Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Altıncı Bölüm

@zeynepizem

⏳️


İNSİZ ŞEH'R

BÖLÜM ALTI


🥀

Geçmişe ait bir sanrı

"İkiz gibi olduk." Dedi ses tonuna bir hayranlık ekleyerek. Onun üzerinde kırmızı bir elbise vardı, benim üzerimde ise siyah. Bu zıtlığa rağmen birbirimize o kadar benziyorduk ki sanki ikimizin içinde tek bir ruh vardı ve içimizde ikiye bölünmüştü.


Sesimi sadece zihnimde yankılandırdım. "İkiz gibi olduk." Dedim içimden. Dış görünüşümüzden çok benzeyen kayıp ruhlarımıza bir fısıltıydı bu.


Güzeller güzeli yüzüne baktım. İçime ılık bir şey boşaldı. Sevgi miydi bu? Sevmek böyle bir şey miydi? İçimde gezinen damlalar beni ölecek olsam hayatta tutacaktı sanki. Susuzluktan dilim damağım kurusa içimden avuçlayıp dilimi damağımı ıslatabilecekmişim gibiydi.


Güzel saçlarını sıkıca toplamış, tek bir saç telinin kaçmasına izin vermeden topuz yapmıştı. Açıkta kalan boynunu ısırmak istiyordum. Zihnimden geçen düşünceyle dudağımın kenarını yukarıya doğru kıvırdım. Yana doğru bir adım atarak arkasına geçtim. Dudaklarımı araladım ve hiç beklemediği bir anda dişlerimi boynuna sapladım.


Ufak bir çığlık attı. "Gölge!" dedi çığlığının arasından. Benden kurtulmaya çalışırken gülerek geri çekildim. Çattığı kaşlarını öfkeyle bana çevirdi. Elini ısırdığım yere, boynuna yaslamıştı.


"Ne yapıyorsun?" dedi, sitem vardı sesinde. Omuz silktim. Kaşları daha fazla çatıldı. "Ben de seni ısıracağım!" diyerek üzerime doğru atıldığında kıvrak bir hareketle geri çekildim. Aynı zamanda gülüyordum. Beni yakalayamadığı için alt dudağını asmıştı.


"Ama haksızlık yapıyorsun!" dedi sert bir nefes vererek. Sırıtarak yüzüne bakmaya devam ettim. "Ben de karate öğreneceğim, görürsün sen o zaman gününü!"


Onun sinirini biraz daha bozmak istediğimden sordum. "Bu yaşta mı öğreneceksin karateyi?"


Gözlerini büyüttü. "Ne varmış yaşımda?!" sesinin diğer odalara gittiğinden emindim. Sert bir nefes vererek boy aynasına döndü. Yüzünü aynaya yaklaştırdı. "Kırışıklıklarım mı çıkmış?" Kendine cevap verdi. "Yoo... gayet güzelim. Çok güzelim!" heyecanla bana döndü. "Güzelim değil mi?" diye sorduğunda içtenlikle gülümsedim.


Yanına doğru ilerleyip, arkasından ona sıkıca sarıldım. "Çok güzelsin." Dedim. Bunu benden duymak onu rahatlatmıştı. Derin bir nefes aldı. Aynada bütünleşmiş mavi gözlerimizin içi gülüyordu.


İçim gülüyordu.


Benden büyüktü. Tam 6 yaş. Yaşına rağmen bazen bir çocuktan farksız oluyordu. Bazen kız kardeşim oluyordu. Bazen annem oluyordu. Bir annenin çocuğuna nasıl hissettirdiğini bilmiyordum ama o bana annemin eksikliğiydi.


Anneme bir sürü kez anne demiştim fakat hiç böyle hissetmemiştim. O bana annemden çok daha fazlasıydı. Bir anneden çok daha fazlasıydı.


"Daldı yine gözlerin, ne düşünüyorsun?"


Ona baktım. Ellerini ellerimin üzerine yerleştirdi. Ellerimi sıkıca tuttu. Parmaklarının parmaklarıma dokunduğu yerlerde çiçekler büyüyordu. Derin bir nefes alarak benzersiz kokusunu içime çektim. Sıcacık bir gülümseyiş sundum. "Hiçbir şey."


İnanmadığını biliyordum. Yalan söylediğim zaman anlardı. Kimse anlamıyordu ama o beni anlıyordu. Çok hoşuma gidiyordu fakat bazen yalan söylediğimi anlamasın diye kaçacak yer arıyordum. Gözlerimi gözlerinden kaçırarak konuştum.


"Geç kalacağız," dediğimde saati umursamadan bana doğru döndü. Ellerimi şimdi belinin arkasında tutuyordum. Yakın mesafeden gözlerimin içine baktı. Gözlerinin içinde az öncekine kıyasla oldukça durgun bir ifade vardı. Konuşmadan önce asla yapmayacağı şeyi yaparak kırmızı ruj yedirdiği dudaklarını ıslattı. "Bir gün bana kızarsan beni affetmen ne kadar sürer?"


Kaşlarım kavislendi. "O nereden çıktı şimdi?"


Omuz silkti. "Cevap versene."


İnatla bakan mavi gözlerinin benden bir cevap almadan üzerimden çekilmeyeceğini biliyordum. Omuz silktim. "Ne kadar kızdığıma bağlı," dediğimde korkuyla dirseğimi tuttu. Yutkunmuştu. "Çok kızacağın bir şey yapsam," dedi direterek.


Neden direttiğini anlamıyordum. "Bilmiyorum Reva." Dedim sesime buna bir son vermesi gerektiği vurgusunu yaparak. Omuzlarını düşürdü. Gözlerinde hüzün gördüm. İçim kıyılıyor gibi oldu.


Belindeki ellerimi çözdüm. Yumuşacık yanaklarını avuçlarımın içine aldım. "Sana söz, beni kızdıracak bir şey yaptığında sadece sana sarılacağım."


İçindeki inancı gördüm. "Sahi mi?" diye sordu heyecanla. Öyle karışık bir kadındı ki, yıllar geçse de anlayamayacaktım onu.


Ben anlamasam da olurdu, ruhum anlıyordu.


Kafamı yavaşça salladım. "Sahi." Dedim.


Dudakları iki yana kıvrıldı. Hızlı bir hareketle eğildi, hemen ardından çıplak koluma dişlerini geçirdi. Gülme ve çığlık atma arasında kayan sesim değişik bir tonda yükseldi. Reva beni umursamadan daha çok bastırdı dişlerini tenime.


Gideceğimiz yere dakikaların kalmasını umursamadan saçını başını dağıtmak istiyordum. "Reva!" dedim hiddetle. Geri çekildi. Ona büyüttüğüm gözlerimle bakarken sanki bir ziyafet çekmiş gibi kırmızı rujlu dudaklarını yaladı. Gözlerimi inanamayarak büyüttüm.


Kıkırdadı. "Saat yaptım saat!" dedi ve koşarak odadan çıktı. Arkasından bakakaldım. Yakaladığımda saati gösterecektim ona.


🥀

ŞİMDİ

Ben bir okyanusa kıyıydım. Okyanusun dalgaları acıdan oluşuyordu. Acıyla büyüyor, acıyla hırçınlaşıyordu. Dalgalar kıyıma vuruyordu. Canım yanıyordu.


Kıyı batıyordu. 


Kıyı kan içindeydi.


Geçmiş gökyüzünde çakan şimşek gibi gözlerimin önünde çakıp duruyordu. Kalbim kasılıyor; kalbim temizlemeye çalıştığı kanımla zehirleniyordu.


Zaman geçiyordu. 


Efruz Dağdelen'in sesi zihnimde yankılanıyordu. Anlamsız yankılar yazgımın üzerine yazı yazıyordu. Bir yazar sayfalar boyu yazdıklarını tek bir darbeyle gözünü dahi kırpmadan siliyordu. Zihnimdeki yankı susuyordu ve onun sesi artık zihnimde değil içimde duyuluyordu.


"Arabayı orman yoluna getirirsin,"


"Ben arabayı getiririm de sen Gölge'yi nasıl getireceksin?" Bu sesin sahibini tanıyordum. Kerim buradaydı.


"Getireceğim." Dedi Efruz. Sesi sanki ben konuşuyormuşum gibi içimden çıkıyordu. Uyuşmuş bedenim nefeslerimi de uyuşturmuştu. Titrekçe verdiğim nefesler bir engele çarpıyor tekrar bana dönüyordu.


Birbirine yapışmış kirpiklerim gözlerimi ilk başta açmama izin vermedi.


"Günlerdir uyumuyorsun Efruz." Kerim'in sesi kısıktı ama endişesini anlayabiliyordum. "Arabada uyurum." Diyen Efruz Dağdelen'in bedenime çarpan nefeslerini hissettim. Yakınımdaydı. Niye bu kadar yakınımdaydı?


"Arabaya kadar gelebilirsen uyursun."


Efruz bıkkınca bir nefes aldı. Bunu anlamamam gerekiyordu. Kirpiklerimi zorladım. Gözlerimi açtığımda gözlerimin önünde bir engelle karşılaştım.


"Kerim uzatma." 


Nefeslendim. Fark etmem gereken asıl şeyin ne olduğunu anladım o an. Efruz Dağdelen'in kucağındaydım. Gözlerimi kırpıştırdığımda tenine değen kirpiklerim uyandığımı Efruz'a haber etmişti.


"Nasıl uzatmayayım birader?" dedi Kerim ama Efruz oralı olmadı. Dikkatini bana verdiğini kastığı bedeninden anlamıştım. Şimdi nefeslerini daha yakınımda hissediyordum.


"Uyandı mı?" diye sordu Kerim az öncekine oranla daha alçak tuttuğu sesiyle.


Efruz kafasıyla uyandığımı Kerim'e belirtti. Yanağıma sürten sakalları tenimi huylandırmıştı. Derin bir nefes aldığımda içimin kuruluğu gözlerimi kısmama neden oldu. Çok susamıştım. Dudaklarımı dilimle yokladığımda dudaklarımın yüzeyinde var olan çatlakların ruhumun üzerinde de olduğunu kavradım. Tek fark ruhumdaki çatlakların daha büyük ve can alıcı olmasıydı.


"Gölge?" diye fısıldadı Efruz kulağıma doğru.


Kül içinde kalmış kalbim sarsıldı. Küllerin kasvetli boşluğa düşen taneleri toprağa gümülen tohumlar gibi içime gömülüyordu. Aylar sonra olur da içimde filizlenmeye başlarlarsa bunun üzerinden nasıl kalkarım diye düşünüyordum.


"Kız çirkef gene aklından hangi hain planları geçiriyorsun?"


Eğer gücüm olsaydı gözlerimi devirirdim. Kerim'e yanıtını Efruz verdi. "Sussana birader,"


"Ne susacağım be?! Kafamı kırıyordu az daha!" sitemle çıkan sesinden sonra anılar yavaş yavaş yüklenmeye başladı zihnime.


Elimde olmadan dudağımın kenarını yukarıya doğru kıvırdım. Bu yaptığımı Efruz gayet açık bir şekilde fark etti. Nefesini kulağıma doğru üflediğinde kaşlarımı minik bir kıvrımla çatmıştım.


Ormana girdiğimde ürperen tenim, zihnim ormanı hatırladığı için tekrar aynı hisle ürpermişti. Koştuğumu hatırlıyordum sonra da ayağımı delen dişleri... acıyı tekrar yaşıyor gibi kasıldı bedenim. İnler gibi bir nefes verdim. "Şşhh..." diye kulağıma doğru sıcak nefesini vererek fısıldadı Efruz, eli sırtımda dolanıyordu.


Tekrar yutkundum. Nefeslerimi sabit tutmaya çalıştım. Sağ elimi kaldırdım ve çıplak omzuna elimi yasladım. Elime kuvvet uygulayarak kafamı omzundan hafifçe doğrultmak için uğraştım. İlk denemem de başarısız olmuştum.


Başarısızlığa sert bir nefesle karşılık verdim. Omzundan tekrar güç aldım. Kafamı bu sefer kaldırmayı başardım. Solgun gören gözlerimi gözlerinin içine sabitledim. Mavi gözleri mavi gözlerimi bir mesken haline getirdiğinde kurumuş dudaklarımı ıslatma gereği duydum. Bu hareketim Efruz'un gözlerini saliselik olarak dudaklarıma düşürdü.


"Susadın mı?" diye sordu hemen.


Dudaklarımı oynatarak onu yanıtladım. "Evet." Dedim ama sesimin çıkıp çıkmadığından emin olamadım. Gözleri arkama doğru devrildiğinde benim gözlerim odağını tam anlamıyla kazandı. Sağ kaşının içinde gömülü duran yara izini zihnim algıladı: ruhuma da yeni bir yara açıldı. Üst üste açılan yaram kanamaya başladı.


Efruz'un gözlerinin yine gözlerime döndüğünü fark etsem de gözlerine bakmayı tercih etmedim. Yara izine bakmaya devam ettim. Ruhumun üstüne açılan ikinci yara altta kalanın yok olmasına sebep oldu. Bakışlarımın odağı değişti.


Yüzüne Tanrı'nın özenle işlediği çizgiler, yazılan sayfalardaki kelimelerin üzerini çiziyordu. Yazılanları bozuyordu güzelliği. Burnunun hizasında, sağ yanağında, yan yana duran iki beni vardı. Biri diğerine göre daha büyüktü ve buğday renkli tenine oranla onlar daha kahverengiydi.


Kerim'in boğazını temizlediğini duyduğumda yüzünü incelemeyi kestim. Efruz'un eline ne ara aldığını bilmediğim küçük pet şişeyi fark ettiğim anda gözlerine kaçamak bir bakış attım. Gülümser gibi oldu ama gülümsemedi. Kapağı açık şişeyi dudaklarıma doğru yaklaştırdı yavaşça.


Dudaklarıma değen ıslaklık içimin kuruluğunu bir kez daha gün yüzüne savurdu. Dudaklarımı araladım. Şişenin ağzını alt dudağımın üzerine yerleştirdi.


Sadece bir yudum almama izin verdi ve şişeyi dudaklarımdan uzaklaştırdı. Yalnızca ağzımı ıslatmama yardım eden yudumum benim için hiç yeterli değildi. Kaşlarımı çatarak yüzüne baktığımda o da bana kaşlarını çattı.


"Yavaş ol." Dedi bilmiş bilmiş. Sağ omzumu silktim inatla, çatık kaşları daha da çatıldı. "O zaman içemezsin." Benden daha inatçı olacağı gerçeğini sesine yansıtmıştı.


Cani, diye bir kelime geçti zihnimden.


Bir karşılık vermediğim için kabullendiğimi anladı. Şişeyi dudaklarıma tekrar yasladığında daha yavaş bir şekilde yudumladım suyu.


İçimdeki susuzluk dinene kadar suyu yudumlamaya devam ettim. Uyuşmuş hücrelerimin suyla tekrar canlandığını hissedebiliyordum. Dudaklarımı şişenin ağzından çektiğimde birkaç damla üstümüze döküldü. Çenem boyunca akan damlalar ikimizin arasında yeni bir yaşama davet edildi.


Efruz elindeki şişeyi geriye doğru çekti. Hemen yanına bıraktı ve dikkatini bana verdi. Kalkmak için bir harekette bulunduğumda anında hareketime engel oldu. "Dur," dedi gözlerimin içine bakıp belime elini bastırırken. "Üzerin müsait değil."


Sert bir nefes verdim. Ayrıntılar aklımın kıvrımlarına yazılırken uykudan uyanan zihnim şeytanlarımı da harekete geçirmişti. Çıplaktım ve Efruz da çıplaktı. En mühim olanı ise çıplak bedenlerimizin birbirini örtüyor olmasıydı. Bedenlerimizden birbirine yol alan ter damlacıklarını hissediyordum. Bedenini, kalbini, kan dolaşımını, yaşadığını... hissediyordum.


İçimdeki şeytanlarım ayaklanmaya başlıyordu. Benimle, benim için büyüyen kadın tüm yönetimi eline almak adına an kolluyordu.


Hafiften büyüttüğüm gözlerimle gözlerinin içine baktım. Karşı konulmaz telaş içimi kapladı. Efruz bakışlarımdan dolayı zihnimden geçen şeyleri okumuş olmalı ki kelimelerini diline yatırdı.


"Sakin ol. Üzerini çıkartmadan kanamayı durduramazdım."


Evet, ona izin veren bendim, hatırlıyordum; lakin şu an umurumda olan bu andı. İrislerimdeki ifadeyi silip baştan yarattım. Gözlerime dolan otoriter ifadeyle gözlerinin içine baktım. "Bana giyecek bir şey ver."


Efruz cevap verecekken araya varlığını unutmuş olduğum Kerim girdi. "Önce muayene edeceğim. Sonra üzerini giyinirsin."


Dişlerimi birbirine bastırdım. Kerim'in söylediklerini yok sayarak gözlerimi sabitlediğim adamın gözlerine öfkeyle baktım. "Tenimin tenine değmesini istemiyorum." Dedim, sesimden bariz okunan tiksinti kaşlarını kaldırmasını sağlamıştı.


Bana başka herhangi bir tepki vermedi. İfadesiz bakışlarını sürdürürken dudaklarını hareket ettirdi. "Kerim," dedi gözlerimin içine bakarken. "Battaniyeyi ver." Fazlasıyla sakin olması normal miydi?


Kerim Efruz'u ikiletmedi. Saniyeler sonra Efruz'un aramıza perde gibi çektiği battaniyeyi gerdanıma doğru tuttum ve terden bedenine yapışmış olan bedenimi ondan ayırdım. Ondan ayrılan tenimi kaplayan soğuk dalgası engel olmasam tekrar bedenine yaslanmamı sağlayacaktı. Ürperen bedenime battaniyeyi dolayarak çıplaklığımı tamamen kapattım.


Hâlâ üşüdüğüm gerçeği göz önündeydi fakat üstesinden gelebilirdim.


Efruz Dağdelen'le daha fazla yakın temasımızı sürdürmek istemediğim için yaslandığı ahşap duvara tutundum. Hafifçe doğrulduğumda altta kalan gözlerini yüzüme doğru çıkarttı ve konuştu. "Canını yakacaksın." Dediğinde kaşlarımı çattım. "Sana ne?" diyerek tersledim onu.


Gözlerini devirmekle yetindi.


Ayağımı sağa doğru aldım ve yere yasladığım dizime tüm ağırlığımı vererek bacağımı kendime doğru çektim. Omzuma saplanan ağrı yüzünden hafifçe sendeleyen bedenimi kendi çabalarımla toparladıktan sonra Efruz Dağdelen'le olan tüm temasımızı kestim.


Eski, sedir bir yatağın üzerindeydik. Yataktan destek alarak ayaklarımı sarkıttım. Tüm hücrelerimi sarmış ağrı görmezden gelemediğim bir noktaya ulaştığında hareketlerimi durdurmak zorunda kalmıştım. Nefesimi ciğerlerimde sıkıştırarak bedenimi saran ağrının yok olmasını bekledim.


Onlar da benimle birlikte sessizce bekliyordular. Kaslarım gerildi. Oturduğum yerde hafifçe dikleştim.


Efruz sırtını arkasındaki desteğe yaslamış bir şekilde durmaya devam ediyordu. Gözlerinin üzerimde dolandığını anlamak çok zor değildi. Hemen yatağın çaprazında dikilen Kerim'in yüzünde düşünceli bir ifade vardı. İkisinin üzerinde de benim damarlarımdan kurtulmuş kan izleri vardı. İkisinin de umurunda gibi durmuyordu.


Onların aksine bedenimi lekeleyen kanım bana rahatsızlık veriyordu. Yutkunma ihtiyacı duyarak gözlerimi kanla bütünleşmiş bedenimden çektim.


Gözlerimi kulübede gezdirdim. Gece karanlığında göremediğim ayrıntılar gözüme battı. Kulübenin bir tarafı sadece tahtalarla doluydu. Ama gelişigüzel bırakılmış tahtalar değildiler. Özenle kesilmiştiler ve özenle küçükten büyüğe doğru sıralanmıştılar. O duvarın tamamı tahtalarla kaplıydı.


Tahtaların çaprazında duvara sabitlenmiş bir dolap vardı. Oturduğumuz yatağın köşesinde de aynı dolaptan bulunuyordu.


Efruz'la paylaştığımız yatağın sol hizasında oval bir pencere var edilmişti. Küçüktü; tamamı camla kaplıydı. Açılmadığını kulpu olmadığı için anlamıştım. Gözlerim oturduğumuz yatağa düştü. Sedir yatağın üzerindeki minderler tahtadan daha sert hissettiriyordu bana. Minder kan, çamur ve diğer lekelerle doluydu; fakat en bariz belli olan kan lekelerimdi. Süregelen damlalar yatağın altında, ahşap zeminde devam ediyordu. Yatağın altındaki kurumuş kan gölü küçük meleğin kanatlarıyla gözlerini kapatmasına neden olmuştu.


Benim zehrimle oluşmuş kan gölü ruhumun yudum yudum içtiği suya benziyordu. Sadece kurumuştu. Pıhtılaşmış, içimden çıkmanın mutluluğunu yaşıyordu. Kan gölünün hemen yanında devrilmiş bir şekilde duran zımba gözüme iliştiğinde küçük melek titredi. Acıyı çeken bendim izleyen ise o. Şimdi asıl acıyı çeken o'ydu; Çükü anılar anlardan daha fazla can yakardı.


Damlalar sadece yatağın yakınında değildi. Kapıdan girdiğimiz yolda bir şerit çizmişti.


"Gölge!"


Gözlerimi Kerim'e doğru kaldırdım. Kaşlarını çatmıştı. "Sana sesleniyorum ayol iki saattir. Beni öldüremedin, şimdi yeni ihtimaller mi arıyorsun?"


Tek kaşımı söylediklerini anlamadığım için kaldırdım. Ellerini beline yaslayıp kısık gözlerle suratımı izlemeyi sürdürdüğünde aklıma boğazına dayadığım bıçak gelmişti. "Seni öldürmek gibi bir amacım yoktu." Yalan söylemiyordum sadece kurtulmaya çalışıyordum fakat başarılı olduğum söylenemezdi.


Kerim elini inanmıyormuşçasına kalbinin üzerine koydu. "Hah!" diye bir nida koptu dudaklarından. "Şu mükemmel ve oldukça narin olan vücudumun çektiklerine bak!" gözlerini kıstı. "Kafamı yardın kafamı!" dedi sitemle.


Dudaklarımı birbirine bastırdım ve usulca omuz silktim. Bu yaptığım onun daha da içerlenmesine neden olmuştu. "Bu nasıl bir nankörlüktür ya? Koşarak geldim ben buraya!"


Yüzümde hiçbir mimik oynatmadan robotsu bir tınıyla bir soru yönelttim. "Neden?"


Dikkatle yüzünü inceleyen gözlerim duraksadığını fark etti. Yüz ifadesini baştan yazdı. Çehresi benimki gibi ifadesizleşti ve bana doğru hafifçe eğildi. Gözlerimin içine dikkatle bakarken konuştu. "Çünkü ben bir doktorum. Öldürmem yaşatırım."


Dudağımın kenarı bir katilin elinde tuttuğu bıçak misali sivrileşti. Kafamı sol omzuma doğru hafifçe eğdim. "Dünyada en çok doktorların elinde insanların öldüğünü bilmiyorsun o zaman."


Beni taklit etti. Benim gibi sırıttı ve kafasını sol omzuna doğru hafifçe yatırdı. "Ve," dedi bastırarak. "Sen de dünyada en çok doktorların elinde insanların hayata döndüğünü bilmiyorsun o zaman."


Yüzüne düz düz baktım; fakat o benim aksime yüzündeki ifadeyi silerek maskesini yüzüne takmayı uygun gördü. "Şimdi çirkef hanım eğer beni öldürmeye kalkışmazsanız yaranıza bakacağım."


Gözlerimi devirdim. Sert bir nefes verdim. "İzin vermiyorum." Dedim korkusuz bir sesle. Sesim normalin üstünde seyrini sürdürüyordu. "Önce benden ne istediğinizi söyleyin! Bu yaptıklarınız normal değil." Kerim'in gözlerinin içine baktım. "Buraya koşarak gelmen normal değil." Kafamı Efruz'a doğru da çevirdim ve onun da gözlerinin içine baktım. "Canım için bu kadar uğraşman normal değil."


İkisinin arasında dönüp duran bakışlarım Efruz'un üzerinde sabitlendi. "Canın için uğraşmadım." Dedi gözlerimin içine bakarak. "Kendini bu kadar değerli hissetme. Ayrıca düzgün bir cevap istiyorsan bizimle düzgün konuşmayı öğreneceksin,"


Gözlerimi kıstım. Şeytanlarımın içimde attığı adımlar kulaklarımda yankılanıyordu. Dişlerimi birbirine bastırdığımda Kerim'in otoriter sesini duydum. "Öfkene hâkim olmazsan sakinleştirici vereceğim."


Öfkeme hâkim olmadan hırsla ona döndüm. "Ben istemediğim sürece bana hiçbir şey yapamazsın!"


Sabırla bir nefes aldı. Burada sabrı sınanan onlar değildi. Bendim. "Yapabileceğimizi gayet iyi biliyorsun. Şansını zorlama."


Konuşan Efruz'du. Yüzümü ona çevirmedim. Derin bir nefes aldım. Dönen gözlerime mâni olmak için tırnaklarımı yatağın minderine saplamıştım. "Ne olur şansımı zorlarsam?" sesim benden beklenmeyecek bir oranda sakin çıkmıştı.


Hareketlendiğini fark ettim. Çok geçmedi ki nefesini kulağımın ardında hissettim. "Zorla da gör bak ne oluyor." Sesi alaycıydı. Yutkunma ihtiyacımı sonraya erteledim ve derin bir nefes verdim.


Zorlarsam olacaklara bu halde engel olamazdım. Belli etmemeye çalışsam da zorlukla alıp verdiğim nefeslerim omzuma batıyordu. Bedenimde kol gezen uyuşukluğa rağmen acıyan canım beni sınırlıyordu.


Efruz bedenini geri çekti. Eski yerine tekrar oturduğunda Kerim üzerime doğru bir adım attı. Gözlerimi üzerinde dolandırdım. "Gölge, inat etme. Bu saatten sonra yapacağın her hareket bize değil kendine zarar."


Gözlerimi kaçırdım. Haklılığını kabullenemiyordum. "Ne yapacaksın?" diye sordum kısık bir ses tonuyla. Beklemeden hemen yanıt verdi. "Sırtındaki zımba telleri enfeksiyon kapmasın diye yara bandını değiştireceğim." Kaçırdığım gözlerimi tekrar gözlerine çevirdim. Bakışlarımdaki yetersizliği gördüğünde konuşmaya devam etti. "Normalde telleri çıkartıp dikiş atmam gerekiyordu ama vücudun daha fazla darbeyi kaldıramaz. Etin birbirine kaynaştığında çekeceğiz onları."


Yutkundum. Tenime girdiklerinde yanan canım kadar tenimden çıkarken de canımı yakar mıydı söylediği? Kafamı minik bir hareketle eğip ona izin verdiğimi belli ettim.


Ruhum bedenimden kaçıp gitmek istiyordu. Bedenimin duvarlarını yumrukluyordu. Koyulduğu göğüs kafesimden çıkmak, özgürleşmek istiyordu.


Geçen dakikalarda Kerim omzumun durumunu kontrol etti. Omzumu yeni yara bandıyla sardı ve kolumun omzuma zarar vermemesi için bir bandanayla doksan derecede sabitledi. Ayağıma sardığı sargıyı çıkarttığında yaralarımın üzerindeki dikiş izlerini fark etmiştim.


Acaba buraya ne zaman gelmişti ya da ben ne kadardır Efruz'un kucağında uyuyordum?


Ayağıma batan dişlerin deldiği yerleri dikkatle kontrol ettikten sonra steril bir bezin üzerine antiseptik solüsyonu damlattı. Koyu renk solüsyon bembeyaz bezi lekeledi. Bekleme gereği duymadan ayağımdaki dikiş izlerinin üzerini temizledi. Daha sonra ayağımı steril sargıyla sardı. Hareketleri bedeniyle öyle bütünleşmişti ki sanki doğduğundan beri bu işi yapıyordu.


Kendi yaralarımı genellikle kendim kapattığım için ilk yardım malzemelerin çoğunluğunun adını biliyordum fakat Kerim bilgilerimin boyunu aşıyordu. İşi bittiğinde ellerindeki steril eldivenleri çıkarttı. Yüzünü yüzüme doğru kaldırdığında dudaklarındaki tebessüm beni şaşırtmıştı.


"Sence neden ormanda onca alan varken sen gidip ayı kapanına bastın?" diye sordu arsız bir ifade takınarak. Dizlerinin üzerinden yüzündeki sırıtışı yok etmeden kalktı, sorduğu soruyu kendi yanıtladı. "E çünkü ayıdan farkın yok ayol."


Beklemediğim cevabı beni anlık dumura düşürdü. "Ne diyorsun ya?" diye sordum şaşkın bir şekilde.


Yüzüne artist bir gülümseme yayıldı. "Ayıya benziyorsun diyorum. Saçlara bak,"


Kıkırdayarak benden uzaklaştığında onun kafasını gerçekten kırabileceğim bir şey aradım ama bulamadım. "Seni öldürürüm." Ayağa kalkmaya yelteniyordum ki Efruz kolumu tutarak bana engel oldu. Sessiz oturuşuna son vermeye karar vermiş olmalıydı. Kolumu elinden kurtarmaya çalıştığımda üzerime kapattığım battaniye düşecek gibi olduğu için kalkmaktan vazgeçtim. "Bırak kolumu." Dedim sitemle.


Kerim benim inadıma sesini yükseltti.


"Bırakma dağ adamım! Tut onu, öldürür vallahi bu beni! Ben daha çok gencim." Öfkeyle doldurduğum gözlerimi Kerim'e çevirdiğimde ellerini teslim olurcasına yukarıya kaldırdı. "Bir şey demedim yahu," dedi dudaklarını iki yana germiş, şirin olduğunu düşündüğü gülümsemesiyle.


Gerilen ortam aniden değiştiği için kavram sorunu yaşıyordum.


Dudaklarımı aralayıp ardı sıra küfür edeceğim sırada benden önce konuşan Efruz bana engel olmuştu. "Kerim yeter." Dedi ve sonra bakışlarını yüzüme çevirdi. "Sen de sana yardım edenlere biraz daha insanca davransan fena olmaz."


Şeytanlarımın saldırmamı söyleyen fısıltılarını yok sayarak tuttuğu kolumu hırsla elinden kurtardım. Dün sarıldığım adamın bugün yine düşmanımın oğlu vasfına geçmiş olması ayarlarımı bozmuştu. Onu bir başkası olarak düşünmek güzeldi ama gerçekler güzellikleri yok ediyordu. Gerçekler güzellikleri mahvediyordu. Bu yüzden insanlar yalanları renklere bürümüştü.


Kerim çantasından bir şırınga çıkarttı. Gözümün önüne gelen görüntüler ayağımı umursamadan yataktan kalkmamı sağladı. İkisinden de uzaklaşabileceğim bir köşeye doğru sendeleyerek geriledim. Ani tepkim onları şaşırttı. Gözlerim Kerim'in elindeki şırıngaya sabitlenmişti. "O ne?" dedim. Sesimde merak yoktu. Bu merakla sorduğum bir soru değildi.


Kerim bakışlarını elindekine düşürdü. "Antibiyotik," dedi beni anlamaya çalışarak. Tüm ağırlığımı sağ ayağıma vermiştim, sol ayağıma katiyen basamıyordum. Birkaç adımda bunu gayet iyi anlamıştım.


Kendimi toparlamaya çalışarak sordum. "Sana neden inanayım?"


"Çünkü inanmaktan başka çaren yok." Diyen Efruz Dağdelen olmuştu. Kaşlarımı çatarak mavi gözlerinin içine baktım. "Çaresiz kalmayı tercih ederim o zaman."


Efruz cevap vereceği sıra Kerim sözünü kesti. "Yeter." Dedi ciddiyetle. Üzerime doğru bir adım attı. "Otur yatağa. Ayakta kalman doğru değil."


Sesiyle kurduğu otoriteye karşı çıkamadım. Yatağa doğru hareketlendiğimde kolumu tutarak bana destek olmuştu. Kalktığım yere tekrar oturduğumda elinde tuttuğu şırıngayı gözlerimin önüne doğru kaldırdı.


"Düşündüğün gibi bir şey değil." Dedi gözlerimle temasını kesmeden. Ne düşündüğümü nereden bilebilirdi?


"Sadece antibiyotik var içinde. Normallerden daha ağır. Vücudun maruz kaldığında beklemediğin tepkiler verebilir," tek kaşımı kaldırdım. Açıklamasına açıklık getirdi. "Başın dönebilir, gözlerin kararabilir hatta bilincin kapanabilir. Tamamen bünyene bağlı. Güçlü olduğunu düşünme. Şu an ufak bir rüzgarla yere yıkılabilecek durumdasın."


Söylediklerine verebilecek bir cevap bulamadım. Sessizliğim karşısında kaldırdığı şırıngaya iki kez vurdu.


Zihnime ansızın konan acıyla elimi başıma yasladım. Gözlerim acıyla kısıldı. Şimdi sırası değildi. Elimi zihnime bir çivi gibi batan ağrının üstüne daha çok bastırdım. Durmalıydı!


"Gölge?" bana seslenen Efruz'du. Yutkunarak birkaç derin nefes aldım. Acıyı yok saymaya çalışarak gözlerimi araladım. Efruz'u hemen yanı başımda görmeyi beklemiyordum. "İyi misin?"


Kanımla bütünleşmiş kokusunu soluyordum. Yakınlığından rahatsız olduğumu belli ederek hafifçe geriledim. Başımla onu onaylamayı ihmal etmedim. Gözlerini üzerimde gezindirdi kısa bir süre. Beklemedi. Rahatsızlığımın farkındaydı. Geri çekildiğinde Kerim'in bakışları beni yakaladı.


"Ormanda kafanı bir yere mi vurdun?" diye sordu.


"Hayır. Önemli bir şey değildi, geçti." Dedim bastırarak. Gözlerini kıstı. Elindeki şırıngayı Efruz'a doğru uzattı. Efruz şırıngayı Kerim'in elinden sorgulamadan aldı. Kerim hemen önüme doğru geldi. "Bakabilir miyim?"


"Neye bakacaksın?" 


"Gözlerine," 


"Neden?"


"Ne çok soru soruyorsun Çirkef, izin ver."


Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Tamam." Dediğimde üzerime doğru eğildi. Parmakları çeneme hafif bir baskı uyguladı, böylelikle yüzümü yüzüne doğru kaldırmış bulundum. Nerden çıkarttığını anlamadığım ışığı sağ gözüme doğru tuttuğunda gözümü kırpıştırdım. Bana aldırış etmeden baş parmağıyla işaret parmağını bir kıskaç olarak kullandı ve göz kapaklarımı birbirinden uzaklaştırdı.


Seviyesi değişen ışığa sadece bakmakla yetiniyordum. Aynı uygulamayı sol gözüme de yaptıktan sonra ışığı kapattı. Dikleşti. Merakla yüzüne baktığım için önce bana bir açıklama yaptı. "Tansiyonun düşüyor. Bir an önce buradan gitsek iyi olur." Son cümlesi Efruz'a hitabendi.


Efruz yataktan kalktı. Çamurlu botlarıyla bir adım attığında tahtalar cızırdadı. Şırıngayı tekrar Kerim'e verdi. Kerim bileğimi tutarak kaldırmamı sağladı. "Yumruğunu sık." Onu ikiletmedim. Sağ elimi yumruk yaptım. Damarımın üzerine birkaç kez başparmağıyla baskı uyguladı. Sert bir nefes verdi o sırada. "Efruz kolunu tut."


Efruz yanıma yaklaştı. Kararsızlığın ortasına düşmüştüm. Ne yaptıklarını anlamıyordum ve anlasam da karşı çıkabileceğimi sanmıyordum. Efruz koluma parmaklarını sardı. Kolum ince olduğu için parmaklarının tamamıyla sarabilmişti etrafını. Parmaklarına kuvvet uygulayarak etimi sıkıştırdı.


Kerim damarıma yine baskı uyguladı. Eskisine oranla daha belirgin olan damarımı fark ettim. Dikleşti. Şırınganın iğnesini koruyan plastiği çıkarttı. Şırınganın tepesine baskı uyguladığında iğnenin ucundan bir damla aktı.


Hazırladığı iğneyi tenime yaklaştırdı. Damarımın üzerine konumlandırdı ve içine doğru bastırdı. Canım yanmasa da rahatsız olduğum için yerimde kıpırdamıştım. Efruz kolumu tuttuğu için iğne oynamamıştı.


Plastiğin içindeki sıvı kanımla karışmaya başladığında ürperen tenim dişlerimi birbirine bastırmama neden oldu. Kerim iğneyi geri çektiği anda iğnenin girdiği yere bir pamuk parçası bastırdı. Gözlerini Efruz'a doğru kaldırdı. "Tut."


Efruz diğer eliyle pamuğu Kerim'den devir aldı.


"Gidip gelmen ne kadar sürer?" Kerim dikleşerek Efruz'un sorusuna yanıt verdi. "En az bir saat ama elimden geldiği kadar hızlı davranırım."


Efruz başıyla Kerim'i onayladı. Kerim'in kararsız bakışları ikimiz arasında gidip geldi. "Arabayı en fazla bir kilometre öteye getirebilirim Efruz. Daha fazla çıkmaz."


"Biliyorum. Oyalanma."


Kerim'in dudakları aralanıp tekrar kapandı. Yere açık vaziyette bıraktığı çantasına yöneldi. Malzemelerini özenli ve hızlı bir şekilde çantasına yerleştirirken bana hitap ederek konuşmayı da ihmal etmedi.


"Bedeninde ağır bir ağrı kesici var Gölge. Normal şartlar altında acıdan kıvranıyor olman gerekiyordu ama ilaç etkisini gösterdiği sürece acıyı pek hissetmeyeceksin. Bu seni kandırmasın. Dün gece çektiğin acıyı aklına getir ve ona göre hareket et." Nefeslendikten sonra devam etti. "Antibiyotikle birlikte bedenin sersemleyecektir. Geçici bir şey, endişelenme."


Çantasını sertçe kapatarak kilitleri kaldırdı. Çantasıyla birlikte doğruldu. Bana bir cevap hakkı tanımadan sırtını döndü, kapıyı açıp bedenini dışarıya bıraktı. Gözden kaybolduğunda derin bir nefes alarak gözlerimi kısa bir süre için kapattım. Düşünmeli ve bu düştüğüm durumdan çıkmak için bir yol bulmalıydım lakin yolu bulduğum anda tüm sorularım da cevaplanmış olmalıydı.


⌛️


BÖLÜM SONUU!!


Nasıldı?

Beğendiniz mi bölümü?


Biraz karakterler hakkında konuşalım mıııı???


Efruz?


Gölge?


Kerim?


Fovari karakteriniz kim?


Bölümde en sevdiğiniz kısım neresi oldu?


.


LÜTFEN VOTE VE YORUMU UNUTMAYIN

HOŞ'ÇAKALIN👋


İNSTAGRAM; @ tprlk_zynp


Zeynepizem


Loading...
0%