@zeynepizem
|
⏳️ İNSİZ ŞEH'R BÖLÜM ÜÇ 🥀 Fısıltılar… fısıltılar ve acı. “Buradan çıkmamız lazım kendine gel!!” Şehrimin sokakları duman altında kalmıştı. İçimin acısı şeytanlarımı inletiyordu. Çektikleri acıdan kurtulmak için bana yalvarıyorlardı. Onları ilk kez böyle görüyordum. Sadece onları değil; Kendimi de ilk kez böyle görüyordum. Attığım adımlar boşluğa düşüyordu. İçim adrenalinin verdikleriyle sarsılıyordu ama yüzüme ufak bir kıvrım bile yerleşmiyordu. Mimiklerim yok olmuştu. Duygularım, düşüncelerim, ruhum… hepsi benden gitmişti. Bir başına kalmıştım. Bu öylesine bir yalnızlığa benzemiyordu; çok acıtıyordu. Fısıltılar büyüdü. Gözlerimi hafifçe araladım. Sol omzumdaki yangın kendini belli etti. Bir çıra tutuşturulmuş omzuma batırılmıştı buna rağmen tüm bedenim buz içindeydi. Buza saplanan çıradan genizleri yakan bir koku yükseliyordu. Üşüyordum. Titriyordum. Durmadan kime ait olduğunu bilmediğim uçurumdan düşüyordum. Ciğerlerime yerleşmiş kokunun zaman geçtikçe artan etkisi zihnimdeki anılarıma dokunuyordu. Bedenim bir bedenin üzerine yıkılmıştı ki o beden Efruz Dağdelen’e aitti. Bedenimin bedenindeki teması beni rahatsız ediyordu. Ondan uzaklaşmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Beni kendine daha çok bastırdı. Elinin baskısını çıplak belimde hissetmiştim öncelikle. Sonra uyuşmuş omuzuma batan parmakları kendini teker teker belli etmişti. Yüzümü boyun girintisine yaslamıştım ama isteyerek yapmadığıma emindim. Sağ elimi oynattım. Omzuna dokundum. Onu itmeye çalışmıştım ama sanırım gücüm ona dokunmaktan fazlasına razı gelmedi. Derin bir nefes aldığımda kokusu ciğerlerimi yaktı. Omzunun girintisine yerleştirmiş olduğum başımı dünyanın gücünü kullanıyor olsam da minicik oynatabildim. Burnum tenine sürtmüştü. Buradan kurtulmak istiyordum. O sokağa girmemiş olmayı diliyordum. Dudaklarımı araladım. Oradan tek bir harf bile çıkaramadım. Karşı çıkmayı bıraktım. Tüm gücümle bile ondan kurtulamayacağım gerçeği alnıma bir fiske gibi vurup duruyordu. “Efruz, bir damla bile akmayacak. Ne olursa olsun sakın bırakma.” Kimin olduğunu anlamadığım ses kesinlikle üzerine yığılmış olduğum adamdan çıkmıyordu. Efruz’un başını salladığını hissettim. Sakalları kulağıma sürtündü. Elini kurşunun saplandığı yere kurşunla yarışıyormuş gibi bastırdığında kendimi tutamadan inledim. Bu tepkim onu duraksattı ama elinin baskısını bir an olsun azaltmadı. Diğer eli sırtımda gezindi sonra kulağıma doğru fısıldadı. “Şşhh…” en başından beri aralayamadığım gözlerimi araladım. “Geçecek.” Dedi, büyük bir inançla. Yutkundum. “Dağ…” diye fısıldayabildim ama devamı gelmedi. Bana yalan söylüyordu. Acım geçmiyordu. Zihnim susmuyordu. Geçmiyordu! Sanki zaman ilerledikçe kurşun daha da derine giriyordu. Bedenimi daha çok sahipleniyor, içime yerleşiyordu. Soğuk arttı. Üşüyordum. Hiç bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyordum. Gözlerimi sıkıca kapattım. Efruz Dağdelen’in titrek fısıltısını duydum. “Affet beni.” Dedi, kelimeleri zamanında tutuşmuş ve geriye külleri kalmış gibi çıkıyordu dudaklarından. Belimdeki elini sıkılaştırdı. Ona hiçbir şekilde karşı gelemiyordum ama bilincim henüz kapanmış değildi. Söylediklerini ve hareketlerini algılayabiliyordum. İleriden yine tanımadığım adamın sesi duyuldu. “Efruz.” Dedi sert bir şekilde. “Senin suçun değil.” Temas halinde olduğum adamın yutkunduğunu hissettim. “Benim suçum.” Dedi, acı dolu kelimeleri nedense benim kalbimi de acıtmıştı. “Benim suçum! Ona ne yaptım?!” “Sen hiçbir şey yapmadın! Kendine gel!” Sessizlik oldu. Bilmiyorum belki de çektiğim acıdan dolayı artık her şey sessizleşmiş omzum çığlık atmaya başlamıştı. Zihnimi esir eden karanlık buz gibiydi. Neden bu kadar soğuktu? Neden bu kadar karanlıktı? Dudaklarımın arasından firar eden acı inleyiş Efruz Dağdelen’in beni daha sıkı tutmasına neden oldu. Yanağını başıma yasladığını hissettim. Sonra derin bir nefes aldı. “Yemin ederim, sana yaptığımın bedelini ödeyeceğim. Yemin ederim…” Söylediklerini anlamıyordum. Tek gayem şu acının dinmesiydi. Gözümden bir damla yaş aktı. Belki de akmadı. Emin değildim. İyi hissetmiyordum. Hiç iyi hissetmiyordum. Dumanların arasında boğuluyordum. İçimdeki bütün yakarışlara rağmen yapabileceğim tek bir şey vardı. Bunu bilerek yapmadım ama ona yaslandım. “…affet beni.” Duman dindi ve soğuk bitti. 🥀 Birbirine yapışmış göz kapaklarımı araladım. O anda, derinlerde bir yerlerden küçük meleğin sesini duydum. Şeytanlarımın üstüne çıkmaya çalışıyordu ama bu imkansızdı. Tam tepemde yanan ışık gözlerimi kamaştırıyordu. Geçmişe dair melodiler ışığın altında bir tiyatro gösterisine girişmişti. Perde iki de bir kapanıp duruyordu. Her oyun sonunu gösteremeden sahneden siliniyordu. Arabadan indiğimiz anı hatırlıyordum. Sonrası yoktu. Bir sedyeye yatırıldığım anı hatırlıyordum; sonrası yoktu. Sırtımın delindiğini hatırlıyordum; sonrası yoktu. Acı içinde kıvrandığımı ve elimin üzerindeki sıcacık eli hatırlıyordum ama sonrası yoktu. Tüm sonrasızlar toplanmış aklımı yitirmem için sonumu hazırlıyordu. Onun sesini duyuyordum. Buradaydı. Onun sesi, sonrasızların tiyatrosunda bir rejisör kılığına girmişti. Oyunu yönetiyordu. Konuştukça sonrasızlar çoğalıyordu. Gözlerimin önünden tanımadığım bir adamın silueti geçti. İçime batırdığı parmakları gözlerimi kısmama neden oldu. Sahnenin tam ortasında metalik bir ses duyuldu. O sesi bastıran Efruz Dağdelen’in sesi oldu. “Gölge,” Ne zamandır konuştuğunu bilmiyordum ama söylediklerini daha yeni kavrayabilmiştim. Gözlerimi kırpıştırdım. Işığın altındaki sureti bulanık duruyordu ya da benim gözlerim henüz tam anlamıyla algılarını açmamıştı. Efruz Dağdelen bana doğru eğildi. Işık artık gözüme batmıyordu. Gözüme batan Efruz Dağdelen’in çehresiydi. “Beni duyuyor musun?” diye sordu yavaşça. Onu duymama rağmen sorusuna yanıt vermemeyi seçtim. Tek bir mimiği bile yüzümde var etmedim. Mavi gözlerini dikkatle yüzümde dolandırdı. Gözlerinin içine baktım. Gözlerinin ardında benim için hangi planları not ediyordu? Ben herhangi bir tepki vermediğim için sırtını dikleştirdi. O doğrulduğu anda ışık yine gözlerimin içinde parladı. Rahatsız oluyordum. Bu işkenceye daha fazla katlanamadığımdan göz kapaklarımı gözlerimin üzerine örttüm. Bedenim uyuşuktu. Hiçbir acı zihnimde var olmuyordu. Kısa bir kâbus görüyordum belki de. Kısa sanılan her zaman diliminde zamanın zangırdattığı yok oluşlar vardı. Yok olan her şeyi yok olduğun için hatırlıyordun. İçime sakince çektiğim nefesin ardından her şeyi daha net duyup kavrayabildiğimi fark ettim. Gözlerimi açmasam bile Efruz Dağdelen’in hemen yanı başımda adımlar attığını duyuyor nerede olduğunu zihnimde belirleyebiliyordum. Yutkunacak gibi oldum fakat içimdeki uyarıları göze alarak bundan vazgeçtim. Zihnimin kavraması gereken en büyük gerçek Efruz Dağdelen’in elinde olmamdı. Bana gösterdiği sakinliğin ardından bir felaket bekliyordum. Benden ne istediği hakkında hiçbir fikrim yoktu fakat isteklerine ulaşamasın diye elimden gelen her şeyi yapacaktım. Öyle büyük bir hata yapmıştım ki öğrendiklerimi hâlâ zihnimdeyken mezara sokmuş bir de utanmadan üstüne toprağı atmıştım. Bu benim kabullenemeyeceğim bir hataydı. Bu benim asla yapmayacağım bir hataydı. Buradan bir an önce kurtulmam gerekiyordu. Göz kapaklarımın ardındaki ışık azaldığında tepemde yanan ışığın söndüğünü anladım. Kirpiklerimi birbirinden uzaklaştırarak gözlerimi araladım. Tam uzandığım yatağın üzerinde parlayan ışık sönmüştü ama bulunduğum oda hâlâ aydınlıktı. Efruz Dağdelen’le göz göze geldiğimizde kaşlarını kavislendirdi. Bakışlarındaki yoğunluk arttı. “Beni duyuyorsun.” Dedi kelimelerine baskı uygulayarak. Onu yok sayma kararı aldığımda gözlerimi gözlerinden çektim. Etrafa bakındım. Uzandığım yatak odanın hemen ortasındaydı. Bunu tüm duvarlara olan uzaklığımdan dolayı anlamıştım. Çoğunluğu tıbbi malzemelerden oluşan ortam kalbimi tekletti. Hastanede olmadığımıza yemin edebilirdim ama burası bir hastane odasından hiç farklı durmuyordu. Üzerimde kendi kıyafetlerim yoktu. Görebildiğim kadarıyla bir yarım atlet giyiyordum. Sol omzum sargıyla sarılmıştı. Üzerimdeki ince pike yüzünden altımda ne olduğunu görememiştim ama bacaklarımın çıplaklığını hissediyordum. Gözlerim tekrar odayı odağına aldı. Gri tonlarının hâkim olduğu eski bir odaydı. Eskiliğine rağmen tüm malzemeler yeni alınmış gibi gözümde parlıyordu. Endişenin kol gezindiği zihnimi rahatlatmaya çalışarak derin derin nefesler alıp vermeye devam ettim. Toparlanmalıydım. Nerede olduğum ve kimin elinde olduğum sorun değildi. Kendimi toparlayabilirsem hepsinden kurtulabilirdim. Zihnimi kontrol edebilirsem her şeyin üstesinden gelebilirdim. Yüzümü odanın diğer tarafına çevirdiğimde gözüme ilk ilişen küçük pencere olmuştu. Gözlerimin içine resmen bir parıltı düştü. Oradan bedenim sığardı. Tabi şimdi ilk yapmam gereken uzandığım yataktan kalkmak olmalıydı. Sağ elimle uzandığım yatağın kenarına tutundum. Kalkmaya yeltendiğimde omzuma unuttuğum ağrı çelmesini taktı ve aynı saniyelerde Efruz Dağdelen sağ omzuma baskı uygulayarak bana engel oldu. Hafifçe kalkan başım tekrar yastıkla buluştu. Acıyla buruşturduğum yüzümü düzelttim. Kaşlarımı çatarak gözlerinin içine baktım. Bana dokunuyordu ve benim şeytanlarım bundan hiç hoşnut değildi. Omzuma hafifçe baskı yapan eline düştü bakışlarım. “Bana dokunma!” dedim dişlerimin arsından. Tekrar yüzüne baktım. Her ne kadar sesim fısıltıyla çıkmış olsa da gayet tehditkâr bir tonu vardı. Efruz Dağdelen zaten kısık bakan gözlerini daha fazla kıstı. Omzumu bırakmak yerine parmaklarını iyice yerleştirdi. Dudaklarını araladı. “Buradan kalkmayacaksın.” Dedi. Sesinde itiraz kabul etmeyen dokunuşlar vardı. Lakin ben o dokunuşları ortadan kaldırmayı bilirdim. Gözlerinin içine dikkatle baktım. İnatla fısıldadım. “Kalkacağım.” Bana sahte bir gülümseme sundu ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Aramızda santimler bırakarak kendini frenledi. Umursamaz bir tavırla konuştu. “O zaman ben de sana dokunacağım.” Kelimelerini bitirdikten sonra sağ omzuma tüm parmaklarını canımı yakmayacak bir oranda bastırdı. Kaşlarım çatıldı. Şeytanlarım içimde uğuldadı. Tam elini itmeye hazırlandığım sırada kapının açılması beni durdurdu. Bakışlarım kapıya yöneldi. İçeriye beyaz önlüklü, uzun boylu, esmer bir adam girdi. Kalbim bir tekme yemişçesine sarsıldı. Bedenimdeki kabullenemediğim izler ruhuma doğru uzanmaya başladı. Büyüyen gözlerimle fevri bir şekilde Efruz’u ittim ve elinden kurtulur kurtulmaz acıyı önemsemeden uzandığım yataktan kalktım. Omzumdaki felaket beni içinde savursa da durmaktan değil kaçmaktan yanaydım. Adımlarım peşi sıra geriye doğru gitti. Efruz Dağdelen üzerime doğru geldiği sırada eski demir masanın üzerinde duran sivri makası kavradım ve ona doğrulttum. “Sakın!” Sesim ölüm içmişim gibi çıkıyordu. “Seni delik deşik ederim!” Bir adım geri gitti. Gözlerinde hiçbir korku var olmadı. Temkinli davranıyordu ama ben de temkinliydim. Kendimi kimseye yem etmeyecektim. O, benimle boy ölçüşemezdi. Arkasında beliren beyaz önlüklü adamın bakışları bir adım daha geri gitmeme neden oldu. Küçük melek şeytanlarımın altında nefessiz kalmıştı. Ölmek üzereydi. Küçük meleği umursamadım. Umursadığım tek şey karşımdakilerdi. Buradan kurtulmak zorundaydım. Başka şansım yoktu. Kurtulmalıydım! “Gölge,” dedi Efruz Dağdelen sabit tutmaya çalıştığı sesiyle. “Ayakta zor duruyorsun, bırak elindekini.” Kafamı iki yana salladım. Bana dokunmalarına izin vermeyecektim. Geçmişimde saniye saniye izlediğim anları şu anımda var etmeyecektim. “Gölge,” Dedi Efruz Dağdelen’in arkasında duran adam. Bu yutkunmama sebebiyet verdi. Sol tarafım yine ateşlere atılmıştı. Ağrı ayaklarıma kadar vuruyor bileklerimi titretiyordu. “Bize değil kendine zarar veriyorsun.” Elimdeki makası daha sıkı tuttum. En sıkı tutuğum halde bile elimden düşecek gibi duruyordu. Omzum sızım sızım sızlıyordu. Gözlerim kararır gibi oldu ama toparlandım. İzin vermezdim, veremezdim. Bana dokunmamalıydılar. Özellikle o, arkadaki bana dokunmamalıydı. Efruz bana doğru bir adım attı. Ona engel olmadım. Ona bakmadım bile. Tüm dikkatim beyaz önlüklü adamdaydı. Önlüğünün üzerinde kan damlaları vardı. Biliyordum ki o kan, benim kanımdı. “Kerim,” Dedi Efruz bakışlarını benden ayırmadan. “Dışarı çık.” Adını yeni öğrendiğim adam sonrasızların birinde oyuncuydu. Omzumdan onun parmakları geçmişti. Yeşil gözlerini anlamsızca bana dikmişti. Ben ise tüm nefretimle ona bakıyordum. Kerim, “Niye?” diye bir soru yöneltti Efruz’a. Efruz Dağdelen’in yüzündeki seğirmeyi gördüğümde bir adım daha geriye gittim ve böylelikle duvar tüm yollarımı kapattı. Efruz ses tonunu hiç değiştirmeden ona beklediği cevabı verdi. “Çık diyorsam çık.” Kerim’in yüzüne memnun olmayan bir ifade yerleşti. Geriye doğru bir adım attı. Bana kaşlarını çatarak baktı ve mırıldandı. “Aman be! Bir kovulmadığım kalmıştı.” Arkasını döndü. Hiç durmadan hızlı bir şekilde odayı terk etti. O odadan çıkana kadar var olan tüm dikkatimle gidişini izlemiştim. Benden uzaklaştığı her adımında içim az da olsa rahatlıyordu. Henüz omzum dışında vücudumda bir başka delik açılmamıştı. Vaktimin az olduğunu biliyordum. Yutkundum. Kerim tam anlamıyla gözden kaybolduğunda bakışlarımı Efruz Dağdelen’e çevirdim. Bir adım ötemde duruyordu. Şaşkınlığın küçük adımları içimde gezindi. Bana yaklaştığını fark etmemiştim. Sakin bir tavırla elini kaldırdı. Makası tuttuğum elimin üzerine elini koydu. Zihnime bulanık bir su dolmaya başladı. Tüm benliğim benden gidiyordu. Parmaklarımı dolamış olduğum makası hiç zorlanmadan kendi parmaklarına geçirdi. Gözlerimin içine sabitlenmiş mavilikleri tüm direncimi kırdı. Vücudumda dolaşan enerjim çekiliyor, beni terk ediyordu. Sendeledim. Efruz Dağdelen aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapattı. Daha fazla bu acıya katlanamıyordum. Daha fazla ayakta kalamıyordum. Ruhum çekildi benliğimden. Efruz Dağdelen’in eli o an çıplak belime sarıldı. Sıcacık teni soğuk tenimi uyardı. Bedenimi bedenine yasladığı için yere düşmedim. Omzumu sızlatacak cinsten bir nefes aldım. Yakınlığı hoşuma gitmiyor olsa da şu an kendimi geri çekecek gücüm yoktu. Beni bıraksa yere düşerdim. Yere düşmek istemiyordum. Belimdeki eli sıkılaştığında göğsüne yaslanan yüzüm bana resmen gözlerimi kapatmam için emir verdi. Nefeslerini hemen kulağımın ardında hissettim. “Sana kalkma demiştim.” Yutkunduğumda boğazım sızladı. Herhangi bir cevap vermeye uğraşmadım. Hafiften eğildiğini hissettim. O an ayaklarım yerden kesildi. Dizlerimin altına sardığı koluyla beni kucağına almış çoktan bedenine yaslamıştı. Kendimi zorlasam bu yaptığı şeye karşı çıkabilirdim. Ama gücümü ondan saniyelik bir şekilde kurtulmak için değil tamamen kurtulmak için harcamalıydım. Başım yine boyun girintisine yerleştiğinde gözlerimi daha sıkı kapattım. Gözlerimle birlikte omzumdaki ağrı da kapandı. Ağrının dinmediğine emindim sadece zihnim artık ağrıyı kabullenmiyordu. Bedenimin yatakla buluştuğunu hissettiğimde gözlerimi hafifçe araladım. Başım yumuşak yastığa yerleşti. Dağdelen dizlerimin altındaki elini çekti. Belimdeki elini de canımı yakmamaya özen göstererek bedenimden uzaklaştırdı. Vücudum tamamen yatağa yerleşti. Kısık bakan gözlerim Efruz Dağdelen’in maviliklerini algıladı. Yüzüme doğru eğildiğini gördüm. Bana çok yakındı. Öyle yakındı ki soluduğu nefesleri içimde hissediyordum. “Korkma.” Diye fısıldadı az önceki ses tonunun aksine sakince. Kaşlarımı çatmak istedim ama hiçbir tepkide bulunamadım. Ondan korkmuyordum. Korku yıllar önce ruhumu terk etmişti. Korku yıllar önce bedenimin içimde buz tutmuştu. Elini saçlarımın üzerinde hissettim. Küçük melek tam ölmek üzereyken bir nefes aldı. Şeytanlarım da ben de şaşkınlıkla küçük meleğe baktık; lakin o bize değil Efruz Dağdelen’e bakıyordu. Ben de bakmak istiyordum. Zihnimdeki bulanık sudan arınmaya çalışarak yüzünü daha net görmek için uğraştım. Oldukça başarısız olsam da gözlerimin içine baktığını biliyordum. “Gölge,” dedi. Onu o kadar zor anlıyordum ki sanki sesi kilometrelerce öteden geliyordu. “Seni buldum.” O anda görüşüm netlik kazandı. Gözleri gözlerimdeydi. Mavileri mavilerime batıyordu. Kalbim gözlerinden bana doğru uzattığı oku içine hapsediyor, delinmeyi umursamıyordu. Dudaklarımı araladım ama şeytanlarım konuşmama izin vermedi. Efruz Dağdelen, bana değil içimdeki meleğe bakıyordu. Küçük melek artık şeytanların üstündeydi. Kirpiklerim birbirine dokundu. Efruz Dağdelen’in sesi kulaklarıma yerleşti. “Kara Melek,” dedi içimi görür gibi. Sesi yumuşamıştı. Sözleri kalbimin odacıklarından akan anılarıma dokunuyordu. Ruhum bedenimden ayrılmıştı da en tepeden bizi izliyordu sanki. “Seni buldum.” Dedi. Ruhum sözlerini tekrar etti. Bizi buldu. Gözlerim kapandı. Kulaklarım son anda bir kapının sesini duydu ama kulaklarım zihnimden daha çok bulandığı için bu sesin doğruluğundan emin olamadım. İçime döndüm, şehrime. Kar yağmaya başlamıştı. Kar taneleri his kokuyordu. Oysaki ben şimdi, burada, dumanların arasında parlayan güneşi görebiliyordum. 🥀 GEÇMİŞE AİT BİR SANRI Yollar yoruyordu bedenimi. Yıllarca yürümüştüm. Hiçbir işe yaramamıştı. Yıllardır aynı yerde, aynı toprağın altında nefes almaya devam ediyordum. Yürüdükçe üzerimdeki toprak değişiyordu. Rengi, yapısı, hissettirdikleri… değişmeyen tek bir şey vardı; kokusu. Hangi toprağın altında nefes alsam aynı kokuyu soluyordum. Bir ölünün kokusu her daim genzimi yakıyordu. Sonra ölümler artıyordu ama koku asla değişmiyordu. Toprağın en dibinde nefes alıyordum lakin aldığım koku ilk kez farklıydı. Çok tanıdıktı. Sanki içimden geliyormuş gibiydi. Emindim ki bu koku içimden değil ruhumdandı. Derin bir nefes aldığımda o koku son kez genzime oturup beni terk etti. Bulunduğum ortam aydınlandı. Çevremden gelip geçen insanlar üzerine zehrimi bıraktığım insanlardı. Bir boşluğun ortasında sürekli değişen çehreler kalbimi titretti. Nereye baksam bir başka yüzün nefretini görüyordum. Nereye baksam içimden kopan zehir beni zehirleyecek gibi oluyordu. Her salisede değişen ifadeler beni bir çıkmaza sürükledi. Onlara bakmak istemiyordum. Geçmişimi önümde görmek istemiyordum. Geçmiş geçmişte kalmalıydı. Arkamı döndüm ama hiçbir şey değişmedi. Geçmişimden geçenler önümden geçmeye devam etti. Çığlık atmak istedim. Attığım çığlık boğazımı yakmalı, sonra da karşımdakileri yok etmeliydi. Saliselerin değiştirdiği yüzler yavaşladı. Karşımda ismini bile ağzıma alamadığım biri belirdi. Bana baktı ama gözlerinde ölümcül bir nefret vardı. Gözlerimi kapatmak istedim. Gözlerimi kapatamadım. Saliseler hızlandı. Karşımda artık canıma can olan kadın duruyordu. Reva bana bakıyordu. Ve o ağlıyordu. Sol gözünden düşen damla aydınlığı kararttı. Bir gecenin insizliğine gömülmüştük. Ona yaklaşmak istedim. Ona dokunmak, ona sarılmak istedim. İçimdeki bu pişmanlığı, yoksulluğu, ruhsuzluğu bitirmek istiyordum. Ona koşmak istiyordum. Canına dokunmak istiyordum ama bana izin vermiyordu. Sadece ağlıyordu. Dudaklarını araladı. Konuştu. Sesi bana yıllar sonra ulaştı. “Ben öldüm.” Kelimeleri içimde yankılanmaya başladı. Bu yankı birkaç kez tekrar etti. Kafamı iki yana salladım. O, benim canımdı. Benimdi. Gözlerinden akan damlalar arttı. Ona dokunmak, yarasını dindirmek istedim ama uzattığım elim bir boşluğu yokladı sadece. O, gitti. O, öldü. ⌛️ Bölüm sonu!! Nasıldı? Beğendiniz mi bölümü? En sevdiğiniz kısım neresi oldu? 🥀 Bazen Gölge'yi yazerken sol omzuma bir acı saplanıyor; Ama kurşun acısı değil bu, biliyorum.. . Gelecek bölümde görüşmek dileğiyle🧡 LÜTFEN VOTE VE YORUMU UNUTMAYIN HOŞ'ÇAKALIN👋 |
0% |