Hemen arkalarından İlsu ve Aref geldi. İlsu onları görünce dudaklarını birbirine bastırıp gülmemeye çalıştı. Ardından etrafına bakınıp Peyda’nın nerede olabileceğini düşündü. Aref ise onları gördüğünde hızla yanlarına koştu. Asıl amacı onları ayırmak değil, Arel’e hesap sormaktı. Arel’i çekiştirip ona vurmaya başladığında, mecbur ayrılmak zorunda kaldılar.

“Miran sen çok gıcıksın!”

Arel kaşlarını çatarak gömleğini düzeltti. Aref dozu biraz fazla kaçırmış olmalıydı. “Ne diyorsun ya?”

“Babam bana bugün için yiyecek almıştı,” diye bağırdı Aref. “Sen aldın değil mi? Sen aldın, biliyorum!”

Arel oflarken Asel yüzünü buruşturdu. “Bunun için mi bu kadar bağırdın Aref ya? Annem dedi ya sana gösteri bitince istediğini alırım diye.”

“Ama ben çok açım!”

Aref kolunun dürtüldüğünü fark ettiğinde yan tarafına baktı. Karşısında sınıf arkadaşı duruyordu. “Ne var? Ne oldu?”

“Sıradaki gösteri bizim. Öğretmenimiz seni çağırmamı söyledi.”

Aref bir bahane bulmak için etrafına bakındı. Gösteriyi yapmak istemiyordu. Herkes onu zorluyordu fakat o bunu istemiyordu. “Babam yok,” dedi. “Babam gelmezse gösteriyi yapmam.”

Aref’in sözleriyle aynı anda Asel ve Arel’in de yüzü asıldı. Babaları yanlarında değildi. Aslında hiçbir zaman yanlarında değildi. Hep “işimiz var” bahanesini duyuyorlardı. Bazen buna inansalar da, çoğu zaman inanmaya çalışıyorlardı. Anneleri, babalarının yokluğunu ne kadar hissettirmemeye çalışsa da bu pek bir işe yaramıyordu.

İlsu ve Peyda’nın sesi duyulduğunda onlara baktılar. Hızlı adımlarla geliyorlardı. İlsu, Aref’in önünde hafifçe eğildi. “Aref gösterin başlayacak. Hemen öğretmeninin ve arkadaşlarının yanına gitmeliyiz.”

“Hayır.”

“Ne?”

“Babam gelmezse gösteri yapmam ben.”

“Aref, biliyorsun onun işleri…”

Aref sözünü kesti. “Babamın da hep işleri var zaten! Hiçbir zaman gelmiyor. Geçen sene Miray’ın gösterilerine de gelmemişti. Bu benim ilk gösterim ve o gene gelmedi!”

Asel daha fazla dinlemek istemiyordu. Arel’in kolunu hafifçe dürtüp kendisine bakmasını sağladı. Başıyla biraz uzağı işaret ettiğinde Arel demek istediği şeyi hemen anladı. Başını salladığında uzaklaşmaya başladılar.

“Siz nereye gidiyorsunuz?”

Peyda’nın sesiyle Arel annesine baktı. “Uzağa gitmiyoruz, buralardayız.”

Peyda başını sallayınca, Arel, Asel’in elini tutup onu merdivenlerin oraya götürdü. Merdivenin ikinci basamağına oturdular.

“Sence gerçekten işleri mi var?”

“Bilmiyorum,” dedi Arel. “Onların sorumluluğu bizim yanımızda olmaları ama. Hatırlıyor musun, öğretmenimiz anlatmıştı. Büyüklerde sorumluluklarını yerine getirmiyorlar. O zaman gel bizde bir kere kuralları çiğneyelim.”

“Nasıl yani?”

“Şöyle,” dedi gülümseyerek. “Gösteriyi beraber yapalım. Ne sen Metin’le yap, ne de ben Berra’yla yapayım. Beraber olalım.”

 

 

Günümüz

Asel Miray Algın

“Taş, kâğıt, makas!”

“Oley be,” diye bağıran Aref’e gözlerimi devirdim. Beni üçe iki yenmişti. Bugün okula o, arabayla gitmek istiyordu; bense yürüyerek gitmek istiyordum. Annem, Aref ve benim beraber gitmemizi istediği için orta yolu bulmamızı söylemişti. Sonuca göre arabayla gitmemiz gerekiyordu fakat ben hâlâ orta yolu bulamamıştım.

“Mızıkçılık yapma Miray,” diye dalga geçmeye devam etti Aref. “Arabayla gidiyoruz dediysem, arabayla gidiyoruz.”

“Aref!”

“Efendim Miraycığım?”

“Sus ve hazırlan.”

Aref okul formasının yakasını düzeltti. “Ben hazırım ki zaten.” Koluna saatini takarken sordu. “Şuben ne bu arada?”

“Neden soruyorsun? Öğrenip de ha bire durmadan sınıfıma mı geleceksin?”

“Sen söylemesen bile bulurum zaten.”

Bulabileceğini elbette biliyordum. “12-B’deyim. Peki ya sen?”

“Niye söyleyeyim,” dedi pis pis sırıtarak. “Öğrenip de ha bire durmadan sınıfıma gelmen için mi?” Sabrımı iyice sınıyordu ve bunun farkındaydı. Omzunu hafifçe kaldırıp indirdiğinde derin bir nefes aldı. “10-D’deyim.”

“Ha şöyle yola gel.”

Kaşlarını havaya kaldırdı. “Sende hemen arabaya gel.”

Doğru ya, arabayla gidecektik…

Telefonumu ve kulaklığımı ceketimin cebine koydum. Çantamı sırtıma taktığımda Aref anneme sesleniyordu. Dalga geçme sırası şimdi bendeydi. “Ehliyet alayımda seni okula ben bırakayım en iyisi.”

“Ha ha ha! Çok komiksin,” deyip biraz duraksadı. “Acaba Miran’ın ehliyeti var mıdır lan?”

“Yaş sınırı?”

“E olsun,” dedi gülerek. “Bazı araçlara ehliyet alabilir. Ayrıca Efken amca Miran’a yardımcı oluyordur. Ehliyeti olabilir.”

Eh, belki öyle olabilirdi.

Annem ceketini giymeye başladığında streslenmiştim. Yeni bir sene ve yeni bir okul… Umarım kolaylıkla adaptasyon sağlayabileceğim bir okuldur. Aksi takdirde işler benim için zorlaşabilir. Özellikle de son sınıf öğrencisiyken…

Arabaya geçtiğimizde ben yine arka koltuğa yerleşmiştim. Aref ise tahmin edileceği gibi öndeydi. Annem arabayı çalıştırıp bildiği yoldan gitmeye başladığında başımı koltuğa yasladım. Şu birkaç günümüz çok boş geçmişti. Burada neredeyse hiç tanıdığım biriyle karşılaşmamıştım. Erdal ile yine iletişim kurmaya devam ediyorduk fakat o da son günlerde azalmıştı. Arel’e en son takip isteği göndermiştim. İsteği kabul edip aynı şekilde istek atması dışında hiçbir şey yapmamıştık. Attığı fotoğraflar hep kendisi ve bir iki arkadaşıyla ilgiliydi. Onun dışında sosyal medyada pek aktif sayılmazdı.

“Asel?”

Annemin sesini duymamla başımı ona doğru çevirdim. Bana soran gözlerle bakıyordu. “Efendim?”

“Okula geldik. Sen iyi misin?”

“İyiyim, dalmışım sadece.” Kapıyı açıp dışarı çıktım. “Görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Annem arabayı çalıştırıp uzaklaşırken etrafa bakındım. Aref çoktan gitmiş olmalıydı. Bahçede dolaşan ve banklarda oturan öğrencilere bir süre baktıktan sonra okula doğru yürüdüm.

En alt katlar tahminim üzerine dokuzuncu sınıflara ait olmalıydı. Girişin yanında duran okul krokisine baktığımda en üst kata çıkmam gerektiğini gördüm. Adımlarım merdivenlere yöneldiğinde bir yandan etrafı inceliyordum. Burayı daha sonra detaylı bir şekilde gezerdim.

Son basamakları da çıktığımda en üst kata varmıştım. Burası diğer katlara göre daha sadeydi. Diğer katlar oldukça renkli gözüküyordu. Karşımdaki sınıfın şubesine baktığımda “A” harfini gördüm. Hemen yanındaki ise “B” şubesiydi. Derin bir nefes aldığımda adımlarım çoktan oraya yönelmeye başlamıştı. Birkaç adımda sınıfın önüne geldiğimde hiç duraksamadan içeri girdim. Sınıf neredeyse dolmuştu. Gözüme ilk çarpan boş yer cam kenarında üçüncü sıraydı. Sıraya ilerleyip oturduğumda üstümde olan gözleri hissedebiliyordum.

Bir süre boş boş oturduktan sonra, başımı hafifçe çevirip sınıfa göz gezdirdim. Çoğunlukla herkes birbiriyle sohbet ediyordu. En sonunda Arel’i gördüğümde; eli sıra arkadaşının omzundaydı ve önündekilerle -arka dörtlü olarak- kahkahalarla bir şeyler konuşuyorlardı. Arel’i geçen günden bu yana ilk defa böyle gülerken görüyordum.

“Muhtemelen baktığın kişi Arel,” diye bana seslenen kıza döndüm. Saçları, kızıl ile turuncu arasında bir renge sahipti. Yanıma oturup devam etti. “Onun yanındaki ise Pamir. Ve önündekiler ise Enis ve Uğur. Aslına bakarsan eğer; Arel ve Pamir çok yakın arkadaştır. Enis ve Uğur’la ara sıra takılıyorlar işte.” Bana döndü. “Bende Çiğdem. Yeni gelmişsin. Diğerlerinin yanına oturmak yerine senin yanına oturmak istedim. Bu sayede seninle tanışmış da olurum.”

Ağzım açık kalırken başımı hafifçe salladım. “Asel bende.”

“Memnun oldum Asel.”

“Bende öyle,” diyerek gülümsedim. Çiğdem, rengini bir türlü çözemediğim saçlarını bağlarken gözüm tekrardan Arel’in olduğu tarafa kaydı. Arel başını hafifçe Pamir’e doğru eğmiş bir şekilde dururken, Pamir’in gözleri benim üzerimdeydi. Bakışlarını benim üzerimden çekip tekrardan Arel’e kaydırdı ve bir şeyler mırıldandı. Onlardan gözlerimi ayırmama sebep olan yine ve yine Çiğdem’in sesiydi. “Ha sen ciddisin!”

“Anlamadım?”

“Kızım, boşuna uğraşma bence. Emin ol, senin gibi daha nice kişi Arel’den hoşlanıyor fakat Arel kimseye yüz vermiyor. Çocuk resmen kimseyle çıkmamaya yemin etmiş! Pamir bile en az birkaç kişiyle sevgili olmuştur,” deyip Pamir’e baktı. “Bende bir ara ondan hoşlanıyordum fakat geçici bir şeydi.”

“Aslında Arel’de Pamir’de umurumda değil. Sen yanlış anladın sanırım.”

“Orasını bilemem,” deyip sırıttığında sınıfa bir öğretmen girdi. Yüzümüze bir kez bile bakmadan, masasına yerleştiğinde ciddiyeti somurtmama neden oldu. Bir öğretmen bu kadar ciddi olmak yerine bence daha samimi olmalıydı. Ceketini oturduğu sandalyeye astığında doğrudan sınıf defterini açtı.

“Çok ciddi,” diye ister istemez mırıldandım. Çiğdem dediğime hafifçe gülerken ellerini masanın üstünde birleştirdi. “Sen daha ders esnasında ki halini görmedin.”

“Belgi Nur Şafak?”

Hoca yoklama almaya başladığında odağımı tamamen ona verdim. Sırayla isimleri saymaya devam etti. Şu an herkes burada gibi gözüküyordu.

“Uğur Korkmaz?”

“Burada,” diyerek elini kaldıran Uğur’a bakışlarımı çevirdim. Elini indirdiğinde, kalemini alıp defterine bir şeyler karalamaya başladı.

“Asel Miray Algın?”

Elimi havaya kaldırıp “burada” dediğimde hocada dâhil tüm gözler bana döndü. Hoca, beni aklının bir köşesine not ettiğini belli edercesine süzdükten sonra tekrardan listeye döndü.

“Arel Miran Efken?”

Arkalardan gelen Arel’in sesini işittim. “Burada.” Hemen ardından hoca bir süre listeye baktıktan sonra, kafasını hafifçe kaldırıp bana ve Arel’in olduğu tarafa doğru baktı. Aynı anda sınıfta fısıldayışlarda yükselmişti. Yanımda oturan Çiğdem koluma hafifçe dokundu. “Oha, adınız resmen aynı!”

“Ne olmuş yani? Olabilir öyle şeyler.”

“Olamaz kızım! Bu ne tesadüf?”

“Pamir Baler?”

Hoca yoklamaya devam ettiğinde, bakışlarımı Çiğdem’den ayırıp tekrardan önüme çevirdim. Hoca, Pamir yine herkes gibi burada olduğunu söyledikten sonra birkaç isim daha saymıştı ve en son Çiğdem’in adını söylemişti.

“Çiğdem Çağıl?”

Çiğdem elini kaldırdı. “Burada.”

Hoca, sınıf defterine imzasını attıktan sonra ayağa kalkıp masasının üzerine oturdu. Sınıfta bakışlarını gezdirdikten sonra bana döndü. “Merhaba, Asel’i mi kullanıyorsun Miray’ı mı?”

“Fark etmiyor hocam. İkisini de kullanıyorum.”

“Pekala, benim branşım edebiyat dersi üzerine. Adım İnci fakat sınıf arkadaşlarında çok iyi bilir ki; hiç inci gibi değilim,” dediğinde sınıfta birkaç kıkırdama sesi duydum. Hafifçe gülümsediğimde o da sırıtıyordu. “Bu sene aramıza katılan öğrencilerden biri olmalısın. Bize kendini kısaca tanıtır mısın?”

Tanıtmasam olmaz mıydı ya? Kendimi bildim bileli bu tanıtım işini hiç sevmezdim. Kendimi fazla strese sokardım. “Memnun oldum hocam,” diyerek söze başladım. “Ben Asel Miray. Buraya Ankara’dan geliyorum. Normalde İstanbul doğumluyum. Burada 11 yaşıma kadar yaşıyordum fakat daha sonra babamın işlerinden ötürü Ankara’ya taşınmak mecburiyetinde kalmıştık. Bu sene tekrardan buraya döndük ve eğitim hayatıma burada devam edeceğim.”

Hoca başını salladı. “Arel ile adınızın benzerliği seni pek şaşırtmamış gibi. İlk defa böyle bir isim benzerliğine şahit oldum.”

Açıkçası ben bunu ilkokulda ve ortaokulda da yaşamıştım. Daha doğrusu Arel ile yaşamıştık. Sürekli bize sorulan bir soru bu oluyordu. Ve yine bu sorulmuştu. Yine ve yine…

Hocaya şu an bunun sadece bir tesadüf olduğunu söylemek istiyordum. Geçmişi şu an konuşamazdım çünkü az önce babamın adını anmıştım. Babamı şimdi düşünmemeliydim. Sürekli kaçındığım şeye şimdi çarpamazdım. Dudaklarımı aralamıştım fakat onun sesi beni susturdu. “Asel ve ben zaten arkadaşız. Anne ve babalarımız liseden beri tanışıyorlar. İsimlerimizi de onlar beraber koydular.” Başımı Arel’e çevirdiğimde, o da bakışlarını hocadan ayırıp bana çevirdi. Bunu resmen bilerek yapmıştı.

“Sizinki çok güzel bir hikâyeye benziyor. Küçükken aranız nasıldı, hatırlıyor musunuz?”

Bu sefer sözü ben devraldım. Arel’i herkesin gözünde biraz farklı göstermek asıl amacımdı. Burada farklı bir yüzü vardı ve ben onun başka bir yüzünü ifşalamak istiyordum. Sırf rahatsız olacağım bir konuyu açtığı içindi buda. “Küçükken en çok samimi olduğum kişi oydu. Çocukluğuma kendi çocukluğunu da katmıştı.”

Sınıftakiler, Arel’e bir süre baktıktan sonra bana bakış atmaya başladı. Kaşlarımı çattığımda tekrar Arel’e baktım. Kollarını göğsünde birleştirmişti ve hafifçe sırıtıyordu. Çiğdem bana doğru eğildi. “Sınıftakiler seni biraz yanlış anlamış olmalı.” Sınıfa bir göz attığımda tam olarak neyi yanlış anlayabileceklerini düşünüyordum. Yanlış anlaşılabilecek bir şey söylememiştim. Çiğdem neyi düşündüğümü anlayıp devam etti. “Arel senin bahsettiğin kişi gibi değil şu an. Sınıftakiler her şeyi düşünüyor olabilir. Onları kıskandırmak için böyle söylediğin bile düşünülebilir, çünkü Arel kimseyle hiçbir şekilde bir ilişkiye girmiyor. Anlıyor musun?”

Yinede bu düşündükleri oldukça saçmaydı. Demek istediği, bu söylediklerimi kimsenin Arel’den beklemeyecek olduğuydu. Belki bazıları yalan söylediğimi bile düşünüyor olabilirdi.

Sessizliği Pamir böldü. “Hocam, bugün gerçekten inci gibisiniz. Birde okulun ilk gününden ders işlemesek çok güzel olur, ne dersiniz?”

“Oğlum, 12. sınıf öğrencisisiniz. Üniversite sınavınız var.”

“İlk günden zarar gelmez bence,” deyip sınıftakilere baktı. “Değil mi arkadaşlar?”

Sınıfta “evet” sesleri duyulunca hoca izin verdiğini belirtti. Hoca başta gözüme çok ciddi gözükmüştü fakat tamamen yanılmış gibi hissettim. İyi birine benziyordu.

Teneffüs zili çaldığında sınıftaki herkes ayaklanmıştı. Sıramdan kalkarken telefonu elime alıp bildirimleri kontrol ettim. Herhangi bir mesaj yoktu. Sınıfın kapısının önündeyken telefonumu tekrardan cebime koydum. Karşıya baktığımda Arel tek başına merdivenlerden aşağı iniyordu ve Pamir arkasından ona bakıyordu. Yavaş yavaş sınıfa doğru döndüğünde beni gördü.

“Vay,” deyip bana doğru birkaç adım attı. “Selam.” Hiçbir cevap vermeyip yüzüne bakmaya devam ettim. “Arel olsa selamını alırdın galiba.” Güldü. “Gerçi sınıfta anlattığın Arel daha bir samimi geliyor. Onun selamını alırdın.”

“Şimdi kimin selamını alıp almayacağımı mı konuşacağız?”

“Yani çok istiyorsan söyleyebilirsin.”

“Yok,” diye mırıldandım. “Kalsın.”

“Eh, sen bilirsin.” Bana bakmaya devam ettiğinde öne doğru bir adım attım. Mavi gözleri hâlâ beni izliyordu. Buna göz devirmeden edemedim. Omzuna çarparak merdivenlere doğru ilerledim. Basamakları hızla inerken karşıdan merdivenlere doğru gelen Arel’i gördüm. Elinde iki karton bardak vardı ve muhtemelen içindeki çay veya kahveydi. Gözleri bardaklardan merdivene kaydığında beni gördü. Adımlarımı onun aksine hızlandırıp, hızla merdivenden indiğimde başka bir yere doğru yürüdüm. Bu şimdiden böyleyse; her gün tüm bunlara nasıl katlanırdım hiç bilmiyordum…

Loading...
0%