@zeynepizem
|
⏳️ İNSİZ ŞEH'R BÖLÜM İKİ 🥀 Onu şeytanlarımın tüm yakarışlarına rağmen öldürmemiştim. Şah damarına uyguladığım baskı beynine oksijen gitmesine engel olduğu için uzun bir süre uyuyakalacaktı. Elimi bir gereksizin kanına boyamazdım. Benim işim küçük balıklarla değildi. Benim işim bu oyuncaklara emir veren kişideydi. Yani; Kadir Dağdelen'de. Buradan bir an önce kurtulmam gerekiyordu. Daha sonra dinlenebilirdim. Daha sonra nefeslenebilir, daha sonra uyuyabilirdim. Daha sonra her şeyi yapabilirdim ama şu an yapacağım tek bir şey vardı. Dizlerimi kırarak yerde hareketsizce yatan adamın yanına çöktüm. Elim çamura bulanmış saçlarının arasına daldı. Saçlarını çekerek kafasının hafifçe yerden uzaklaşmasına neden oldum. Boşta kalan elimle çantamın askısını başından çıkarttım ve saçlarını tiksinerek bıraktım. Fazla sert bıraktığım için kafası yere çarpmıştı. Bu mesafeden ölmezdi herhalde. Çantamı önüme doğru aldım. Fermuarı ses çıkartmamaya özen göstererek açtım. Çantamın içini kısaca yokladıktan sonra elime değen demir içimi şahlandırdı. Parmaklarımın arasındaki silahımı sıkıca kavradım. Onu çantamdan çıkartarak gözlerimin önüne sabitledim. Parmaklarım olması gereken yerdeydi. Ölümlerin en şahsiyetsiz annesini tutuyordu. En ölümcülünü ve en düzenbazını... Uzun soluklu bir nefes aldım. Şehrin tüm pisliği içime dolmuş gibi boşluğum sızladı. Aldığım nefesi geri verdim; o sızı hafifledi lakin geçmek bilmedi. Çantamın fermuarını kapatarak yerden doğrulduğumda durmadan çalan telefonumu cebimden çıkarttım. Telefonun çalıyor olmasını umursamadan arka kapağını tırnaklarım sayesinde kaldırdım. Sim kartını yuvasından çektiğim anda telefon kendiliğinden susmuştu. Avucumun içinde var olan sim kartında geçmişime işlenmiş insanların numaraları yatıyordu. Elimi yumruk yaparak sim kartını avucumun içinde boğdum. Telefonu bir köşeye fırlattım ve çantamı kollarımdan geçirerek omzuma taktım. Apartman boşluğundan çıkmadan önce gözlerim dikkatle etrafta dolandı. Yağmur yavaşlamıştı. Tekrar ıslanmaya başlayan bedenim soğukla cebelleşiyordu fakat bugün kaybetmek diye bir şey yoktu. Tüm sokağı sadece bir tane sokak lambası aydınlatıyordu. Yolun karşısında, birkaç metre ötede kalıyordu. Gözlerim ışığına alışık olmadığı için kısıldı. Kirpiklerim birbirine yaklaştı, şu an ışığa ihtiyacım vardı. Adımlarımı hızlı ve sessiz tutmaya özen göstersem de yerde birikmiş yağmur suları buna pek olanak sağlamıyordu. Gözlerim her köşeyi tarıyor en ufak hareketliliğe tepki vermek adına bedenimi tetikte tutuyordu. Onları görmesem de buralarda bir yerlerde olduklarını biliyordum. Her bir delikten izlendiğim düşüncesi beni daha fevri kılıyordu. Silahımı alıp karanlığa gömülmüş olan her yere sıkasım vardı lakin elbette bunu yapmayacaktım. Şimdi düşüncelerime kurban olursam bedenim beni izleyenlere apaçık bir yem olacaktı. Sokak lambasının tam altına geldiğimde durdum. Başımı kaldırarak ışığa baktım. Kirpiklerim birbirine kavuşup aynı anda birbirini terk etti. Sokak lambası ölmek üzereymiş gibi duruyordu. Her an sönebilecek olmasına karşın ışığını yaymaya devam ediyordu. Belki de aramızdaki tek fark buydu. O ışığını yayıyordu ben de karanlığımı. Sokak lambasının hemen yarım metre arkasında bir boşluk vardı. Binalarla süslenmiş sokak tahminen bir metre aşağıdan devam ediyordu. Yüzüme düşen yağmur damlaları bedenimi yalayarak benden ayrılırken duyduğum seslerin seviyesi arttı. Fısıltılar kulağıma doldukça düşüncelerim savaşa daha istekli bakıyordu. Şeytanlarım harekete geçmem ve geceyi kana bulamam için yalvarıyordu. Eninde sonunda bu gece kana bulanacaktı, evet; ama kimin kanına bulanacaktı? Tam düşündüğüm gibi yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladıklarında ilk konuşanın sesi sağ tarafımdan yükseldi. "Etrafın sarıldı, Gölge. Bu sefer kaçamayacaksın." Kaldırdığım başımı indirdim. Gözlerimin çukurlarına dolmuş yağmur suları göz yaşı gibi yanağımdan aşağıya yavaşça akmaya başladı. Sırtıma saplanan bakışlar beni endişelendirmiyordu. Dudaklarımı aralamadan önce derin bir nefes aldım. "Kaçmaya çalışacağımı kim söyledi ki size?" İnsanlarla oyun oynamaya bayılırdım. Şimdi de bayıla bayıla onlarla oynayacaktım. Dikildiğim yerde yavaşça bedenimi çevirdim. Kaç kişi olduklarını sayamasam da yenebileceğim bir sayıda olmadıkları kesindi. Tam karşımda duran adamla göz göze geldiğimde gerilmiş yüz hatları beni şehvete getirdi. Gerginliğinin kokusunu soludum. Ona gülümsedim. Gülümsemem kocamandı. Akıl almaz hareketlerim onların daha çok gerilmesine neden oluyordu. Farkındaydım. Ellerimi önümde bağladım. "Ben de sizi bekliyordum aslında." Dedim eğlenerek. Eğlendiğim falan yoktu doğrusu ama bunu onlara yansıtacak değildim. Bir oyuna başladıysam tamamen oynadığım kişinin kişiliğine bürünmeliydim. Yoksa senaryoda çelişkiler olurdu ve yönetmen bundan hiç hoşlanmazdı. Tabi, burada oynayan da yöneten de ben olduğum için öyle çok da büyük bir sıkıntı değildi bu. Yine tam karşımda duran adam konuştu. "Hiçbir şey yapamazsın. Tüm yollar kapandı." Ellerinde silahları vardı. Elbette bu durumda hiçbir şey yapamazdım. Bunu söyleyip durmalarına gerek yoktu ki. Boş bir refleksle elimdeki silahı onlara doğrulttum. En arkadan, karanlığın içinden bir kıkırtı yükseldi. Kimden geldiğini kestiremesem de yüzümü buruşturmama neden olabilecek bir tınıya sahipti. Öndeki adamlar yana doğru kaydılar ve karanlıkta sadece hatlarıyla belli olan adam ortaya çıktı. Daha önce görmediğim yüz hatlarına vuran ışığın izin verdiği kadarıyla inceledim onu. Elleri cebindeydi, oldukça rahat bir tavır takınmıştı. Alaya aldığı ses tonuyla konuştu. "Hangimizi vuracaksın?" kaşlarımı yavaşça çattım. Oyunculuğu bırakmanın vaktiymiş gibi hissediyordum. Gözlerim gözlerine sabitlendi. "Senden başlama mı ister misin?" O iğrenç sesi yine sokağı doldurduğunda bu sefer yüzümü gerçekten buruşturmuştum. İnsanlara sadece sesiyle işkence edebilirdi bence. "Tetiğe bile basamadan ruhunu teslim etmiş olmaz mısın Gölge?" Dişlerimi birbirine bastırdım. Yağmur hepimizin üzerine yağıyordu ama hiç kimse bununla ilgilenmiyordu; benim dışımda. Yağmur hızlanmalıydı. İhtiyacım olan damlalar bedenimize saplanmalıydı. Düşüncelerimi zihnimden geçirdiğim sırada gök içimi ferahlatmak adına kükredi. Zamana ihtiyacım vardı. Gökyüzü henüz tüm pisliğini üzerimize bırakmış değildi. "Kimsin sen?" dedim birdenbire. Karşımda ukalaca duran adam kaşlarını kaldırdı. Bir şeyler düşündü ama düşünceleri benim düşüncelerimle boy ölçüşemedi. Yüzüne bir gülümseme kondurdu. Her türlü gözüme iğrenç görünüyordu. "Celal Akhisar." Diye cevapladı sorumu gururlu bir şekilde. Yüzünü daha önce görmediğime emindim ama adını duymuştum. Yalancı bir şaşırma efekti kullandım. "Demek Celal sensin," Bu söylediğim ona zevk verdi. Yüzüne yerleştirdiği sırıtışa sırıttım. "Nasıl bir duygu?" dedim tıpkı onun gibi ukala bir tavırla. Sorduğum soruyu anlamadığı için sırıtışını silerek kaşlarını çattı. Sanırım ona açıklık getirmeliydim. Nefesime zehir ekledim. "Birinin köpeği olmak nasıl bir duygu Celal Akhisar?" Gözleri gerildi. Ellerini ceplerinden çıkardı. Yanında duran adamın elindeki silahı kavrayıp bana doğrulttu. "Kabullen, Gölge!" Dedi öfkeyle. "Bu sefer sen kaybettin!" Silahımı avucumun içine bastırarak ellerimi yukarıya kaldırdım. Bir adım geriye gittiğimde sokak lambası sırtıma ilişmişti. Ellerimi biraz daha kaldırdığımda bu onu fazlasıyla memnun etti. "Biliyor musun Celal?" Gülümsedim. "Ben asla kaybetmem." Direğin ışık düğmesine bastım. Anında ortalık karanlığa büründü, aynı saniyelerde yağmur hızını arttırdı. Rastgele bir el ateş ettiğimde bir inlemenin ardından silah seslerini duydum. Silahlarına sarılmışlardı. Bir saliseye bile kıymadan çoktan eğdiğim başımla olduğum yerden hızlı bir şekilde sokak lambasının ardındaki boşluğa kendimi bıraktım. Kısa bir süre havada süzülen bedenim sertçe yere varmıştı. Tabanlarım acıdan gerildi, dengemi kaybettiğimde tüm bedenim yerle bütünleşti. Vücudumda yeni açılan yaralarımı umursamadan yerden destek alarak ayaklandım. Durmaya vaktim acıyı hissetmeye mecalim yoktu. Koşmaya başladığımda Celal'in tüm sokağı kaplayan haykırışını duymak bana büyük bir zevki tattırmıştı. Adımlarımı hızlandırdım. Tabanlarım isyan eder gibi ağrısa da durmadım. Her adımda içime yarıya bölünmüş gecenin keskin kısımları batıyordu. Ne olursa olsun bu lanet geceden kurtulmalıydım. Bir sokağı döndüğümde buranın daha aydınlık olması hiç işime gelmemişti doğrusu. Koşmaya devam ettim. Yağmur da hızını arttırmaya devam etti. Şimdi fark edilsem bile yağmurdan dolayı doğru düzgün nişan alamayacaklardı. Bunu kullanıp ortalardan yok olmalıydım. Bu şansı bir daha asla yakalayamazdım. İlerlerken yüzüme çarpan rüzgâr benimle yarışıyor gibiydi. Yanımdan geçip giderken bana dokunuyordu. Benimle nefes alıyordu ve benimle yaşıyordu. Hızımdan dolayı hiçbir şeye dikkat etmediğimden döndüğüm sokakta sarhoşun birine çarpmış ve onu yere sermiştim. Yarım aklıyla bir şeyler mırıldansa da oralı olmadan koşmaya devam ettim. Ciğerlerim yanmaya başlamıştı. Bir an önce bir yer bulamazsam nefesim kesilecek ve ben ortada dımdızlak kalacaktım. Ana caddede insanlar daha çoktu. Cesaretleri orada ateş etmeye yetmezdi. Asıl sorun ana caddeye hangi sokaktan gideceğimdi. Devam ettiğim yol ileride ikiye ayrıldığında duraksadım. Seslerini duyuyordum o yüzden hızlı olmalıydım. Boşluklarımda artan sızıyı yok saymaya çalışarak sola saptım. Yola çıkar çıkmaz acı bir fren sesi tüm sokağı sardı. Zihnim ve şeytanlarım birbirine karıştı. Bilincim bedenimden ayrılır gibi oldu. Ellerim siyah arabanın kaputuna sertçe yaslandığında nefesimi tuttum. Avuçlarımın içi acıyordu. Anlaşılan bu sokak şansıma çelme takmayı seçmişti. Destursuz nefeslerimin yüzümü buruşturmama neden oldu. Avuç içlerimin acısı git gide artarken kafamı kaldırdım ve o anda gök gürüldedi. Yangın. Yanan bedenimdeki yaralar mıydı yoksa arabanın içindeki gözlerin sahibi mi anlayamadım. Acı içinde yutkundum. Gözleri gözlerimin içini deşer gibi bakıyordu. Hareket etme kabiliyetimi kaybetmiştim sanki, sadece onun gözlerine bakıyor ve zamanı yok sayıyordum. Bir şimşek çaktığında arabasının içi aydınlandı. Kısacık gördüğüm hatları zihnime bir sancı sapladı. Yutkundum. Saniyeler sonra gök çığlık attı. Zaman işlemeye kaldığı yerden devam etti. Kaşlarım çatıldı. Belimin sol tarafında bıçak saplanıyormuş gibi bir ağrı hissettiğimde nefesim kesildi. Ellerim daha fazla bedenimi taşıyamadığı için kaputun üstünde ileriye doğru kaydı. Bacaklarım arabaya yaslandı. Dudaklarımın arasından çıkan inleyişim geceyi damgaladı. Arabanın içindeki adamın elinin, kapının koluna uzandığını görür gibi oldum ama dikkatimi ondan almamı sağlayan ardımdan gelen sesti. "Gölge!" Duyduğum ses zihnimi susturdu. Gözlerimi büyüttüm. Kahretsin, bulmuştular! Bir şeyler yapmak zorundaydım. Acıya teslim olmamalıydım. Tekrar yutkundum. Kendimi toparlamaya çalışarak ayaklarıma yükümü verip ellerimi arabanın kaputundan uzaklaştırdım ve bedenimide o saniyede dikleştirdim. İçimden oldukça uzun bir küfür savurduğumda çarptığım arabanın kapısı açıldı; Ama oraya dikkatimi veremedim. "Sana bunu çok fena ödeteceğim. Altımda inim inim inleyeceksin kızım!" Dişlerim birbirine kenetlendi. Ben Celal'i yerle yeksan edebilecek bir kadındım. Arkasında durana güveninden dolayıydı Celal'in bu cesareti. Şeytanlarımın fısıltısı kulağımda uğuldadı. Bana öldürmem için emir veriyorlardı. Bana bu şehirdeki herkesin canını almam için yalvarıyorlardı. Yutkunarak gözlerimi içimdekilerden kurtarmayı başardım. Arabanın içinden heybetli bir beden çıktığında ardımdakileri boş verdim ve gözlerini bir an olsun benden ayırmayan adama baktım. Karanlıkta görebildiğim kadarıyla siyah bir şapka takmıştı. Arabanın içinde şapka taktığını fark etmemiştim oysaki. Karanlık olan gecede yüzü şapka sayesinde iyice yok olmuştu fakat biliyordum. Bana bakıyordu tıpkı benim gibi. Hislerim onu garipsemişti. Bu iyi değildi. Boğazımı temizledim ve sadece onun duyabileceği şekilde konuştum. "Git buradan. Seni öldürürler." Beni hiç duymamış gibi bakmaya devam etti. Kaşlarım daha da çatıldı. Ona daha fazla bakamadım çünkü ardımda beni bekleyenler vardı. "Gölge!" Cidden, sesi kulaklarımı acıtıyordu. "Yüzünü dön lan bana!" Silahı tuttuğum elimi karnıma bastırdım. Karın boşluğumdaki ağrı silahımın namlusuna damlıyordu. Hemen bir şeyler düşünmem gerekiyordu fakat bu sefer tam anlamıyla beynim durmuştu. Baktığım hiçbir yerde bir çıkış yolu göremedim. Şeytanlarım, uyarılarını karşımda dikilen adam için yapıyorlardı ama bunu istemiyordum. Onu çıkışı olmayan bu karanlık kuyuya sokamazdım. Tam arkamı döneceğim sırada onun derin ve metalik sesi beni durdurdu. Ne söylediğini ilk başta anlayamadım çünkü tüm algılarımla sesine yönelmiştim. Söyledikleri zihnime sonradan yerleşmeye başladı. "Eğer dönersen seni vuracak." Tek kaşım yukarıya doğru kıvrıldı. O, yoldan geçen, öylesine biri değildi. Sesinde hiçbir korku hiçbir telaş yoktu. Ses tonumu yine sadece onun duyabileceği şekilde ayarladım. "Dönmezsem de beni vuracak." Dedim bilmişlik taslayarak. Yüz hatlarını tam anlamıyla göremiyordum ama onun da benim gibi kaşlarını kaldırdığını hissetmiştim. "Bu sefer sen kaybettin baş belası! Eğer dönmezsen kafana sıkacağım!" Hafiften çaprazımda kalan adama bilmişlikle bakmaya devam ettim. Böyle bir konuşmada haklı olmayı hiç istemezdim ama haklıydım işte. Gözlerimin ardında kaçınılmaz bir son duruyordu. O sonun nasıl yazılacağı benim kararıma bağlıydı. İki seçeneğim vardı ve ikisinin de gittiği yol bir yerde birleşiyordu. Zihnime yerleşen suretler kalbimin atışıyla oynadı. Tüm hayatımı geçirdiğim insanlar hislerimden geçip duruyordu. Dudaklarım yukarıya doğru büküldü. Onlara veda eder gibi gülümsedim. Burnumdan sert bir nefes verdim, bedenimi yavaşça Celal'e çevirdim. Ona döndüğüm anda iki silah sesi tüm geceyi kapladı. Sol omzuma bir sancı saplandığında adımlarım sekteye uğradı. Bedenim sertçe arabaya yaslandı. Acıyı hissetmeden önce gördüğüm tek şey Celal'in yere düşmesi olmuştu. Nefeslerimin arasına karışan inlemem bedenimi yıkıma tabi tuttu. Omzuma giren mermi kendine yeni bir yuva edinmişti. Bakışlarım sol omzuma doğru düştü. Geceyi bulayan kan bana aitti. Mermi daha iyi bir konuma yerleşebilmek için tüm kanımı boşaltmaya başlamıştı. Aç bir canavar gibi içimi deşiyordu. Hissettiğim şeyle elimi merminin açtığı deliğin üzerine bastırdım. Acı çoğaldı. Acı önce omzumu sonra tüm ruhumu yakmaya başladı. Şeytanlarım bana ben de onlara baktım. Bu gece tüm şehir benden intikamını alıyordu. İstanbul yine yapacağını yapmıştı. Dişlerimi sıktım ve dişlerimin arasında bir inleme bıraktım İnsiz Şehrime. Acıya değil anılarıma inliyordum. Elimi omzuma daha çok bastırdım. Buz tutmuş elim sıcacık kanımın tadına baktığından dolayı üşümeye başlamıştı. Kesik kesik solumaya başladığım nefeslerim omzumdaki boşluğa bastırıyordu keskinliğini. Gözlerim kapanacağı sırada önümde bir gölge belirdi. Tıpkı ruhuma benziyordu. Kulağıma birkaç silah sesi yerleşti ama sesleri o kadar silikti ki aramızda yıllar vardı sanki. Silahların namlusu bana çevrilmemişti. Önümdeki gölge netleşti. Bu, az önce arabasının önüne atladığım kişiydi. Üzerime doğru eğildiğinde tüm yüz hatlarını eksiksiz bir şekilde görebilmiştim. Gözleri gözlerime dokunduğu anda içimde yaşattığım şeytanlarımdan biri öldü ve onun yerine bir melek doğdu. Doğar doğmaz gülümsedi. Bana mı yoksa karşımdaki adama mı gülümsediğini anlayamadım. Hissettiğim acı duraksar gibi oldu. Gözlerimi kırpıştırdım, bir nefes aldım. Omzuma açılmış delik aldığım nefesi içine çeker gibi bedenimi kıvrattı. Omzuma bastırdığım elimin üzerinde bir el hissettim. Benimkinin aksine sıcacıktı. Elini elimin üzerine bastırdığında akmayı kesen kan damlaları beni inletti. "Çıkaracağım seni buradan!" Dudaklarımı araladım ama konuşmama izin vermeden diğer eliyle belime sarıldı. Beni kendine doğru çekti ve tüm ağırlığımı üzerine aldı. Arabasıyla olan temasım kesildi. Kafam boyun girintisine yerleştiğinde sesim ne kadar titrek çıksa da konuşabildim. "Kimsin sen?" nefesim çıplak boynuna çarpıyordu. Kokusu içimi dağlıyordu. Cevap vermeye tenezzül etmedi. Birlikte bir adım attık. Tabanlarımızın arasından kayıp giden yağmur suları bir yılanın zehrine dönüştü. Biz adım attıkça yağmur şiddetini arttırdı. Silah sesleri de aynı oranda yağmura eşlik ediyordu. Beni kendine tamamen yaslayarak arabanın arka kapısını açtı. Hâlâ sırtımda duran çantamı canımı yakmamaya özen göstererek çıkarttığında hafifledim. Bedenimi içeriye doğru yöneltti ama benden bir an olsun uzaklaşmadı. Sırtım koltuklara boylu boyuna uzandığında belimdeki elini çekti, diğer eli hâlâ delinmiş omzumun üzerinde duruyordu. Elimin üzerinde... Boşta kalan elini dengesini kaybetmemek için kafamın sağ tarafından koltuğa yasladı. Üzerime doğru eğilerek gözlerini gözlerime dokundurdu. Arabanın dışında sorduğum soruyu fısıltılı bir ses tonuyla cevapladı. "Kim olduğumun ne önemi var?" Dudaklarımda hâlâ varlığını koruyan yağmurun zehrini içime çektim. Nefeslerim düzensizleşiyor, görüşüm omzumdaki kan akmaya devam ettikçe bulanıklaşıyordu. "Mermi," Durdum. Nefesim kısa bir cümle kurmaya bile yetmiyordu. "Kalbime çok yakın!" Gözlerindeki netlik dudaklarına bulaştı. "Ama kalbinde değil." Zorla yutkundum. Dudaklarımı araladım ama konuşamadım. Nefesim artık sesimi çıkartabileceğim kadar güçlü değildi. Tüm bedenim ateşin içine atılmış gibi yanmaya başlamıştı. Gözlerimi kırpıştırdım. Sakallı yüzünde dilini bilmediğim kelimeler vardı. Gözlerini gözlerimden bir türlü ayırmıyordu. Derin bir nefes aldım. Aldığım son nefeslerimmiş gibi güçlü hissettim kendimi. "Adını..." Yüzümü buruşturduğumda elini merminin saplandığı yere daha çok bastırdı. Bana ait olmayan metal içimde bir savruluşa neden oluyordu. Canımı çok yakıyordu. Yine de dikkatimi onun yüzünde toplamayı başardım. "...merak ediyorum." Yüzünü yüzüme doğru daha çok yaklaştırdı. Birkaç santim ötemde duruyordu. O kadar yakınımdaydı ki böyleyken, ne kadar karanlık da olsa, gözlerinin rengini seçebiliyordum. Gözleri benim gözlerimin rengindeydi. Kirpiklerim birbirine dokundu. Bana daha fazla yaklaştığında şapkasının önü alnıma sürttü. Öyle uykum gelmişti ki sırf ismini duyabilmek için kendime karşı çıkıyordum. Bana ismini söylemeliydi. Kimin elinde öleceğimi bilmeliydim. Beklediğim ölümüm kime kucak açmıştı öğrenmeliydim. Silah seslerinin arttığını duyar gibi oldum. Yine de sinek vızıltısından farksızdı onun sesinin dışında duyduğum her şey. Biliyordum, emindim dışarıda bir kıyamet kopuyordu. Ben o kıyameti içimde hissediyordum. Gözlerine baktığım adamın gözleri keskinleşti. Gözlerinin ardında bir uçurum belirdi. "Efruz," dedi. Adı Efruz'du. Devam etti. "Efruz Dağdelen." İçim içime yığıldı. Duyduğum isim canımı yakmaktan daha öte bir şey hissettirdi bana. Öyle garip bir şeydi ki ölüm de bile tarifi yoktu. Gözlerim hafiften büyüdü. Kalbim duracakmış gibi oldu. Beni gözlerindeki uçurumdan aşağıya itti. Şeytanlarım içimde kıyametten parçalarla dansa durdu. Yeni doğmuş melek ilk tekmesini ilk kez gülümsediği kişiden yedi. Kalkmak istesem de başarılı olamadım. Tüm gücüm tükenmişti. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken kocaman elini, elimi acıtırcasına yarama bastırdı. Canım çok yandı ama bu sefer hiçbir tepki veremedim. Çift başlı yılan önümü kesmişti. İlk başını kestim diye ondan kurtulduğumu sansam da şimdi asıl zehirli olanın dişleri arasındaydım; Bedenim felç olmuş gibi kendisini o dişlere bırakmıştı. ⌛️ BÖLÜM SONU!! Nasıldı? Beğendiniz mi bölümü? En sevdiğiniz kısım neresi oldu? Gelecek bölümde görüşürüz💋 VOTE VE YORUMU UNUTMAYIN LÜTFEN HOŞ'ÇAKALIN👋 |
0% |