Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

 

 

Bölüm bildirimlerine ulaşabilmek için kitabı takip listenize eklemeyi unutmayınn♥️

 

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

 

ZEHİRLİ ŞEKER

 

BÖLÜM ON

 

🪷

 

Geride bıraktığım yirmi üç yılda yalnızca annem vardı. O ve onun anıları. Yirmi dördüncü yaşımda ilk kez abimle bir anı var ediyordum ve bu his her ne kadar gergin olsam da beni mutlu kılıyordu.

 

Birisi ailemi sorduğunda cevap verebileceğim bir anımın daha olması benim için mücevher niteliğindeydi.

 

Arabaya bindiğimizden beri tek kelime etmemiştik. İlk atağın ondan gelmesini bekliyordum ama yemin etmiş gibi konuşmuyordu. Arabayı, şehirden uzak dağlık bir alana çekmişti. Buraya neden geldiğimizi bilmiyordum ama kötü düşünmek istemiyordum.

 

“Nilüfer.” Dediğinde dişlerimi birbirine bastırdım. “Adım, Nil.” Dedim anında. Bana bakmadı. Karşıyı izliyordu. Karşıda çok uzak bir mesafede dağlar vardı, yüksek değildiler ama önümüz açık olduğu için gayet net görünüyordular.

 

“Neden kısaltıyorsun?” diye sorduğunda benimle ilgili bir şey merak ettiği için mutlu olmuştum. Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Söylemesi daha kolay.” Dedim sadece.

 

Belki bir gün sana gerçek nedenini söylerim.

 

Yüzünü çevirmeden sadece gözlerini çevirdi bana. Bir süre öylece baktı sonra sert bir nefes verdi ve arabanın camını sonuna kadar indirip cebinden bir sigara paketi çıkarttı. “Rahatsız olur musun?” kafamı iki yana salladım. “Hayır.” Dedim üstüne.

 

Sigarasını yaktı, sonra derin bir nefes çekti. Yanakları içe çökerken kıstığı gözleriyle oldukça karizmatik görünüyordu. Abimle ilgili çok şey düşünmüştüm ve dış görünüşü bunların arasındaydı ama hiç düşündüğüm gibi değildi. Onu annemin 6 yaşındaki abimi anlattığı kadarıyla biliyordum ki o anlatılan ve şu an gördüğüm arasında yıllar vardı.

 

Sessiz kaldım. Sigarasını bitirmesini bekledim. Beni çok bekletmedi. Sigarasından derin derin nefesler çekti ve belki de bir dakika bile sürmedi bitirmesi. Sigarasının külünü camdan dışarı silkerken elinde kalan kısma bakıyordu.

 

“Neden geldin?”

 

Kulaklarımın uğuldadığını hissettim. Ona bakmayı kestim. Bu soruyu sorarak kalbime derin bir iz bıraktığının farkında değildi. Belki de bunca yıl sonra gerçekten merak ettiği bir soruydu bu. Evet, olabilirdi. O da bir anda çıkıp gelseydi ben de sorgulardım neden geldiğini. Yutkundum.

 

Sorgulamazdın.

 

Sorgulamazdım.

 

“Bir cevabın yok mu?” diyerek üsteledi bir de sorusunu. Kafamı belli belirsiz salladım ve gülümsedim. “Baktım sen gelmiyorsun, ben geleyim dedim. Kötü mü ettim?”

 

Yüzünü sonunda yüzüme çevirdi. “Evet.” Dedi pat diye. Duraksayarak ona bakarken devam etti. “Gelebileceğin en kötü zamanda geldin, Nilüfer.”

 

Bana Nilüfer demesine aldırış etmedim ki zaten şu an o kısma takılmayacak kadar hayretler içerisindeydim. İçimden şakırdamaya benzer bir ses yükseliyordu. Galiba kalbim kırılıyordu. “Gideyim mi?” Gitmek istemiyordum ama git derse giderdim. Bunu ona da söyledim. “Git, dersen giderim.”

 

Gözlerini üzerimden çekti ve yüzünü sıvazladı. Sonra kafasını geriye doğru yasladı. Git, demek yerine bir başka soru sordu. “Neden daha önce gelmedin?” Bu soruyu onun sormaya hakkı yoktu bence. “Sen neden gelmedin?”

 

Burnundan güler gibi bir nefes verdi. “Nerede olduğunu bilmiyordum?” dedi sorar gibi. Bu sefer güler gibi olan bendim. “Beni bulman eminim ki iki dakikanı almazdı, Çınar.”

 

Doğru bir yerden yakalamış olmalıydım ki üstelemedi. Üstelediği şey başkaydı.

 

“Peki, neden bugün? Neden başka bir gün değil?” Sorguladığı şeyin ne kadar saçma olduğun farkında değil miydi? Ofladım. “Bugünde ne var? Hayırdır biri mi ölüyor?”

 

“Cevap ver.”

 

“Bir nedeni yok. Kendimi tam bugün karşına çıkabilecek kadar cesaretli hissettim ve geldim.” Fısıldadım. “Belki de gelmemeliydim.” Duydu mu emin değildim ama sessiz kaldığından duymadığını düşünmüştüm.

 

“Nerede kalacaksın?”

 

Pekala, ikinci gol. Üstelik kalede kaleci bile yokken atılmış haksız bir gol. Alt dudağımı ısırarak söylediklerini bastırmaya çalıştım. Şaka mı yapıyordu bilmiyordum ama umuyordum ki şaka yapıyordu.

 

“Sen nerede kalıyorsan orada kalmak gibi bir düşüncem vardı şimdiye dek ama…” Nefeslendim. Bir an olsun yüzüme bakmıyor olması kelimelerimi durdurdu. “Her neyse bir otel bulurum.” Ya da daha mantıklısını yaparak giderim.

 

Kafasını iki yana salladı. “Olmaz, orası daha tehlikeli.”

 

Kendi kendini konuşuyor olabilir miydi? “Anlamadım?”

 

“Hiç.” Sert bir nefes aldı. Sonunda yüzünü bana çevirmeyi akıl ederek gözlerime bakabildi. Lakin çok sürmedi bakışı. Böyleyken bile ağzına gelip söyleyemediklerini kolaylıkla fark edebilmiştim. Beni görmüş olmaktan hiç memnun değildi. Bunu daha sonra sindirecektim. Saçlarımı geriye doğru ittim. “Bak, buraya gelip senin düzenini mahvetmek gibi bir amacım yok. Tek istediğim seni tanımak. Ab-”

 

“Hayır. Ben senin abin falan değilim.”

 

Acıttı.

 

Alışığız.

 

Değiliz.

 

Böyle olacağını biliyorduk.

 

Kaşlarımı çattım. Sağ olsun, kalbimde kırılacak tek bir yer bırakmamıştı. “Maalesef, kan bağımızı istesen de ret edemezsin.” Dedim net bir tavırla. “Üstelik ailenin-” Bu kısmı özellikle bastırarak söyledim. “Anneme attığı iftiraya rağmen.”

 

Kasılan çenesiyle yüzüme baktı. Soğuk bakışları kalbimdeki kırılan parçaları da un ufak etmek için uğraşıyordu sanki. “Kan bağı dediğin şeyle senin abin olacak değilim. Boş hayaller kurma.”

 

Kafamı usulca salladım. Daha sonra bu kelimeleri hatırlayıp ağlardım ama şu an hiç de gardımı indiresim yoktu.

 

“Nasıl hayaller kurduğumu bir bilsen!” dedim yüksek bir sesle. “Şaşar kalırsın!”

 

“Öğrenmek isteyeceğim son şey bile olamaz.”

 

“Öyle mi?”

 

“Öyle!”

 

“Bana bağırma!” Sesim iki kat daha fazla çıkmıştı. Bağırdığının farkında olmasa gerek duraksadı. Kafasını diğer tarafa çevirdiğinde sert bir nefes verdim. Bu arabadan inip, kapıyı yüzüne çarpmamak için kendimi öyle zor tutuyordum ki. Annemin hatırı olmasa bu duruma bu kadar sessiz kalmazdım. Annemin hatırı olmasa bu arabayı yerle bir ederdim.

 

“O konakta kalacağım.” Dedim pat diye. “Orası senin olduğu kadar benim de evim!”

 

Güldü. Alay ediyordu. “Yok ya?”

 

“Öyle.”

 

“Ha anladım, sen miras için geldin.” Aşağılayıcı bakışı midemi kaldırırken devam etti. “Ne kadar istiyorsan söyle, hemen şu dakikada vereyim eline ve bitsin bu saçmalık.”

 

Gülümsedim. Sinirden.

 

“Oradan bakınca dilenciye mi benziyorum ben?”

 

Beni baştan sona süzdü. Sonra omuzlarını, neden olmasın, der gibi kaldırdı. Gülümsemem büyüdü. “Çınar, biliyor musun şu an yalnızca gözümde küçülüyorsun.” Ağlama isteği yavaş yavaş tüm bedenimi yoklarken kafamı dikleştirdim. “Hadi, diyelim ki miras için geldim, bana yine böyle bir tavır takınamazsın çünkü benim hakkım bu. Dinen de yasalar gereği de.” Yüzümdeki gülümseme yok oldu. “Ama merak etme, mirasta da paranda da gözüm yok. Olsaydı bu zamana kadar bekleyip sokaklarda sürünmezdim. Ben çok şükür kendi ayaklarımın üzerinde duran bir kadınım.” Kapıyı açtım ve arabadan indim. “Sana, beş para etmez mirasınla bol mutluluklar dilerim.” Bir şey söylemesine izin vermeden kapıyı yüzüne sertçe kapattım. Arabanın arkasına doğru dolanarak bagajı açtım ve valizimi alıp yere koydum. Araba yüksek olduğu için bunu yapmak biraz zor olmuştu.

 

Çınar hazretleri arabadan çıkıp yanıma geldiğinde ona bakmak yerine sırt çantamı sırtıma taktım. “Ne yapıyorsun?” diye sordu.

 

Benim abim biraz geri zekalı olabilir miydi yoksa bilerek mi yapıyordu? Ah, pardon böyle bir hataya nasıl düşerdim? O benim abim falan değildi.

 

Çınar’a ters bir bakış attım. “Horon tepiyorum, katılmak ister misin?”

 

Valizime uzandığımda benden önce davranarak arkasına çekmişti. Bu sefer ben sordum. “Ne yapıyorsun?”

 

Söylediğim şeyi tekrar etti. “Horon tepiyorum.” Güldüm. Ciddi anlamda sinirlerimi yıpratıyordu. Öfkeden delirmeme ramak kalmıştı ve o şu an şansını fazlasıyla zorluyordu. Dişlerimin arasından konuştum. “Çınar, ver valizimi.”

 

“Sen nerede olduğumuzun farkında mısın?” etrafa bakındım. Dağın başındaydık, gayet farkındaydım. “Ne olmuş? En fazla kurtlara yem olurum. Üzülecek değilsin ya.”

 

Gözlerini devirdi. “Nilüfer, bin arabaya.” Ben de gözlerimi devirdim. “Maalesef emirlerin bana işlemez, ben senin her dediğini yapan kölelerinden değilim.”

 

Sonunda valizimi çekip almayı başardığımda onu umursamadan kulp kısmını uzattım ve tutarak çekmeye başladım. Çınar’a arkamı döndüğümde homurdanarak bir şeyler söyledi ama anlamadım. Aramıza açtığım birkaç metreden sonra seslenmişti. “Nilüfer! Burada telefon çekmez! Bak seni son kez uyarıyorum. Bin şu arabaya!”

 

Aklıma bir şey geldi. Gözlerim büyüdü. Panikle ona doğru döndüm ve valizimi olduğu yerde bırakarak arabaya ilerledim. Konuştu. “Ben de öyle düşünmüştüm.” Dedi ama pek umurumda değildi. Az önce oturduğum yerde unuttuğum tavşanımı alarak geri döndüğümde bana şaşkın şaşkın bakıyordu.

 

“Şaka mı yapıyorsun?”

 

Duymazdan geldim. Hızlı bir şekilde valizimi tuttum ve kaldığım yerden yürümeye başladım. Ondan uzakta olsam da söylediği şeyi duymuştum. “Ne halin varsa gör.” Demişti. Ben zaten, 24 yıldır ne halim varsa görüyordum. Beni bu konuda desteklemesine hiç gerek yoktu.

 

Dağın başındayız.

 

Yani?

 

Nasıl döneceğiz?

 

Telefon çeken bir yer buluruz.

 

Ya bulamazsak?

 

Otostop çekeriz.

 

Emin misin? 1 saattir tek bir araba bile geçmedi yoldan.

 

İlla ki geçer.

 

Ya geçmezse?

 

Bok ye Nil! Bok ye!

 

Adımlarımı hızlandırdım. O sırada arkamdan duyduğum arabanın sesi iyiden iyiye bilenmeme neden olmuştu. Arabası yanımdan jet hızıyla geçip gitti ve saniyeler içinde de gözden kayboldu. O gözden kaybolduğu an öfkeyle ilerleyen adımlarım durdu. Arabasının bıraktığı toz bulutuna baktım. Onu hiçbir zaman affetmeyecektim.

 

Gerçi umurunda olacağını sanmıyordum ama bu kendime verdiğim bir sözdü. Hata yapmıştım. Ne bekliyordum ki koca yirmi dört yıldır bir kez bile arayıp sormayan biri beni gördüğünde boynuma mı atlayacaktı? Güldüm ama aynı saniyelerde gözlerim de doluyordu. Tavşanımı valizin üzerine bıraktım ve ellerimi valizime yaslayarak gözlerimi kapattım. Sakin olmam gerekiyordu. Bu lanet yerden defolup gidecektim. Buraya tek göz yaşımı bile bırakmaya niyetim yoktu.

 

Başımı kaldırarak yola baktım. “Hadi Nil. Sen daha kötülerini de yaşadın. Daha kötülerini de atlattın. Bu senin için çocuk oyuncağı.” Derin derin nefesler alarak birkaç dakika öylece bekledim. Sonra omuzlarımı dikleştirdim. Tamam, üzülme faslı bitmişti. Etrafa kısaca baktıktan sonra dağlık arazi yumruklarımı sıkmama neden oldu.

 

“Beni bırakıp gitti resmen ya!” dedim öfkeyle. “İnsan hayvana yapmaz bu kötülüğü!” Söylenirken cebimdeki telefonu çıkartarak şebekeyi kontrol ettim. Çekmiyordu. Sorun değildi. Bundan sonra başıma gelebilecek hiçbir şey sorun değildi.

 

Vazgeçmiştim.

 

Onun hayaliyle büyüdüğüm yirmi dört yıl çöpe gitmiş gibi hissediyordum. Söyledikleri yüzünden kendimi de çöp gibi hissediyordum. Önüme gelen taşa istemsizce bir tekme attım. “Her şeyi mahvettin! Sen benim gibi kardeşi bul da öp başının üstüne koy be! HAYVAN!” Bir araba geçmediği sürece gidebileceğim hiçbir şey yoktu. Yolun kenarına gelerek az önce bastırdığımı düşündüğüm gözyaşlarımla yere oturdum.

 

Böyle olmamalıydı. Böyle hayal etmemiştim. Hayallerimi yıkmaya hakkı yoktu. Arkama doğru uzanarak tavşanımı aldım ve sıkıca sarıldım. Akan göz yaşlarım tavşanıma aktı. Birkaç kez hıçkırdığımda duyduğum sesle hızla yerimden kalktım. Çalıların arasından sesler geliyordu.

 

Zorlukla yutkundum.

 

Buralarda kurt var mıdır ki?

 

Yoktur. Yoktur ya. O da başıma gelemez herhalde değil mi?

 

Ses arttı. Tam çığlık atacaktım ki çalılardan yukarıya doğru bir şey fırladı. Elimi göğsüme bastırdım.

 

Sadece bir kuşmuş.

 

Bir kuş bile beni bu kadar korkutuyorsa diğer hayvanları düşünemiyordum. Böcekten bile korkardım ki ben. Ellerimle yanaklarımı sildim. Buradan gitmem gerekiyordu. Yerdeki sırt çantamı alarak sırtıma taktım ve tavşanımı kolumun altına sıkıştırarak valizin kulpunu tuttum. Eşyalarım birden çok ağır olmaya başlamıştı.

 

Taşıyamayacağım ağırlıkları kaldırmaktan nefret ediyordum ama başka çarem yoktu. Üstelik yol fazla taşlı olduğu için valizin tekerleklerini sürütmek bile bir işkenceye dönüşmüştü. Yolda bahtsız bir bedevi gibi ilerlerken duyduğum araba sesi yola bakmama neden oldu. Gözlerimi kıstım. Çınar geri geliyordu.

 

Artık ona ihtiyacım yoktu. Boşuna dönmüştü. Saniyeler içinde geriye sürdüğü arabası yanımda durduğunda onu görmemiş gibi yaptım. Açık camdan bana doğru seslendi. “Nilüfer! Bin arabaya.”

 

Duymadım. Hayatınızdan sildiğiniz birini duyamazdınız değil mi? Sinek mi vızıldıyordu yoksa?

 

“Nilüfer, sana diyorum.”

 

Durdum. Yüzümü hafifçe cama doğru yaklaştırarak ona doğru eğildim. “O arabaya binmem için cesedimin çiğnenmesi gerekiyor. Sana da arabana da ihtiyacım yok benim. Şimdi geldiğin gibi def olup git.”

 

Gözlerini kapatarak sert bir nefes verdi. “Öyle mi?” diye sordu hâlâ gözleri kapalıyken. Öfkeyle solumdum. “Öyle!” Yoluma dönerek valizimi çekmeye devam ettim. Çınar arabasını çalıştırdı. Tekerleklerden çıkan ses yüzümü buruşturmamı sağladı.

 

Benden yeniden uzaklaşmaya başladığı an adımlarımı durdurdum ve elimi arkasından kaldırarak orta parmak çektim.

 

Araba aniden yavaşlayarak durduğunda gözlerim büyüdü. Kaldırdığım elimi indirdim. Araba geriye doğru, yani olduğum yere doğru yaklaştı ve en sonunda benimle aynı hizaya geldi. Tek kaşımı kaldırdım. Dirseğini kapıya yaslamış çatık kaşlarla bana bakıyordu. “Ne bakıyorsun?” diye sordum dayanamayarak.

 

“Sen bana hareket mi çektin?”

 

Şaşırdım. Elimle ağzımı kapattım. Hayretler içerisindeyken konuştum. “Ya senin gözlerinin çalışıyor olması bir mucize olabilir mi?!”

 

Burnundan sert bir nefes verdi. “Bu hareketini tekrarlarsan o parmağını kırarım Nilüfer.” Gür bir kahkaha attığımda koca dağ sanki kahkahamla yankılandı. Ben gülmeye devam ederken o dişlerini sıkıyordu. Aniden gülmeyi kestim ve orta parmağımı gözüne doğru kaldırdım. “Kır da göreyim!”

 

Elimi yakalamak için hareketlendiğinde hızla geri çekildim. Gerçi bir işe yaramadı; öfkeyle kapıyı açtı, açtığı gibi çıktı, çıktığı gibi de sertçe kapıyı kapattı. “Sana bu dağ başında neler yaparım biliyor musun?” diye sorduğunda daha da bir bilendim.

 

“Denesene!”

 

Üzerime doğru gelmeye başladığında gerilemeye başladım. Lakin onun pek de durası yoktu. İnsan kendi öz abisinden korkar mıydı? Ben artık korkuyordum. “Yaklaşma bana!”

 

Yaklaşmaya devam etti. “Bak yaklaşma diyorum! Çok kötü olur!”

 

Hiç etki etmedi. Durdum. Kendi kaşınmıştı. Tam önüme geldiği an eşek ölüsünden ağır olan sırt çantamı yüzüne savurdum. Beklemediği darbeyle birkaç adım sendeledi, sonra valizime çarptı ve bu çarpma tüm dengesini kaybetmesine neden oldu. Kalçalarının üstünde yere düştüğünde hâlâ ne olduğunu çözememiş gibi etrafa bakınıyordu. Haline içten bir kahkaha attığımda gözlerim kısıldı.

 

“Nilüfer!”

 

Dağ sesiyle inlediği için yerimde zıpladım. Bir çırpıda ayağa kalktı ve üzerime doğru koşmaya başladı.

 

Bir saniye…nE?

 

Çığlık attım. Sırtımı ona dönüp ben de koşmaya başladığımda arkamdan bağırdı. “Yedim seni kızım!”

 

“Ay hoşt! Gelme be!”

 

Gelmeye devam etti! Allah kahretsin soluğunu ensemde hissediyordum! Beni yakalarsa ne olacağı hakkında düşünmek dahi istemiyordum. “Nilüfer! Bak durmazsan daha beterini yaparım!”

 

“Ay zaten beterini yapacaksın!!”

 

“Daha da beterini yaparım!” Bir çığlık daha attım. Boş yolda deli danalar gibi koşarken karşıdan gelen arabayı gördüğümde son gücümle ayaklarıma yüklendim. Son şansım o arabaydı. Hayat ilk kez yüzüme gülüyordu. Aramızdaki mesafeyi açmaya başlamışken aynı zamanda bağırıyordum. “İmdat! Adam öldürüyorlar! Yardım edin!”

 

Karşıdan gelen araba tam önümde durduğunda şoför camına doğru eğildim. “Yardım edin! Öldürecek beni!”

 

İçerideki yaşlı amca şaşkınlıkla sordu. “Ne oluyor kızım?”

 

“Yav amca oturup anlatacak vakit mi var?! Bineyim mi?! Öldürecek yoksa! Bak günahı boynunuza! Cayır cayır yanarsınız! Öte tarafta elim boynunuzda olur! Rahat vermem size!”

 

“Tövbe estağfurullah, atla çabuk!”

 

“Nilüfer! Gel buraya! Sakın binme o arabaya!!”

 

Oralı olmadan arka kapıyı açtım ve kendimi içine attım. Çınar tam kapıya ulaşmıştı ki amca bey gaza bastı. Çınar’ın ettiği küfrü duymamak mümkün değildi. Arka camdan ona baktım. Göz göze gediğimizde orta parmağımı kaldırdım ve gireceği bin bir türlü egzotik hareketleri seyretmek yerine önüme döndüm, rahatça oturdum ve derin bir nefes aldım.

 

“Eyi misin kızım?”

 

Nefes nefese kalmışken gözlerim ön koltuklara ilişti. Arabada yalnızca yaşlı bey amca vardı. “Sağ olun! Allah ne muradınız varsa versin! Öldürüyordu beni!”

 

Kısa bir sessizlik olduktan sonra adam sordu. “Neyin oluyor bu adam senin?”

 

Abim.

 

“Hiçbir şeyim.”

 

Tek kaşını kaldırdı. “Ne istiyor senden?”

 

Yutkundum. Şu an soru cevap modumda değildim. Sessiz kaldığımda rahatsız olduğumu düşünmüş olmalı ki yeniden soru sormadı. Elli yaşlarında olmalıydı. Saçları çoktan beyazlamıştı. Tatlı görünüyordu. Umarım yağmurdan kaçarken dolaya yakalanmazdım.

 

“Nereye götüreyim kızım seni?” diye sorduğunda kendime gelerek cevap verdim. “Merkezde herhangi bir yere. Telefon çeksin yeter.”

 

Kafasını belli belirsiz salladı. “E bu adam zarar vermesin sana? Ya tekrar bulursa seni?”

 

Beni bir daha bulabilirse…

 

Bok bulur!

 

Ne?

 

Gidiyoruz Nil!

 

Kafamı iki yana salladım. “Merak etmeyin, ben hallederim. Teşekkür ederim.”

 

Sessizlik oldu. Araba giderken sık sık arkamıza bakıyordum. Bizi takip etmediğini gördüğümden içim rahatlamıştı. Yol sürekli dağlar ve tepelerle kapandığı için tam olarak emin de olamıyordum gelmediğinden ama yine de iyiyi düşünmek lazımdı. Neredeyse sessiz geçen yirmi dakikanın ardından araba yavaşladığında amca beye baktım. “Neden durduk?”

 

Daha dağlık yoldaydık, bu kadar kısa zamanda gelmiş olmazdık çünkü Çınar neredeyse bir saat sürmüştü arabayı. Amca adam güldü. “Korkma kızım,” ileriyi gösterdi. “Şu adamı görüyor musun? Oğlum o benim. Buradan kolay kolay araç geçmez, onun için geldim buraya zaten. Sana zarar verecek insanlar değiliz, için rahat olsun.”

 

Şu an inip kaçmak aslında daha mantıklı bir çözüm yoluydu.

 

Yutkundum. Yolun kenarında valiziyle bekleyen genç adam beni fark etmedi. Geldiğimiz yola baktığımda arabadan inme düşüncelerimi hemen def ettim. Çınar geliyordu! Valla geliyordu! Gözlerim büyüdü. “Ay çabuk!” dediğim sıra genç adam ön koltuğa geçmişti. Amca bey selam bile almadan gaza bastığında elimi kalbime bastırdım.

 

“Ne oluyor baba?” diye sordu genç adam, gözleri bana döndü. “Sen kimsin?” genişçe sırıttım. Kelimeleri anlık olarak toparlayamadığım için konuşamadım.

 

Adamın gözleri babasına döndü. “Baba!” dedi bir açıklama yapsın diye. “Arkadaki arabayı görüyor musun?” adam dikiz aynasından arkaya baktı. “Ne olmuş?”

 

“Kızı takip ediyor, öldürmekle tehdit etmiş.”

 

“Vay şerefsiz!” Genç adam bana döndü yine iki koltuğun arasından. “Ne istiyor senden?” bu soru ikinci kez sorulduğu için artık cevap vermem gerektiğini düşünüyordum.

 

Yutkundum. “E şey…”

 

Düşün, düşün bir şey düşün!

 

İzlediğin filmleri düşün!

 

“Benimle zorla evlenmek istiyordu. Kaçırdı beni! Bu dağ yerine getirdi! Ben seninle evlenmem deyince dedi ki, ya benimsin ya kara toprağın! Ben de garip, korktum. Üzerime üzerime gelmeye başladı. Göz dikti namusuma! Allah gönderdi sizi! Siz olmasaydınız çoktaaan…”

 

Akmayan gözlerimi sildim. “Baba, hemen karakola sür!”

 

Gözlerim büyüdü. “Polis olmaz!” diye haykırdım resmen. Genç adam bana doğru dönerek sordu. “Korkulacak bir şey yok, şikayet etmezsen daha da cesaretlenir böyleleri.”

 

“Oğlum doğru der. Başına bir iş açılır bak bu yerlerde.”

 

Dudaklarımı ıslattım. Yeni bir yalan uydurmam gerekiyordu. Tam konuşacakken genç adam konuştu. “Baba, sen boş ver karakolu, dursana. Ağzının payını vereyim şu dallamanın! Gerçi biz niye kaçıyoruz ki?! Dur baba!”

 

Fenalık basıyor! Bayılacağım şimdi!

 

“Allah’ın adını verdim durma babası!”

 

“Baba dur diyorum!”

 

“Durma!”

 

“AA! Karakola gidiyoruz! Sus sen de Mirza, görev başında bile değilsin! Daha yeni açığa alınmadın mı oğlum sen?!”

 

“Yav baba aynı şey mi?! Adamın gündüz gözüyle yaptığına bak ya!”

 

Neyse ki arabayı, baba bey kullanıyordu yoksa Mirza Bey bodoslama abime dalacaktı.

 

“Adın ne kızım senin? Kimlerdensin?”

 

Yutkundum. Çınar’ın bu civarda herkes tarafından tanındığına kalıbımı basardım. “Nilüfer ben- ay! Nil yani.”

 

Aklımı karıştırmıştı abim olacak hödük.

 

“Memnun oldum Nil, Mirza ben de. Bu da babam Ahmet.”

 

“Memnun oldum.” Dedim gülümseyerek. Mirza tekrar bana doğru döndü. “Korkma tamam mı? Sana hiçbir şey yapamaz.” Abimden görmediğim şefkati tanımadığım adamlardan görüyor olmak içimi yaralamıştı. Gerçi abimi de tanımıyordum ama sonuçta abimdi. Yani, en azından, ne bileyim bir nasılsın diye sormaz mıydı insan?

 

“Nil, ağlama.” Dedi birden Mirza. “Sen istemediğin sürece kimse sana bir şey yapamaz.” Ağladığım farkında değildim. Akan göz yaşlarımı çabucak sildim. Burnumu çektim. Kafamı salladım. Oldukça genç görünüyordu. Belki yaşıt bile olabilirdik Mirza’yla, emin değildim. “Sizden bir şey istesem?” diye sordum utana sıkıla. Mirza hemen kafasını salladı. “Tabi ki, çekinme.”

 

“Beni istediğim yere götürseniz, olmaz mı? Şimdi karakolla falan uğraşırsam ailem de kötü duruma düşecek.”

 

Onlara yalan söylüyor olmak her ne kadar beni rahatsız etse de tek istediğim şey bir an önce bu ortamdan kurtulmaktı. Göz göre göre bana yardım eden insanlara yalan söylediğim için içimden birçok kez özür diledim.

 

“Niye kötü duruma düşsünler Nil, sen ne yaptın sanki?”

 

Derin bir nefes aldım ve genişçe gülümsedim. “Gittiğimiz yerde benim sevgilim var. O polis zaten.” Dedim hemen. Tek kaşını kaldırdı. Birkaç saniye yüzümü inceledi ve kafasını salladı. “Peki öyleyse.” Dedi zorlamak istemiyor olsa gerek. Bildiğim tek adresi yani Barış’ın evinin- pardon- konağının yerini söyledim.

 

Polis sevgili?

 

Ha, şey ya Barış işte.

 

Ne zamandan beri?

 

Bir dakika önceden beri.

 

Barış’ın bundan haberi var mı?

 

Kes sesini! Sana ne! Zaten tanımazlar! Bir daha nereden göreceğim ben bunları? Görmem.

 

Mirza, adresi duyduğu an çok tanıdık demişti. Ona aldırış etmemiştim. Sonuçta burası küçük bir yerdi. Sırt çantam ve valizim yolda kalmıştı ama önemli değildi. Sonuçta tavşanım ve el çantam benimleydi.

 

Yol devam ederken Mirza beni rahatlatmak için sürekli bir şeyler anlatmıştı. Sağ olsun babasıyla anlattığı anıları yüzümü güldürmüştü. Öğrendiğime göre Ahmet amca burada küçük bir köyde yaşıyordu, arada sırada ilçeye yani oğlunu ziyarete geliyormuş. Ve Mirza 26 yaşındaymış. Yolda arabası arıza yapınca mecbur babasını çağırmış, Ahmet amcanın da sırf bu yüzden yolu buraya düşmüş zaten.

 

Ben onlar hakkında birçok şey öğrensem de kendim hakkında bir şey söylememiştim. Söylemezdim de. Bu işleri az çok biliyordum.

 

“Geldik!” diyen Ahmet amcayla ne hakkında konuştuğunu bilmediğim Mirza önüne doğru dönmüştü. “Hassiktir!”

 

“Oğlum!” dedi uyarıyla Ahmet amca.

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Mirza hızlı bir şekilde bana tekrar döndü. “Sen bu konağa mı geldin?” kafamı hemen salladım. Bana şaşkın şaşkın bakarken sordu. “Sen Barış başkomiserimin yavuklusu musun?!”

 

Ananı…

 

🪷

 

 

Bölüm sonuu!!

 

 

Düşünceleriniz??

 

 

Çınar??

 

 

Nil?🥹

 

 

Mirza?

 

 

11. Bölümü gün içinde tamamlayabilir miyim bilmiyorum ama eğer böyle güzel güzel yorumlar atarsanız elimden geleni yaparım🤭

 

 

Ama cumartesi günü teknik bir sorun çıkmazsa net gelir♥️

 

 

Vote ve yorumu unutmayınn🩷🐰

 

🍭

 

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

Loading...
0%