Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. BÖLÜM 🪷

@zeynepizem

VOTE VE YORUMU UNUTMAYIIINN

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 11

 

🪷

 

Şansımın yüzde doksan dokuz nokta dokuzunu nerede harcamıştım bilmiyordum. Kalan yüzde sıfır nokta birlik kısım ise hiç işime yaramıyordu. Genişçe sırıttıktan sonra tavşanıma sarılarak kapıya uzandım. “E oldu o zaman. Çok teşekkür ediyorum!”

 

Hiçbir şey söylemelerini beklemeden arabadan indim ki o saniyelerde Çınar’ın arabası da sokağa girmişti. Ağzımdan bir çığlık daha kaçtı ve koşmaya başladım. Konağın kapısının önünde geldiğimde maalesef bu sefer kapıyı kapalı buldum. Anında kapıyı yumruklamaya başladım. “Barış! Aç kapıyı!”

 

Tüm gücümle kapıyı yumruklamaya devam ederken abimin arabası bir kenarda durdu. Allah’ım öldürecek beni. “BARIŞ!”

 

Yumruklarım hızlanırken elimin acımasını umursamıyordum. Arkama baka baka kapıyı yumruklarken kapı aniden açıldığında sendeledim. Neyse ki açan kişi kollarımı tuttuğu için düşmemiştim. Nefes nefese kalmış bir şekilde beni tutana baktığımda çakır gözlerle buluştuk. Barış! Şükürler olsun. “Nil, ne oluyor?” diye sordu endişeyle. Yerimde titrerken konuştum. “Barış, öldürecek beni!”

 

Kaşları çatıldı. Bakışı değişti. “Kim?” diye sorduğunda sesindeki tını yutkunmamı sağladı. Ona cevap vermeme gerek kalmadı çünkü abicim tüm konağı ayağa kaldırmıştı. “NİLÜFER!”

 

Çığlık attım. İçeriye doğru koşmaya başladığımda Barış afallamayla sormuştu. “Çınar?”

 

“Nerde o? He? Nerde?!”

 

“Lan kimden kaçıyor bu kız?”

 

Barış, şu an gerçek bir katilin olduğunu düşünüyor olmalıydı. Ev halkı bahçeye dökülmüşken onlara gülümseyerek el salladım ve abimlerin tarafa döndüm. Çınar, Barış’ı umursamadan içeri daldı. O an göz göze geldik. “Nilüfer, adam gibi yanıma gelmezsen benden günah gider.”

 

Kafamı, tabi tabi, der gibi salladım. “Oldu canım! Geleyim de öldür beni değil mi?”

 

Çınar’ın arkasından çıkan Barış sordu. “Nil, sen abinden mi kaçıyorsun?”

 

Kafamla onu onayladım ve gerçeği dile getirdim. “Öldürecek beni!”

 

Çınar boynunu kütletti. Üzerime doğru yürümeye başladığında gerilemeye başladım ben de. “Nilüfer, bir daha uyarmayacağım.”

 

Bu adam kime çekmiş?

 

Annemin sinirli hallerine?

 

Doru.

 

Adımlarını hızlandırdığında el mecbur yeniden koşmaya başladım. O da peşimden gelmeye başladığında bahçedeki küçük havuzu 3 tur falan koştuk. At yarışlarına dönen olayı Barış sağ olsun kazasız belasız atlatmıştık.

 

Barış, Çınar’ın önüne geçtiğinde arkasında durdum. “Yeter artık! Kaç yaşında insanlarsınız! Konuşup halletmek yerine yaptığınız çocukluğa bak!”

 

Haklı.

 

Çınar’dan önce lafa daldım. “Benim bu ayıyla konuşacak hiçbir şeyim yok! Dağdan inme! Sana saygı edep öğretmediler mi ha?!”

 

Çınar, sert bir şekilde yutkundu. Barış’ın arkasındaki bana baktı. Gözlerindeki bakış baştan sona titrememi sağlarken omuzlarımı dik tutmaya çalışmak epey zordu. “Öyle mi küçük hanım?” diye sorduğunda kafamı salladım. “Asıl sana saygı öğretmemişler be! Büyüklerine nasıl davranman gerektiğini bile bilmeyen bir çocuksun sen!”

 

“Ben büyüklerime nasıl davranmam gerektiğini biliyorum! Ama maalesef ayılarla aram iyi değil, şunun şurasında yirmi dört yıldır insanım sonuçta ben!”

 

Üzerime yeltendiğinde Barış onu tuttu. “Bırak lan beni!”

 

“Abi nereye bırakıyorum! Kes saçmalamayı! Ne yapıyorsun sen?!”

 

Çınar, öfkeyle Barış’ı ittiğinde Barış tam arkasında olan bana çarptı. “Ay!” Elimle burnumu tuttum.

 

“Oğlum!” Esma teyze, Barış, etrafta kim varsa herkes başıma toplanırken Çınar gözlerini kısmış bana bakıyordu. Bundan daha iyi fırsat olmazdı. Barış burnumu kapattığım elimi çekti ve çenemi tutarak kendine doğru kaldırdı. “İyi misin?”

 

İyiyim.

 

“Hayır. Çok acıyor.” Dedim ultra rol yeteneklerimi kullanarak. “Kırıldı galiba.”

 

“Abartma kızım.” Çınar’a ters bir bakış attım ama konuşamadım çünkü Esma teyze konuşmuştu. “Ay ambulans! Doktor! Gitti kızcağız!”

 

Gülmemek için kendimi zor tutarken Barış iyiden iyiye yüzüme girmeye çalışıyordu. “Bir şey görünmüyor ama-”

 

Kapıdan bir ses duyuldu. “Lan sen kimsin de benim Barış Komiserimin yavuklusuna göz dikiyorsun?! Ha kılıbık!”

 

Her şey saniyeler içinde oldu. Mirza geldi, geldiği gibi yumruğu abime geçirdi. Abim aldığı darbeyle dolup taştı ve Mirza’yı az kalsın öldürüyordu. Kimse benim burnumla ilgilenmedi. Barış da ortamı sakinleştiremediği için sinirden köpürdü. Araya korumalar girdi, bir ara Aysu’yu uçarken görmüştüm ama umarım yanlış görmüşümdür. Mirza, içeri dalmadan polisi aradığı için bahçeye üç beş polis de eklenmişti süs niyetine. Biz Barış’ın, her şey kontrol altında, demesini beklerken o hepimize kelepçeyi takmıştı.

 

Veeee

 

Nezarethanedeydik.

 

Ofladım. Bilmem kaçıncı oflayışımdı. Canım sıkılıyordu. Kaç saattir buradaydık? Dağıtabileceğim bir yer de yoktu, kuru bir bank vardı. Ne yapsaydım? Bankı mı sökseydim? Sinirini neyden çıkartacaktım? En iyi seçenek Barış’tı. Üstelik bu beni haksız yere ikinci kez bir yere kapatışıydı.

 

Bir kez daha ofladım.

 

“Nilüfer!”

 

İrkildim. Karşıma baktım. Canım abim tam karşımda oturuyordu ama aramızda minik bir koridor ve demirlikler vardı. “Ne var be?!”

 

“Oflayıp durma, içimi baydın!”

 

“Allah Allah! Kapat kulaklarını sen de!”

 

Yüzünü tavana kaldırdığı sırada dönen gözlerini gördüm. Neyse ki aramızda demirler vardı da bana bir şey yapamazdı. Lakin, karşımda gördüğüm dağ ayısının demirleri kırıp geçtiğini düşünmeden edemiyordum. Bence yapabilirdi, ayı gibi bir şeydi zaten.

 

Ona bakmayı keserek ayağa kalktım. Küçücük alanda ileri geri yürüdüm. Tamı tamına 17 tur attım ama yok, burada duramıyordum. Gitmek istiyordum ben. Odama kapanmak ve günlerce ağlayarak depresyona girmem gerekiyordu. Demirliklerin dışında, koridorun en başında bir masa vardı ve masada bir polis memuru oturuyordu. Evraklarla uğraşıyordu. Parmaklıklara doğru yaklaşarak iki parmaklığa da tutundum. Yüzümü ortadaki boşluktan sığacak kadar çıkarttım ve konuştum. “Polis bey abi?” Adam evraklardan kafasını kaldırarak bana baktı. “Ben ne zaman çıkacağım?”

 

Soruma cevap vermeden yeniden evraklara gömüldü. “Polis bey abi?” Bu sefer bakmadı. “Polis bey abi bak ben gerçekten suçsuzum. Ben bir şey yapmadım ki. Her şey Çınar’ın suçu. Bırakın beni n’olur ya da kitap falan bir şey verin! Vallahi öleceğim sıkıntıdan yahu!”

 

Polis bey sertçe evrakın kapağını kapatarak bana baktı. “Hanımefendi siz susmak nedir bilmez misiniz?”

 

Kafamı iki yana salladım. “Bilmem.”

 

“Ya sabır…”

 

“Tamam o zaman Barış’la görüşeyim! Barış gelsin! Hadi Barış’ı çağırın! Biz çok yakından tanışıyoruz.”

 

“Derdini sorguda anlatırsın hanfendi, devleti meşgul etme!”

 

Yüzümü buruşturdum. “AY! Sanki devleti kurtarıyor bu da! Gün boyu orada oturmaktan başka bir şey yaptığın yok! O dosyaların içeriğini senden iyi biliyorum be ben! Gelmiş burada bana tatava yapıyorsun kardeşim!”

 

“Biraz daha konuşmaya devam ederseniz bir de memura hakaretten yersiniz.”

 

Sustum. Her şeyi geçerdim ama bu dediği ciddileşebilirdi. Barış, abimle aramızdaki meseleyi halletmeden buradan bizi çıkartmayacağını söylemişti. Bir kez daha ofladım ve Çınar’a baktım. Kafasını arkasına yaslamış, bir ayağını dizine atmış ve dünya umurunda değilmiş gibi oturuyordu. Omuzlarımı düşürdüm ve pes ederek kendimi banka bıraktım.

 

Bir süre ortalığa baktım. Yapacak hiçbir şey yoktu. Üstelik Barış ikinci kez tavşanımı alıyordu ve bu sefer onu affetmeyecektim. Hiçbirini affetmeyecektim işte! Gözlerimi abime çevirdim. Onunla geçirdiğim ilk anıların bir karakolda olması kaderin bir oyunu muydu acaba?

 

Hayal ettiğim birçok tanışma sahnesi vardı ama hiçbiri bu kadar uçuk değildi bence. Hiçbiri bu kadar kırıcı değildi. Ben de arkama yaslandım. Sessizlik vardı ve ben sessizliği sevmezdim. Sessizlik düşüncelerin saklandığı bir kuyudan farksızdı.

 

“Ah bi’ yangınlar.” Dedim fısıltıyla karışık bir melodiyle. “Kanda kustum ben derinde kaldı umutlar.”

 

Şarkılar sessizliği gideriyordu. Şarkı söylemek bana iyi hissettiriyordu.

 

“Yaşamak istemem.”

 

Gözlerimi kapattım.

 

“Hiç de saymışlar.”

 

Galiba bu şarkıyı beni düşünerek yazmışlardı.

 

“Ezip durmuşlar bi’ yerde kaldım çöp gibi…” kapattığım gözlerimi açtım. “Bu kadar hikayem.”

 

Çınar’la göz göze geldiğimizde dudaklarımı birbirine bastırdım ve gözlerimi kaçırdım. Hâlâ bana bakıyor olduğunu bilmek gerilmemi sağlıyordu. “Nilüfer.” Dedi, ona bakmadım. Benim adım Nilüfer değildi.

 

Tekrar aynı isimle seslendi. Duymazdan geldiğimde sesini yükseltti. “Nil!”

 

Gözlerimi gözlerine doğru çevirdim. “Ne var?” diye sordum ilgisiz bir tavırla. “Senin yüzünden buradayız biliyorsun değil mi?”

 

Ben… ben gerçekten artık söyleyecek hiçbir şey bulamıyordum. Dalga geçer gibi güldüm. “Benim yüzümden mi? Ama sen de haklısın bağırıp çağırıp hayvanlığı ben yaptım, sonra ben beni kovaladım, ben beni-”

 

“Tamam, sus.”

 

Sustum. Madem susmamı istiyordu ne diye adımı sesleniyordu? Dengesiz. Yumruklarımı sıktım. Bir ayağımla ritim tutmuş gibi hareket ettirirken konuştum. “Düştüğüm şu duruma bak ya! Gördüğüm muameleye bak.”

 

“Nilüfer.” Bakmadım. Sert bir nefes verdi. “Nil.”

 

Baktım. Duraksadı. Bu sefer o gözlerini kaçırdı. “Kusura bakma, abarttım biraz.”

 

“Biraz mı?” gerçekten dengesiz.

 

“Evet, ne sen de bilmediğin adamların arabasına biniyorsun?! Ya sana bir şey yapsaydılar?!”

 

“Asıl sorun sence gerçekten bu mu?! Sen bana bir şey yapacaksın diye bindim ben o arabaya! Dön bu konuşmayı kendine yap!”

 

Kollarımı birbirine bağlayıp yüzümü duvara çevirdim. Birkaç saniye sessiz kaldı. “Sana zarar verecek değilim.”

 

Güldüm. “Buradan bakınca hiç öyle gözükmüyorsun Çınar.”

 

“Kızım bana çantayla vurdun!”

 

“Sen de üzerime yürüdün! Dur demiştim ben sana!”

 

“Bana hareket çektin!”

 

“Ben ortada fiziki bir şey göremiyorum! El kol benim değil mi?! İstediğimi yaparım! Bana karışamazsın! Hem ne malum belki dağda bir kuş gördüm kuşa çektim hareketi! Allah Allah ya!”

 

Zaten bir ağadan ne beklenir ki? Yontulmamış hödük!

 

Atsan atılmaz satsan satılmaz, abim sonuçta.

 

Sinirlendim. Orta parmağımı abime doğru kaldırdım. “Ama bak bu sana! Girsin!”

 

Dişlerinin arasından tısladı. “Nilüfer!”

 

Onu görmezden geldim ve kendime odaklanmaya çalıştım. Kolay kolay sinirlenen bir yapım yoktu ama şu an çok enteresan durumlar içerisindeydim. Üstelik bana söyledikleri yalayıp yutulacak şeyler değildi.

 

Gözlerimi birkaç saniye kapatıp açtım. Kahvaltı yapmamıştım. Saatlerdir açtım ve halsizlik kendini net bir şekilde belli etmeye başlıyordu. Bu durum benim için çok riskliydi. Benim buradan çıkmam gerekiyordu.

 

Tekrar ayağa kalktım, demirliklerin önüne gelip hâlâ dünyanın en önemli işini yapıyormuş havasına giren polis beye baktım. “Polis Bey bakın benim buradan çıkmam gerekiyor!”

 

Polis bey kafasını kaldırmadan sordu. “Niye?”

 

“Ben burada kalamam.”

 

“Sen prenses falan mı sanıyorsun bacım kedini?”

 

Ya sabır ya sabır…

 

“Bari Barış’ı çağırın! Önemli diyorum!”

 

Bana cevap vermeye bile tenezzül etmedi. Daha fazla enerjimi tüketmemek adına bankıma geri döndüm.

 

“Ne bu acelen?” diye sordu Çınar. Bir acelem yoktu. Kahvaltımı yapsaydım hiçbir sorun yoktu. İlaçlarım yanımda olsaydı hiçbir sorun yoktu. Günlerce burada kalabilirdim. Değerlerim düşüyordu, hem de son hızda ama bunu abimin bilmesine gerek yoktu. Ona bakmadan yanıt verdim. “Benim buradan çıkmam gerekiyor.”

 

“Hayırdır, bekleyenin mi var?”

 

Yüzümü yüzüne doğru kaldırdım. Gözlerinin içine baktım ve konuştum. “Yok. Benim bu Allah’ın cezası dünyada kendimden başka kimsem yok! Hiç kimsem yok, anlıyor musun?!”

 

Böyle oluyordu işte, kendimi kontrol edemiyordum. Elim ayağım boşalıyordu ve gerçekten sinirlerim ile duygularım yer değiştiriyordu.

 

“Sakin ol.” Ellerimle saçlarımı geriye doğru ittim. Demirliklerin içinde onun önüne doğru yürüdüm. Gözlerinin içine bakarken konuştum. “Bu dünyada neden kendimden başka kimsemin olmadığını öğrenmek ister misin?!” cevap vermedi, sadece baktı. “Çünkü senin ailen beni kapı dışarı etti! Mutlu ol! Onlar kesin miras olayını düşünmüşlerdir! Göklere sığdıramadığın mirasın bölünmeyecek yani! Ne de olsa kayıtlarda bir kardeşin olduğu görünmüyor!”

 

“Nil.”

 

“Amcan ne diyordu? Sen iyi bilirsin, arkamızdan çok konuşmuştur o herif! Ne diyordu Çınar?!”

 

“Nil, dedim.”

 

“Ben sana söyleyeyim! Piç! Hoşuna gitti mi?!” Ona bakmayı kestim ve kendimi sakinleştirmek için küçük alanda yürümeye başladım, bir yandan da söyleniyordum. “Bekleyenin mi var diye soruyor bir de ya, şaka gibi ya!”

 

Yok sakinleşemiyordum ben. Yine ona baktım. “Var ya, sana da soyuna da yazıklar olsun! O yerlere göklere sığdıramadığınız, lekelemekten korkup adımı piçe çıkartan soyuna yazıklar olsun! O soydan doğduğum için bana da yazıklar olsun!”

 

Burnum sızlıyordu. “Ya ben buraya tek bir şey için gelmiştim be! Senin için gelmiştim! O aileni, bize yaptıklarını göz ardı edip gelmiştim! Yazıklar olsun sana ya! Abim olduğun güne yazıklar olsun!”

 

Sendeledim ama düşmedim. “Nil!” Gözlerim ona döndü. Ayağa kalkmış demirlerin önüne gelmişti. Onu gördüğümden beri ilk kez gözlerinde farklı bir duygu vardı; Endişe.

 

Buna kanacak değilsin.

 

Kanmak istiyorum. Artık birisi de benim için endişelensin istiyorum. Çok mu şey istiyorum?

 

Geriye doğru gelerek kendimi banka bıraktım. Yüzümü avuçlarımın içine aldım ve nefeslendim. “Nil?” Avuçlarımı yüzümden çekmedim ama parmaklarımın arasından karşıma baktım. “İyi misin?” Ellerimi yüzümden çektim ve yerimde dikleşerek genişçe gülümsedim. “O kadar iyiyim ki, sağ ol.”

 

Derin bir nefes aldı. Konuşacağı sırada sağda gördüğüm hareketlilikle oraya döndüm. Barış…

 

Ölümlerden ölüm beğen oğlum. Yedim seni yedim!

 

Çınar’la tam ortamızda olan küçük koridora gelip durdu ve bariz sahte bir şekilde gülümsedi. “Ee, nasıl gidiyor? Halledebildiniz mi?” gözlerimi devirdim. “O kadar iyi hallettik ki şuradan kurtulur kurtulmaz abiciğimin boynuna atlayacağım.”

 

Bu sefer gerekten gülümsedi ama gülümsemesi yüzünde asılı kaldı. Birden ciddileşti. Benim önüme doğru geldi. “Nil? İyi misin sen?”

 

Kafamı iki yana salladım. “Ne zaman çıkacağım?”

 

Çınar’a kısa bir bakış attıktan sonra başımızda nöbet bekleyen polis memuruna döndü. “Aç kapıları.” Dediğinde derin bir nefes aldım. Dünyadaki en önemli işe sahip olan polis bey anahtarla kapıyı açtığında Barış içeri girdi ve önüme doğru geldi. “Nil?”

 

Ona bakmadım. Bankın arkasından destek alarak ayağa kalktım. “Nil, titriyorsun.”

 

Dolan gözlerimi bastırmaya çalışırken konuştum. “Titremiyorum. Çıkmak istiyorum!”

 

Bir adım attığımda boşalan bedenimle gözlerimi kapattım. “Nilüfer! Açın şu kapıyı!!”

 

Yere düşmedim ama düşseydim de olurdu. Artık fark etmiyordu.

 

🪷

 

Bölüm sonuu!!!

 

Beğendiniz mi??

 

Düşünceleriniz?

 

Nil?🥹

 

Barış?

 

Çınar?

 

Sizce Nil'in ne rahatsızlığı var?

 

12. BÖLÜM 2 GÜN SONRA GELECEK♥️

 

♥️

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYIN

♥️

 

🍭

 

İNSTAGRAM; Zeynepizem

 

 

 

 

Loading...
0%