Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

 

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

 

ZEHİRLİ ŞEKER

 

BÖLÜM 16

 

🪷

 

Canım bunalmıştı. Ben böyle olaylar yaşamaktan kaçınmıştım hep. Acım varsa onu bir şekilde kendime unutturacak bir şey yapardım. Ne bileyim, insanları sinirlendirirdim, bir şeyleri kırardım, küçük çocuklarla uğraşırdım, hatta onları sinir krizine sokarak çok eğlenirdim ve böylelikle bir şekilde içimdeki acı dağılırdı.

 

Ben, böylesine alışkın değildim. Yerimde duramazdım, birilerine bela falan olurdum... ama o konak bunları yapabileceğim bir yer değildi.

 

Canan hanım her ne kadar ilgili görünse de içimde yıllarca biriktirdiğim nefretten dolayı ona da cephe alıyordum. Dilan hanım, düşündüğümden daha sessiz kalmış, konuşması gerekmediği yerlerde hep susmuştu. Garip bir şey vardı onda... henüz çözememiştim.

 

Bir ara oğluna içli içli baktığını gördüğümde annem aklıma gelmişti. O kadın oğluna bir anne gibi bakıyordu, tamamen saf duygularla. Ve işin garibi Çınar'a da öyle bakıyordu. Sessiz ve çekingen bir tavrı vardı. Canan hanım konuşurken genelde susup dinliyordu. Çok fazla gözlem yapamamıştım ama bunun için fazlasıyla vaktim olacaktı.

 

Babamla tanışmamı, ona söylediklerimi aklımdan geçirdim. Annem bu sözlerimi duysa beni çok kınardı. Ben seni böyle mi yetiştirdim, derdi. Ama annem ölmüştü. Ben annemin yaşadığı hayata bir kez bile of dediğini duymamıştım ancak nasıl yandığını görmüştüm. İçi kıyılmıştı onun. Aldığı her nefeste öldüğünü hissetmişti.

 

Çınar'ı görememişti. Tek dileğiydi... ölmeden son bir kez oğlunu görmek.

 

Yutkundum. Belki de böylesi daha iyiydi. Çınar anneme kötü davranırdı. Onu sevmediğini çoktan anlamıştım. Belki annemi çok kırardı.

 

Keşke böyle olsaydı. Annemi istiyordum. Annemi çok istiyordum.

 

Gözümden bir damla yaş aktığında gözlerimi kapattım. O evde yaşayanların geri kalanıyla tanışmamıştım. İki gündür bir pansiyonda kalıyordum ve ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Açıkçası geldiğim günden beri yaşanan olaylar ağırıma gitmişti. Geri dönüp kalmak arasında bir çıkmaza düşmüştüm ve ne taraftan düşünsem o taraf gözüme haklı görünüyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum.

 

Çınar'la konuşmuştuk. Söylediklerinden pişman olduğunu anlamıştım ama kalbime açtığı yara kabuk bağlamamıştı. Pansiyonda kalıyor olmama rağmen odanın dışına adım attığım an yanımda bitiyordu. Üstelik ev varken pansiyonda kalmamın çok saçma olduğunu söylemişti. Evde kalmamı istiyordu fakat itinayla ret ediyordum. O evde, babam olacak adamla nasıl kalabilirdim ki?

 

Beni bir kez bile merak etmemiş, annemin ne halde olduğunu sorgulamamış, üstüne evlenmiş, onun da üstüne iki çocuk yapmış bir adam. Dişlerimi birbirine bastırdım. Bu kadar kolay pes edemezdim. Anneme ve bana yaptıklarından sonra güllük gülistanlık hayatlarına devam edemezdiler. Buna izin verirsem annemin yüzüne bakamazdım. Mezarına gidemezdim.

 

Sıktığım yumruklarımın birini dizime geçirdim. "Ben böyle kaderin- tövbe Allah'ım asla isyan falan etmiyorum. Gerçekten! Beni yanlış anlama n'olur!" Dedikten sonra birkaç saniye hareketsizce bekledim. Tamam, şu an çarpılmadığıma göre hâlâ aramız iyiydi.

 

"Kız çocuğu?"

 

İrkildim. Aniden duyduğum sen tanıdık olsa da beklemediğim için korkutmuştu. Kafamı sağa doğru çevirdim. Ve o an beynimden vurulmuşa döndüm.

 

Polis...

 

Yani Barış...

 

Polis üniformalı Barış...

 

Aman Allah'ım!

 

Çok güzel! Niye bu kadar güzel!?

 

Yutkundum. Seri adımlarla bana doğru yaklaştı, oturduğum bankın boş kısmını göstererek sordu. "Eşlik edebilir miyim?"

 

İki gündür onu hiç görmemiştim. Sadece bir kez bana mesaj atmıştı. İyi olup olmadığımı sormuştu. Ben de yalan söylemiştim. İyiyim demiştim ama o sıra mesela salya sümük ağlıyordum. O kadar çok ağlamıştım ki sabah kalktığımda şişen gözlerim yüzünden kör olduğumu düşünmüştüm.

 

Kafamı iki yana salladım. Bu hayır demek için değildi. Kendime gelmek içindi. "Edebilirsin." dedim yanlış anlamasın diye. Hiç beklemeden yanıma oturdu. Bana birkaç saniye sessizce baktı. En sonunda sordu. "Ağladın mı sen?"

 

Omuz silktim. "Yo, Aysu muyum ben çocuk gibi ağlayayım?"

 

"Bence, bazen Aysu'dan daha çocuk oluyorsun."

 

Omuz silktim ve olmadığı tarafa baktım. "Tavşanın nerede?" Diye sordu ama cevap vermedim. Birkaç saniye sessiz kalsa da çok sürmedi. "Yanından ayırmazdın normalde." Evet, ayırmazdım ama bunu onunla konuşmayacaktım.

 

"Küs müyüz?"

 

Hemen kafamı salladım ve içimdekileri boşaltmak için ona döndüm. "Ya sen beni niye kodese atıyorsun ya!? Suçsuzdum ben! Hiçbir günahım yoktu! Ensemden tutup kodese attın resmen! Güldün bir de üstüme kapıları kilitlerken! Konuşma benimle!"

 

Burnundan sert bir nefes verdiğini duydum. "Ama Çınar'la konuşabilmeniz içindi o, sizi düşündüğümden."

 

"Bu adam senin düşmanın değil mi? İnsan düşmanını düşünür mü? Ne biçim ağasın sen!? Bir de üniforma giymişsin ya! Ağa dediğin üniforma giyer mi!? Şalvar giyer!"

 

"Başladık gene ya..."

 

"Başlayacağım tabi! Ben hastalandım! Karnım açtı benim! Aç aç attın beni oraya! Ya ölseydim!?"

 

"Bana söylemeliydin. Hayatını isteyerek tehlikeye atacak bir şey yapmam ben." Bunu keskin bir tonlamayla söylemişti. Sesi bile aksini düşünmeme engel oluyordu.

 

Omuz silktim. "Bana ne! Yanından ayrıldıktan sonra Çınar ayısı kesti önümü zaten! Ne diye takip ediyorsa beni! Ben ne güzel gidecektim! Ayarlarımla oynamasa çoktan çıkmıştım şehirden! Hastalanmayacaktım! Hastaneye gitmeyecektim! O kızı görmeyecektim! Kardeşlerim varmış benim! Babamla tanıştım ben! Şaka gibi! Babamla tanıştım! Bana sarılmayacak mısın diye sordu bir de! Ya sen kimsin! Ne hakla bu soruyu sorarsın bana!"

 

"Kız çocuğu."

 

Ona döndüm. "Ne?"

 

"Nefes al."

 

Aldım. Sordu.

 

"Hastane derken?"

 

Omuz silktim. "Lanet hastalık yüzünden kriz geçirdim. Çınar beni hastaneye götürdü. Kardeşim varmış benim. Sormadım ama hemşire galiba. Deli bence." Hararetle ona döndüm. "Sence?"

 

Sorumu es geçerek, "İyi misin şu an?" Diye sordu endişeyle. Kafamı salladım. "İyiyim. Baya uyudum hastanede. Araba koltuğundan sonra çok rahat geldi. Sence?"

 

Derin bir nefes aldı. Duyduğu onu rahatlatmış gibiydi. "Bence ne?"

 

"Deli mi sence?"

 

"Kim?

 

Ofladım. "O kız!"

 

"Nil, o kız kim?"

 

"Ya kardeşim işte!"

 

"Çınar kız mıymış!?"

 

"Ya sen salak mısın?"

 

"Kızım sen diyorsun kız mız! Anlamıyorum yemin ederim! Çınar ne ara kız oldu!?"

 

Elimle kafasına geçirdim. Bu oldukça hafif ve teessüf ederim der gibiydi. "Ayı o ayı! Benim cinsiyetimi taşıyamayacak kadar dağdan inme. Cins! Onu da anlamıyorum zaten. Bir ben senin abim falan değilim diyor bir de kardeşim de kardeşim diye tutturuyor. Çift kişilik misin oğlum sen!? Hangi kafayı yaşıyorsun ya!"

 

"Yemin ederim bayılacağım şimdi Nil!"

 

Gözlerimi büyüttüm. "Bayılırsan kaçar giderim!" Dedim net bir tavırla.

 

"O niye?"

 

"Polissin sen! Sana bir şey olursa görgü tanığı olarak beni suçlarlar! Kodese falan giremem oğlum ben bir daha! Bak ben 1 hafta kalayım orada dünyanın görüp görebileceği en baba adam olur çıkarım. Baş edemezsiniz sonra. Akıllı olun."

 

Gülümsedi. Neye gülümsediğini anlayamadım. Hafifçe üzerime eğildi. Bakışlarında insanın kalbini durduracak bir saflık vardı. "Kız çocuğu," dedi gözlerimin içine bakarken. "Her şey yoluna girecek."

 

O an bunu söylediğinde sanki üzerimden bir yük kalkmıştı. Sanki, buna duymaya ihtiyacım olduğunu biliyordu, öyle bakıyordu. Derin bir nefes aldım. Bacaklarımın üzerindeki ellerime baktım. "Kusura bakma. Saçmalıyorum işte."

 

"Saçmalamıyorsun." Dedi. "Biliyorum çok zor. Görüyorum, canın yanıyor. Ama geçecek. İnan bana geçecek." Yutkundum. Acı geçsin diye konuşup duruyordum ama geçesi falan yoktu. Sessizce sordum. "Nasıl geçecek?"

 

Derin bir nefes aldı ve elini çeneme yaslayarak ona bakmamı sağladı. Yaptığından dolayı anlık bir krizle öte tarafa gideceğimi düşünmüştüm ama neyse ki son anda kalbimi frenleyebilmiştim. "Biraz zamanla." Dedi ve elini çekti. Omuzlarımı düşürerek karşımdaki çocuk parkına baktım. Buraya oturduğum anda orada oynayan çocuklar gitmişti. "Yirmi dört yaşındayım ben." Dedim düşüncelere dalmışken. "Bir şeylere geç kaldığımı hissederdim hep, bunu hissetmekle kalmadım gördüm. Kardeşlerim varmış benim."

 

"O ikisinin hiçbir suçu yok, biliyorsun değil mi?"

 

Kafamı usulca salladım. "Biliyorum Barış. Çocukların suçu olmaz." Bir an hiddetlendim. "Ama abimin suçu var! Neden şimdiye dek arayıp bulmadı beni!? Gerek mi duymadı? Beni o da mı istemedi? Gelmeseydim daha mı iyiydi? Ama bende çocuktum, hatta bebektim. Benim de bir suçum yoktu."

 

"Öncelikle, iyi ki geldin." Dedi. Gözlerinin içine baktım. Bu cümleyi öyle samimi söylemişti ki kalbime sarılmış gibi hissetmiştim. Sonunda birinin iyi ki dediği biri olabilmiştim. "Abin biraz..." duraksadı. Doğru kelimeyi arar gibiydi. "Dengesizdir." Söylediği beni gülümsetti. Kesinlikle öyleydi.

 

"Zamanla ona alışırsın, sadece bazı tavırlarının sana özgü olmadığını bilmeni isterim. Onu tanımaya çalış olur mu? Çünkü senin suçsuz olduğun kadar o da suçsuz."

 

Gözlerim ellerime düştü. Ben aile sıcaklığını annemden öğrenmiştim, sadece annemden. Annemin hayatımda olmadığını düşündüm bir an. Bu bana yaşadığım hayattan daha ağır geldi.

 

Belki de Çınar annemize küsmüştür...

 

Olabilirdi. İçinde bir yerlerde hâlâ gönlü alınması gereken bir çocuk vardı belki...

 

Barış'a baktım. Beni burada nasıl bulmuştu bilmiyordum ama iyi ki gelmişti. İçimdekileri birine anlatabildiğimden midir bilinmez daha iyi hissediyordum artık. Neredeyse solmak üzere olan umudumu yeşertmişti. "Denerim." Dediğimde içtenlikle gülümsedi.

 

Üzerimdeki kasvetli havayı bir kenara atarak sordum. "Sen neden buradasın? İşin yok mu?" Gözlerini kaçırdı. "Geçiyordum da... seni görünce selam vereyim dedim." Geldiği tarafa baktığımda polis arabasını görmüştüm. Kendi arabası değildi bu. Gerçekten geçiyor olmalıydı. "Annem seni sordu. Numaranı ona verdim. Seni arayabilir."

 

Esma teyze'm! Annemin anlattıkları kadar vardı. Onu toplasam birkaç saat görmüştüm ama ne bileyim kanım kaynamıştı hemen. Çok sevecen bir kadındı. Bana da oldukça sevgiyle yaklaştığı için aklıma kazınmıştı. "Sorun değil. Annenle konuşmayı isterim." Gülümsedi ama sonra ciddi bir şekilde gözlerimin içine baktı. "Pansiyonda kaldığını duydum." Dedi sorar gibi. Kafamı salladım. "Evet."

 

"Konakta neden kalmıyorsun?"

 

"Orada kalabileceğimi sanmıyorum. Gerçi sırf Çınar'a inat olsun diye kalmayı planlıyordum ama Korkut Bey'i gördükten sonra fikirlerim değişti."

 

"İyi bir karşılaşma olmadı sanırım."

 

Güldüm ama buruk bir gülüştü. "Hastaymış." Dedim mırıldanarak. Bu durumu biliyor gibi kafasını salladı. "Neredeyse sekiz yıldır ayağa kalkamıyor." Sert bir nefes verdim. Ona az bile. Ben yirmi dört yıldır ayağa kalkamıyordum. Gelip bir kez sormuş muydu? Ben de sormayacaktım. Ondan o kadar nefret ediyordum ki kalbim sırf babama duyduğum nefret yüzünden çürüyordu. "Herkes hak ettiğini yaşar diye bir söz var ya," dedim ayağımla yerdeki taşla oynarken. "Belki de doğrudur."

 

Sessiz kaldı. Bu konu hakkında bir yorumda bulunmadı. Bunun yerine benim bile merak ettiğim bir şeyi sordu. "Ne yapmayı düşünüyorsun?" Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bilmiyorum ki." Yüzümü yüzüne doğru çevirdim. "Sen biliyor musun?"

 

"Aslında biliyorum." Dedi. Tek kaşımı merakla kaldırdım. "Çınar'ı söyledikleri için pişman et. Buraya kadar gelmişken geri dönmek doğru olmaz. Hem bana kalırsa yirmi dört yılın acısını çıkartman lazım."

 

"Öyle mi diyorsun?"

 

Kafasını salladı. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Doğru söylüyordu. Buraya gelme amacımı unutmamalıydım. Madem abim beni kardeşi olarak görmüyordu o zaman ben de B planıma yoğunlaşacaktım.

 

Hayatı onlara zehir etme planına.

 

Aklımdan geçenleri daha sonra düşünme kararı alarak Barış'ın bedenine tam oturmuş üniformasına baktım. Bir elinde otururken fark etmediğim polis şapkası vardı. "Barış." Dedim ve hafifçe yüzüne eğildim. "Bir daha böyle giyinme."

 

Afalladı. "Niye?"

 

"Ağasın oğlum sen kendine gel! Şalvar giyeceksin!"

 

"Haha! Amirim de öyle diyordu." Alayına kulak asmadım.

 

"O zaman geçeceksin karşısına yumruğunu vuracaksın masaya! Bundan sonra böyle diyeceksin! Sen ağa değil misin!? Ağa dediğin emir verir!"

 

Tepkime güldü. "Üniformanın bana çok yakıştığını söyleyemiyorsun da sanki kendince yollar arıyorsun."

 

Anladı resmen.

 

Yok öyle bir şey, üniforma yakışmamış zaten, ona bakınca ağzımdan salya da akmıyor

 

Kalbinden aktığı için olabilir.

 

Ay sus be!

 

"Ne alakası var?" Gözlerimi bir başka yere çekmeye çalıştım. "Ben ağalığından otoritenden bahsediyorum. Senin gibi ağa mı olur?"

 

"Sen de bir ağa sayılırsın." Dediğinde bana tokat atmış gibi hissettim. "Ay bak bir daha öyle bir şey söylersen senin kafana taş atarım!"

 

Ufak bir kahkaha attı. Ona ters ters bakarken hiç beklemediğim bir şey yaptı. Elindeki şapkayı kafama yerleştirdi. Saçlarımı düzelttikten sonra gözlerimin içine baktı. "Polis de olurmuş senden." Yamuk bir gülümseme sundum. Sordu. "Sen üniversite okumuş muydun?"

 

Kafamı usul usul salladım. "Evet, hukuk okudum."

 

"Hadi be oradan!" Dedi sanki onunla dalga geçmişim gibi. "Ne?" Dedim anlayamayarak. Ciddiyetimi fark ettiğinde ciddiyetle sordu. "Sen şimdi avukat mısın?"

 

Ukalaca sırıttım. "Evet." Dedim. "Hem de namı olan bir avukatım." Gerçekten avukat olmamı beklemiyor olacak ki şaşırmıştı. "O nasıl oluyor?"

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Başka bir gün, sana uzun uzun anlatırım."

 

Kafasını salladı. "Peki, yapıyor muydun mesleğini?"

 

"Tabi yapıyordum oğlum, o arabayı nasıl aldım sanıyorsun? Piyangodan çıkacak hali yok." Gözlerim kısıldı. "Gerçi şu an yapmıyorum. Uzun bir süre de yapmayacağım gibi görünüyor."

 

"Neden? Burada bir iş bulabilirsin. Bu konuda yardımcı olabilirim."

 

Ukala bir sırıtış daha. "Ya canım benim, ben cv'mi kimin önüne koysam anında işe alınırım zaten, ama sorun bu değil. Sadece yapmak istemiyorum. Ayrıca tahmin edersin ki ben belalı biri olarak tüm belaları üzerime çekiyorum. Şu an düşünmek istediğim tek şey abimle ve ailemle olan ilişkim. Mesleğime ağırlık veremem ve bu da başarısız olmamı sağlar." Gözlerim kısıldı. "Ve ben başarısız olmaktan nefret ederim." Gözlerinde bir şaşkınlık varsa da onu bastırmayı başardı. "Bu arada," dedim dibine girerek. "Bu aramızda kalsın."

 

Tek kaşını kaldırdı. "Neden?"

 

Omuz silktim. "Ailemin beni işsiz sanmasını istiyorum. Yani, teknik olarak zaten şu an işsizim de, neyse tepkilerini merak ediyorum." Yüzümde arsız bir gülümseme oluştu. "Onlara benim söylemem gerekiyor, böyle pat diye, hiç beklemedikleri bir anda."

 

Ona yakın olmamdan dolayı yüzüme doğru eğildiğinde alnı şapkanın gölgeliğine çarpmıştı. Yine de bunu sorun etmedi. "Senden korkulur." Dedi gözlerimin içine bakarak. Söylediği beni memnun etmişti, yüzümde muzip bir gülümseme belirdi. Gözleri anlık olarak gülümsememe indiğinde bu yakınlık yüzünden düşüncelerim olmayacak yerlere doğru kaymaya başladı.

 

Geri çekilmelisin.

 

Çekilemiyorum, ona çekiliyorum.

 

Aramızda geçen sessiz saniyelerin sonunu getiren aniden duyulan melodiydi. Elektrik çarpmış gibi geri çekildiğimizde Barış boğazını temizledi. Cebinden telefonunu çıkarıp ekrana baktıktan sonra konuşmuştu. "Abin arıyor."

 

Pek oralı olmadım. Yine de Barış telefonu açıp kulağına yasladığında onu dinlemekten geri durmadım. "Hayrola?" diye açmıştı telefonunu. Karşı tarafı dinledikten sonra bakışlarını bana doğru çevirdi. Ona baktım, kaşları çatılmıştı.

 

"Nil, benim yanımda." Dedi en sonunda. Çınar beni mi soruyordu?

 

"Hayır, bir yere gittiği yok." Benim hakkımda konuşmaları beni sabırsızlandırmıştı. "Beni mi soruyor?" diye sorduğumda Barış kafasını sallayarak onay verdi. Abime telefon numaramı vermemiştim çünkü istememişti. Onun da pansiyonda kaldığını düşünmeme ramak kalmıştı çünkü nereye baksam oradaydı. Bu sabah görünmediği için eve gittiğini düşünmüştüm. Barış, telefonu kulağından indirerek bana doğru uzattı. "Seninle konuşacakmış."

 

Hiç beklemeden telefonu aldım ve kulağıma yasladım. Onunla kavga etmek istiyordum. "Çınar?"

 

"Nilüfer!" dedi bir solukla. "Neden haber vermeden gidiyorsun?!"

 

Tek kaşımı kaldırdım. "Haber mi vermem gerekiyordu?"

 

"Elbette vermen gerekiyor. Hastasın sen, öyle kafana estiği gibi çıkıp gidemezsin."

 

Beni merak etmişti... Bu her ne kadar güzel olsa da kabullenmedim. Ret ettim. "Çınar, ben bu hastalığı dün edinmedim."

 

"Yani? Bu neyi değiştirir? Şimdiye dek kendine dikkat etmiyor olman bundan sonra kendine dikkat etmeyeceğin anlamına gelmiyor. En azından ben buna izin vermeyeceğim."

 

"Ben kendime gayet de dikkat ediyorum tamam mı? Ayrıca yirmi dört yıldır evden çıkarken kimseye haber verme gereği duymadım ben. Şimdi de duyacak değilim. Bana çocuk muamelesi yapma. Kardeşçilik oynayacaksan Volkan veya Lavin'le oyna."

 

Cevap vermesini beklemeden telefonu kulağımdan çektim ve yüzüne kapattım. O an benim yüzüme oldukça içten bir gülümseme konmuştu. Rahatlamıştım resmen. İğnelerimi ona batırmak beni inanılmaz rahatlatıyordu. Yanımdan Barış'ın sesini duydum. "Sen var ya sen..."

 

Kıkırdadım. "Ne?"

 

Elimdeki telefon yeniden çalmaya başladı. Arayan yine Çınar'dı. Yüzümdeki gülümseme büyüdü. Hiç oralı olmadan telefonu Barış'a uzattım. Telefonunu almadı. "Yanıtla." Dedi. Omuz silktim. "Nil, seni merak etmiş."

 

Yine omuz silktim. "Üç gün önce öyle demiyordu." Dedim sitemle. Hâlâ söyledikleri aklımdaydı ve ben aklım yerinde olduğu sürece bana söylediklerini unutmayacaktım. Asla ve asla. O an hissettiklerimin yanında şu an ona takındığım tavrımın lafı bile olmazdı.

 

"Ona bir şans vermen gerekmiyor mu sence de?"

 

"Gerekiyor mu?" diye sordum ikilemde kaldığım için. "Gerekiyor." Dedi. "Sen, buraya abin için geldin."

 

"Hayal ettiğim abim için geldim. Çınar hiç de benim hayallerimdeki gibi bir adam değil." dediğim sıra çalan telefonun sesi kesilmişti.

 

"Hayallerde yaşamadığımızı anlayacak bir olgunluğa ve yaşa sahipsin." dedi. "Abine çıkan tüm yolları kapatma. İyi bir karşılaşma olmamış olabilir. Bu konuda sonuna kadar haklısın bak, hatta bana kalırsa Çınar'a akıllanması için iyi bir dayak atmak lazım. Her neyse söylemek istediğim şey ona bir şans tanıman. İkiniz de bunu hak ediyorsunuz. Birbirinizi tanımadan esip gürlemenin ne anlamı var?"

 

Omuz silktim. "Ben hiç de esip gürlemiyordum. Bana hayvan gibi davranan o. Üstelik bunu yapması için hiçbir sebebi yoktu. Tek istediğim onu tanımaktı. Tüm kelimelerimi ağzıma tıktı. İthamları hiç hoş değildi. İğrençti. Bir insan onun söylediklerini düşmanına bile söylemez. Bu konuşmayı yapmak istiyorsan muhatabın yanlış kişi."

 

Derin bir nefes aldı. "Abinle konuştum. Belki de onu dinlemelisin. Yaptığı şeyi savunmuyorum, o da savunmuyor. İkimiz de pişman olduğunu biliyoruz."

 

"Biliyor musun Barış pişmanlıklar hiçbir şeyi değiştirmiyor. Yirmi dört yıldır bunu net bir şekilde yaşayıp deneyimledim. Abim de sağ olsun üstüne tuz biber oldu."

 

"Ne yani gidecek misin?" diye sordu sitemle. Gidip kalmam neden onu bu kadar ilgilendiriyordu bilmiyordum ama gözlerindeki ifade hayır dememi istiyor gibiydi. "Doğruyu söylemek gerekirse iki gündür o pansiyon odasında tek düşündüğüm şey gitmekti. Çünkü buraya gelmek bana hiçbir şey kazandırmadı. Aksine hayallerimde büyüttüğüm abimi yok etti. Anlayacağın şu an eksilerde yüzüyorum. Gitmek istemiyorum ama bu hislerle baş edebileceğimi de sanmıyorum. Yoruldum artık. Gerçekten. Beklemekten de umut etmekten de. Ben..." Dolan gözlerimi kırpıştırdım. "Sadece abi demek istemiştim. Bunu bile çok gördü bana."

 

Akan gözyaşlarımı çabucak sildim. Görmesini istemiyordum ama görmüştü. "Nil." Dedi sıcacık bir ses tonuyla. Burnumu çekerek konuştum. "Abimi kodese at." Dedim. "Atmazsan küserim."

 

"Ne?" yüzümü kaldırarak ona baktım. "Kalbimi kırdı." Dedim. "Bu da bir suç. Hatta bence dünyadaki en büyük suç bu olmalı. İnsanlar kırdıkları kalplerin cezasını çekmeli."

 

Kafasını salladı. "Ne kadar kalsın içerde?" omuz silktim. "Yirmi dört yıl falan." Dediğimde gözlerinde kendi hislerimi gördüm. "O kadar mı kırıldın?" diye sordu kıyamıyor gibi. Kafamı salladım. Yirmi dört yıl boyunca gelmemişti. Ben geldiğim için de demediğini bırakmamıştı. "Yirmi dört saat olsun mu?" diye sordu anlaşmaya varmaya çalışarak. Burnumu bir kez daha çektim. "Tamam. Olsun."

 

Elini bana doğru uzattı. "Anlaştık o zaman. Sen gitmeyeceksin ben de abini kodese atacağım." Çakır gözlerinin içine baktım. "Gerçekten atacak mısın?"

 

"Anlaşmamızı kabul edersen atacağım."

 

Hemen elini tuttum. "Tamam." Dedim hevesle. "Onu görmeye gelebilir miyim peki?" diye sordum. "Don getiririm." Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Gelebilirsin." Dedi. Gülümsedim. "İyi o zaman. Anlaştık."

 

Elimi tutan eli sıcacık hissettirmişti. "Burnun kızardı." Dedi o sıra. Psikolojik olarak burnumu çektim. "Tavşana benzedin." Kaşlarım çatıldı. "Hayır, onlar bana benziyor." Dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı. Kötü hislerden kurtularak aklıma gelen şeyi heyecanla dile getirdim. "Ya biliyor musun, annem tavşanımın yüzünü yaparken bana bakarak yapmış."

 

Güldü. "Anlamalıydım." Ben de güldüm. "Ben aslında hiç canlı tavşan görmedim ama çok seviyorum. Bana benzedikleri için değil. Bembeyaz oluyorlar ya böyle bulut gibi, pofuduk pofuduk... çok hoş."

 

"Sen de çok hoşsun."

 

"Hm?"

 

Boğazını temizledi. "Yani evet. Çok hoşlar."

 

Bakışlarım hâlâ birbirini tutan ellerimize kaydı. Hiç rahatsız olmuyordum. Sonsuza dek tutabilirdi.

 

Abartma Nil.

 

Sana ne?

 

Bırak adamın elini.

 

Hayır. Önce o bıraksın.

 

Elini çektiğinde bir miktar kırılsam da belli etmedim ve ben de elimi geri çektim. "Daha iyi misin?" diye sordu. Kafamı aşağı yukarı salladım. "Abimi kodese atacağına söz verdiğin andan beri daha iyiyim."

 

Sert bir nefes vererek güldü. Onu ilk gördüğüm haliyle şimdiki arasında dağlar kadar fark vardı. Elindeki silah ve önündeki haşat ettiği adam düştü zihnime. O konuyu fazlasıyla merak ediyordum. Acaba sorsam söyler miydi?

 

"Bir şey mi soracaksın?" diye sorduğunda kafamı iki yana salladım. "Yok."

 

"Soracak gibi bakıyorsun. Sorabilirsin."

 

"Bir şey sormayacağım." Dedim yalan söyleyerek. Belki başka bir zaman onunla bu konuyu uzun uzun konuşurduk ama şu an yeri olduğunu düşünmüyordum. Üstelik henüz birbirimizi yeni tanıyorduk bana güvenmeyebilirdi. Haklı olarak.

 

Barış'ın telefonu tekrar çaldığında abim olduğunu düşünerek ekrana bakmıştım ama orada başka birinin ismi yazıyordu. "Affedersin." Dediğim sıra önemli olmadığı söylemek ister gibi gülümsedi ve telefonu açarak kulağına yasladı.

 

"Buyurun amirim?" Kaşları çatık bir şekilde karşı tarafı dinledi. "Size getirdiğim dosyanın içinde tüm bilgiler mevcut." Dedi. Dinlemeye devam ettikçe çatık kaşları daha da çatılıyordu. "Anladım. Birazdan orada olacağım." Telefonu kulağından çekerek kapattı. Sanırım ayrılma vaktimiz gelmişti.

 

"Gitmem gerekiyor." Dedi. Kafamla onu onayladım. "Görüşürüz. Kendine dikkat et." Dedim. Her ne kadar gidiyor olmasına üzülsem de onu işinden alıkoyamazdım. İçten bir şekilde gülümsedi. "Sen de. İstediğin her zaman beni arayabilirsin."

 

"Teşekkür ederim."

 

Başıma taktığı şapkasını çıkartmak için hareketlendiğim sıra şapkanın ucunu tutarak engel oldu. "Sende kalsın. Akşam almak için gelirim." Yüzüne bakarak genişçe sırıttım. "Beni görmek için bir bahane mi arıyorsun yoksa bana mı öyle geliyor?"

 

Duraksadı. "Çok mu belli ettim?" diye sorduğunda kıkırdayarak kafamı salladım. Elini ensesine attı. Gözlerini de kaçırdığında bu kadar tatlı göründüğü için yanaklarını sıkasım geldi. Ayağa kalktığında gözlerimle onun hareketlerini an ve an izledim.

 

"Bana istediğin zaman yazabilirsin. Çünkü ben sana yazacağım." Dedi. Kıkırdadım. "Ama başkomiserim sonra iş başındaki memuru oyalıyorsun demezler mi?"

 

Omuz silkti. "Desinler."

 

Şu an flörtleşiyor muyuz?

 

Yoo...

 

"Gideyim ben artık." Dedi. "E git madem." Polis aracının olduğu yere doğru giderken bana bakmayı ihmal etmiyordu. Ona el salladım. Arabaya bindi. Kemerini taktı ve gaza bastı. Gitmeden önce bana göz kırpmıştı.

 

Ağa falan ama flörtleşmeyi biliyor.

 

Flörtleşmiyoruz.

 

Külahıma anlat.

 

"Nilüfer!" Gözlerimi büyüttüm. Yüzümü sokağın başına doğru çevirdim. Öfkeli adımlar, çatık kaşlar ve burnundan soluyan bir adet Çınar.

 

🪷

 

 

BÖLÜM SONU!

 

 

DÜŞÜNCELERİNİZ?

 

Beğendiniz mi??

 

 

Barış?

 

Nil?

 

🪷

 

VOTE

VE

 

YORUMU

 

UNUTMAYIN

 

🪷

 

 

YENİ BÖLÜM YARIN♥️

 

🍭

 

 

İnstagram; Zeynepizem

 

 

Loading...
0%