Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. BÖLÜM🪷

@zeynepizem

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 18

 

🪷

 

Hiç kuşku yok ki iyi bir karşılama olmamıştı. Önce Barış sonra Çınar, sonra nezarethane, sonra da bu olanlar işte… geri dönmem için fazlasıyla nedene sahiptim ama dönmeyecektim. Çünkü inadım ve intikam hırsım tutmuştu.

 

Sırt çantamı sırtıma taktım ve valizimi sürükleyerek odanın kapısının önüne getirdim. Kapıyı açtığımda karşımda Çınar’ı görmeyi beklemiyordum. Tam kaldığım odanın karşısındaki duvarın altına çökmüş oturuyordu. Beni gördüğü an ayağa kalksa da sormadan edemedim. “Ne yapıyorsun orada?” Bitmiş görünüyordu.

 

Omuz silkti. Cevap vereceği an gözleri aşağıya doğru kaydı ve valizimi gördü. Gözlerinin donuklaştığını fark ettim. Yutkundu. “O valiz ne?”

 

“Benim valizim.” Dedim oldukça açıklayıcı davranarak. Bir kez daha yutkundu ve üzerime doğru adımladı. “Gidiyor musun?” Sesinden işittiğim korku beni şaşırttı. Bir an ona gerçekleri anlatmak istedim ama yapmadım. “Evet.” Dedim kuru bir ses tonuyla. Sonuçta pansiyondan gidiyordum.

 

“Biraz daha kalırsın diye düşünüyordum. Hem daha erken değil mi? Antep’i hiç bilmiyorum demiştin.” Demiştim. Doğruydu. Ama sonuçta o da bana neler neler demişti değil mi? Biraz korkutmaktan zarar gelmezdi.

 

“Burada kalmak için bir nedenim yok.”

 

Evet, çünkü artık konakta kalacağım. Valizimin kulpundan tuttum ve yürümeye başladım. Arkamdan sessizce geldi. Sessizliği beni şaşırttı. Gitmemden mutlu mu oluyordu yoksa tam tersi miydi anlayamamıştım. Asansörle aşağıya indiğimde çıkış işlemlerini halletmek beş on dakikamı aldı. O süre zarfında Çınar tam arkamda durmuş ve sessizce beklemişti.

 

Pansiyondan çıkıp arabamı park ettiğim yere doğru yürümeye başladım. Sonunda Çınar sessizliğine bir son verdi ve konuştu. “Akşam akşam yola çıkman doğru mu ki? Değil bence. Yoldan geçen birine sorsak o da doğru değil der.”

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Gece yolculuklarına alışkınım.” Adımlarını hızlandırarak önüme geçti. “Yine de tehlikeli. Hem yemek de yemedin büyük ihtimalle. İlaç seni nereye kadar götürebilir ki?”

 

Alt dudağımı bilmiyorum dermişçesine sarktım. “Konağa kadar götüreceğine eminim.”

 

“Bak yine de sabah olunca daha güvenli-” Duraksadı. Galiba söylediğim şeyi yeni algılamıştı. “Konak mı?” Kafamı hızlıca salladım. “Evet. Sizin konak işte. Artık orada kalmaya karar verdim. Ha ama yok ben istemem diyorsan o başka tabi.”

 

Gözleri anlık olarak büyüdü. Harelerindeki kasvetli hava aniden yok oldu. “Gitmiyor musun?” diye sordu büyük bir merakla. Kafamı iki yana salladım. “Git, diyene kadar gitmeyeceğim.” Ve bu konuda oldukça ciddiydim.

 

Yutkundu. Ellerini nereye koyacağını bilemedi sanki. “Tamam. Benim arabamla gidelim o zaman. Ben, yarın seninkini aldırırım.” Kafamı iki yana salladım. “Olmaz. Arabamı arkamda bırakamam. Önden git sen. Ben seni takip ederim.”

 

Kafasını bu sefer o iki yana salladı. “Benim arabam kalsın o zaman burada.” Dedi derin bir nefes alarak. “Ben sonra gelir alırım.” Gözlerimi kırpıştırdım. “Benimle mi geliyorsun?” diye sordum. “Evet. Geleyim mi?”

 

Kafamı belli belirsiz salladım. “Sen bilirsin.”

 

“Ben bilirsem geliyorum.”

 

Ona, gelme, diyecek halim yoktu. Konakta olacaklar için kendimi hazırlardım hem. Çınar, valizimi aldığında ona karşı çıkmadım. Kısa süre içinde arabama geçtik ve kullanmak için hamlede falan bulunmadı. Bas baya yan koltuğa oturmuştu.

 

“Evin yolunu hatırlıyor musun?” diye sordu sadece. Kafamı salladım. “Hatırlıyorum.” Sessizlik oldu. Yol boyunca pek konuşmadık. Hatta hiç konuşmadık.

 

Burası Antep'in Yavuzeli ismindeki 22 Bin kişilik küçük bir ilçesiydi. Antep'in merkez ilçesinden sadece arabayla geçmiştim. Orası çok büyüktü ama navigasyon doğru çalışıyordu. Kaybolmamıştım yani.

 

Burası ise alıştığım bitmek bilmeyen trafikten, büyük binalardan, gökdelenlerden, bitmek bilmez beton yığınlarından kendini koruyabilmiş daha çok tarihi gibi görünen bir yerdi. Gezip görmek istediğim çok fazla alan olsa da henüz nasip olmamıştı.

 

Hem daha konağı, kendi evimi, bile doğru düzgün biliyor sayılmazdım. Zaman vardı, kendi evimi, memleketimi öğrenecektim. Arabayı konağın değil önceden hatırladığım harabe evin önüne park etmiştim. Çınar evin önünde park yeri olduğunu söylese de pek ilgilenmedim.

 

Biraz açık hava bana iyi gelecekti. Şahane bir gün olmuştu sonuçta. Ailemin bütün bireyleriyle tanışacaktım. Benden mutlusu yoktu. Yürüyerek konağın kapısının önüne geldiğimizde Çınar durarak bana baktı. Bir şey soracak gibi oldu ama sessiz kaldı ve tokmağı kaldırarak kapıyı iki kez çaldı.

 

Birkaç saniye sonra kapıyı Dilan Hanım açtı. Bizi gördüğüne şaşırmıştı. “Hoş geldiniz.” Dedi gülümsemeyi ihmal etmeden. “Hoş bulduk Dilan Hanım.” Diyen abimdi. Dilan Hanım kapıyı sonuna kadar açtı. “İçeri geçin. Biz de yemeğe oturmak üzereydik. Size de servis açayım mı oğlum yoksa sonra mı yersiniz?” Bana sormuş gibi lafa atladım. “Akşam yemeğine katılacağız.” Dedim. Çınar aksini söylemedi.

 

İçeriye girdiğim an gözlerim seslerin geldiği yöne kaydı. O an ilk gördüğüm kişi Lavin'di. Heyecanlı bir şekilde Volkan'a bir şey anlatıyordu. Berivan babaanne de oradaydı. Tanımadığım genç bir kız daha vardı.

 

Annemin bir zamanlar bana söylediği şeyi anımsadım; sen yokken benim tek dayanağım oğlumdu. Abindi. Onunla birlikte büyümeni öyle isterdim ki... seni öyle severdi ki.

 

Anne, üzüleceksin biliyorum ama abim beni sevmedi. Onun kardeşleri var. Benim eksikliğimi hiç hissetmemiş ki. Derin bir nefes alarak tüm düşüncelerimi def ettim. Yüzüme arsız bir gülümseme kondurdum. Düşünerek kendimi bir kuyunun dibine sokabilir ve orada öldüğümde kokan cesedimle baş başa kalabilirdim ama düşünmemeyi seçiyordum. Acı, benden uzakta kalmalıydı. Acıyı kabul edersem ölümü de kabul ederdim.

 

“İyi akşamlar!” dedim hepsinin sesimi duyması için. Tam istediğim gibi tüm bakışlar bana döndü.

 

Çınar, kamelyayı gösterince karşı çıkmadım. Birlikte oraya doğru yürüdük. Lavin oturduğu yerden hızla kalktı. "Nil abla geldi!" Dedi heyecanla. Bir an ne olduğunu sorguladım. Neden heyecanlandığını anlamamıştım. Bütün bakışlar üzerimdeyken yapay bir gülümsemeyle selam verdim. Evin içinden çıkan Canan Hanım bizi gördüğünde hem şaşırmış hem de gülümsemişti. “Sonunda döndünüz mü?!” diye sordu bu yöreye ait bir ağız kullanarak. “Ne uzun bir tatildi oğlum bu! Bir an kardeşini bize getirmeyeceksin sandık!”

 

Kaşlarım çatıldı. “Tatil mi?” Çınar kolunu omzumdan atarak beni kendine doğru çekti. “Geldik işte hala.” Canan hanım elindeki el bezini sıkı sıkıya tutarken kederli kederli bize baktı. “Onca yılın biriktirdiği tabi, kolay kolay biter mi?”

 

Şu an ne söyledikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu o yüzden kaldırmış olduğum kaşlarımla Çınar’a baktım. Bana açıklama yapmak yerine kamelyanın içinde boş olan bir yeri gösterdi. “Otursana Nilüfer. Yorulmuşsundur.”

 

Söylediğini yaptım çünkü omzumdaki eliyle beni zorla boş olan yere oturtmuş kendisi de yanıma yerleşmişti. Volkan'ın üzerimdeki meraklı bakışları beni gülümsetti. Gözlerini kaçırdığında gülümsemem büyüdü. Utandığını fark etmiştim.

 

"Nil abla, iyisin değil mi? Seninle hastaneden sonra konuşamadık." Diye sordu Lavin kalktığı yere otururken. Kafamı salladım. Onlar da benim gibi masumdu. Tamam ilk başlarda kardeşlerim gerçeği beni biraz sarsmıştı ama ikisi de oldukça cana yakındı. Tabi Volkan utancından belli edemiyordu ama anlamıştım. Bakışları ilgiliydi çünkü. "İyiyim. Teşekkür ederim." Dedim Lavin’e yanıt olarak. Hastanedeki önlüklü halini göz önüne getirdiğimde doğru mesleği seçtiğini düşünmüştüm. "Sen hemşire misin?"

 

Kafasını iki yana salladı. Ona onunla ilgili bir şey sormam hoşuna gitmiş gibiydi. "Yok ben tıp okuyorum. Hastanede staj yapıyorum. 2 senem var daha okulu bitirmeme."

 

Minik bir gülümseme sundum. Gözlerim sessizce beni süzen tanımadığım kıza döndü. Bakışlarını kısmış, kollarını birbirine dolamıştı. Varlığımdan memnun değilmiş gibiydi. Çınar merakımı fark etmiş gibi konuştu. "Şirin, amcamın kızı."

 

Zoraki bir gülümseme kondurdum yüzüme. Aynı şekilde karşılık verdi. Siyah kıvırcık saçlı, oval yüzlü bir kızdı. Görünüşü gerçekten şirindi ama kişiliği aynı hissiyatı vermiyordu.

 

İsmine hiç çekmemiş.

 

Maalesef...

 

Dilan Hanım seslendi. “Yemek birazdan hazır olur. Siz de o zamana kadar kaynaşırsınız.” Dedi ve içeri geçti. Canan hanım da onunla birlikte gitmişti. Berivan babaanneyle gençler kalmıştı geriye. Ortamda oluşan kısa sessizlik beni germek yerine mutlu ediyordu. Sonuçta akrabalarımla tanışıyordum değil mi?

 

Lavin, abimle bana bakarak merakla sordu. “Burada kalacaksınız artık değil mi? Gitmeyeceksiniz?” Çoğul kullanıyor olması garibime gitti. Çınar zaten burada kalmıyor muydu ki? Lavin’e yanıt verdim. “Bir süre buradayım.” Dedim. Genişçe gülümsedi. Volkan araya girdi. "Abi, haftaya olacak gösteriye geleceksin değil mi?"

 

Çınar, kaşlarını çattı, hangi gösteri olduğunu sorguluyordu sanki. Sonra anımsamış gibi kafasını salladı. "Gelmeye çalışacağım, aslanım." Volkan gülümsedi. Gerçekten mutlu olduğunu fark etmiştim. "Ne gösterisi?" diye sordum merakla.

 

"Volkan, okulunun müzik grubunda. Bateri çalıyor." Dedi Çınar, devamını Volkan getirdi. "Her yıl gösteri yapıyor okul, ben ilk kez bu sene dahil olacağım." Heyecanı gözlerinden okunuyordu. “Tebrik ederim." Dedim gülümsemeyle. "Kaçıncı sınıfa gidiyordun sen?"

 

"Lise 2." Kaşlarım yükseldi. Düşündüğümden daha küçüktü. O sıra Şirin'in homurtusunu duydum. "Ergen hevesleri işte..." Bunu duyan sadece ben değildim. Volkan da duymuştu ve yüzü asılmıştı.

 

"Neden öyle söyledin?" Diye sordum direk gözlerinin içine bakarak. Omuz silkti. "Ben de lisedeyken gitar çalıyordum ama bıraktım. Ergenliğimde kaldı böyle hevesler." Dedi beğeni dolu bir ses tonuyla.

 

"Bıraktım değil de beceremedim desek daha doğru olur bence bu durumda." Bu lafımı beklemiyor olacak ki kaşlarını çattı. O kendini çok beğenen tavrı sekteye uğradı. "Ne alakası var?" Diye sordu ters ters.

 

Ona yanıt vermeden Volkan'a döndüm. "Yaptığın şey heves bile olsa eğer onu yaparken mutluysan bir önemi yok." Dediğimde gülümsemişti ve Şirin'e de alttan alttan sırıtarak bakmıştı.

 

"Çınar abi?" Dedi Lavin. “Sen de bir ara saz çalıyordun değil mi?” Çınar kafasını usulca salladı. Bu ailenin müziğe olan düşkünlüğü şaka mıydı? “Çalmıyor musun artık?” diye sordum merakla. Müzik ilgi duyduğum bir alandı. “Pek değil.” dedi.

 

“Neden?” Omuz silkti. “Vaktim kalmıyor.”

 

“Ama çalmazsan unutursun.” Desem de umurunda olmadığını anlamıştım. “Sen çalıyor musun bir şeyler?” Çalıyordum tabi ki! Müzik benim en büyük tutkumdu! “Birkaç şey denemişliğim olmuştu.” Dedim. Neden açıkça dile getirmedim bilmiyorum ama o an söylemek istememiştim.

 

Şirin araya girdi. “Flütten mi bahsediyorsun?” Ses tonundaki ezikleyici tını gülümsememe neden olmuştu. Ne kadar da tatlı bir kuzen, değil mi? Tam boğmalık.

 

“Neden küçümsedin ki şimdi flütü? Sen lisedeyken çalmadın mı?” Yüzünü buruşturdu. “Iy nefret ederdim ben flütten. O yüzden müzik derslerine gitmiyordum.”

 

Ne kadar da örnek teşkil eden bir kuzen… tam boğmalık.

 

Geniş bir gülümseme ama yalandan olanı. “Hem Çınar abim de sevmezdi flütü.” Dedi Şirin. “Allah aşkına kim sever ki flütü?”

 

Çınar abim demek… hmm… biz bence seninle çok iyi anlaşacağız Şirin. Bak kalıbımı basıyorum. “Değil mi Çınar abi?” diye sordu Çınar’a bakarak. Çınar ilgilenmiyor gibi omuz silkti. Lavin mırıldandı o sıra. “Ben flüt çalmayı seviyordum.”

 

Ben de seviyordum çünkü küçükken alabildiğimiz tek müzik aletiydi. Paramız başkalarına yetmiyordu. Küçükken çok heveslenirdim ama hiçbir zaman anneme ısrar etmedim alması için. Çünkü paramızın olmadığını bilen bir çocuktum. Annem komşulardan gece gündüz flüt çaldığım için çok şikayet alırdı ama kızmazdı bana. Zaten elimde bir flütüm vardı. Bir de tavşanım. Oynayabileceğim başka bir şeyim yoktu ki.

 

“Senin revize olmuş zevklerinden de bu beklenirdi zaten.” Dedi Şirin, Lavin’e karşılık. Tamam, ben bunu döverdim. Kesin döverdim. Boğazımı temizledim. “Canım.” Dedim tatlı bir ses tonuyla. “Rafine o bir kere, revize değil. İnsanların zevklerine burnunu sokmadan önce konuşmayı öğren olur mu?”

 

Ulan, elimde olsa kendi alnımı öperdim be.

 

Gözlerimi Şirin’e dikmişken onu bozmamdan dolayı kaşlarını çatmış bana kötü kötü bakıyordu. Ay, senin kötü bakışını yerler. Cimcime! Şirin olmayandan.

 

“Nilüfer!” dedi o sıra Çınar. “Gel sana kalacağın odayı göstereyim.” Bana hava hoştu. Fark etmez dercesine omuz silktim. Tam kalkmak için hazırlanıyordum ki evin kapısından çıkan kişilere gözüm kaydı.

 

Şimdi, ailemin geri kalanıyla tanışma vaktiydi.

 

🪷

 

Seyfi amcam ve Nuran Yengemle tanışmıştım. Gerçi Seyfi Bey'le çok önceden zaten tanışıyorduk ama o herhalde hatırlamadığımı düşünüyordu. Şirin onların kızıydı. Açık söylemek gerekirse üçü de birbirinden sevimsizdi.

 

Konakta kalan Canan Hanım'ın 9 yıl önce eşini kaybettiğini, o öldükten sonra da bu konakta kalmaya başladığını öğrenmiştim. Anladığım kadarıyla onun sadece bir çocuğu vardı ve kendisi bu şehirde değildi. Canan Hanım eşi öldükten sonra da hiç evlenmemişti.

 

Konakta kalmayan ama ailenin parçası olan en küçük amcamın ise evli ve 2 çocuğu olduğunu öğrenmiştim. Ama onlar uzun zaman önce bu şehirden gitmişler. Bursa’da yaşıyorlarmış. Yazın, tatil için gelmek dışında konağa adım atmıyorlarmış.

 

Dilan Hanımın anne ve babası çoktan ölmüş. Kendi tarafından bir iki akrabası olsa da onlarla da yakın değilmiş. Yani, tek yakını çocuklarıymış.

 

Korkut Bey, ki kendisi babam oluyordu, 8 yıl önce kalp krizi geçirmiş, sonra bir daha toparlanamamış. Yürüyemediğini, tek başına doğru düzgün yemek bile yiyemediğini söylemişlerdi. Üstelik şeker hastasıydı. Genetik şeker hastalığımın böylelikle de sırrı çözülmüştü.

 

Tüm bunları öğrendikten sonra tek bir yorum bile yapmamıştım. Şu an yemek masasındaydık ve saydığım herkes Korkut bey dışında buradaydı. Gergin olan ortamın kaynağının ben olduğumu bilsem bile üzerimde inanılmaz bir rahatlık vardı.

 

Çatalımı bir kenara bırakarak Seyfi beye, amcam olur kendisi, baktım. 50 yaşını çoktan devirmiş, pala bıyıklı biriydi. Keskin çene hatları olsa da yaşlılığın getirdiği kırışıklıklar onu da esir almıştı. Ailenin en büyüğü de, Berivan Hanımdan sonra, kendisiydi. Galiba kendini evin reisi sanıyordu.

 

"Amcacığım." Dedim bastırarak. Bütün bakışlar bana döndüğünde o da yemeği keserek bana bakmıştı. Seyfi Bey, dışında kimseye akrabalık bağıyla seslenmediğim için galiba şaşırmıştılar. Genişçe gülümsedim. "Tuzu uzatır mısın?"

 

Hemen onun yanında oturan Nuran Hanım bana cins cins bakarken amcacığım önündeki tuzu aldı ve bana taraf uzattı. Tuzu alarak hafiften yemeğime serptim. Nuran, ortamları karıştırıp sonra WhatsApp’a göndermeli sözler atan yengelere benziyordu. Şirin’in kime çektiği belliydi. Tuzla işim bittiğinde masaya oldukça sert bir şekilde bıraktım. Bakışlar üzerime döndü. Geniş bir gülümseme daha sundum hepsine. “Rutubetlenmiş de.” Dediğim sıra Canan Hanım, Seyfi beye amca dememden cesaret almış olmalı ki sordu. "Kızım, hiç konuşamadık ama annen nasıl? Çok uzun zaman oldu Ferda'yı görmeyeli."

 

Senin canını yerim be Canan! Fırsatı ayağıma getirmişti resmen. Seyfi beyin gerildiğini fark ettim. Tam yanımda oturan abim tuttuğu çatalı öyle bir sıktı ki çatal bükülecek sandım. Bu yaptığım onu nasıl etkileyecekti bilmiyordum ama şu an için gözüm her şeye kördü.

 

Oturduğum yerde dikleştim. "Aa, inanmıyorum!" Dedim abartarak. "Amcacığım size bahsetmedi mi?"

 

Çınar kaşlarını çatarak bana döndü. Ne dediğimi anlamaya çalışıyordu. Seyfi beyin gözlerinin içine baktım, bu bakış düşmanca bir bakıştı. "Oysa kendisi annemin cenazesine gelmişti." Dediğim an ortama sanki bir kıvılcım düştü, masada oturan herkes o kıvılcımdan tutuşmaya başladı.

 

"Ne?" Dedi anlamıyor gibi Çınar. Söylediklerimi beklemiyordu. Kimse beklemiyordu. Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Amcana neden sana söylemediğini sor istersen." Dedim gayet rahat bir tavırla. Çınar, öfkeyle amcasına döndü. "Bu doğru mu?" Diye sordu sesine yatırdığı yabancıyla. Öfkeden boynundaki damarın attığını görebiliyordum.

 

Seyfi beyin yutkunduğunu gördüm. "Oğlum, dinlemen-"

 

"Doğru mu değil mi?" Dedi Çınar tek düze bir sesle. Kendini zor tuttuğunu anlamak kolaydı. Seyfi Bey kafasını salladı. "Cenazeye gittim evet ama-"

 

Çınar elindeki çatalı masaya öyle sert bıraktı ki susmak zorunda kaldı. "Sen." Dedi, o an ondan korkmaya başladığımı hissettim. "Sen benim annemin öldüğünü benden nasıl saklarsın?!"

 

Seyfi Beyin betinin benzinin attığını gördüm. "Çınar, bu meseleyi sonra kon-"

 

Çınar ayağa kalktı. Gözleri dönmüştü sanki. Bugün öğrendiği gerçek ve o gerçeğin gün yüzüne çıkarttıkları bir canavar yaratmıştı. "Sen kimsin!?" Sesi konakta yankılandı. "Sen kimsin lan!?"

 

Seyfi bey de ayağa kalktı. "Saygısızlık ediyorsun." Dedi baskı altına almaya çalışır gibi. Çınar güldü ama sinirden. "Saygını da yaşını da sikerim senin!" Gözlerim büyüdü. Çınar amcasına doğru öfkeyle ilerlediğinde diğer herkes gibi ayaklandım.

 

Çınar'ı durdurmak için bir şeyler söylüyor, bağırıyordular. Ama Çınar avına odaklanmış bir kurt gibi amcasına ilerliyordu.

 

"Çınar!" Dedi Seyfi. "Kendine gel! Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

 

Çınar hiç oralı olmadan onun yakalarına yapışmıştı bile. Bu kadar büyük bir tepki beklemiyordum. Seyfi’nin boğazını sıkıyordu. "Bu saate kadar sustum! Bu saate kadar ne dediysen yaptım ama bu saatten sonra tek bir yanlışına bakarım Seyfi Ilgazoğlu! Seni şimdi yerin dibine gömmüyorsam," Korkuyla olup biteni izleyen Şirin'e döndü. "Şu kıza dua et!"

 

Çınar iterek Seyfi'yi bıraktığında Seyfi dengesini zar zor sağlamıştı. Abim bir daha kimsenin yüzüne bakmadan konaktan kapıyı çarparak çıktı. Derin bir nefes aldım. Ne de eğlenceli bir akşam yemeğiydi bu böyle!

 

Çınar’ın gitmesine engel olmaya çalışmamıştım çünkü aile işlerine karışılmazdı, değil mi?

 

Seyfi Bey yüzüme öfkeyle bakarak içeri girdiğinde onun peşinden de Nuran ve Canan gitmişti. Canan hanıma birazcık üzülmüş olabilirdim ama birazcık. Şirin hızla üzerime doğru gelerek beni geriye doğru itti. "Gelir gelmez herkesin huzurunu bozdun!" Toparlandım. Beni bir kez daha itmesine izin vermeden ellerini tuttum ve onu kendimden uzaklaştırdım. Ona karşılık vermemi beklemiyor olsa gerek şaşırdı ama umurumda değildi. Boyu benden birkaç santim uzun da olsa yüzümü yüzüne yaklaştırdım. “Daha dur canım. Hiçbir şey yapmadım ki.” Genişçe gülümsedim. Ağlayacak gibi oldu bir an. Omzuma çarparak yanımdan geçip gittiğinde yüzümdeki gülümseme küçüldü ve intikam iki dudağımın arasına yerleşti.

 

Daha yeni başlıyordum.

 

Önüme döndüm. "E, biz yemeğimize devam edelim bari." Dedim ve sandalyeme tekrar oturdum. Lavin ve Volkan dehşetle bana baktı ama onlar olayın şaşkınlığındaydı. Dilan Hanım da masaya tekrar oturmuştu. Hemen onun yanında olan Berivan Hanım olup bitene karşı kayıtsız kalmıştı, sanki hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi.

 

Dilan Hanım, "Başın sağ olsun, kızım." Dedi, sesi üzgün çıkıyordu. Bu konudan bahsederken canımı yakmaktan korkuyor gibi sesini kısmıştı. Kafamı usulca salladım. Çocuklarına döndü. "Çocuklar, doyduysanız hadi odanıza geçin." O ikisi annesine karşı çıkmak yerine denileni yaptı.

 

Koca masada üç kişi kalmıştık şimdi. Çorbamdan keyifli bir yudum aldım. Kim yaptıysa güzel yapmıştı. Tarifini almalıydım. "Nil." Bakışlarımı Dilan Hanım’a doğru kaldırdım. "Özür dilerim." Dedi birden.

 

Kaşlarım kavislendi. "Ne için özür diliyorsunuz?"

 

"Annenin yerine geçtiğimi düşünüyorsun." Dediğinde duraksadım. Elimde tuttuğum kaşığı kenara bıraktım. "Bunun için özür dilerim. Benden nefret edebilirsin, buradaki herkesten nefret edebilirsin. Buna sonuna kadar hakkın var. Ama çocuklarıma o nefreti bulaştırma. Benim çocuklarımın bir suçu yok."

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Derince bir nefes aldım. Sanırım birbirimize karşı dürüst olmamız gereken yerdeydik. Ne kadar durumdan nefret etsem de dürüst olacaktım. "Dilan Hanım, sadece çocuklarınızın değil sizin de bir suçunuz yok. Ayrıca siz annemin yerine asla geçemezsiniz. Sizi izledim, gördüm. Nuran ve Canan'a karşı pasifsiniz. Onlar size emrediyor. Hizmetçiymişsiniz gibi. Korkut Beye de Berivan Hanıma da siz bakıyorsunuz. Bakmak zorundaymışsınız gibi... onlara susuyorsunuz çünkü çocuklarınız var. Çoçuklarınız için bu evde hizmetçilik ediyorsunuz."

 

Derin bir nefes almıştı. Kendini sıktığını anlamıştım. Doğruları yüzüne vurmamdan rahatsız olamamıştı, gerçeklerden rahatsız olmuştu. "Ben buraya size veya çocuklarınıza hayatı zehir etmeye gelmedim. Belki farklı annelerden dünyaya geldik ama yine de benim kardeşim ikisi de. Ve ben bu evde olduğum sürece kimse ne beni ne de kardeşlerimi ezebilir. Buna siz de dahilsiniz." Oturduğum masadan kalktım. Tadım kaçmıştı. "Afiyet olsun."

 

Bu eve gelip onları tanıyalı çok olmamıştı ama görünen köy kılavuz istemezdi. Ortada olanı net bir şekilde anlamıştım. Anlamamak için zaten salak olmak gerekirdi. Önüme gelen saçlarımı geriye doğru ittim. Evin içinden Seyfi Beyin sesi geliyordu. Boşa bağırıyordu.

 

Yüzümde geniş bir gülümseme belirdi.

 

Çok eğleneceğiz.

 

Evet. 24 yılın acısını burada onların canına okuyarak geçirecektim. Anneme yaptıklarını burunlarından fitil fitil getirecektim.

 

Ben, Nil'dim. Nilüfer değildim. Ve Nil her zaman avcıyı bile kandırabilen o sinsi av olmuştu. Avcıyı kendi ayaklarına dolamanın vakti yakındı. Kurt, kendi kurduğu tuzağa düşecekti.

 

🪷

 

Bölüm sonu!!

 

Beğendiniz mi bölümü??

 

Nil?❤️‍🔥

 

Çınar?💥

Yarın aynı saatte bölümü atacağım♥️

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYIN

 

🍭

 

İNSTAGRAM; Zeynepizem

 

 

Loading...
0%