Yeni Üyelik
13.
Bölüm

On İki̇nci̇ Bölüm

@zeynepizem

⏳️


İNSİZ ŞEH'R

BÖLÜM ON İKİ


🥀


Bir trenin en sonuncu vagonunda yaşıyordum hayatı sanki ama vagonun içinde olan ben değildim. Kapısının önünde duruyor ne ileriye gidebiliyor ne de geriye dönebiliyordum. Ben sonuncuydum, sondum. Benden bir adım ilerisi yoktu. Hep ben vardım ve kapıma bir mühür asmıştım. Dokunsam yakacak dokunmasam yanacak olan bir mühürdü.


Kapının ardında sakladığım biri vardı. Kapıya vurur içeriden çıkmak için bana yalvarırdı. Elimi atsam mühür düşecekti, kapı açılacak içerdeki serbest kalacaktı. Kapı açılacaktı ama içerdeki serbest kalmasına rağmen delikten çıkamayacaktı.

Kurtulmak için yumruklarını zedelemişti. Kurtulmak için her şeyi denemişti. Canını yakmıştı. Şimdi kapı açılmıştı. Yine de dışarıya çıkamamıştı. Çünkü biliyordu o vagondan çıkarsa duramazdı. Sona doğru yürür, trenden atlardı.


Onun için yol biterdi. Zaman üzerinden geçerken kanını raylara yayardı.


Bu böyleydi. Zamanın gelip geçerken bıraktıkları sağır eden bir gürültüden ibaretti. Kulaklarımı kapatsam duymayacaktım bile belki ama kulaklarımı kapatabilecek kadar cesaretli değildim ben. Bir kere bileklerimde zincirler vardı benim. Kaldıramazdım. Susturamazdım zamanı.


Sağ ayağımı hafifçe salladım. Su dalgalandı, büyüyerek ilerledi dalgası. Sonra azaldı gücü ve duruldu dalgaları. Gözlerimin ezberlediği görüntü artık zihnimin alışkanlığı olmuştu. Dakikalardır aynı şeyi yapıyor kendimi durdurmak için de bir çaba göstermiyordum.


Efruz'u bulmak için evden çıktığımda bir göle rastlamıştım. Evden çok uzakta değildi ama ağaçların arasında kaldığı için görünmüyordu. Çok büyük sayılmazdı fakat derindi. Üç metrelik bir iskelenin sonunda oturuyordum, sorularım zihnimi işgal etse de kalkmayı düşünmüyordum şu an.


Yarısı suyun içinde olan ayağım donmuştu muhtemelen çünkü hissetmiyordum. Derin bir nefes aldım. Bir kez daha oynattım ayağımı suyun içinde. Dalgalar oluştu, dalgalar yok oldu. Ormanın içinden kulaklarıma bir yaşam akarken bile düşüncelerim öne geçmeyi başarıyordu.


Efruz'un telefonu elimdeydi. Evden çıkarken yanına almamıştı Efruz telefonunu. Benim de işime gelmişti açıkçası ama dakikalar geçmesine rağmen arayamamıştım onları. Temiz havayı tekrar doldurdum içime. Elimdeki telefonu oturduğum iskeleye, tam yanıma bıraktım. Gözlerim birkaç saniye üzerinde gezindi.

Kendimi yetersiz hissediyordum. Çünkü hiçbir zaman istedikleri gibi biri olamamıştım. İstedikleri kadar güçlü değildim. Kazanmak yerine hep kaybediyordum.


Yolumu değiştirmeyi seçmiştim ve ilerlediğim yolda Özkan ve Poyraz'a yer yoktu. Sadece kendim vardım. Asıl zor olan buydu. Devam ederken bile edememekti bir bakıma. Çabalıyordum. Her zaman çabalayacaktım. Vazgeçmeyecektim. Tek sorun durum böyleyken bile kendimi vazgeçmiş hissedecek olmamdı.


Poyraz benim yolumdan ilerliyordu. Tam arkamdaydı. Eli sırtımdaydı ama ben geriye değil dizlerimin üzerine düşerdim genelde. Özkan yolun dışındaydı ama o da takip ediyordu beni. Belki de benden nefret ediyordu ama söyleyemiyordu kendine. Zordu. Hepimiz için devam etmek zordu.

Ben bir yol seçmiştim. Yolumda gidiyordum ve gittiğim yolda onları görmek istemiyordum. Arkamda kalmaları her zaman en iyisi olacaktı. Bir kayba daha dayanamazdım. Reva öldüğünde hepimiz birden ölmüştük. Kaybolup gitmiştik. Var ettiğimiz yolların sonunda bize gelecek olan şey ölümün kendisiydi ama ben bu uğurda yalnız ölmeyi tercih ederdim.


Bir kurtuluş yoktu. Yolların sonunda durmuş zamanlarımız vardı. Bunu en çok birbirimize sarıldığımızda hissederdik.


"Gölge?"


Yerimden sıçradım. Düşüncelerim kuytu köşelere çekildiğinde kafamı arkama çevirdim. Efruz iskelenin başında duruyordu, bana bakıyordu. İskeleye çıktığında oturduğum yer hafiften oynadı. İskelenin sağlam olmadığı zaten belliydi ama bu kadar oynak olacağını da düşünmemiştim.


Ayağımı suyun içinden çıkartıp korkuluktan destek alarak oturduğum yerden kalktım. Yukarıya doğru toplanmış tişörtümü düzelttikten sonra yüzümü Efruz'a doğru çevirdim. Ben ayağa kalktığım sırada o bana yaklaşmayı tercih etmişti. Aramızda dört adımlık bir mesafe bırakıp durdu. Gözleri üzerimde gezindi. Kaşları hafiften çatıktı. Gözlerimin içine baktı.


"Donmaya mı niyetlisin?" diye sorduğunda kendi üzerime baktım. Sadece kahverengi tişörtüm vardı bedenimde. Ayaklarım bile çıplaktı. Buraya gelirken terlik giymiştim ama suyla oynamak istediğim için onları da çıkartmıştım.


"Soğuk değil." Dedim üşüyor olmama rağmen. Efruz tek kaşını kaldırdı. Onun üzerinde benim aksime bir kazak vardı. Kumaş pantolonu uzun bacaklarını çepeçevre sarmıştı. "Hava soğuk." Dedi bastırarak ve devam etti. "Ve sen de donuyorsun, eve git."


Kaşlarımı çattım. Omuz silktikten sonra konuştum. "İstediğim zaman istediğim yere giderim." Söylediklerimden sonra düz düz yüzüme baktı. Dolgun dudaklarını ıslattı. Bakışlarında kavrayamadığım düşünceler vardı. "Gölge," dedi sabırla. "Eğer hasta olursan başıma kalırsın. Başıma kalmanı istemiyorum."


Çenemi dikleştirdim. "Başına kalmam." Dedim. Kendimden emindim. "Zaten arayacağım Özkan'ı. Birkaç saate gitmiş olurum. Endişelenme."


Çenesinin kasıldığını fark ettim. Gözlerinde de bir yangın yanıyordu şimdi. Neye sinirlendiğini anlamasam bile sinirlendiğini anlamıştım. Yine de oralı olmadım. Buradan gitmeden önce öğrenmem gereken şeyler vardı. Ona doğru bir adım atarak aramızdaki mesafeyi azalttım.


"Benim hakkımda ne biliyorsun?" diye sordum hiç beklemediği şekilde konunun seyrini değiştirerek. Gözlerinin içine dikkatle bakarken derin bir nefes aldı. Bir elini pantolonunun cebine soktu. Omuz silkti. Umursamaz bir tavırla yanıt verdi. "Biraz ondan biraz şundan,"


Kaşlarımı çattım. İki büyük adım daha attım ve tam karşısına dikildim. Yüzümü hafiften yukarıya kaldırıp gözlerinin içine odaklandım. "Benden ne istiyorsun?" diye sordum bu sefer. Sorduğum soru göz devirmesine neden oldu.


"Daha kaç kez soracaksın bu soruyu?"


"İstediğim cevabı alana dek." Dedim anında. Gözlerini kısarak yüzünü yüzüme doğru eğdi. "Neymiş istediğin cevap?"


Çenemi omzuma doğru kaldırdım. "Gerçek." Diye fısıldadım. Gözlerini daha çok kıstı. "O cevabı çoktan aldın," dedi. Burnumdan sert bir nefes vererek güldüm. "Sahi mi? Gerçekten beni sırf bir çocuk mızmızlandı diye kurtardığına inanacağımı mı sanıyorsun?"


Yüzünü yüzüme daha fazla eğdi. Şimdi çehresi ifadesizleşmişti. Gizlerini ortaya saçmış arkalarına geçmişti. "İstediğine inanabilirsin." Dedi benim gibi fısıldayarak. Fazla yakın olduğumuzu anladığımda bir adım geri çekildim. O istifini bozmadı.

"Biliyor musun Dağdelen, yanlış yapıyorsun."


Cebine sokmuş olduğu elini çıkarttı. Üzerime doğru bir adım atarak açtığım mesafeyi kapattı. "Neyi yanlış yapıyormuşum Gölge?" diye sordu sakince.

Derin bir nefes aldım. "Beni iyileştirdin." Dedim kafamı da iki kez sallamıştım. "Hatta beni ölümden kurtardın diyebiliriz." Hiçbir tepki vermeden beni dinlemeye devam etti. "Bence bu bir yardım değildi ama bana yardım ettin. Bunu görmezden gelemem. Yine de şunu bilmeni istiyorum ki sakladıklarının altından hoşuma gitmeyecek şeyler çıkarsa nefesini kesmek için düşünmem bile."


İfadesiz yüzüne ifadesiz bir gülümseme kondurdu. Aramızda herhangi bir mesafe olmamasına rağmen bir adım attığında geriledim. Ona dik dik baktım. Benim bakışlarımın aksine sakin bakışlarını yüzümde gezdirdi. "Gölge aklından ne geçiriyorsun bilmiyorum. Ama ben de şunu bilmeni isterim; ben yenebileceğin biri değilim. Her şeye rağmen karşımda duracaksan sana engel olmam, gideceksen git seni yanımda zorla tutamam. Bana bir iyilik yaptın, kanımdan olan birini kurtardın ben de karşılığını veriyorum sana. Olur da hoşuna gitmeyen şeyler duyarsan yanlış bir seçim yapma. Çünkü yanlışları affedecek bir adam değilim ben."


Söylediklerini kaşlarım çatık dinliyordum. "Şu an karşındayım ki sen de benim karşımdasın. Hakkımda bildiklerin ve hakkında bildiklerim var. Sana verdiklerimin ötesi seni ilgilendirseydi söylerdim. Sana imtiyazlı davranıyorsam böyle davranmak istediğim için davranıyorumdur. Sana iyilik etmeye devam ediyorsam istediğim için ediyorumdur. Bu durumu tersine çevirme. Sözlerine dikkat et. Beni sadece kendi düşüncelerinden elde ettiklerinle suçlayamazsın. Beni tanımıyorsun, seni tanımıyorum. Bırak bu böyle kalsın. Öteye geçmeye gerek yok. Gittiğinde benim için anıdan ibaret kalacaksın sonra zaman geçecek ve seni unutacağım. Yanımdayken bu durumun böyle kalması için o ağzını tut."


Söyledikleri zihnimdeki duvarlara çarpıp durdu. Düşüncelerim yenik düştü. Bana birkaç saniye düz ifadesiyle bakmaya devam etti. Dudaklarımı konuşmak için araladım ama söyleyecek bir şey bulamadım. Gözlerimi gözlerinden çektiğimde bir şey söylemeden geri çekildi. Sırtını bana dönerken konuşmayı ihmal etmemişti. "Eve geç." Böylelikle konuşmanın bittiği kararını veren o oldu.


Bana emir vermesine sinir olsam da karşı gelmedim. Yüzümü göle doğru çevirdim. Bir adım atarak en sonuna geldim. Hafifçe eğilerek bıraktığım telefonu parmaklarımın arasına aldım lakin o an sıkı tutmayı başaramadığım için telefon elimden kayıp gitti. Gözlerim büyüdü, telefonu tutmaya çalışırken tüm dengemi kaybettim.


"Gölge!"


Ağzımdan ufak bir çığlık peyda oldu ve bedenim suya gömüldü. İçime çekemediğim nefesim yerine genzime bir miktar su doldu.


Ayaklarım tabana değmiyordu, baştan sona gölün içinde kalan bedenim soğuğu içine çekiyordu. Henüz ne olduğunu kavrayamamışken belime sarılan şeyler beni yukarıya doğru çekti. Başım suyun içinden çıktığında gözlerimi açarak tüm göğsümü kaplayacak bir nefes aldım.


Öksürdüm. Gözlerimin önünden akan damlalar görüşümü bulanıklaştırsa da mavi gözlerin ihtişamını seçebiliyordum. "Gölge," dedi. Sesindeki tını bedenimin her zerresine bir kalp misali dokundu. Ona herhangi bir cevap veremedim.


Belime doladığı ellerinin sıcaklığı bana yaşadığımı fısıldıyordu. Ellerim geniş omuzlarına yerleşmişken aldığım sık nefesler yüzüne çarpıyordu. Birkaç kez peş peşe öksürdüm. Ciğerlerim rahatlar gibi olsa da o kısa süre zarfında içime çektiğim su damlaları genzimi yakıyordu.


Efruz belime yerleştirmiş olduğu bir elini çekti. Bedenimi tamamen bedenine yasladığında omzundaki ellerimi boynuna doladım. Ona tutunmuyor olsam tekrar gölün dibine batacaktım.


"Bana bak." Dedi. O bunu diyene kadar nereye baktığıma dair bir fikrim yoktu. Gözlerimi gözlerinin içine çevirdim. Elini yanağıma yasladı. Yüzüme yapışmış saçlarımı kulağımın ardına itti. "İyi misin?" diye sordu. Sorduğu soruyu anlasam bile herhangi bir cevap veremedim. Yutkundum. Yanan genzim beni tekrar öksürttü.


"Gölge," dedi yeniden. "İyi misin?" Kafamı iki yana salladım. Çıkmak istiyordum. Üşüyordum. "Çok... soğuk."


Kafasını salladı. Saçlarından damlayan sular benim yüzüme akıyordu. "Tamam." Dedi benim aksime sakin bir ses tonuyla. "Şimdi çıkacağız, sakın ani bir hareket yapma tamam mı?"


Kafamı olumlu anlamda salladım. Soğuktan çenem titriyor dişlerim birbirine vuruyordu. Efruz gölün içinde bedenimizi kıyıya doğru çevirdi. Hareket eden bacaklarını bacaklarımın çevresinde hissediyordum. Üç dört metrelik mesafeyi ben varken bile zorlanmadan aşmayı başardı. Ayaklarım toprakla bütünleştiğinde sert bir nefes verdim. Kollarımı ondan çektim ve daha hızlı bir şekilde tüm bedenimi sudan ayırdım.


Sudan ayrılan bedenim direncini kaybettiği için dizlerimin üzerine bırakmıştım kendimi. Olduğum yere oturdum ve sürünerek sudan daha fazla uzaklaştım. Titriyordum. Üşüyordum.


Aldığım nefesler bedenime batarken Efruz'un varlığını hissettim. Bana uzun süredir sesleniyordu. Elleri uzun süredir vücudumdaydı. Gözleri uzun süredir gözlerimdeydi.


Uzun süreler boyunca benim tek farkına vardığım şey sudan kurtulmam olmuştu.

Karmakarışık bakan, duygularını dizginleyemeyen bir çift mavi göz gözlerime hüküm sürmeye başladığında anladım söylediklerini. "Geçti," demişti. Nefes nefeseydi. Islak saçlarından damlayan damlalar yüzüme iniyor, saçlarıma dokunuyor ben de yaşam kurmaya devam ediyordu. Avuçlamış olduğu yüzüme yüzünü yaklaştırdı. "Gölge iyi misin? Omzun iyi mi? Ha?"


Gözlerindeki endişeyi fark ettiğimde acı içinde yutkundum. Omzum umurumda değildi. Neredeyse boğuluyor olmam da umurumda değildi. Tek istediğim biraz unutmaktı. Tek istediğim sessizliğe gömülmekti. Belki de ölmekti.


"Şşhh..." diye fısıldadı. Gözleri şefkatle kısıldı. Beni kendine doğru çektiğinde ona karşı gelecek hiçbir şey yapmadım. Yüzümü göğsüne doğru aldı. Elleri belime sıkıca dolandı. Bir kez daha yutkundum. Artık onun kokusunu soluyordum. Gözlerimi kapattım ve kucağımda hareketsizce duran kollarımı boynuna sardım.


O kısacık anda sustu fısıltılar. Son buldu yankılar ve zihnime tek bir şey hüküm sürmeye başladı. "Bebeğim," dedi. Küçük melek ıslak kanatlarını kurutmak için tüylerine üfledi. "İyisin." Eli ıslak saçlarıma dokundu. Islak saçlarımı okşadı. "Geçti."


Kokusunu soludum. Hiç çekinmeden derince çektim onu içime. Benzersiz kokusunun zerrelerimde hayat kurması için elimden geleni yaptım ve bundan asla pişmanlık duymadım.


Belimdeki elini çektiğinde kollarımı boynundan çekmem gerektiğini anlamıştım ama yapmadım. Geri çekildiğimde nefesim kesilecek gibi hissedecektim. Nefesim kesilsin istemiyordum. Kulağıma doğru fısıldadı. "Benimle konuşmalısın," dedi. Gözlerimi açtım. Bir rüyadan uyanmışçasına kırpıştırdım kirpiklerimi. Ellerimi bollaştırdım ve aynı saniyelerde istemeyerek kollarımı boynundan çektim.


Onun gözlerinin gözlerimde olduğunu bilsem de kendi gözlerimi yüzüne çeviremedim. Titrek bir nefes aldığımda elini hiç çekinmeden yanağıma yerleştirdi. Böylelikle maviliklerine bakmamı sağladı. Meraklı bakışlarını yakaladım o an. Ayrıca endişeliydi de.


Dudaklarımı dilimle ıslattım. Ne söyleyeceğimi bilmediğim için önce yutkundum. Sonra içime batan bir nefes aldım ve ıslatmış olduğum dudaklarımı araladım. "Düştüm." Diye fısıldadım gözlerinin içine bakarken. Düştüğümü inkâr etmedim. Belki de ilk kez kabullendim. Nedense bu durum derin bir nefes almamı sağlamıştı. Efruz'un yanağıma sabitlediği parmakları hareketlendi. Yanağımı okşadı.


"Düştün," dedi başını sallamayı da ihmal etmeden. Gözleri yüzümde dolandı. Her ayrıntımı inceledikten sonra konuşmasını sürdürdü. "Kalktın." Onu onaylamamı isteyen bakışlarını fark etmiş olsam da kafamı olumsuzca iki yana salladım. "Kaldırdın." Dedim. Söylediğim gözlerinin içinde bir ışık yaktı. Bana hafiften gülümsedi. Küçük melek kanatlarını kurutmak için bir tüyünden vazgeçti. Yaktı onu.


Yandı tüyü. Kurudu kanatları. İki siyah tüy kanatlarına renk kattı.


"Telefonunu da düşürdüm." Diye mırıldandım. Gözlerindeki ifadeyi değiştirmedi. Umurunda değilmiş gibi omuz silkti. "Yenisi alırım." Dedi. Söylediği beni şaşırttı çünkü sinirlenmesini bekliyordum. Derin bir nefes aldı.


"Daha fazla üşüme," dediğinde kalkmam gerektiği sinyali yandı zihnimde ama kalkacak halim yoktu. Efruz yanağımdaki elini çekti. O eli benden çok uzaklaşmadı. Bir elini belime diğer elini de dizlerimin altına yerleştirip beni kendine doğru yasladı. Zorlanmadan ayağa kalktığında ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi geri verdim.


Yerden yükselen bedenim otomatikman kollarımı boynuna sarmamı sağlamıştı. Karşı çıkmadım. Zorlasam belki yürüyebilirdim ama yürümek istemiyordum. Bakışlarından sıyrılarak başımı omzuna yasladım.


Toparlayabilmek için zamana ihtiyacım vardı. Kendimi zorlamak bu saatten sonra sadece kendime zarar vermeme neden olurdu.


Efruz'un attığı adımlar dikkatliydi. Bedenimi sarsmamaya özen gösteriyordu. Vücudumda sadece ıslak tişörtüm olduğu için esen rüzgârdan beni koruyan tek şey onun bedeniydi. Üşüdüğüm için kollarımı biraz daha sıkılaştırdım ve bedenimi bedenine daha fazla yasladım.


Ağaçların arasından geçerken dalların gölgeleri üzerimize düşüyordu. Hava kararıyordu. Güneş gökyüzünden silinmek üzereydi. Güneş silinirken ardında bıraktığı izi hâlâ görebilmemizi sağlayan etkendi. Yanağımı bastırdığım omzu artık sıcacıktı. Kazağı ıslaktı ama ikimizin ısısı ıslaklığı ısıtmıştı.


Kesintisiz yürüyüşü evin önüne geldiğimizde duraksadı. Verandanın üç merdivenini dikkatle çıktıktan sonra yarı açık kalmış kapıyı ayağıyla tamamen açtı. İçeriye girdiğinde ev soğuk bile olsa rüzgârı engellediği için bedenim gevşedi. Efruz yine ayağını kullanarak kapıyı kapattı. Uzun koridorda ilerlemeye başladı. Koridorun sonundaki kapalı kapının önünde durdu.


"Açabilir misin?" diye sorduğunda cevap verme gereği duymadan elimi kapının kulpuna uzattım. Kulpa hafif bir kuvvet uyguladım ve kilidin tok sesini duyduğumda içeriye doğru ittim. Kapı aralandı. Efruz aralanan kapıyı yine ayağıyla genişletti ve ikimizin bedenini de banyoya soktu.


Banyo koridordan daha soğuktu. Efruz içinde çamaşır makinesinin olduğunu düşündüğüm dolaba doğru yaklaştı. Bedenimi oturur vaziyette o dolabın üzerine bıraktı. Ayaklarım yere doğru sarkıyor ama yere değmiyordu. Islak tişörtüm tamamen bedenime yapışmıştı ve sutyen giymediğim için hatlarım apaçık ortadaydı. Bu durum titrek bir nefes vermeme neden oldu. Gözlerimi yukarıya doğru kaldırdığımda Efruz'un gözleriyle buluştum. Sadece gözlerimi içine bakıyordu.


"Gölge, omzun," dedi gözlerini omzuma doğru düşürdü ve düşürdüğü gibi hızla tekrar kaldırdı. Bakışlarımı kaçırdım ve ellerimi önüme siper ettim. Önümden bir iki adım sağa kaydı. Bana arkasını döndüğünü fark etsem de gözlerimi bedeniyle buluşturmadım. Yere döşenmiş beyaz fayanslara bakıyordum. Tüm evin aksine banyo ahşapla örülmemişti.


Saniyeler sona üzerime bir havlu örttüğünde gözlerimi gözleriyle buluşturmayı başardım. Havluyu sırtımdan almış önümde birleştirmişti. Hatlarım kapandığı için içime rahat bir nefes çektim. İki adamla büyümüştüm. O iki adam beni büyütmüştü. Erkeklerden hiçbir zaman çekinen bir kadın olmamıştım ama bugün utandığımı hissediyordum. Benim için garip bir duyguydu, utanç. Nefret dışında herhangi bir duyguya garipseyerek bakıyordum. Sanki yaratılışımda sadece nefret vardı ve onun dışındaki duygular üzerime yapıştırılmaya çalışılıyordu.

Efruz tam önüme geçip gözlerini bana diktiğinde ona odaklandım. Dudaklarını araladı, sesini kulaklarımla buluşturdu.

"Omzun acıyor mu?"


Kafamı düşünme gereği duymadan iki yana salladım. "Hissetmiyorum." Dedim dürüstçe. Bakışlarımı omzuma doğru indirdim. Acı kaybolmuştu; ama kaybolan sadece acı değildi. Gözlerim sol koluma doğru inmeye devam etti. Rayından sapmadan sol elime kadar ilerledi. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Göğsümü kapatmak için elimi kullandığıma emindim ama şimdi kucağımda hareketsizce duruyordu elim. Kaldırmak istediğimde aynı şey oldu. Kaldırdığımı algıladı zihnim ama elim hâlâ kucağımın üzerindeydi.


Yutkundum. Zihnim dehşeti algıladı. Dehşet gözlerime doğru hareket etti. Efruz'a baktım. Bana bakıyordu. Konuştum. "Elim," dedim ve titrek bir nefes aldım. "Hissetmiyorum."


Doğru duyup duymadığını anlamak için dikkatle bakıyordu gözlerimin içine. Maviliklerimdeki dehşeti gördüğünde yutkundu. Endişesinin artığını hissettiğimde nefeslerim hızlandı. "Hey," dedi. "Bana bak. Sadece bana bak." Dediğini yaptım ve sadece ona baktım. Elleri yanaklarımı avuçları içine aldı. "Sakin olacaksın." Kafamı salladım. "Sakinim." Dedim. Sakin değildim aslında ama bir önemi olmadığını fark etmiştim. Sakin olsam da olmasam da sol omzumdan sonrasını hissetmiyordum.

"Gölge," dedi sesi uyarılarla doluydu. "Kerim'i aramak zorundayım."


Tek kaşım kendiliğinden kalktı. "Telefonunu düşürdüm." Dedim. Asıl önemli olan konu buymuş gibi ciddiyetle söylemiştim. Maviliklerini maviliklerime gömerken konuştu. "Yedeğim var." Sert bir nefes aldı. Arada sırada gözleri omzuma kayıyordu ama sonra toparlanıyor dikkatini gözlerime veriyordu.


"Hemen alıp geleceğim. Burada kalabilir misin?"


Kafamı salladım yine. Gözlerime birkaç saniye dikkatle bakmaya devam etti. "Kendine zarar verme." Dedi. Sesindeki tını kendime zarar vermek için ant içmiş olsam andımı bozdurtacak cinstendi. "Kendime zarar vermem." Dedim mırıldanarak. Beni ve gözlerimi bir kez daha kontrol ettikten sonra birkaç adım geri giderek bana sırtını döndü. Hızlı adımlarla banyodan çıktı.


Derin bir nefes aldım. Olduğum yerde dikleştiğimde karşıdaki duvarda birini gördüm. Aynanın içinden bana bakıyordu. Bana benziyordu. Açıkçası perişan görünüyordu. İçim onun için acımıştı. Olduğum yerden kalkıp ona yardım etmek istesem de yapmadım. Bazen bencil olabiliyordum. Yine bencilliğim tutmuştu. Kafamı sağ omzuma doğru yatırdığımda beni taklit etti.


Perişan görünürken de mi beni taklit ediyordu acaba? Perişan göründüğümü mü anlatmak istiyordu? Kafamı iki yana salladım. Aynısını yaptı. Kaşlarımı çattım ona. Kaşlarını çattı o da bana. Bu durum gittikçe sinirime dokunuyordu. Niye beni taklit ediyordu?


Dişlerimi birbirine bastırdım. Ona daha dikkatli baktım. Omuzlarındaki yeşil havlunun sol tarafı arkasına doğru düşmüştü. Üzerinde sadece sağ kısmı kalmıştı. Bir eliyle havluyu göğsüne doğru çekmişti. Diğer eli de kucağında duruyordu. Ayaklarını yere doğru sarkmıştı. Zorlasa belki parmak uçları yere değerdi ama bununla uğraşmak istemiyordu belli ki.


Birkaç saniye sonra çıplak bacaklarının titrediğini fark ettim. Üşüyordu sanırım. Üzerimdeki havluyu ona verebilirdim ama ben de üşüyordum. Eğer havlumu ona verirsem ben titreyecektim. Kendimde olanları ona verdiğim için bu durumdaydım ya ben zaten. Kendimdekilerden onun için vazgeçtiğim için böyleydim.


Karşımdaki bitik kadına havlumu veremeyeceğimi söylemek için dudaklarımı araladığımda sözümü kesen içeriye hızla giren Efruz olmuştu. Sözümü kestiği için ona sinirlensem de bir şey söylemedim. Eli kulağındaydı. Elini ilk başta neden kulağında tuttuğunu anlamadım. Daha sonra elinin arasındaki minik telefonu fark ettim.


Önüme doğru geldi. Gözlerimin içine baktığında ben de onun gözlerinin içine baktım. "Omzuna bakmam lazım." Dedi, karşı çıkmadım. "Bakabilirsin," dedim. Cevabım onu duraksattı. Kabul etmemi beklemiyordu sanırım. Telefonu kulağından çekti. Birkaç şey mırıldandı ve tuşlu telefonda iki tuşa basıp tekrar kulağına yasladı.


Sırtıma serdiği havluyu önüme doğru aldı. "Bu sende kalabilir ama tişörtü çıkartacağım." Cevap vermedim. Sadece gözlerimi kapatıp açmakla yetindim. Efruz cevabımı anladı. Kulağındaki telefonu oturduğum dolaba bıraktıktan sonra tişörtümün eteklerinden dikkatlice tutarak yukarıya doğru çekiştirdi. Teni tenime değdi. Göğsüme yasladığım havluyu bıraktım. Havlu dizlerimden kaydı ve ayaklarımızın altına düştü.


Hatlarım hâlâ belli oluyordu ama az önceki rahatsızlığı hissetmiyordum.


O sırada Efruz'un elleri duraksadı. Bana bir de yere bıraktığım havluya baktı. "Gölge?" dedi sorgular gibi. Mırıldandım. "Hm?" bana baktığını biliyordum ama ben ona bakmıyordum. Karşımdaki kadına bakıyordum. Artık yalnız değildi. Önünde bir adam vardı. Uzun boyluydu. Geniş omuzlara sahipti. Onun da üzeri ıslaktı. Bu durum garibime gitti. "Baksana," dedim Efruz'a. "İkisinin de ıslak kıyafetleri," gözlerimi kıstım. "Niye sence?" diye sorduğumda Efruz tişörtümü bırakarak ellerini uzaklaştırdı bedenimden

"Gölge-" lafını kestim.


"Üşüyor." Dedim. Hecelerime bastırmıştım. "Çok üşüyor." Sert olduğunu düşündüğüm bir nefes verdim. Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Hep üşüyor." Diye devam ettim. Gözlerim karşımdaki kadının aksine yanıyordu. Gözlerim doluyordu.


"Gölge," dedi Efruz. Elini yanağıma koymuştu. Kafamı iki yana salladım o an.

"Kimse fark etmiyor," dedim. "Önünde bir adam duruyor ama o da fark etmiyor." Yutkundum. Efruz bir şey söyledi ama anlamadım. Sesi zihnime karışık geliyordu. Titrek bir nefes aldım. Bana bakan kadının mavi gözleri parlıyordu. Çok zaman almadı. O gözlerden iki damla yaş süzüldü. Ne için ağladığını bilmiyordum.


Belki de canı çok yanmıştı. Evet, bu yüzden ağlıyor olabilirdi. Sormam gerekiyordu. Usulca ve şefkatle ona yanaşmam, belki de göz yaşını silmem gerekiyordu ama yapmadım. Uzaktan izlemek hep daha kolayıma gelmişti çünkü.


Uzak olmak hep kolay olandı.


Onunla arama bir beden girdi. Tüm görüş alanımı kapattı. Bakışlarımı yukarıya doğru kaldırdığımda mavilikler beni karşıladı. Az önceki gibi bakmıyordu bu maviler. Çok farklıydı. Gözlerimi yavaşça kapatıp açtım. Karşımda durmadan konuşan, konuşmakla da kalmayıp bana dokunan bu adamın kim olduğunu bilmiyordum.


Bana neden korkuyla baktığını da anlamış değildim. Elleri yanağımdaydı. Dudaklarını okuduğum kadarıyla 'Gölge' diyordu. Yutkundum. Benim adım Gölge değildi. Niye durmadan bana Gölge diyordu ki?

Geri çekilmek istediğimde bana izin vermedi. Saçlarımı hızla geriye doğru itti. Bağırdı. "Bana bak!" Sesi tüm banyoda yankı yaptı. Elini sağ omzuma koyup bedenimi sarstı. "Gölge! Bana bak!"

Ben zaten ona bakıyordum. Gözlerimi kıstım. "Bebeğim, lütfen! Bak bana,"

Gözlerimi kırpıştırdım. Çehresi zihnimde netleşti. Efruz bir kalemle zihnime yeniden çizildi. Şimdi onu görebiliyordum. Titrek bir nefes verdim. "Efruz..." diye mırıldandığımda yüzünü bana iyice yaklaştırdı. "Evet," dedi. "Buradayım güzelim, bak bana."


Nefes nefeseydi. Endişeliydi. Ayrıca mavilikleri korku içindeydi. Yutkundum. Boğazımın sızladığını hissettim. "Efruz, elim," dediğimde bana yaklaşmayı sürdürdü. Dudakları alnımla bütünleşti. Derin bir nefes alıp sıcak dudaklarını alnımdan ayırdı. "İyileştireceğim." Yanağımı okşadı eli. "Söz veriyorum, iyi olacaksın."

"Hı-hım..." diye mırıldandım, küçük melek ona inanmam gerektiğini söylüyordu. Bence bir gereklilik değildi bu. Gözlerimi gözlerinden çektim ve unutmuş olduğum elime baktım. Zihnimin verdiği kararı elim yerine getirmedi. Hiçbir kıpırtı gerçekleşmedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Efruz'un gözlerinin içine baktım. Aldığı hızlı nefesler yüzüme çarpıyordu.


"Bendesin." Dedi maviliklerime odaklanmışken. "Bendesin. Benimlesin. Benimle kalacaksın."


Bu bir emirdi. Kafamı salladım. "Seninleyim." Dedim. Derin bir nefes aldı. "Aferin sana," dedi. Sanki dünyadaki en imkânsız görevi başarmıştım, öyle bir tını vardı sesinde. Hafifçe geri çekildi. Ellerini yanağımdan uzaklaştırdı ama bedeni tam önümdeydi, çıplak bacaklarım bacaklarına değiyordu.


Elini, yanıma ne zaman bıraktığını bilmediğim telefona doğru uzattı. En son kulağına dayadığını hatırlıyordum telefonu, daha sonrası yoktu. Hafifçe kaşlarım çatıldığında Efruz konuştu.


"Kerim," dedi. Sesi hiç durmadan tüm dünyayı dolaşmış gibi yorgun çıkıyordu. "Gölge düştü..." Nefeslenme ihtiyacı duydu. "...göle."


Derin ve titrek bir nefes aldım. Unutmuş olduğum gerçeği bana hatırlatmıştı. Sessizce oturup Efruz'u izlemeye devam ettim. Yutkunduğunu boğazında kayan âdem elmasından anlamıştım. Konuşmadan önce zorla bir nefes verdi.


"Kolunu, omzunu hissetmiyor. Ne yapacağım?"


Kafasını sağ omzuna doğru eğdi ve telefonu omzuyla başı arasına sıkıştırdı. Ellerini bana doğru uzattığında ne yapacağını merakla bekledim. İki eli de tişörtümün boğaz kısmını tuttu. Canımı yakmadan iki yana doğru çekiştirdi kumaşı. Kumaş bir çığlık atarak ikiye bölündü. Sağ elimi kaldırdım ve elimi açılmasın diye göğsüme siper ettim. Yine o garip duyguyu hissettim. Benimle çok kalmadı. Çünkü Efruz'un tüm dikkati omzumdaydı.


Karşı tarafı onaylar cinsten mırıldandı. Sargı bezinin katlarını dikkatlice açtı. Hafifçe üzerime doğru eğildi ve sırtımdaki yara bandını çıkarttı. Omzuma dair bir şey hissetmediğim için yaptıklarını sadece izleyerek anlayabiliyordum.


"Bir şey yok. Arkasındaki yara sabah sardığım gibi."


Dikleşti. Kokusu benden anlık olarak uzaklaştı. Ön taraftaki yara bandını kaldırarak çöpü umursamadan yere bıraktı. "Ön taraf hafifçe kızarmış sadece,"

Birkaç saniye Kerim'i dinledi. "Evet." Dedi sonra. Kerim'in boğuk sesini duyuyordum ama ne dediğini anlamıyordum. "Oldu. Kötüydü." Gözlerini gözlerimle bütünleştirdi o sıra. Dinledi ve konuştu. "Tamam."


Sol elimi ellerinin arasına aldı. Elimi tutuğunu bakıyor olmasam anlamazdım. Elim sanki hâlâ kucağımın üzerinde duruyordu. Sanki bana dokunmuyordu. Baş parmakları avucumun içini okşamaya başladı. Elleri yavaşça bileğime doğru kaydı. Okşamaya devam etti. Hiç durmadı. Dirseğime kadar yolunu sürdürdü. Dirseğimin iç tarafında durdu eli. İleri geri hareket ettirdi ellerini. Dişlerimi birbirine bastırdım. Bana dokunuyordu ama zihnim onu kabul etmiyordu.


Gözleri gözlerimi kontrol etti. Gözlerimdeki ifadeyi gördüğünde yutkundu. "Öyle bakma." Dediğinde anlamadığım için kaşlarımı çattım. "Vazgeçmiş gibi bakma. İyi olacaksın."


Yutkundum. Nasıl baktığımdan haberim yoktu. Ne düşündüğümden de haberim yoktu açıkçası. Sanki şimdi kolumu kesip çıkartsa aynı ifadeyle bakmaya devam ederdim ona. Umurumda değildi. Oturup saatlerce duvarı izlemek istiyordum ben. Burada oturmak hoşuma gitmemişti. Hem artık karşımdaki kadını görmek de istemiyordum ben.


Efruz'un elleri omzuma doğru hareket etti. Omzuma da aynı şekilde masaj yaptı. O an acı bedenimi sardı ve ben keskin bir şekilde inledim. Omzum acısıyla birlikte zihnime yerleşti. Kolum, elim ve parmaklarım zihnimdeki yerine silindikleri gibi tekrar yazıldı. Efruz oldukça derin bir nefes aldı. Nefeslenirken konuşmayı da ihmal etmedi.


"Hissetti," dedi. Kolumda duran bir elini çekti. Diğer eli elimi tuttu. Onu hissediyordum. Artık onu kabul ediyordum.


⌛️


BÖLÜM SONUU!!


Nasıll??

Beğendiniz mi bölümü?


En sevdiğiniz kısım neresi oldu?


Gelecek bölümler hakkında fikriniz var mı?


.


VOTE VE YORUMU LÜTFEN UNUTMAYIN♥️


HOŞ'ÇAKALIN👋


Loading...
0%