Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. BÖLÜM 🪷

@zeynepizem

🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭

 

ZEHİRLİ ŞEKER

BÖLÜM 20

 

🪷

 

 

Kalbimin attığı her an, aldığım her dem zihnime özenle yazılan bir sayfa gibiydi.

 

Abimle birlikte yürüyordum. Abimle...

 

Konuşmuyorduk ve şu an için konuşmamak öyle iyi gelmişti ki bana. Onunla böyle bir an paylaşmak beni mutlu etmişti. Geri döndüğümde anneme bu anıyı gülümseyerek anlatabilecek olmak ise daha da mutlu ediyordu.

 

Acaba o şu dakikalarda ne düşünüyordu? Sorsam, beni tersleyecek ve bu an bozulacaktı. Bu yüzden sustum.

 

Yürümeye devam ederken duyduğum cıyaklama sesiyle durmuştum. Sağ yanımızda sokak boyu devam eden yüksek bir çit vardı ve ses o taraftan geliyordu. Yönüm çitlere doğru dönerken Çınar'ın da yürümeyi kestiğini fark ettim. Boyum çitin üstünden bakmama yetmediği için bulduğum boşluktan tek gözümü kapatarak diğer tarafa baktım.

 

Birkaç köpek... yavru köpekler!

 

Çınar yanımda çitin üstünden baktığım yere baktığında ben göremediğim için sordum. "Ne olmuş? Niye bağırıp duruyor?"

 

"Bilmiyorum." Dedi benden biraz uzaklaşarak daha iyi görebileceği bir yere geçti ve soruma cevap verdi. "Tasmasına takılmış."

 

Gözlerim endişeyle büyüdü. "Ne yapacağız?" Diye sorarak ona döndüm. Çınar çitin olduğu tarafa göz atarak bana geri dönmüştü. "Özel mülk burası, elimizi kolumuzu sallayarak giremeyiz."

 

"Ama çok bağırıyor, canı yanıyor baksana." Çitin delik olan kısmından içeri baktım. 3 tane görebiliyordum. Acıyla bağıranı göremiyordum ama görmeme gerek yoktu zaten. Sesiyle yeterince kendini belli ediyordu.

 

Ellerimi çite koyarak hafifçe sarstım. Oldukça sağlamdı, hayatta yıkılmazdı. O zaman tek çare tırmanmaktı.

 

Başımıza iş açacaksın.

 

Olsun. Köpek kurtulacak sonuçta.

 

Çit çok yüksek, nasıl çıkacağız?

 

Ay bilmiyorum, bir sus!

 

Çitin üst kısmından tutarak kendimi yukarıya doğru çekmeye çalıştım. O an Çınar sordu. "Ne yapıyorsun?"

 

"Çite çıkıp karşıya geçeceğim."

 

Beni baştan sona süzdü. "Bu boyla mı?" Kaşlarımı çattım. "Ay ne varmış benim boyumda!? Sen ayı gibiysen ben ne yapayım?"

 

"Yine ayı dedi ya..."

 

Ona aldırış etmeden ayağımı bir yere yaslayıp kendimi yine yukarıya çektim. Tam başardım demişken ayağım kaydı ve dengem bozuldu. "Ay!"

 

"Kız yavaş!"

 

Abim tutmuştu.

 

Abim beni tutmuştu!

 

Düşmeyeyim diye.

 

Ama ağlarım...

 

"Başımın belası ya," diye söylenip önümde diz çöktü ve ellerini birleştirip önüme doğru uzattı. Ona sorguyla baktım. "Bas şuraya."

 

Gülümsedim. Ciğer görmüş kedi gibi dediğini yaptım. Yukarıdan tutunduktan sonra avuçlarının içine bastım ve diğer ayağımı çitin öbür tarafı attım. Çınar o sıra belimden tutmuştu. "Düşme sakın, düzgün atla."

 

Kafamı salladım. Kalan ayağımı da kendi tarafıma aldım ve aşağıya atlamak için hareket ettim ancak o an nutkum tutulmuştu.

 

"Ne oldu?"

 

"Ay çok yüksekmiş!"

 

"Korkma, tutuyorum."

 

"Nasıl ineceğim?!"

 

"Sıkı tutun çitlerden, bekle orada." Kafamı salladım. Çitlere sıkıca tutunmuşken Çınar kıvrak bir hareketle kendini çitlerin diğer tarafına atmıştı. O sıra yaptığı hareket çitleri sallandırdığı için minik bir çığlık atmıştım. Gözlerimi sıkıca kapattım. "Bilerek yapıyorsun değil mi? Düşüp öleyim istiyorsun! Hiç sevmiyorsun beni!"

 

"Kes sesini de bırak şu çiti." Kafamı iki yana salladım. "Bırakmam! Düşerim bırakırsam!"

 

"Nilüfer tutuyorum!"

 

Omuz silktim. "Bana ne! Kolumu acıtmıştın yine acıtırsın!"

 

Ufak bir sessizlik oldu. Tek gözümü açarak ona baktım. Tam önümdeydi. Çitin üstünde olduğum için boyun ondan uzundu. "Hadi," dedi ılımlı bir ses tonuyla. "Acıtmayacağım."

 

Güvenelim mi?

 

Bilmiyorum.

 

Güvenelim en fazla yere düşeriz.

 

Ama yere düşmek istemiyorum. Onun yüzünden düşersem daha çok acır.

 

"Nilüfer?"

 

Çınar'a baktım. Kollarını bana doğru uzattı. "Hadi." Dedi tekrar. Bir elimi çitten çektim ve ona doğru uzattım. Bunu yaptığım an kollarımın altından kavradı ve bir çocukmuşum gibi kolaylıkla çitlerin üstünden aldı beni. Ayaklarım yere bastığında öyle derin bir nefes aldım ki dünyadaki tüm nefes bitseydi şaşırmazdım.

 

"İyi misin?"

 

Yüzümü yüzüne doğru kaldırdığımda bir şey fark ettim. Omuzlarına tutunuyordum, onun da elleri sırtımdaydı. Ay, ilk kez abime bu kadar yakındım...

 

Bir şey söylemem gerekiyordu ama ben kaçmayı seçtim. "Köpekçiğe bakacağım." Diyerek çekildiğimde bir şey söylememişti.

 

Burası çamurlu bir tarlaydı. Yürümek bile zordu. Çitin altında kartondan bir kulübe vardı ve yavrular orada üst üste yatıyordu. Sesi gelen yavru biraz daha uzaktaydı. Boynundaki tasma çitlere geçmişti. "Ay yazık, kıyamam sana."

 

Ona doğru eğilecektim ki Çınar kolumu tuttu. "Dur kızım, ısırırsa görürsün."

 

"Nerden bilecek ısırmayı, çok küçük daha."

 

"Doğası gereği her şeyi biliyor. Geride dur sen."

 

Çınar köpeğin yanına eğildiğinde köpekçik kaçmaya çalışarak boynunu daha çok acıttı. Onun o hali gözlerimi doldururken kurtulsun diye dua ediyordum.

 

"Dur lan yerinde!" Dedi Çınar. Tam o esnada köpeğin ensesinden yakaladı. Köpek korkuyla bağırırken ben de yanına çömdüm. Çite geçen ipleri çözmeye başladım ama ipler çok sertti. "Ay Çınar açılmıyor. Niye bunu takmışlar ki küçücük hayvana?"

 

"Bilmiyorum. Açamıyor musun?"

 

Kafamı iki yana salladım. Köpeğin ensesinden tutmaya devam ederken boşta kalan eliyle ipleri açmaya çalıştı. Biraz uğraştıktan sonra ipleri çözmüştü. Köpekçiği çitin dibinden alarak açık alana geçtiğinde peşinden gittim. "Bunu boynundan çıkartmamız lazım." Dedi.

 

"Çıkar mı ki?"

 

"Bi' rahat dursa çıkaracağım da!" Derken köpekçiğe gönderme yapıyordu. "Hay senin sesine!"

 

Köpek bağırmaya devam etti. Korkuyordu çünkü. Acaba anneleri neredeydi?

 

"Nilüfer, ensesinden tutabilir misin?"

 

"Tutarım."

 

"Ama bak sıkı tutman lazım, bırakırsan beni ısırır."

 

"Tamam, bırakmam."

 

Söylediğini yaparak ensesini tuttum. Tutmak çok zordu ama onun iyiliği için yapmıştım. Bu sırada da Çınar o kalın ipleri boynundan çıkartmıştı.

 

"Bırakayım mı?" Diye sorduğumda rahat bir nefesle konuştu. "Bırak, dikkatli ol."

 

Beni ısırmasın diye hafifçe doğruldum ve ensesini bırakarak hemen geri çekildim. O an Çınar'ın göğsüne çarpmıştım ama. Köpekçik önce bir afalladı sonra bacaklarının arasına sıkıştırdığı kuyruğuyla koşarak kardeşlerine doğru gitti.

 

"Pezevenge bak." Şaşkınla Çınar'a döndüm. "Niye küfrettin şimdi?"

 

"Küfretmedim sevdim." Kaşlarım çatıldı. "Öyle sevilir mi?"

 

Yüzünü yüzüme doğru eğdi. "Nasıl sevilirmiş?"

 

"Böyle güzel güzel narin narin, ne dediğini anlıyordur hem. Ya alındıysa? Özür dile çabuk."

 

"Köpekten mi özür dileyeyim?"

 

"Evet."

 

"Oldu, başka?"

 

Arkasını bana döndüğünde kaşlarımı çattım ki o an nefesim boğazımda kaldı. Çınar'ın kazağını çekiştirdim. "Çınar." Dedim korkuyla. Oralı olmadığı için daha sert çekiştirdim. "Çınar!"

 

"Kızım ne çekiştiriyor-" sözlerini bitiremeden bana taraf dönerek baktığım manzaraya baktı.

 

Anne köpek. Bize dişlerini göstermiş saldıracak gibi bakıyor... Zaten her an ağlayacak gibi olduğum için göz yaşlarım süzülmeye başladı. "Beni bırakıp kaçacaksın değil mi?! Yem edeceksin! Çok kötüsün!"

 

"Nilüfer, bak sakın ani bir hareket yapma."

 

"Yiyecek beni!"

 

"Nilüfer!"

 

Ona biraz yanaştım ve kazağını daha sıkı tuttum. "Çınar, ne yapacağız?"

 

Derin bir nefes aldı. Kazağını çekiştirdiğim elimi sıkıca tuttuğunda ona doğru döndüm. "Kaçıyoruz!" Dedi ve beni de peşinde sürükleyerek koşmaya başladı. Anında kendime gelerek ona ayak uydurmaya başladım. Köpek havlayarak arkamızdan gelirken çığlık atmayı ihmal etmiyordum. Yemin ederim köpekten daha çok çıkıyordu sesim.

 

Çitlerin içindeydik ve bu da sıkıştık demekti. Bizi yiyecekti. Hayır, beni yiyecekti. Çınar kaçıp kurtulurdu, beni bırakırdı.

 

Koşarken aynı zamanda ağlıyor ve bağırıyordum.

 

"Çitin sonunda duracağım bak, elime basıp çıkacaksın hemen tamam mı?!" Diye bağırdı Çınar.

 

"Ya yapamazsam!? Düşerim ben kesin!"

 

"Yaparsın!"

 

Karşı gelemedim çünkü çitin sonuna gelmiştik. Hemen eğildi, söylediği gibi hızlıca eline bastım ve ayağımı çitin öte tarafına attım. Daha aşağıya inememişken köpek yaklaşmıştı. "Hay sikeyim!"

 

Çınar öbür tarafa doğru koşmaya başladığında daha fazla yukarıda kalamadan çitin dışına doğru düştüm. Gerçi ayaklarımın üstüne düşmüştüm ama tutunduğum çit dirseklerimi çizmişti. "Çınar!"

 

Çiti tutarak yukarıya doğru zıpladım. Ama göremiyordum. İçeride kalmıştı. Köpeğin sesinden dolayı ne tarafta olduklarını anlayarak çitin hizasında koşmaya başladım. Tam o an bir şey fark ederek geri döndüm.

 

Kapı vardı.

 

Birkaç saniye kapıyla bakıştıktan sonra kapıyı açarak içerde koşan Çınar'a baktım. "Çınar buraya!! Buraya gel! Kapı varmış!"

 

Beni gördü. "Aklımızı sikeyim!" Diye bağırdı koşarken. Arkasından gelen köpek istikrarlı bir şekilde havlamaya devam ediyordu. O kapıdan koşarak geçtiğinde hemen kapıyı kapattım. Köpek kapının önüne gelip havlamaya devam etti. Çınar omzunu çite yaslayarak kendini yere bıraktı. Nefes nefeseydik.

 

"İyi misin? Isırmadı değil mi?"

 

Kafasını iki yana salladı ve sonra çıktığı kapıya bakıp güldü. O gülünce göz yaşları içinde olsam da bende güldüm.

 

"Niye ağlıyorsun?" Diye sorduğunda omuz silktim. "Korkunca ağlıyorum."

 

"Köpeklerden korkuyor musun?"

 

"Normalde hayır ama beni yiyecek gibi bakan köpeklerden korkuyorum, evet."

 

Sessiz kaldı. Çıktığı kapıya tekrar baktı ve galiba içinden kendine sövdü. Göz yaşlarımı elimle sildim. O sıra bakışları bendeydi. Kaşlarını çatarak kalktığında bir adım geriledim. Gözümün altını sildiğim bileğimi kavradı.

 

"Düştün mü sen?" Bileğime baktım. Kıpkırmızıydı. "Yok. Tutunurken oldu."

 

"Bu kadar kızarması normal değil, Nilüfer."

 

"Bedenim hassastır. Sinek ısırığında bile kıpkırmızı oluyor tenim." Açık tenliydim. Bu durumun ten rengimle de alakası vardı ama genel olarak benim narinliğim daha etkiliydi. "Acıdı mı çok?"

 

Ona bakakaldım. Bu soruyu neden sormuştu ki? Beni önemsediğini düşünecektim şimdi.

 

Bizi önemsediği falan yok.

 

Bileğimi elinden kurtararak arkamı ona döndüm. "Eve gidelim mi artık?" Bu bir soru değildi. Bu kurtuluş yolumdu. Usul usul ilerlerken arkamdan gelmeye başladı.

 

Birkaç dakika sessizce yürüdükten sonra arkamdan seslendi. "Nilüfer?"

 

Cevap vermedim. Sonuçta benim adım Nilüfer değildi.

 

"Nil?" Dedi bu sefer. Adımlarım duraksadı. O durmadan önüme geçip bana döndüğünde gözlerine baktım. Gözleri kollarımda gezindi. Sonra gözlerimin içine baktı. "Ben, özür dilerim."

 

Samimi.

 

Çünkü gözlerimin içine bakıyor. Kendi duygularını saklamıyor.

 

"Sana öyle davranarak gerçekten ayılık ettim. Ama bile istiye olmadı."

 

Onu anlıyordum. Yani en azından anlamaya çalışıyordum. Şimdiye dek annesi yaşıyor sanıyordu. Ve benim babama olduğum gibi o da anneme öfkeliydi.

 

Çünkü, onun gözünde annem onu terk etmişti. Belki de şimdiye dek annemin geri dönmesini beklemişti ama artık imkansızdı.

 

Kafamı usulca salladım. "Önemli değil."

 

Gülümseyecek gibi olsa da ifadesiz kalmayı başardı. Yutkundu. Ne düşündüyse gözleri parça parça oldu.

 

"Sen..." kararsızlık vardı yüzünde. Sorup sormamak arasında kalmıştı. Sert bir nefes verdi. "Yani sen, o öldükten sonra-" onu es geçip yürümeye başladığımda lafı yarıda kalmıştı. Arkamdan seslendi. "Ama bunları konuşmamız gerekiyor." Dedi kaçma der gibi.

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Belki bir gün sana güvenirsem anlatırım, Çınar." Dedim duyabileceği bir ses tonuyla. Arkamdan gelirken bana cevap verdi. "Bunun için bana açık bir kapı bırakmalısın. Sürekli arkanı dönüp gidiyorsun."

 

Güldüm. "Neden acaba?"

 

"Tamam, haklısın." Dediğinde haklı olmaktan nefret ettiğimi fark ettim. "Denememe izin verecek misin?"

 

Durdum. Ona doğru döndüm. "Çınar, sen sırf dene diye ben o konakta ve bu şehirde kalıyorum."

 

🪷

 

Akşam eve geldiğimizde yemek sofrasındaydı evdekiler. Nuran hanım sabahki olaydan dolayı bana kötü kötü bakmış, onlara hiç yardım etmediğim için söylenip durmuştu ilk dakikadan. Ben de tek kelime etmemiş ve mutfağa gidip kendime yemek hazırlamıştım. Artistlik edip odama da çıkabilirdim ama öğünlerimi kaçırdığımda yerinde durmayan şeker seviyem oryantal gibi dans ediyordu.

 

Seyfi Bey evde yoktu. Dünden beri gelmemişti ve Nuran Hanım bu yüzden Çınar'a da kötü kötü bakmıştı. Çınar da oralı olmamıştı. Volkan ve Lavin'i yemek sofrasının dışında görmemiştim. Lakin Şirin her taraftan çıkıyordu.

 

Kaldığım odasın kapısının önünde durduğumda bir an kapıyı çalsam mı diye düşündüm, sonuçta onun odasıydı.

 

Ama bizim de odamız.

 

Ama ya çıplaksa?

 

Olabilirdi. Elimi kaldırarak kapıya iki kez vurdum. İçeriden ses gelmeyince kapıyı açtım ve girdim ki o an koltuğa oturmuş kafasını geriye atarak uyuyakalmış Çınar'la karşılaştım.

 

Ona karşı içimde kocaman bir şefkat hissettiğim anda kaşlarımı çatarak bu histen hemen uzaklaştım. Valizimi henüz yerleştirmemiştim, hemen dolabın kenarında duruyordu.

 

Geceliklerimi almak için valizime ilerleyip sessizce yere yatırdım ve fermuarı açarak ihtiyacım olacak eşyaları aldım. Valizi kaldırırken zorlanmıştım çünkü hem bileğim ağrıyordu hem de sessiz olmak işkence gibiydi.

 

Kıyafetlerimi almıştım ama artık tek bir sorun vardı.

 

Ben nerede giyinecektim?

 

Odada.

 

Ama abim burada!

 

Sonuçta abin...

 

Sonuçta 1 haftalık abim. Belki de sapıktır ne biliyorsun?

 

O sapıkla aynı odada uyuyacaksın.

 

Aynı şey değil bir kere.

 

Uyuyor adam! Kenarda giyin işte!

 

Ama ya uyanırsa?

 

Kıyafetlerimi alarak kapıya yöneldim. En mantıklı şey banyoda giyinmekti. Neyse ki bu katta banyo vardı. Hızlıca odadan çıkıp banyoda giyinerek geri döndüm. Çınar hâlâ aynı pozisyondaydı. Uykum geldiği için esnerken yatağa oturdum. Çantamdan insülin kalemimi çıkartıp her zaman yaptıklarımı yaparak ilacı sol elimle sağ kolumdaki kasa enjekte ettiğimde yüzüm acıyla buruştu.

 

Sağ kolum hep daha çok acırdı. İğnelerimi bedenime dönüşümlü olarak vuruyordum. Canımı en çok sağ koluma vurmak yakıyordu. “O kadar mı acıyor?” Gözlerim abimin uyuduğu yere doğru kaydı. Duruşunu bozmamıştı ama gözleri açıktı. Yüzümü toparlayarak kafamı iki yana salladım. “Alıştım artık.” İğneyi derimden çektim. “Sen uyanık mıydın?” diye sorduğumda kafasını iki yana salladı. “Az önce uyandım. Odadan çıktığında.” Lavaboya gittiğim sıradan bahsediyor olmalıydı. “Kusura bakma.” Dedim uyandırmama laf etmesin diye. Önüme dönerek işime kaldığım yerden devam ettim. Çöpleri plastik poşete attım. Eşyalarımı çantama yerleştirdikten sonra ayağa kalkarak valizimin üzerine bıraktım. “Nilüfer.” Niye uyanmıştı ki şimdi bu? Ben yatakta yatmak istiyordum. Çatık kaşlarla ona doğru döndüm. “Ne?”

 

“Bana söylemek istediğin bir şey var mı?” Çatık kaşlarım kavislendi. “Ne gibi bir şey?” Ellerini ensesine doğru alarak gerildi ve hemen ardından dikleşerek bacaklarının üzerine yerleştirdi. “Amcamın, cenazeye gelmiş olması gibi bir şey.”

 

Duraksadım. Birkaç saniye onu anlamaya çalışarak yüzüne baktım. Ne hissediyordu merak ediyordum ama yüzü duvar gibiydi. Hiçbir şey anlaşılmıyordu. Kafamı iki yana salladım. “Yok. Bu kadardı.” Güldü. Alaycı bir gülüştü. “Bu kadardı?” dedi sorar gibi. Omuz silktim. “O adamla konuştun mu?” diye sordum merakla. “Sana ne söyledi?” Neden annemin cenazesine gelip abime gerçekleri söylememişti merak ediyordum. Annemin öldüğünü neredeyse kimse bilmiyordu. Böyle bir şeyi nasıl saklayabilirdi?

 

Abim, sıktığı yumruğunu dizine yaslamıştı. Bileğindeki damarlar açığa çıkmış olsa da yüzü yine duvar gibiydi. “Konuştum.” Dedi. Üzerine doğru bir adım attım. “Neden söylememiş sana?” Dişlerini birbirine bastırdığını fark ettim. “Gerek duymamış.” Dediğinde kulaklarım çınladı. Benim annemin ölümü gereksiz bir ayrıntı mıydı? Nasıl bakıyordum bilmiyordum ama Çınar ayağa kalkmıştı. “Nilüfer.” Dese de oralı olmadan kapıya doğru döndüm.

 

Demek, gerek duymamıştı öyle mi? Gerek duymamıştı!

 

“Nilüfer. Nilüfer!”

 

Kapıyı açarak odadan dışarı çıktım. “Baban da biliyor muydu?!” diye bağırdığım sıra Çınar kollarımdan tutarak beni odaya geri sokmuştu. Kapıyı da üzerimize kapattığında delirmek üzereydim. “Çekil önümden! Hepsi bana hesap vermek zorunda!”

 

“Sakin ol.” Dedi. Olmayacaktım sakin falan. Bana kalırsa ben şeker hastası falan değildim sinir hastasıydım. “Olmuyorum! Ne yaparsın?!” Sesim odada yankılandı. “Nilüfer.” Dedi tam karşımda dururken. Derin bir nefes aldı. “O adama yaklaşmayacaksın.” Tane tane kurduğu kelimeleri anlamıştım ama anlamak istemiyordum. “Ya sen o adamın neye sebep olduğunun farkında mısın?! Onu hâlâ nasıl koruyabiliyorsun?!”

 

“Onu değil seni koruyorum!” Bu sefer odada sesi yankılanan Çınar’dı. Duvar gibi olan yüzünde öfkeyi görüyor olsam da umursamadım. Bana söylediklerinin bir açıklamasını yapmak zorundaydı. Neden kendi ailesinden düşmanı gibi bahsediyordu? Neden çoğu zaman konağa gelmiyordu? “Neden?! Amcan değil mi o adamn senin?!”

 

“Bak bilmediğin şeyler var. Beni delirtme.”

 

“Delir.” Dedim gayet düz bir şekilde. “Delir. Hadi. Delir de göreyim.”

 

“Nilüfer.”

 

“Ne Nilüfer Nilüfer! Sen, benim ne yaşadığımı biliyor musun?! Bilmiyorsun! Sen! Hiçbir şey! Bilmiyorsun! Delirecekmiş! Delir ya!” Onu göğsünden ittim. “Delirsene!” Gözlerini kapatıp açtı. Onu ittiğim ellerimi birden tuttu ve tuttuğu gibi beni kendine doğru çekti. Bir eli dudaklarımın üzerine kapandığında kaşlarımı çattım. Gözlerimin içine tehditle baktı. “Eğer bir daha bağırırsan seni bağlarım. Yemin ederim yaparım.” Şaşkınlıkla baktım. Ciddiydi. Bırakması için geri çekilmeye çalıştım ama çırpınmaktan öteye gidemedim. “Amcama bir şey söylemeyeceksin. Duydun mu beni? Hele ben yanında yoksam ona bakmayacaksın bile! Onun olduğu bir ortamda tek başına kalmayacaksın!” Nefeslendi. Sert nefesi yüzüme çarptı. “Duydun mu Nilüfer?!”

 

Duymuştum. Burnum sızladı. Ağlamamak için kendimi zor tutarken bir şey daha söyledi. “O adam sana acımaz.” Zorlukla yutkundum. Elinden kurtulmayı başardığımda bir adım geri gitmiştim. Normal bir ses tonuyla konuştum. “Bana kimse dokunamaz.” dedim. Alay eder gibi güldü. “Sana kimsenin dokunmasına izin verir miyim sanıyorsun?” Cevap verecektim ki boynunu sağa doğru yatırdı. Oradan çıkan ses beni susturdu. “Şimdi gir şu yatağa, uyu. Gece gece başımı şişirdin.” Kaşlarım çatıldı. Katır bile bunun yanında daha şirindi. Şirin bile daha şirindi.

 

Abartma.

 

Oflayarak iki kişilik kanepeye oturdum. “Umarım patlar!”

 

Tek kaşını kaldırarak bana baktı. “Kafam şişdi dedin ya, umarım patlar!” Dedim ve kanepeye uzanarak sırtımı ona döndüm. “Nilüfer, kalk yatakta yat.”

 

“Yatmayacağım.”

 

“Ne demek yatmayacağım?!”

 

“Al yatağını başına çal tamam mı?! Yatağını da seni de istemiyorum!”

 

“Ya sabır! Ya sabır!” dedi ve o sırada bir gürültü duydum. Merak etsem de bakmadım. “Yatmazsan yatma! Ben yatarım!”

 

“Ne yaparsan yap! Bana ne?! Işığı kapat! Gözüme batıyor!”

 

“Nilüfer-”

 

“Nil benim adım!”

 

Işık gürültüyle söndü. Büyük ihtimalle ışığın düğmesine yumruk atmıştı. Hiç de umurumda değildi. Hatta umarım eli falan kırılırdı.

 

O kadar da değil.

 

O kadar!

 

Gözlerimi kapattım ve sıkışık bir şekilde uykuya dalmaya çalıştım. Benim arabamın koltuğu buradan daha rahattı. Hayır yani ben burada yatmak zorunda değildim ki. Gözlerimi açtım ve yattağım yerde doğruldum. Oda karanlık olsada camdan giren sokak lambasının ışığı etrafı görmeme neden oluyordu. Çınar düz bir şekilde yatağa uzanmıştı ve ayakları yere değiyordu.

 

Ayağa kalkarak Çınar’ın yanına yaklaştım ve beklemediği bir anda onu ittim. Zaten yatağın kenarında olduğu için yaptığım şeyle yere yapışmıştı. Uzun bir küfür ederek doğrulduğunda bana anlamsızca baktı. “Ne yapıyorsun kızım?!”

 

“Ben yatacağım yatakta!”

 

“Lan ben yatma mı dedim?!” Diye haykırdığında biraz ona hak verdim ama umurumda değildi. Hiçbir şey söylemeden yatağına atladım. “O zaman istemiyordum. Şimdi istiyorum.” Bir süre başımda bekledi. Galiba beni öldürmeyi düşündü ama kardeşi olduğum için yapmadı.

 

Gölgesi üzerimden gittiğinde derin bir nefes aldım ve rahatça uzanarak gözlerimi kapattım. Beli tutulurdu İnşaAllah!

 

🪷

 

Uyandığımda saat sabah sekiz falandı. Çınar odada yoktu. Gerçi evde de yoktu. Niye yoktu?

 

Uyurken üzerime pike almadığıma emindim ve uyandığımda üzerimdeki pikeyle uyanmıştım. Bu durum sabaha mutlu başlamama neden olmuştu. Çünkü yaptığı şey düşünceli bir hareketti. Yani, kardeşini düşünüyordu.

 

Beni!

 

Moralim bozuktu. Söylediklerini düşünüp duruyordum ve bir sonuç alamadığım için bu durum canımı sıkıyordu. Neden her şeyi açıkça anlatmıyordu ki? Ben meraktan kudururdum. Ayrıca ortada net bir şey vardı ki ben o adama öyle ya da böyle hesap sorardım. Öyle ya da böyle!

 

Aşağıya kahvaltıya indiğimde sofrayı kurmalarına yardım etmiştim. Lavin çoktan çıkmıştı, stajı çok erkenden başlıyordu. Volkan ise uyku akan gözleriyle okuluna sessizce sövmüş annesinin zoruyla kahvaltı etmişti.

 

O otobüsüne binip gittiğinde Şirin daha yeni uyanıyordu. Kahvaltıya oturup kahvaltısını yaptığında annesi onu övgülere boğmuş o sıra mide sıpazmı geçirmemek için de kendimi zor tutmuştum.

 

Dilan hanımın hepsine yetişmeye çalışması beni üzen bir aytıntıydı. Şirin'e bile o mutfaktan tabak getirmişti. Bu durumun acilen değişmesi gerekiyordu.

 

Hem de çok acil!

 

Dilan hanımı böyle hor kullanmaları gözümü kapatacağım bir durum değildi. Olamazdı. Günün geri kalanında Nuran Hanım'la biraz söz dalaşına gitmiştik. Gerçi onu umursadığım yoktu da ağzıma ağzıma lafları tıkayınca kusmadan edemiyordum.

 

Canan Hanım aramıza girmese sonuç hastanelik olabilirdi. Onun açısından.

 

Kendi kendime güldüm. Şeytana papucunu ters giydirirdim be!

 

Maşallah bana!

 

Akşama yakın Barış'la konuşmuştuk. Beni sokağın köşesinden alacaktı ve birlikte yemeğe gidecektik. Bu düşünceyle seke seke hazırlanıyordum şu an. Krem rengi bol paça bir pantalon giyinmiştim. Belim ince olduğu için taktığım siyah kemerle hoş görünmüştü. Üstüme karnımı minik gösteren siyah bir badi ve onun üstüne de sıfır kol, siyah kot bir çeket giyinmiştim. Yüksek tabanlı ayakkabılarım pantolonumun paçalarını hafifçe yukarıya toplamıştı. Siyah spor çantamı da koluma taktığımda aynada kendime baktım. Saçlarımı tarayıp açık bırakmış, birazcık da makyaj yapmıştım. Makyajım göz ve dudak ağırlıklıydı.

 

Telefonum titrediğinde koşarak yatağın üstünden aldım. Barış, yazmıştı.

 

Beş dakikaya sokağın başında olacağım.

 

Kalbim pır pır attı. Neden heyecanlandığımı bilmiyordum ama bu his güzeldi. Mutlu ediyordu. Randevuya çıkıyorduk resmen. Aynada bir kez daha kendimi süzdüm. Umarım gideceğimiz yere uygun giyinmişimdir.

 

Biraz fazla mı sportif olduk?

 

Ama ne yapayım, bu kıyafetlerimin dışındaki kıyafetlerim ya çok renkli ya da çok resmi.

 

O zaman Barış'a kıyafetimizin uyacağı bir yere gitmek istediğimizi söyleriz.

 

Ay ilk günden olur mu öyle? Kaba olur bir kere.

 

Neden bu kadar önemsediğimizi anlamadım.

 

Susar mısın? Seni ilgilendirmez.

 

Barış'a bir onay mesajı yazarak kapıya yönelmiştim ki kapı kendiliğinden açıldı. Abim siyah takım elbisesiyle karşıma dikildi ve bana sorguyla baktı ki ben de ona sorguyla bakıyordum.

 

"Bir yere mi gidiyorsun?" Diye sorduğunda kafamı salladım. "Biriyle buluşacağım." Tek kaşını kaldırdı. Açık tuttuğu kapıyı kapatarak üzerime doğru bir adım attı. "Kiminle?" Tam ona, sana ne, diyecektim ki dememe gerek kalmadı. "Neyse, telefonun açık olsun. Sen bilirsin ama yine de çok geç kalma."

 

Kafamı usulca salladım. "Yemek yedin mi? Öğünlerine dikkat etmen lazım. Yiyip çık."

 

"Yok, yemeği dışarda yiyeceğiz."

 

Sormamak için kendini ne kadar zor tuttuğunu gördüğümde gülecek gibi oldum. Birkaç saniye yüzümü inceledi ve sonra gözlerini kaçırdı. "Peki." Dedi ve dolabının önüne geldi. Bol duran kravatını tamamen çekip çıkarttığında kendime engel olamadan ben sordum. "Sen neredeydin?"

 

Aynada yansıyan görüntüsünden bana baktı. "Eğer bu soruyu cevaplarsam sen de bana kiminle buluşacağını söylemek zorunda kalırsın."

 

Omuz silktim. "İyi, çıkıyorum ben."

 

Kapıya doğru döneceğim an sesi beni durdurdu. "Kıyafetlerini yerleştirmemişsin hâlâ." Valizime ve bir de ona baktım. Söylediği şeyi açıkladı. "Dolapta senin için yer ayırdım. Geldiğinde yerleştir."

 

Bir an neden bu kadar ilgili olduğunu anlamasam da kafamı salladım. "Tamam, teşekkürler."

 

Bir şey söylemediği için odadan çıktım. Aşağıya indiğimde Canan Hanım ve Dilan hanım yemek masasını hazırlıyordu. Lavin de onlara yardım ediyordu. Çok yorgun görünmesine rağmen yardım etmesi kaşlarımı çatmamı sağladı. O kadar çalıştıktan sonra bir de evin işleriyle uğraşıyordu.

 

Şirin neredeydi? Onu yardım ederken hiç görmemiştim.

 

"Oo, prenses hanım! Nereye gidiyorsun böyle, giyinmiş süslenmişsin."

 

Gözlerim iç kapıdan yeni çıkan Nuran Hanım'ı buldu. Ona gıcık bir tebessüm ettim. "Size ne Nuran Hanım?" Diye sorduğumda kaşları çatıldı. "Terbiyesiz." Dedi o sıra. Ofladım. Bu kadınla uğraşmaktan nefret ediyordum. Kendini evin Hanımağası sanıyordu. Hanımağa mı kalmıştı bu devirde?

 

"Öyle akşam akşam dışarılara çıkıp namasumuza söz ettirme sakın!"

 

Yok ya ben bu kadını döverim. Gerçekten yaş falan dinlemem döverim.

 

"Siz kendi namusunuzla ilgilenin. Yirmi dört yıldır dışarı çıkmak için kimseden izin almadım. Şimdi de alacak değilim." Üzerime doğru bir adım attı. Sabah onu laflarımla benzettiğim için üzerinde ekstra bir sinir vardı galiba.

 

"Bana bak küçük hanım! Burası senin ananın evi değil! Burası benim evim benim! Bu evde kalıyorsan kurallarına uyacaksın. Bu saatte dışarıya falan da çıkamazsın."

 

Ya sabır.

 

"Bence bunu roman olarak falan yazın ya, çok tutar. Hadi iyi akşamlar."

 

Kapıya yönelmiştim ki kolumu tuttu. Beni kendine doğru çevirdiğinde sabrımın artık sonunda falandım.

 

"Gitmeyeceksin dedim! Bu evde benim sözüm geçer! Namusumaza dil uzatırsan seni eşek sudan gelene kadar döverim."

 

Şaka galiba.

 

"Kolumu bırakın, Nuran Hanım."

 

"İçeriye geç, sofraya yardım edeceksin!"

 

Bence yeter.

 

Kolumu çekerek elinden kurtardım ve yüzümü yüzüne doğru hafifçe eğdim. "Bana bir daha dokunmaya kalkarsanız size hayatı zehir ederim! Ve bunu gerçekten çok eğlenerek yaparım! Anladınız mı beni!? Siz beni itip kakacak bir insan değilsiniz! Olamazsınız. Size, hâlâ siz derken, saygımı koruyorken duracağınız yeri bilin!"

 

Nuran Hanım bu çıkışımı beklemiyor olacak ki sinmişti. Bir kaçış yolu aramak ister gibi etrafına bakındı ve o sıra gözleri parladı. "Çınar biliyor mu gece gece dışarlarda sürttüğünü?!"

 

Gözümün sinirden attığını hissettim. Tanıdık bir ses duyuldu. "Ne oluyor orada?" Çınar'dı bu soruyu soran. Bize yaklaştığını anlasam da ona değil Nuran'a kitlenmiştim.

 

Nuran, Çınar'dan cesaret alarak horoz gibi böbürlendi. "Bu kız gece gece nereye gidiyor Çınar!? Yengene ettiği laflarını bir duysan...! Bir de bana üstleniyor! Namusumuza dil uzat-"

 

Dalmıştım. Saçına. "Senin namusunu da seni de tek tek hizaya sokarım!" Nuran bağırıyor etraf kalabalıklaşıyordu ama umurumda değildi. "Seni öldürürüm duydun mu beni! Senin karşında annem yok! Ona yaptığını bana yapabileceğini mi sanıyorsun sen!? Ha!?" Saçlarını çekmeye devam ettim. “Ne sanıyorsun sen be?! Sinip susacağımı mı sanıyorsun?! Ben seni var ya liğme liğme ederim!!” Bırakmam için bağırıp çağırsa da oralı olmadım. Elimi saçlarına öyle bir geçirmiştim ki benden kurtulamıyordu. Yüzünü yüzüme doğru eğdim ve bana bakmasını sağladım. Gözlerinin içine baktım. “Bana bak! Bu yüze iyi bak! Seni var ya! Süründüreceğim! Yaptığınız her şeyin bedelini ödeyeceksiniz!!”

 

Sarıldığım saçlarını birisi bırakmamı sağladı. Çok geçmeden onun Çınar olduğunu anladım. Beni kapıya doğru çevirdi ve göğsüne yaslayarak yürütmeye başladı. "Bırak beni!" Hiç ama hiç içim soğumamıştı. O kadına bakmaya çalışarak bağırdım. "Sen kimsin de benim namusuma laf ediyorsun be! İster sürterim ister gezerim!! Sen kimsin!? Sana mı kaldı benim namusum!?"

 

Sesim konakta yankılanırken o kadının ben mağdurum hallerini görmesem de duyabiliyordum. Bir de beni Seyfi beyle tehdit ediyordu. Hiç sorun değildi, ona da dalardım. Zaten kafasında üç beş saçı vardı. Onları da ben yolardım işte.

 

"Ya bırak beni!"

 

Çınar'la konağın kapısından çıkıp biraz ilerlemiş ve durmuştuk. Arkadan bana sarılıyor olması sinirimi yatıştırıyordu ve bundan nefret etmiştim. "Tamam." Dedi ılımlı bir ses tonuyla. "Sakin ol."

 

"Olmuyorum sakin falan! Karışamazsınız siz bana! Hiçbiriniz karışamazsınız! İstersem orospu olurum size mi kalmış!? Kimsiniz siz?!"

 

"Tamam." Dedi yeniden. Bana sardığı kollarının sıkılaştığını hissettiğimde sinirim yavaşça kırıldı ve gözlerim doldu. Sırtım göğsüne yaslıydı ve göğsü sıcacıktı. "Nilüfer, tamam." İstemeden de olsa sırtımı göğsüne bastırdım. Derin bir nefes aldım. İçimde o kadar çok biriktirmiştimki bu hiçbir şeydi. Hepsine yaptıklarının bedelini ödetmek istiyordum. "Sen haklısın. Konuşacağım onunla." Kendini yeniledi. "Hepsiyle. Kimse karışamaz sana."

 

Gözlerimi kapattım, ağlamamak için derin bir nefes aldım. Güvende hissettim kendimi. Abimin kollarının arasında... ama bunu sürdürmek istemiyordum. Çünkü alışırsam daha çok isterdim ve o her defasında kapılarını yüzüme çarptığı için canım daha çok yanardı.

 

"Bırakır mısın?"

 

Soru değil, bir istekti. Kollarını bedenimden çektiğinde hava birden soğudu. Bu durum canımı sıktı. Çınar önüme geçti. "İyi misin? Sinirlenince zayıf düşüyorsun. İlacını aldın mı?" Sesindeki endişeyi sezsemde gözlerine bakmadım. "İyiyim. Gidiyorum."

 

"Nilüfer." Dedi, canı sıkılmışa benziyordu. "Gideceğin yere ben bırakayım mı?"

 

"Gerek yok." Bunu ben söylememiştim. "Benimle gelecek Nil."

 

Arkama baktım ve Barış'ı gördüm. Kaşlarını çatmış Çınar'a bakıyordu. Çınar'ın yüzündeki şaşkınlığı gördüm ama karşı çıkacak bir şey demedi. "Tamam, dikkat edin." Dedi yalnızca ve bunu yaparken direk Barış'a bakmıştı. Barış usulca kafasını salladı ve bana döndü.

 

"Gidelim mi Nil?"

 

🪷

 

BÖLÜM SONUU!!

 

BEĞENDİNİZ Mİİ??

 

DÜŞÜNCELERİNİZ??

 

NİL?

 

BARIŞ?

 

ÇINAR?

 

🪷

 

VOTE

VE

YORUMU

UNUTMAYIN

 

Öptüm sizii♥️

 

🍭

 

İNSTAGRAM; Zeynepizem

 

 

 

 

Loading...
0%