Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. BÖLÜM; SOĞUK NEFES

@zeynepizem

BÖLÜM BİR

 

SOĞUK NEFES

 

🪦

 

İnsan kendini mahvedebilen bir yaratıktı. Öyle kolay gelirdi ki mahvoluşlar dur durak bilmeden acı çektirmeye devam ederdi. Garip olan, tek yapmak gerekenin düşünmek olmasıydı. İnsanın kendini mahvetmek için illa bıçaklara, silahlara veyahut maddelere ihtiyacı yoktu.

 

Düşünse yeterdi...

 

Şüphesiz ki düşünce, dünyada tedavisi olmayan tek bağımlılıktı. Bir sigara paketinin üzerinde yazan kelimeler kafatasının üzerine de kazınmalıydı.

 

Olay bu kadar basitti; Çok düşünürsen ölürdün ama öldüğünü kimse görmezdi.

 

İki taraflı bir yok oluşa hapsolurdun. Birisi geçmişe uzanır seni didikler diğeri geleceğini elinden almaya çalışırdı.

 

Geçmiş ve gelecek. Geçecek ama gelmeyecek.

 

Gözlerimi diktiğim binanın taştan duvarları üstüme yıkılsa, gök parçalansa, her parçası yere saplansa ve tam şu an bir kıyamet kopsa belki içim soğurdu. Tutsak edildiğim binanın tek bir tozu bile kalmasa ve dünyadan silinse nefes alabilir miydim?

 

Alamazdım; çünkü bir yıkım peşinde daima uzun soluklu felaketleri getirirdi.

 

Dikildiğim kaldırımda önümden geçip giden insanların ezici bakışlarına rağmen onlara yol vermek adına hareketlenmedim. Dikildiğim yerde, gözümü diktiğim binaya bakmaya devam ettim. Yedinci katın ışıkları aylardır olduğu gibi bugün de yanmamıştı. Sanki karanlığa gömülmüştü. Yine de bekliyordum. Umudum beni bırakmadığı için ben de o evi gözlemeyi bırakmıyordum.

 

Zaman içime doğru savrulmuştu. Günler geçmiş, haftalar günlerin peşi sıra gelmiş ve aylar koltuğu ele geçirmişti. Yedinci katın yanmayan ışığı içimdeki yangını söndürmeye başlamıştı.

 

Acaba, umudum umutsuzluğa mı devriliyordu?

 

Cebimdeki telefonun titrediğini fark ettiğimde odakladığım camdan gözlerimi ayırdım. Elimi cebimin içine sokarak telefonu çıkarttım. Güç tuşuna bastığımda yalnızlaşmış ve karanlıklaşmış sokakta telefonumun ışığı parladı. İnsanlar çekilmişti, yine boş duvarları izleyerek saatler geçirmiştim. Birkaç saattir burada dikiliyordum ve saat epey geç olmuştu. Gözlerim kısıldı. Telefonumun ekranına düşmüş mesajı okudum. Mesajı atan arkadaşımdı.

 

Nerede kaldın?

 

Herkes geldi. Sadece sen yoksun, her zaman olduğu gibi!!!

 

Mesajı içimden tekrar ettim. Ben, yoktum. Her zaman olduğu gibi. İçimde, içimi yakıp tutuşturan bir gerçek vardı ama ben yoktum. Önemli olan her zaman içimdeki ele avuca sığmayan ateş olmuştu.

 

Daha yanıt vermeye vakit bulamadan telefonun ekranı maviye büründü. Sabırla bir nefes alıp verdim. Mesajı atan arkadaşım, Feryal arıyordu. Onun benden daha sabırsız bir yapısı olduğunu bildiğimden beklemeden telefonu açtım ve kulağıma yasladım.

 

"Feryal?" dedim lafa girmesini bekleyerek. Aldığı sert nefesi duydum. Hızlı ve öfkeli bir ses tonuyla konuştu. "Neredesin Alev? Hani bu sefer benimle olacaktın? Söz vermiştin."

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Unutmuştum. Bu beni kötü bir arkadaş yapar mıydı? Yapardı. Ama o sözünü benden zorla almıştı. Gelmeyeceğimi bile bile... Gözlerim boş sokakta bir tur dolaştı. "İçimde bir his var." Dedim anlamayacağını bilsem de. "Ayaklarım beni aynı yere getirdi."

 

"Of kızım ya!" dedi sitemle. "Daha ne kadar devam edeceksin buna? Bırakıp gitti işte seni! Geri de dönmeyecek."

 

Boğazıma takılan kelimeleri boğazımdan geçmedi. Ona söyledikleri için kızmam gerekiyordu aslında; ama benim iyiliğimi düşünüyordu. Biliyordum. Feryal biraz deli dolu olsa da düşündüğü her şeyi tek çırpıda söyleyen bir insandı. Doğruları söyleyen bir insan. Yine de canımı yakıyordu. Karşımdaki binanın yedinci katına baktım. Aylardır yanmayan ışığı içimdeki umudu da tüketiyordu.

 

Dişlerimi birbirine bastırdım. Feryal konuşmaya devam etti. "Bir erkeğin seni böyle mahvetmesine izin veremezsin. Adam gitti. Alış artık buna. Hayatını bir binaya bakarak geçiremezsin."

 

Yutkundum. Haklıydı. Derin bir nefes aldım. "Biliyorum." Dedim yalnızca kısık bir tonlamayla. "Bugün veda etmeye geldim ona."

 

Kabulleniyordum. Yalnızlığı.

 

Kulağıma sert sesi yayıldı. "Hâlâ veda diyorsun ya! O gittiği günden beri kendinden de gittin! Neden sürekli bunu yapıyorsun? Bir binayla vedalaşıyorsun farkında mısın?"

 

Beni anlamıyordu. Beni anlamayacaktı. Karşımdaki o binanın bir dairesi bizimdi. Zaman oraya bizden izler bırakmıştı ve hiçbir şey söylemeden gitmiş olmasına inanamıyordum. Hâlâ, orada bir yerlerde olduğuna inanıyordum. Birdenbire ortadan kaybolmasına anlam veremiyordum. Geleceğini düşünmüştüm ama gelmemişti. Bana verdiği sözleri tutmamıştı. Belki de tutamamıştı.

 

Onu suçlamak isteyen yanım suçsuz olduğunu düşünen kalbimle kavga edip duruyordu. Kavganın sonunda olan bana olacaktı. İçimi bu ikilem yakıp yıkacaktı ve sonra...

 

Başımı kaldırdım. Feryal konuşmaya devam ediyor, arabalar geçiyor ve ben olduğum yerde sanki küçülüyordum. Işık! Hayal mi görüyordum? Yedinci katın aylardır yanmayan ışığı yanıyordu!

 

Gözlerim kendini aşar cinsten büyüdü. Önce yanlış gördüğümü düşündüm. Elimi kaldırdım ve gözlerimi ovdum. Işık sönmedi. Işık yanıyordu!

 

Feryal konuşmaya devam etti ama onu dinlemedim. Yoldan geçen arabalara bakmadan karşıya doğru koştum. Neredeyse ezilecektim ama içimdeki umudun solmasına izin veremezdim. O ışık sönmemeliydi. O ışık umudumun son kırıntısıydı. Yolun karşısına geçtiğimde telefonu hâlâ kulağımda tuttuğumu fark ettim. "Kapatmam lazım!" dedim anında.

 

"Alev-" devamını dinlemeden telefonu kulağımdan indirdim. Girişe giden yedi basamağı iki hamlede çıkıp kapının önüne geldim. Ellerimi demire koyup ittiğimde kapı kıpırdamadı. Kilitliydi. Duvardaki zil tuşlarının hepsine sabırsızca bastım. Bir zaman sonra o tuşları yumruklamaya başladım.

 

Açılmalıydı! Biri kapıyı açmalıydı!

 

"Hadi! Hadi!"

 

Tuşlara basmaya devam ederken kapının tok sesi duyuldu. Umudum büyüdü. Beklemeden kapıyı savurur gibi ittim. Apartmanın içine girdiğimde yönüm asansör olmuştu. Asansörün tam önüne geldiğimde gördüğüm sayı beni duraksattı.

 

Asansör 9. Katta görünüyordu.

 

Vakit kaybedemezdim. Bekleyemezdim.

 

Bedenimi merdivenlere çevirdim. Son gücümle koşmaya başladım. Işık sönerse umudum da sönecekti. Işık sönmemeliydi. Hızlandım. Merdivenleri ikişerli ikişerli çıktım. Çıkmaya devam ettikçe nefesim ciğerlerime battı. Ciğerlerim kıvrandı. Soluğum kesilmek üzereyken bir evin kapısı açıldı. Yaşlı bir teyze bana garip garip baktı. Durmadım. Koşmaya devam ettim. Yolun sonunda nefessiz kalarak ölecek olsam da durmayacaktım.

 

Son katı çıkarken ayağım merdivene takıldı. Sesli bir küfrettim ki o an üzerimde yanan sensörlü ışık söndü. Sonra kulağıma yabancı bir ses doldu. O sesler durmadan koştuğum evin içinden geliyordu.

 

"Burada da bir şey bulamadık Akrep."

 

Gözlerim kısıldı. Bu beklediğim kişinin sesine hiç benzemiyordu. Evde yabancı biri vardı. Düştüğüm yerden kalkmadan dinlemeye devam ettim. Avuç içlerim tozlu yerde rahatsızca kıpırdadı.

 

Sesini duyduğum adamın adım sesleri yaklaştı. Gözlerimi kaldırarak merdivenlerin sonuna baktım. Yalnızca ayaklarını gördüğüm adam evin önünde bekliyordu. Kafamı kaldırıp baksam yüzünü görebilirdim ama kafamı kaldırırsam ışık yanar ve o da beni görürdü.

 

"Bir kızla fotoğrafları var sadece." dedi. Kaşlarım çatıldı. Kimdi bu? Ne işi vardı burada?

 

Kısa bir süre karşı tarafı dinledi. "Hayır, tanıdık değil. Gelsen iyi olur, Gece'yi zapt edemeyebiliriz." dedi uzun soluklu bir nefes vermeyi de ihmal etmeden. Adımları olduğu yerde döndü. Eve girerken konuşmasını sürdürdü. "Elimiz yine boş kaldı."

 

Sesi silikleşti. Tamamen içeriye girdiğine emin olduğumda düştüğüm yerden doğruldum. O an üzerimdeki ışık yandı. Nefes nefeseydim ve o adam nefeslerimi duymasın diye kendime işkence etmiştim. Derin bir nefes aldım ciğerlerimi rahatlatmak için. Sonra zaman kaybetmeden kalan basamakları dikkatlice çıktım.

 

Evin önüne geldim ve aralık olan kapıdan başımı uzatarak içeriyi kontrol ettim. Koridorda kimse görünmüyordu. Kapıyı yavaşça aralayarak bedenimi içeriye aldım. Odaların birinden bir kızın sesi duyuldu. Adam tek başına değildi.

 

"Daha nereye kadar sürecek bu?!" Kadının öfkeyle yükselen sesi evi sardı. Öyle gür ve hisli bağırıyordu ki olduğum yerde kalakalmıştım.

 

Kadını bastıran bir başka ses duydum. "Sakin ol. Bir yolunu bulacağız." dedi bir erkek sesi. Az önce telefonla konuşan adam değildi konuşan kişi. Ses tonu farklıydı.

 

Yutkundum. Düşündüğümden daha kalabalıktılar. İki seçenek sundum kendime. Ya gider bu geceyi sakin atlatırdım ya da kalır aylardır aradığım cevapları canım pahasına alırdım. Fark ettim ki canım umurumda değildi.

 

Geri dönmek yoktu. Bana geri dönmeyi kimse öğretmemişti. Ayak uçlarımda ilerleyerek salonun kapısının önüne geldim. Kapının kenarından gördüğüm kadarıyla ev darmadağın edilmişti.

 

Kaşlarım çatıldı. Uzun boylu, mankenlere taş çıkartacak; kısa, siyah saçlı bir kadın gözlerimin önünden geçti. Beni fark etmemeleri için hafiften geri çekildim ama onlar hâlâ göz odağımdaydı. Kadın televizyon ünitesindeki çekmecelerin birini çıkartıp içinde ne var ne yoksa yere döktü. Sonra elindeki çekmeceyi öfkeyle kapıya doğru attı. Hızla geri çekildim.

 

O an dudaklarımın üzerine kapanan el gözlerimi büyüttü. Sırtım ansızın duvara yapıştı. Kaburgalarıma giren ağrı gözlerimi kısmamı sağladı. Kocaman cüsseli adamın parlayan gözlerini gördüm. Bu parıltı normal bir parıltı değildi. Saçını sıfıra vurdurmuş, boynuna doğru siyah dövmeyi andıran çizgiler çenesinin altında azalarak yok olmuştu. Çatık kaşlarında ve yüzünün geri kalanında da yer yer çizgiler vardı ama siyah renkli değildi. Fark etmek için dikkatle bakmak gerekiyordu.

 

Şaşkınlıktan dolayı herhangi bir tepki veremedim. Elini dudaklarımın üzerine bastırmış olan kocaman adam yüzünü yüzüme eğdi. O an yüzüne bir gülümseme kondu. Sesi tüm evi gürletti.

 

"Ben bir şey buldum!"

 

İrkildim. Telefonla konuşan adamdı bu. Dudaklarımdaki elini çekti ve kolumu tuttu. Tuttuğu gibi yürümemi sağlayarak salona soktu bedenimi. Beni salonun ortasına doğru ittiğinde ayağıma takılan eşyalardan dolayı neredeyse düşecektim. Neyse ki kendimi toparlayabilmeyi başardım.

 

Sert bir nefes verip önüme gelmiş saçlarımı kulağımın ardına ittim ve dikleşerek çevremi sarmış olan üçlüye baktım. Beni iten kocaman adam kapının önündeydi. Koca bedeni kapıyı kapatmıştı. Sol tarafımda manken gibi olan kadın vardı. Gözleri simsiyahtı ve o gözlerde kendi yansımamı görebiliyordum. Ürkütücüydü. Sağ tarafıma baktım. Bir erkek daha vardı. Kahveden sarıya evrimleşen göz rengi ilginç görünüyordu. Diğer ikisine oranla sakin görünse de gardımı hiçbirine indiremezdim.

 

"Kimsiniz siz?" diye sordum titrek bir ses tonuyla. Kadın üzerime doğru bir adım attığında geriledim. Ayağıma takılan yastıkla bu sefer kontrolümü sağlayamadım ve arkaya doğru yere düştüm. Canım yandığı için yüzüm buruştu.

 

Kadın bana doğru bir adım daha attığında sağ tarafımdaki erkek konuştu. "Gitme üstüne, bayılacak şimdi korkudan."

 

Derin bir nefes aldım. Üçüne de dikkatlice baktım. Kendi kendimin şansını yaratmak zorundaydım ama öncelikle kim olduklarını öğrenmeliydim. Yeniden sordum. "Kimsiniz siz?" bu sefer sesim daha güçlü çıkmıştı.

 

Kapının önünde dikilen adam iki adım bana yaklaştığında yerde sürünerek geriledim. "Asıl sen kimsin? Ne diye dinliyordun bizi gizli gizli?"

 

Ses tonu korkunçtu. Gök gürültüsüne benziyordu. Dudaklarım aralanıp kapandı. Sağ tarafımdaki erkek yere doğru eğilip eline fotoğraf çerçevesini alarak doğruldu. Bir fotoğrafa bir de bana baktı. "Sen..." dedi. Gözleri kısıldı. Yüzü aniden gerildi. "Sen fotoğraftaki kadınsın."

 

Dişlerim gıcırdadı. Çerçeveyi bana doğru çevirdi. O sırada siyahı kölesi edecek kadar karanlık bir hisle dolmamı sağlayan kadın aceleyle konuştu. "Kurt'u tanıyor musun?"

 

Kadına bakmadım. Sağ tarafımda yüzüme doğru tutulmuş fotoğrafa bakıyordum. Demir'le olan fotoğrafımızın ortasından geçen kırık cam kaşlarımı çatmamı sağladı. Oturduğum yerden hızla kalktığımda hareketimi tehdit olarak algılayan üçlü hazır ola geçti. Onları umursamadan esmer adamın elindeki çerçeveyi çekerek aldım. Çerçeveyi aldığım gibi göğsüme bastırarak geriledim.

 

"Bir daha sormayacağım." Sesim artık titremiyordu. "Kimsiniz siz?" sesim artık yanıyordu. Kapının önünde dikilen adam güldü. "Bakışlara bak, ne yapacaksın, öldürecek misin bizi?"

 

Dişlerimi birbirine bastırmayı kestim. Derin bir nefes aldım ve dik omuzlarımla karşımdaki adama baktım. Konuşan kadın oldu. "Yanlış bir şey yapmaya kalkarsan o boynunu kırarım, haberin olsun."

 

Kafamı çevirmeden yan gözle o kadının gözlerinin içine baktım. Gözlerimdeki ifade gözlerini kısmasını sağladı. Kim olduklarını bilmediğim bu insanların güvenilir olmadıklarına emindim. Buradan gitmem gerekiyordu. Bir adım geri çekildiğimde göğsüme bastırdığım çerçevenin kırık camları hafiften göğsüme batı, canımı yaktı.

 

"Canını yakmamızı istemiyorsan sorduğumuz sorulara doğru cevap ver." Dedi kapının önündeki adam. Üzerime doğru bir adım daha attı. "Kurt nerede?"

 

Kurt'un kim veya ne olduğunu bilmiyordum; lakin Kurt dedikleri şeyin Demir'le bağlantısı olmalıydı aksi takdirde burada ne işleri olabilirdi? Konuşmadan önce boğazımı temizledim. "Eğer yerini söylersem beni bırakacak mısınız?"

 

Sağ taraftaki adam güldü. "Bırakmaz mıyız? Elbette bırakırız."

 

Eski Alev olsaydı bu sözlere inanırdı ama eski Alev Demir'den öncede kalmıştı. Derin bir nefes aldım. "Tamam o zaman." Dedim. Kapıdaki adamın üzerine doğru usulca yürüdüm. Tam bir adım önünde durduğumda diğer ikisi arkamda kaldı. Boğazımı yeniden temizledim. Ciğerlerimi oksijenle doldurdum ve yanan gözlerimle karşımdakine baktım.

 

Gözlerimi gördüğünde bir adım geriledi. "Has...!"

 

Hiç beklemedim. Hazır afallamışken onu tüm gücümle ittim. Böylelikle orantısız kullandığım güçle salonun kapısından savrulur gibi çıkmış koridorun duvarına vurmuştu sırtını. Ağzından hafiften yükselen inleme kulaklarıma dolduğunda arkamda hareket edenlerin bana engel olmasına izin vermeden elimdeki çerçeveyle koşmaya başladım.

 

Evden çıktığım gibi asansöre doğru ilerledim. O an sert bir nefes verdim. Şansıma küfretmek istedim. Şimdi de en alttaydı asansör. Benimle oyun oynuyordu resmen. Geri döndüğümde evden çıkmış öfkeli bir şekilde bana bakan ikiliye şirince gülümsedim.

 

"Bunu konuşarak halledebiliriz." dedim. Kadın söylediğime iyice sinirlendi ve koşarak üzerime doğru gelmeye başladı. Gözleri kararmıştı. Gerçek anlamda kararmıştı. Tüm beyazları yok olmuştu. Onlar da benim gibi normal olmayanlardandı.

 

O üzerime gelmeden ben üzerine gittim. Kaldırdığı yumruğu geri püskürtmek için elimi kullandığımda yumruğunu tuttuğum çerçevenin camına indirdi. Çerçevenin kalan tüm camı etrafa doğru patladı. Kadının toparlanmasına izin vermeden karnına vurdum. Gücü çekilir gibi olduğunda onu duvara doğru ittim. Son kalan kişinin üzerine duraksız adımlarla yürürken o ellerini kaldırarak geri çekildi.

 

Bir manyak gibi gülümsedikten sonra onu es geçip merdivenlerin iki basamağını atlayarak koşmaya başladım. Aşağıya koşmak daha kolaydı. Yukarıya çıkarken kesilen soluğum şimdi içime konumlanmış bana hız katmıştı.

 

Ardımdan seslerini duydum. "Doğan, yakala şunu!" gürleyen adamın sesi apartmanda sağır edici bir yankı var etti. Sesindeki güç beni şaşırttığında sendeledim ama bu sefer düşmedim. Aşağıya doğru inen merdivenlerde koşmaya devam ettim. Zemin kata indiğimde karşıma geçen küçük gölge aniden büyüdü.

 

Adımlarım geriledi. Gözlerim kocaman açıldı. Çünkü karşımdaki yukarıda benden korkan adamdan başkası değildi.

 

Bu... nasıl olabilirdi?

 

"Kaçmak sana bir son getirmez." dedi. Dişlerimin arasından bir nefes verdim. Yumruklarımı sıktığımda içimde kavrulan nefesler kanıma karışmaya başladı.

 

Kanım içimde kaynarken ona doğru bir atakta bulundum lakin atağım boşa savruldu. Önümden aniden yok olmuştu. Şaşkınlıkla çevreme bakarken sesi bu sefer arkamdan yükseldi.

 

"Ama çok kabasınız güzel hanımefendi." dedi sesine alay ekerek. Arkamı dönmedim. Nefesimi kontrol altına almaya çalışarak sordum. "Nesin sen?"

 

Nefesini ensemde hissettim. "Sendenim."

 

Kaşlarım çatıldı.

 

Aniden arkamı döndüm ve döndüğüm gibi suratına bir yumruk geçirdim. Bu sefer atağım boşa gitmemişti. Adam yanağını tutarak gerilediğinde ağzından bir şeyler mırıldandı. Sert bir nefes verip iki adım geriye doğru gittim. Gözlerim üzerindeydi.

 

Gitmeliydim ama gidersem sorularım yanıtsız kalacaktı. "Ne demek sendenim? Kimsin sen? Kimsiniz siz?!"

 

Sesim oldukça öfkeli çıkıyordu. Birazdan içimdeki alevler sesime bulaşacak kelimelerim yanacaktı. Yanağını tutan adam dikleşti. Sanki az önce canının acısıyla kıvranan o değilmiş gibi gözlerimin içine gülerek baktı. "Baksana Akrep." dedi. Kaşlarım çatıldı. "Kurt'u bulamadık ama daha önemli bir şeyi bulduk sanırım."

 

Ne dediğini anlamadım fakat anlamam uzun sürmedi. Boğazıma aniden sarılan kol nefesimi kesti. Kurtulmak için çırpınsam da hiçbir işe yaramadı. Burnuma bir toprak kokusu doldu. Arkamda benden oldukça güçlü olan kişinin nefesini hissettim. Tam ensemde.

 

Nefesi enseme çarpıyordu ve o... buz gibiydi. Hareket edemedim. Beni tuttuğu için değil, nefesi bedenimi dondurduğu için. İçimde harlanan ateşim söndü.

 

Nefesinin basit bir karbondioksit olmadığını kararan gözlerim bana açıkladı. Elimdeki çerçeve parmaklarımın arasından özgürlüğünü ilan ederek yere düştü. Yere düşen çerçevenin paramparça olmuş camının içindeki fotoğrafa baktım.

 

Demir'in gözleri gözlerimdeydi. Benimle dalga geçiyordu. Güçsüzlüğümle alay ediyordu.

 

Sert bir nefes verdim. Sırtımı arkamdaki güçlü bedene bastırdım. Dişlerimi birbirine yasladım. Tüm gücümle bedenimdeki buzdan arınmaya çalıştım ama ben çabaladıkça arkamdaki bedenimi daha çok hareketsiz bırakıyordu.

 

Merdivenlerden koşarak inen ikiliyi gördüm o sıra. Kadın üzerime doğru öfkeyle geliyordu. "Öldüreceğim seni!"

 

Arkamdaki, kadının bana yaklaşmasına engel olarak yüzümü apartmanın kapısına çevirdi. Kapının camında yansıyan gölgelerimizi gördüm. Uzun boylu bir erkekti. Kolunu bana öyle bir sarmıştı ki nefesinden dolayı bedenim kaskatı kesilmese dahi hareket edemeyeceğim kadar güçlüydü.

 

Dudakları enseme değdi hafifçe. Bilincim kaybolmak üzereyken kulağıma doğru zehir gibi yükselen sesiyle fısıldadı.

 

"Aramıza hoş geldin Anka."

 

 

🪦

 

BÖLÜM SONU!

 

DÜLÜNCELERİNİZ?

 

VOTE VE YORUMU LÜTFEN UNUTMAYIN♥️

 

İnstagram; Zeynepizem

 

Loading...
0%