@zeynepizem
|
⏳️ İNSİZ ŞEH'R BÖLÜM SEKİZ 🥀 Korku ve cesaret birbirini yiyip bitiren iki duyguydu. Korku önceliği ele alırsa kalp beyni dinlemez olurdu. Akılsız bir kalbin işlevi uzun sürmezdi. Eğer cesaret önceliği alırsa beyin kalbin ortasına yerleşir, artık tüm olacaklar kalbimize sarılan beynimizin kıvrımlarına kalırdı. Ama ikisi birden bir bedene hapsolur da birbirini yok ederse kalp beyinden bağımsız çalışmaya başlar, tüm liderliği beyin ele geçirirdi. Ve sevgisiz her düşünce bir ceset demekti. Yıllardır süregelmiş bir uykudan uyanmanın sersemliği vardı üzerimde. Saatlerdir, belki de günlerdir İnsiz şehrimden çıkartmamak için uğraştığım benliğim şimdi gözlerimin içine bakıyordu. Boğazımı yakıp içime alev gibi düşen nefesim kurduğum hakimiyeti benden aldı. İçimde var ettiğim kadın tüm ipleri eline geçirdi. Şeytanlarım teker teker kuşandı. Bastırılmış nefretim gün yüzüne çıktı. Uykudaki hislerim uyandı. Ben, uyandım! Kerim bekleme gereği duymadan kapıyı açıp arabadan indi. Efruz’un üzerimde duran bakışları zikrettiğim isim yüzündendi. Damarlarımın yüzeyinde sinsice süzülen yılanın varlığı bir anlık zihnimin titremesine neden oldu. Elimi kendi tarafımdaki kapının koluna uzattım. Sakin hareketlerimin altında tutuşmakta olan bir geçmiş vardı. İlacın etkisi üzerimden tamamen yok olup gitmişti. Acı bedenimin her hücresinde çığlık atıyordu. Gözlerimi kısarak sağ ayağımı arabanın dışına attım. O sırada Efruz’un da kendi tarafındaki kapıyı açtığını duydum. Bedenimi dışarıya çıkardığımda soğuk havanın acımın içine yerleştiğini hissettim. Kapıyı kapatma gereği duymadım. Ayağımdaki ağrı yürümemi zorlaştırsa da yardım almadan Gülsema’nın olduğu tarafa doğru ilerledim. Kerim hemen önünde duruyordu. Ona bu kadar yakın durması gözlerimi kısmama neden oldu. Efruz arabadan yeni çıkmıştı ve gözleri üzerimde geziniyordu. Belli ki sessizliğimin ardında saklanan kişiyi merak ediyordu. Merakını giderecektim. Birkaç adım daha atarak onlara iyice yaklaştım. Gözlerim hepsinin üzerinde dolandı. Beynime çizdiğim resmi kendi kanımla sildiğimde Kerim konuştu. “Çirkef gözlerine ne oldu?” Gözlerime şeytanlar doldu. İlerledim. Kerim ve Gülsema’nın arasındaki boşluğa bedenimi soktum. Kerim’e geri çekilmesi için en tehditkâr bakışlarımı gözlerimin içine yerleştirdim. Kerim kaşlarını tepkim karşısında kaldırıp iki adım geri çekildi. Beklenmedik hareketim hepsini şaşkına uğratmıştı. Efruz’un üzerime doğru geldiğini fark ettiğimde var ettiğim şeytanlar büyüdü. Dudaklarımı aralayarak şeytanlarımı ileriye sürdüm. “Dağdelen, babanın yapamadığını sen mi yapacaksın?” Bir an ne demek istediğimi anlamadı lakin sonrasında kaşları çatıldı. Umurumda değildi. Dişlerini birbirine kenetlediğini görebiliyordum. “Gülsema,” dedi dişlerinin arasından. “Yanıma gel,” Ardımda hareketlenen Gülsema’ya elimle engel oldum. Kimsenin konuşmasına izin vermeden karşımdakilere yangından kurtulmayı becerememiş gözlerimle bakarken konuştum. “Onu size yem etmem.” Yılanın dili dilime değiyordu. Tüm acıma rağmen karşımdakilere gardımı düşürmeyecektim. Arkamdakini onlara vermeyecektim. Efruz’un aksine gayet sakin bir tavır takınan Kerim söze girdi. “Çirkef, neden bir kez olsun dinlemeyi seçmiyorsun?” Ona cevap vermemi engelleyen Gülsema oldu. “Yanlış anladınız,” Ses tonundaki incelik yıllar geçmesine rağmen hâlâ onunlaydı. Sözlerine devam etti. “Ben, Efruz abimle kalıyorum.” Dumura uğramış düşüncelerim sesimin yükselmesine neden oldu. “Ben seni ailene teslim ettim Efruz Dağdelen’e değil!” Söylediklerim dördümüzün arasına bir ölüm sessizliği düşürdü. Birkaç saniye kimse konuşmadı. Kelimelerimin etkisi geçtiği anda Efruz tıpkı benim gibi, bana sesini yükseltti. “Onun ailesi benim! Abim, gel yanıma.” Şeytanlarımın kurduğu mahkeme bana hiçbir cevabı vermiyordu. Gülsema arkamdan çıkmaya kalkışınca bu sefer ona engel olmadım. İndirmiş olduğu omuzlarıyla Efruz’un yanına geçti. Onu son gördüğümdekinin aksine gözlerinde dehşet yoktu sadece saf bir acı vardı. Açık kahve saçlarını bol bir şekilde arkasında toplamıştı. Benim aksime oldukça temiz görünüyordu. Üzerinde mavi renkli, fileli bir elbise vardı. Beyaz teninin parıltısı gözlerindeki korkuyla sarsılıyordu. Bir şey fark ettim. O, benden korkuyordu. Kendime engel olamadan bir adım geriye sendeledim. Canım acıyordu. Daha kötüsü ise yanan canımım beni anlamsızlığa sürüklemesiydi. Bedenimden daha çok acıyan bir ruha sahiptim. Bedenim ne kadar ateşler içine düşse de ruhumun çektiğini asla çekemezdi. Ruhumun çektiğine bakamaya cüret bile edemezdi. Dişlerimi daha fazla birbirine bastırarak kendimi toparladım. Her ne dönüyorsa zihnim bu döngüye uyum sağlayamıyordu. Kerim, yine yüzündeki maskeyi değiştirdi. Sözleri sakin bir fısıltı gibi kulağıma dolaştı. “Gölge, bu halde ayakta kalman doğru değil. Dinlenmen gerekiyor.” Bu saçmalığa bir son vermedikleri müddetçe dinlenmek bedenime haramdı; Şeytanlarımın bile bu günahı göze alıp işleyebilmesi imkansızdı. Kerim’i kâle almayarak gözlerimi Efruz’un gözlerine sabitledim. “Anlat.” Yılan bir kez daha dilime dokundu. “Ayakta duramıyorsun, Gölge-” sözünü kestim. “Eğer ayakta duramayacak vaziyete gelirsem yere düşerim. Düştüğüm gibi de kalkarım. Bırak şimdi iyi insan rollerini. Bana sorularımın cevabını ver yoksa ben artık kendime hâkim olamayacağım.” Derin bir nefes verdi ve sözlerimi kabullenir gibi başını salladı. “İçeri geçelim, anlatacağım.” Sesinde öfkeyle karışmış sabırsızlık vardı. Gözlerinin döndüğü yere gözlerimi çevirdiğimde tek katlı, girişinde veranda olan ahşap bir ev gözüme çarptı. Evin birkaç metre ötesinde başlayan orman çevremizi sarıyordu. Nerede olduğumuzu bilmiyordum. Şu an tetikte olmaktan başka bir çarem yoktu. Kerim bana doğru bir adım attı. “Oyalanmayalım.” Dedi, gözleri omzuma değdi. Bakışlarımı Efruz’un arkasından beline sarılmış Gülsema’ya çevirdim. Çekingen bakışlarının altında bir şey daha görüyordum fakat yorumlayabilecek kadar açık vermiyordu bana. Efruz’un üzerimdeki keskin bakışları anlık olarak Gülsema’ya kaydı. Kulağına bir şey fısıldadı fakat duyabilecek kadar keskin kulaklara sahip değildim. Onlara bakmayı kestim ve ikilemde kalmış bedenimi eve doğru çevirdim. Bir adım attım. Dengesiz adımım tenime saplanan acıyla yüzümü buruşturmama neden olmuştu. Dişlerimi birbirine bastırıp var olan acının dinmesini bekledim. Yutkundum ve tekrar bir adım atacakken adımım havada asılı kaldı. Bedenime dolanan eller beynimin algılarını anlık olarak kapattı. Bedenimin aniden değişen konumundan dolayı kapattığım gözlerimi açtığımda maviliklerle karşılaştım. Beni kucağına almıştı. Yine! Dişlerimin arasından bastıra bastıra konuştum. “Yürüyebilirim! Derhal bırak beni!” Sözlerimi duymazdan geldi. Adım attığında düşmekten korktuğum için istemsizce boynuna sarılmıştım. “Dağ-” “Tek kelime daha edersen seni yere fırlatırım!” söylediği karşısında gözlerimi büyüttüm. Dudaklarım açılıp kapandı. Sonunda birbirine yaslı durmakta anlaştılar. Bir kez daha yutkundum. Yanımızdan bizden daha hızlı bir şekilde geçen Kerim’i gördüm. Gözlerim onu takip etti. Verandanın üç merdivenini tek adımda çıktı ve evin kapısını sonuna kadar açtı. Bekleme gereği duymadan içeriye girip gözden kayboldu. Gülsema ise arkamızdan yavaş adımlarıyla bizi takip ediyordu. Bedenimde kalbim gibi atan acının nefes kaynağı omzumdaki boşluktu. Efruz düzensiz nefeslerimin farkındaydı. Adımlarını dikkatlice atarak üç merdiveni tırmandı. İkimizin de girebileceği şekilde kapının önünde konumlandı. İçeriye girdiğimiz an burnuma dolan yemek kokuları karnıma bir sinyal gönderdi. Yemek kokusunun ardında eve yerleşmiş bir koku daha vardı. Soludukça ciğerlerim açılıyordu. Uzun koridorda görebildiğim kadarıyla beş tane kapı vardı. Efruz seçeneğini ilk kapıdan yana kullanarak içeriye girdi. Soğuk ortamdan daha sıcak ortama geçen bedenim anlık olarak gevşedi. Girdiğimiz yer yanan şöminesiyle küçük bir salondu. Bir büyük kanepe ve iki koltuk ortaya yerleştirilmişti. Duvara monte edilmiş televizyon açıktı ama sesi sonuna kadar kısılmıştı. Efruz ilerlemeye devam etti ve bedenimi yavaşça kanepeye bıraktı. Doğrulurken gözlerime düşen gözlerinden rahatsız oldum. Bedenimi oturduğum yerde düzelttim, dizlerimi birbirine yasladım. Artık sol ayağım nefes aldığımda bile ağrıyordu. Bir daha hareket ettirmemek adına zihnime bir komut verdim fakat öfkem her zaman zihnimden önce gelirdi. Efruz birkaç adım gerileyerek koltuklardan birine yayıldı. Gözleri yine üzerimdeydi. Dışarıdan hafifçe kulağıma dolan konuşma seslerini anlamıyordum. Yine de Kerim ve Gülsema’nın konuştuğunun farkındaydım. Çok geçmeden onların da içeriye girdiğini fark ettim. Kafamı omzuma doğru çevirerek onlara baktım. Kerim’in elinde bir su bardağı vardı. Gülsema ellerini önünde birleştirmiş nazikliğinden ödün vermeden Kerim’in ardından geliyordu. Kerim tam önüme geldiğinde durdu. Elinde tuttuğu su bardağını bana doğru uzattığında istemsizce bedenimi geriye doğru aldım. “İstemiyorum.” Bakışlarımda ne gördü bilmiyordum ama beni zorlamadı, bardağı ortadaki küçük sehpanın üzerine bıraktı. Birkaç adımda diğer tekli koltuğa oturdu. Gülsema Efruz’un oturduğu koltuğun yanına yaklaşmış, koltuğun koluna kalçasını yaslamıştı. Gözleri merakla üzerimde dolanıyordu. Asıl merakın içimde filiz verdiğini bildiğimden onun merakını görmezden geldim. Zihnime her geçen saniyede damlayan zehirden olacak ki başımda büyük bir ağrı vardı. Bedenim zaten artık haddini aşmıştı. Yine de gözlerime hiçbir acının tadını bırakmadan karşımda oturan çehreleri inceliyordum. Efruz’la çarpışan bakışlarımız bir şimşek etkisi yaratmıştı içimde. Onun söze girmesini beklerken Kerim’in sesini duyduğumda gözlerimi diktiğim maviliklerden çektim. “Ağrı kesici yapmamı ister misin?” diye sormuştu. Belki de şu an en çok ihtiyacım olan şey acımın azalmasıydı ama bunu dile getirmedim. Kaşlarımı çatarak onu yanıtladım. “Hayır.” Canım yanıyordu. Fazlasıyla yanıyordu ancak bu acıyla başa çıkabilirdim. Gerçekleri öğrenmeden vücudumun uyuşmasını zihnimin uyuklamasını istemiyordum. O yüzden, o ilacı zehrimin içine katmayacaktım. Kıvrım kıvrım kıvransam da şehrimde dolanan küçük meleği bir daha oradan çıkartmayacaktım. Gözlerimi tekrar Efruz Dağdelen’e çevirdim. Kolunu kanepenin ardına doğru atmıştı. “Seni dinliyorum Dağdelen.” Dedim uyarı dolu sesimle. Başını sağ omzuna doğru yatırdı. Gözlerini üzerimde dolandırdı. Kirpiklerini birbirine dokundurup ayırdı. Kolunu kanepenin ardından çekerek önüne aldı. Konuşmadan önce dolgun dudaklarını ıslattı ve artık duymak için can attığım kelimeleri benimle buluşturdu. “Gülsema benim kuzenim. O yüzden yanımda.” Dedi hikâye anlatıyor gibi. Nefesimi güler gibi dışarıya verdim. Açıklaması bu muydu? Dudaklarımdan üç kez ‘cık’lama sesi çıkardım. Madem hikayelere girecektik en can alıcı sayfaları görmezden gelmek olmazdı. Dudaklarımı birbirinden ayırdım. “Kadir Dağdelen de Gülsema’nın amcasıydı.” Dedim Gülsema’nın ne hissettiğini umursamayarak. “Lakin bilirsin insana en çok yakınları zarar verir.” Efruz tekrar dudaklarını aralayacağı sırada onu durduran Gülsema oldu. Kendinden emin bir tavırla konuştu. “Abimin Kadir Dağdelen’le bir ilgisi yok.” Gözlerimi gözlerine çıkarttım. Tek kaşım yavaşça kavislendi. Sesimi biraz yükseltsem Efruz’un ardına saklanacakmış gibi duruyordu. Sözlerine devam etmesi için bekledim. “Babam,” duraksadı. Yüzüne, gözlerinde var olan o acı yayıldı ve yutkundu. “Beni ona emanet etti.” Kaldırmış olduğum kaşımı indirdim. Çenem hafifçe omzuma doğru yükseldi. Ona bir soru yönelttim. “Kenan Bey neden böyle bir şey yapsın? Eğer Efruz Dağdelen’e güveniyor olsaydı bize ondan bahsederdi.” İnce kaşları çatıldı. Bana karşı çıkar gibi konuştu. “Abim o zaman yurt dışındaydı.” Efruz yerinde dikleştiğinde Gülsema konuşma hakkının son bulduğunu düşünerek sustu. Yine de ona hitaben konuştum. “Gelebilirdi,” dedim insafsızca. “Ama gelmedi. Seni ‘abim’ dediğin adam değil ben kurtardım.” Söylediklerime bir cevap bulamamış olacak ki gözlerini gözlerimden kaçırıp ince parmaklarına düşürdü. İpi devralan Efruz oldu. Gözleri yine kısık bakıyordu. Gözlerimin ardını görmeye çalışıyordu. “Gelememiş olmam benim hatamdı, evet.” Ağzından çıkan tüm kelimelerin üzerine bastırıyordu. “Ama senin bunu kullanmana izin verecek değilim. Ayrıca biz yaptığımız iyilikleri insanların yüzüne vurmayız. Egonu tatmin ettiysen artık merakına bir nokta koyacağım.” Söylediklerim egomu tatmin etmekle alakalı değildi. Yine de buna aldırmadım. Merakıma nokta koymalıydı. Sonrasında benim hakkımda istediği kadar atıp tutabilirdi. Zaten, onu önemsemiyordum ki düşüncelerini önemsiyor olayım. Konuşmasını beklediğimi fark ettiğinde bakışlarını Gülsema’ya çevirdi. Bakışları anlık olarak değişti, yumuşadı. Bana bakarken ki ifadesinin aksine oldukça şefkatliydi. “Abim, hadi Kerim’le biraz hava al.” Gülsema hemen itiraz etti. “Ama abi-” onun sözünü kesen Kerim oldu. “Ormanın içini merak etmiyor muydun sen?” Gülsema kaşlarını çatar gibi olsa da bunu yapmadı. “Ediyordum ama şimdi değil.” Kerim ona aldırmayarak ayaklandı. “Benimle birlikte yürüme şerefine nail oluyorsun ve ret mi ediyorsun?” Kerim inanamıyor gibi kalbini tuttu. “Üstüme iyilik sağlık.” Dedi abartarak. Gülsema başka şansının olmadığını bildiğinden sesli bir nefes verdi dışarıya. Efruz’un yanından ayrılmadan önce gözlerini gözlerime çevirdi. Bana birkaç saniye bakmakla yetindi. Sonra pes ederek Kerim’in yanına doğru bir adım attı. Kerim kapıya yönelmeden önce kıstığı bakışlarla gözlerimin içine baktı. Çok uzun sürmedi bakışları. Önceliği Gülsema’ya tanıdı. Birlikte hızlı ama sakin adımlarla salondan çıktılar. Boşluğa takılı kalan bakışlarımı Efruz’a doğru çevirdim. Gözleri hâlâ keskin bakıyordu. Bedenimi kısaca gözden geçirdikten sonra konuşmaya başladı. “Kenan abi öldü.” Kendi kendime var ettiğim düşünceler yıkıldı. Asla kalkamayacakları bir kuyunun içine doğru ilerlediler. Duyduğum şeyi idrak edememiştim. Doğru mu duymuştum yoksa bedenimdeki acı bana halüsinasyon mu gördürtüyordu? Amcasına abi demiş olması dikkatimden kaçmamış olsa da şu an bunun üzerinde duracak değildim. Dudaklarımdan anın verdiği şaşkınlıkla bir soru döküldü. “Nasıl?” “Kaza.” Kaşlarım çatıldı. Kafamı onaylamaz anlamda iki yana salladım. Böyle bir şeyin olması çok saçmaydı. “Eğer Kenan Bey ölseydi öldüğünü elbet duyardık. Bu söylediğine nasıl inanmamı bekliyorsun?” “İnanıp inanmamak sana kalmış Gölge. Benim gerçeklerim sana söylediklerimden ibaret.” Dediğinde sesindeki tınıdan yalan söylemediği anlamıştım. Ama emin olamıyordum. Çünkü kim olduğunu biliyordum… ya da bildiğimi sanıyordum. Ağrıyan zihnime rağmen düşüncelerim geçmişe doğru uzandı. Asla unutamayacağım bir andı. Karanlık bir geceydi. Bitmek bilmemişti. Özkan vurulmuştu. Reva’nın çığlıkları kulaklarımda çınladığında dişlerimi birbirine bastırdım. Ama o gecenin sabahında Gülsema’nın kurtulduğu bilinciyle babasına koştuğunu gördüğümde kalbimin ucuna bir şey takılmıştı. Gülsema’nın babasına doğru koşan adımlarında umut vardı. Küçük bir çocuktu ve çocukların içindeki umut izin verilse insanlığın işleyen tarihini değiştirirdi. Kenan Dağdelen, Gülsema’nın babasıydı. Neredeyse üç yıl önce bizimle iletişime geçmişti. Biz; Özkan, Poyraz, Reva ve ben. Çabamız masumlar içindi. Bir zamanlar biz de masum olanlardandık ve masum olanlar her zaman ezilirdi. Biliyorduk, çünkü ezilmiştik. Kötülüğün, pisliğin, kanın, ölümün altında ezilmiştik. İşleyen tarihi değiştirmek için elimizden ne geliyorsa yapıyorduk. Kenan Dağdelen sayesinde Kadir Dağdelen’e ağır bir darbe vurmuştuk. Kadir Dağdelen, uyuşturucu işindeydi. İşi, küçük, sokak aralarında hayat bitiren, o haberlere konu olan olaylarda değildi. O adam tonlarca mal kaldırıyordu. Polisle kafayı bozmamak için de çocukları kullanıyordu; Çocukların içini! Gülsema’yı, kendi öz yeğenini de bu iş için harcayacaktı. Kenan Dağdelen bize Kadir Dağdelen’in tüm sevkiyatlarını vermiş ve karşılığında Gülsema’yı, yani kızını kurtarmamızı istemişti. Gözlerimi yeniden kaplayan öfke dişlerimi sıkmama neden oldu. Efruz yüzümde var ettiğim öfkeye aldırmayarak konuştu. “Gülsema artık benim himayem altında. Burada kaldığın sürece onu üzecek hiçbir tepkide bulunma. Aksi takdirde aklında oluşturduğun ‘Kadir Dağdelen’ sıfatından daha beterini görürsün.” Beni tehdit ediyordu. Ormanda yaptığım aptallığı yapmamı bekliyorsa yanılıyordu. Ölümlere aç bir canavar gibi gülümsedim. “Acayip korktum Dağdelen. Ne yapsak?” öfkelendiğini anladığımda yüzüme kondurduğum gülümsemeyi büyüttüm. “Burada kalacak değilim.” Dedim gülümsememi silmeden. “Yüzünüzü daha fazla görmeye inan tahammülüm yok ama birkaç şey daha merak ediyorum.” Asla beni bölmesine izin vermedim. Yüzümdeki ifadeyi sildim ve bir yazarın yoktan var ettiği kelimeler gibi yeni bir ifade oluşturdum. Bu sefer bakışlarım sorgulayıcıydı. Sorgunun içinde sinsi bir merak yatıyordu. “Gülsema himayem altında derken ne demek istedin? Annesi nerede?” Göğsünü kabartan bir nefes aldı. “Kenan abinin kullandığı araba denize uçtu. Gülsema’nın annesi de içindeydi, cesedini bulamadılar.” Kalbime takılan umut koptu. Gözlerimi kapatmak istedim ama yapmadım. Acı vardı ve yaşadıkça da var olmaya mahkumdu. “Kazada Kadir Dağdelen’in parmağı var mı?” Efruz yüzünü yukarıya doğru kaldırdı. Derin bir nefes aldı ve yeniden yüzüme baktı. “Kaza beklenmedik bir anda oldu fakat o adama ait hiçbir iz yok.” Kafamı usulca salladım. “Kenan Bey öldüyse Kadir Dağdelen’in önü açıldı demektir. Biz böyle bir haberi nasıl duymadık? Bu çok saçma.” Yüzüme öyle düz bakıyordu ki sanki duvarla konuşuyordum. “Kadir Dağdelen’in önünde ben varım ve ben var oldukça o adam olduğu yerde kalmaya devam edecek.” Gözlerimi kıstım. Yorum yapmadan konuşmasını bekledim. “Kaza medyadan gizlendi, duymamanız normal. Kenan abinin işlerini de ben devraldım. Kadir Dağdelen’i sıkıntı etmene gerek yok.” Sert bir nefes vererek güldüm. “O adamı sıkıntı etmiyorum. O adamı sadece öldürmek istiyorum.” Kuruyan dudaklarımı ıslattım. “Kaza medyadan saklandıysa Kenan Bey birçok kişi tarafından hâlâ yaşıyor vasfında.” Gözlerim kısıldı. Her ne kadar haberini alamasak da ölmüş olma ihtimali aklımıza gelmemişti. Kenan Dağdelen, güçlü bir eldi. Onun kaybolması yeraltında büyük bir yer açacaktı. Mantık süzgecinden geçirdiklerim yavaşça yerine oturmaya başlıyordu. “Kenan Dağdelen’in yaşadığı düşünülüyorsa olayı kimse sorgulamaz. Ölen yoksa polis yok, medya yok...” Efruz kafasını usulca salladı. Söylediklerimi beklemiyor olacak ki kaşlarını kaldırmıştı. Mantık yürütemediğimi falan sanıyordu sanırım. Dudaklarını aralayarak konuştu. “Kadir Dağdelen’in ilk hedefi sensin. Patlattığın malların hesabını sormak istiyor.” Dalga geçer gibi güldüm. “Hadi ya,” tek kaşımı kaldırdım. “Ne o, beni ona mı vereceksin yoksa?” Gözlerini devirdi. “Evet,” dedi beklemediğim bir şekilde. “Yolda Kadir Dağdelen, gelecek birazdan. Ondan kurtardığım kadını ona teslim edeceğim. Ben de böyle bir manyağım işte. Ne yapsam etsem de kendime iş çıkartsam diye düşünüp duruyorum Gölge.” Çok komikti. Birazdan burada kahkahalara gömülecektim gerçekten. Gözlerimi devirdim. Derin bir nefes alıp vererek düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Düşüncelerimi asıl olması gereken yere çektim. “Beni, o gece, o sokakta nasıl buldun?” Sırtını arkaya yasladı. Sağ ayak bileğini kaldırarak sol dizinin üzerine yerleştirdi. “Kadir Dağdelen’in atacağı adımı ondan önce bilirim ben.” Dedi. İtici bir şekilde sırıttı. “Hani, ben onun oğluyum ya, hissediyorum ne yapacağını. Hop, ondan önce adım atıyorum.” Oğluyum derken sözleri tiksinir gibi çıkmıştı ağzından. Aldırmadım. Sert bir nefes verdim. “Dalga geçmeyi bırakacak mısın?” Kaşlarını kaldırdı. “Sen dalga geçmiyor muydun bana bu soruları sorarken?” kaşlarımı çattım. Açılıp ağzına bir tane geçiresim gelmişti ama içimdeki isteği bastırmayı başardım. Onun gibi arkama yaslandım. Acı şimdilik umurumda değildi. “Tamam yerimi öğrendin, asıl olay burada değil. Asıl olay oraya gelip karşıma çıkmanda. Asıl olay beni kurtarmanda.” Bıkkın bir nefes verdi. Artık bu konuşmayı sonlandırmak isteyen bir ifadeye büründü. “Oraya geldim çünkü Gülsema öyle istedi. Seni oradan çıkardıysam sadece Gülsema’nın hatırına çıkarttım-” sözünü kestim. “Sen olmasaydın zaten oradan çıkacaktım. Ben, bir bakıma senin yüzünden vuruldum. Eğer önüme çıkmış olmasaydın izimi kaybettirecektim.” Kaşları beni alaya alır gibi kalktı. “B*k kaybettirirdin.” Ağzından duymuş olduğum küfür, ayağa kalkıp ona saldırmam için gayet güzel bir nedendi. Yine de sakinliğimi korumaya çalışarak dişlerimin arasından tısladım. “Bana neredeyse çarpıyordun! İnkâr mı ediyorsun?” Sinirle ayağa kalkan o oldu. Birkaç adımda tam önüme geldi ve sırtını eğerek gözlerimin içine baktı. “İnkâr etmedim. Sana çarpacak olmam çarptığım anlamına gelmez.” Yüzüme biraz daha yaklaşarak gözlerimin içindeki tüm hisleri kavurur gibi konuştu. “O gece, tüm sokak Kadir Dağdelen’in adamlarıyla doluydu. Ben olmasaydım, oradan cesedini dahi çıkartmazdılar.” Çenesini omzuna doğru kaldırdı. Gözlerini kıstı. Nefesi dudaklarıma çarpıyordu. “Ben olmasaydım Gölge, çoktan geberip gitmiştin.” Başını minik bir hareketle yukarıya doğru kaldırdı. “Duydun mu?” Ellerimi göğsüne yaslayarak onu ittim. Bu hareketim onun geri çekilmesine neden olurken benim acı içinde kıvranmama neden olmuştu. Lakin öfkem acımdan daha büyüktü. Ayaklanıp tam karşısına dikildiğimde biraz bile değişmemiş bakışları bakışlarımı yakaladı. Sağ elimi kaldırarak işaret parmağımı sert olduğunu düşündüğüm bir baskıyla kalbinin üzerine bastırdım. “Umuyorum ki,” dudaklarımı düz bir çizgi haline getirdim. “Bir gün beni kurtarmış olmandan pişmanlık duyarsın.” Gözlerimizin içinde dalgalanan hisler öldürücüydü. Yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. Gözlerimdeki hislere karşılık dudaklarını acımasızca iki yana doğru kıvırdı. Alaycı gülümsemesini yüzünde büyüttü. Elini benim gibi kaldırdı ve kalbimin üstüne işaret parmağını bastırdı. Zaten tek bir darbeyle çökmeme neden olacak ağrım baskısıyla arttı. Daha fazla ayakta kalamayacağımı anladığımda kalktığım kanepeye düşer gibi oturdum. Nefeslerim hızlanmıştı. İnlememek için kendimi çok zor tutmuştum. Efruz üzerime doğru eğildiğinde kaşlarımı çatarak ona baktım çünkü hâlâ gülümsüyordu. Ellerini koltuğun iki başına koyarak beni kollarının arasına aldı. Onu, yumruklamak istiyordum. Ne diye sırıtıyordu? “Gölge,” dedi ve başını sağ omzuna doğru yatırdı. Yüzüne kondurmuş olduğu gülümseme dondu. O anda boynuma bir şey battı. Gözlerini büyüterek yüzüne bakım. “Sen!?” Gülümsemesini sildi yüzünden. “İyi uykular,” Boynuma saplamış olduğun iğneyi geri çektiğinde dudaklarımdan bu sefer tutamamış olduğum inlemem yayıldı. “Ah!” Elimi boynuma götürerek orayı yokladım. Onu, öldürecektim. Düşüncelerimi gerçekleştirmeye ant içer gibi dile getirdim. “Seni, öldüreceğim.” Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığında o suratını dağıtmayı çok istiyordum. Her şeyden çok istiyordum. Ellerimi bedenini üzerimden itmek için göğsüne koydum lakin sadece koymakla kaldım. Zaten zar zor kontrol ettiğim gücüm şimdi, her ne halt yaptıysa, yok olup gitmişti. “Hı-hım,” diye mırıldandı. “Öldürürsün,” Yutkundum. Nefes alışverişlerim gittikçe yavaşlıyordu. Göğsüne koyduğum ellerimi daha fazla orada tutamayıp kucağıma düşürdüm. “Bana,” yutkundum. “Ne yaptın?” Umursamazca omuz silkti. “Hiç,” dedi ‘i’yi uzatarak. “Sakinleştirici verdim sadece ama merak etme; sana prensesler gibi bakacağım.” Söylemek istediklerim zihnimde kaldı. Sesim bana ihanet etti. Gözlerim kapanırken son gördüğüm Efruz’un ardında dikilen Kerim’di. 🥀 Tanrısal Bakış Açısı En adi gerçeklerin üzerinden geçen düşünceler geceden kalma haykırışlara gebeydi. Haykırışların tınısı yükseldikçe gerçeklerin acısı da o kadar artıyordu. Gerçek bir yalana sığınma isteğinin baş yapıtıydı. Yalanlarda yaşamak her gerçekten daha az can yakmıştı. Yalanlara inanmak farklıydı, yalanlarda yaşamak ise çok farklı. İki seçeneğin göz boyayan renkleri mavi gözlerinin içindeydi. Böyle olmamalıydı. Böyle planlamamıştı. Böyle düşünmemişti. Aldığı darbe yenebileceğinin üstesindeydi. Keskin bakışlarını kıstı. O mavi gözlerde yalanlara inanmak isteyen bakışlar vardı. O mavi gözlerin ardında yalanlarda yaşayacak bir genç vardı. Derin bir nefes aldı. Kurtulmak istedi ama artık kurtulamayacağını çok iyi biliyordu. Efruz Dağdelen mavi tonuna hapsolmuş ateşlerini kendinde olmayan kadının yüzünde dolaştırdı. Gördüğü güzel çehre hiç görememiş olduğu karanlıkta baktığı kadınla aynıydı. Sert bir nefes verdi. Nefeslerinde tükettiği arayışı karşısındaydı. Gözlerini kapatıp açtı. Elini yasladığı kanepeden çekerek kadının önünde dikleşti. Gözlerini çekmedi yorgun yüzünden, izlemeye devam etti onu. Elindeki şırınga yere düştü. Arkasında Kerim’in olduğunu biliyordu. Yine de bakışlarını Kerim’e çevirmedi. Öyle odaklanmıştı ki baktığı kadına, bakışlarını üzerinden çekse o kaybolup gidecekti sanki. Derin bir nefes aldı, yine. Sıkıntılı nefesi parmaklarına ulaşmış ikilemlerin sonucuydu. “Ne yapacaksın?” dedi Kerim. Ortada dönen lanetin farkındaydı. Onun da gözleri kadının çehresinde dolaşıyordu. Ağır bir ameliyat atlatmıştı. Şimdiye kadar yaptığı ameliyatların hepsinden daha zorluydu. Saatlerin geçtiği kan damlalarını durdurmak çok zor olmuştu. Ama başarmıştı. Bu başarının, kendinin değil uyuklayan kadının olduğunu biliyordu. Eğer şimdi karşılarında nefes alıyorsa içinde barındırdığı gücü yüzünden alıyordu. Yenik düşmeyen bakışlarından anlamıştı Kerim. Gölge’nin korktuğunun farkındaydı. Her şeye rağmen kendini öyle güzel savunuyordu ki orduyla baş edebilecek hissi uyandırıyordu insanda. “Bilmiyorum.” Dedi Efruz. Kerim’in beklemediği bir yanıttı bu. Efruz her şeyi öncesinden planlayıp, oyununu ona göre oynayanlardandı. Şimdi beklenmedik gerçekler karşısında belli ki onun da aklı karışmıştı. “Bırakacak mısın?” diye sordu Kerim. Efruz’un verdiği sert nefes tüyler ürperticiydi. “Bir daha asla.” Dedi. Düşüncelerinden emin değildi belki ama bu söylediği şeyden oldukça emindi. Kerim’in kaşları çatıldı. “Onu nasıl zapt edeceksin? Kurtulmak için canını yok saydı. Gerçekleri söylemeden Gölge’yi yanında tutmanın imkânı yok Efruz.” Duymak istemediği kelimeler zihninde dönerken Efruz sert bir nefes verdi. “Beni hatırlayacak. Bana sözü var. Sözünü tutacak.” “Ya hatırlamazsa, ya sen onun için bir hiçsen, ya düşündüğün gibi değilse?” Efruz dişlerini birbirine bastırdı. “Kolye boynundaydı. Görmedin mi?” Kerim derin bir nefes aldı. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Efruz bir işin içine girişmişti. Bu işin içinden çıkmak artık imkansızdı. Ya hepti ya hiçti; ki Efruz Dağdelen her zaman hep olanı seçerdi. “Beni hatırlaması için elimden geleni yapacağım.” Diye fısıldadı Efruz. Sesinden akan tını korkunun adıyla başlıyor cesaretin adıyla da iliklere dokunuyordu. İlikler titremekten nefislerin de geri çekilmekten başka şansı yoktu. Kerim kafasını olumsuzca iki yana salladı. “Gölge’yi yanında kalması için zorlayamazsın.” Dedi oldukça emin bir tavırla. Efruz kafasını hafifçe yana doğru çevirerek Kerim’in gözlerinin içine baktı. Bakışında yatan mizaç birazdan çıkacak ellerini Kerim’in boğazına saracaktı. “Onu zorlamayacağım.” Kerim’in kaşları çatıldı. “Ne yapacaksın?” Efruz bakışlarını Kerim’den çekip Gölge’nin yüzüne sabitledi. Kerim’e cevap verme gereği duymadı. Dün gece zihnine dokunduğunda yutkunmak zorunda kalmıştı. Göğsünü şişirecek bir nefes aldı. Kadının uzun kirpiklerinin yüzüne düşen gölgeleri bir çiçeğin gövdesindeki iğneler gibiydi. Kerim sorduğu soruya yanıt alamadığı için yerinde huzursuzca kıpırdadı. “Efruz,” dedi. Ses tonunu normalin altında tutmuştu. Gözlerini Gölge’nin çehresinde dolaştırdı. “Düşündüğümüzden daha hırçın.” İçini dağlayan bir nefes aldı. Kardeşinin derdi kendine daha çok dertti. Dişlerini birbirine bastırdı. Efruz’un üzerine gitmek istemediği için maskesini yüzüne yerleştirdi. “Ya ölseydim? Düşünebiliyor musun? Bu narin bedene kıyıyordu az daha,” Efruz Dağdelen, Kerim’in bu haline gözlerini devirdi. Uykuda hafifçe mırıldanan kadına doğru eğileceği sırada içeriye giren Gülsema Efruz’un durmasına neden oldu. Gülsema’nın adımları hızlıydı. İki adamın yanına geldiğinde kendini durdurdu ve uykuya dalmış zayıf bedeni kısa bir süre inceledi. Dudaklarını birbirinden ayırdı. “Abi?” diye mırıldandı yavaşça. Efruz Dağdelen harelerini kardeşine çevirdi. “Abim?” Gülsema derin bir nefes aldı. Gözleri Gölge’nin yüzündeydi. Bir an ne söyleyeceğini bilemedi. Karşısındaki kadın tanıdığı kadın gibi değildi. “Acaba,” durdu. Abisine tanıdığı Gölge’yle ilgili her ayrıntıyı anlattığından şimdi karşısında duran için ne söyleyeceğini kestiremiyordu. “Acaba yıllar üzerine mi düşmüş?” Abisi gibi gördüğü, güvendiği, son sığınağı olan Efruz Dağdelen’e baktı. “O, böyle biri değildi,” Bir an geçmişi hatırladığı için susmak zorunda kaldı. Bu suskunluk Kerim’in söze karışmasına neden oldu. “Ne yaşadığını bilemeyiz. Hem, sen Gölge’nin sadece bir gün yanında kaldın. Düşündüğün gibi olmaması normal.” Gülsema ince kaşlarını Kerim’e çattı. Asla kabullenmeyeceği bir gerçek vardı ortada. “Değil.” Dedi bastırarak. “Şimdi de iki dakika kaldım yanında. Tanıdığım kadınla şimdi burada uyuklayan kadın birbirine hiç benzemiyor. İçine zehir oturmuş gibi bakıyor.” Kerim bu sefer susmayı tercih etti. Normalde Gülsema’yı sinirlendirmeyi çok severdi ama Gölge onun için hassas bir konuydu. Efruz Dağdelen, elini kardeşi gibi gördüğü genç kızın omzuna koyarak destek verircesine okşadı. “Bizi düşmanı olarak görüyor Fıstığım. Bu insanlar kendi cemiyetleri dışındakilere güvenmez. Ona yaptığın iyiliği fark ederse belki tanıdığın Gölge olur yeniden.” Gülsema’nın omuzları düştü. Bir teşekkür bile edememişti Gölge’ye. Öyle içine batmış bir eksiklikti ki bu, şimdi içinden çıkartmak istiyor fakat içi alıştığı için açılacak boşluğu nasıl dolduracağını bilmiyordu. Abisine merakla sordu. “Burada kalacak değil mi?” Efruz Dağdelen omuzlarını, bilmediğini anlatmak için, kaldırıp indirdi. Aslında kendisinden emindi. Burada kalacağını düşünüyordu lakin kardeşini herhangi bir hayal kırıklığına uğratma riskine giremiyordu. Gölge düşüncelerinin ötesinde yaşayan bir kadındı. Onu anlayamıyordu. Anladığında ise anlamamayı diliyordu. Dudaklarının arasından verdi nefesini, nefesi geçmişten gelmeyen yaşamıyla doluydu. Geçmişte kalan yaşamı artık geleceğine geçmeliydi. Bedenini Gölge’ye doğru yanaştırdı. Sırtını büktü. Kadına doğru eğildi. Gözleri anlık duraksadı. Sol yanağına serpilmiş benleri gözlerinin içinde parladı. Gözlerini benlerinde gezdirdi. Risklerin hizasına yanaşan düşünceleri tehlikeliydi. Düşünmeyi kesmeliydi. Elini kaldırdı. Kadının yana doğru düşmüş yüzüne yaklaştırdı. Asi saç tutamlarını kulağının ardına atarak yüzünü tamamen ortaya çıkarttı. Dudaklarını birbirine bastırdı. Tenine değen teninde geçmişin kıpırtıları yatıyordu. Onu oldukça dikkatli davranarak kollarının arasına aldı. Kadının başı omzuna kendiliğinden yaslandı. Efruz kucağına aldığı karanlıkla birlikte doğruldu. Karanlığın soluklarını boynunun kör noktasında hissediyordu. Bir adım attı. Gözlerini yoğunlaştırdığı kadından çekti ve kuzenine baktı. “Gülsema, odasını hazırladın mı?” Genç kız hızla kafasını salladı. Hemen abisine cevap verdi. “Hazırladım abi.” Efruz zaten duymayı beklediği cevabı aldıktan sonra kucağındaki kadınla salonun kapısına doğru ilerledi. Başına bir bela almıştı. Bunun gayet farkındaydı. Sert adımlarıyla arkasındakileri umursamadan salondan çıktı. Koridorun sonundaki kapıya doğru yöneldi. Yarı açık kapıyı ayağını kullanarak tamamen içeriye doğru açılmasını sağladı. Kucağındaki narin bedenle içeriye girdi. Adımları hiç duraksamadan duvara yaslanmış yatağa doğru ilerledi. Eğildi. Kollarının arasındaki bedeni yatağa doğru usulca bıraktı. Ayaklarını uzatmasını sağladıktan sonra kafasını yastığa dikkatle yerleştirdi. Kollarını geri çekti. Gözleri kadının bedeninde dolandı. Ayak ucuna değen bakışları duraksadı. İnatla çıplak ayaklarıyla yürüyüp durduğu için tabanlarındaki çizikler netlik kazanmıştı. Sağ ayak bileğini elinin içine aldı. Sıcak teni soğuk teninde eriyordu sanki. Gözlerini dikkatlice ayak tabanında dolandırdı. Çizikler dün geceye oranla çoğalmıştı. Kafasını olumsuzca iki yana salladı. Geçen yıllar inadından hiçbir şey götürmemişti ⌛️ Bölüm sonu!! Nasıl? Beğendiniz mi bölümü? Yeni birçok şey öğrendik. Öğrendikleriniz hakkındaki düşünceleriniz neler? Bölümde en sevdiğiniz kısım neresi oldu? Gelecek bölümler hakkında tahmininiz var mı? Gülsema'yı sevdiniz mi? . SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞÜRÜZZ💋 LÜTFEN VOTE VE YORUMU UNUTMAYIN HOŞ'ÇAKALIN👋 |
0% |